Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Dünyanın En Mazlum İnsanları, Y/Êzîdîler!

Hâlen, Kurtalan’a bağlı “hamduna” köyünde Êzîdîler ikamet ediyorlar. Köyleri, bizim köye yakın olmasından dolayı, birbirimizle yakın ilgi ve alakamız vardır. Bayramlarda Êzidilerin, ileri gelenleri rahmetli amcamın bayramına gelir, bayramlaşırlardı. Eskide yöremizde aşiretçilik hâkîmken, ailemiz tarafından çevredeki Êzîdîler, himaye edilmiştir. Bu nedenle ailemize karşı ayrı bir sevgi ve saygıları vardır.

Vefanın ne demek olduğunu belirtmek istiyorum: Bir gün Batman’dan- Kurtalan’a trenle seyahat ederken, bulunduğum kompartımanda bir genç boynunda ki kravatı çıkardı, bana uzattı, “ kimsin? dedim. Bana, “Hamduna köyünde Êzîdî, Ömer’in oğluyum. Almanya’dan geliyorum. Dedenizin, bize yaptığı yardım ve himayeden dolayı; bende bu kravatı bir vefa borcu olarak size hediye ediyorum. Kabul buyurun,” dedi. Ailemize “kirve” diye hitap ediyorlar. Kirvelikle, insanlar arası diyalog ve dostluğu tesis etikleri için, Êzîdîlerde, kirvelik çok önemli bir husustur.

Êzîdîlerin, çevremizde bulunması ve onlarla ilgi alâkamızın da olması nedeniyle, sosyal ve içtimai meselelerini az da olsa yakinen biliyorum. Bu nedenle bir nebze onlardan söz etme gereği buldum: Êzîdîler, maddeten fakir, psikolojik olarak çevrenin olası bir rahatsızlığından dolayı, korku ve endişe içinde yaşayan bir topluluktur. Eskide ev ve ahırları iç içe, köyün tamamı bitişik, damları yekpareydi, ha keza…

Ramazan orucunda Müslümanlara karşı yeme ve içme konusunda çok hassas, adeta oruçlu gibi davranırlar. Her sene nisan ayının ikinci haftasından itibaren üç gün farz oruçları vardır. Sair zamanlarda da sevap niyetiyle birçok oruç tutarlar. Kürtçe latife ederek Müslümanlar, “sî ile sê’yi karıştırmışlar.” (sî otuz gün, sê üç gündür) bize “doğru algılasaydınız, orucunuz da bizim ki gibi üç gün olacaktı.” Gene, Kürtçe “Êm Êzîdîne, cîl sîpîne, cennetine, Mısılmân, mân’ü- mân.” Diyorlar. Bu sözler Türkçeye çevrince vezin ve kafiyeleri kayıp oluyor. Mealen şöyledir: Biz Êzîdîyiz, elbisemiz beyaz, cennetliklerdeniz. Müslümanlar, cennetten geri kaldılar, kaldılar.” Yezidilerde zekat, müritlerin gelirlerinin % 10’u şeyhlere, % 5’i pîr’e ve % 2.5’ni Fakir’e verirler.

Bundan da anlaşılıyor ki, Êzidiler, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlar. Şeytan’a tapma gibi bir durumları da yoktur. Zaten Şeytan’ın ismini zikir etmek bile istemiyorlar. Mecbur kaldıklarında Şeytan’ı (o) sıfatı ile işaret ediyorlar. “melek tavus” onlar için önemli bir varlıktır. Allah’a inanan, Allah’la irtibatlarını doğrudan sağlayan, aracı peygamber kabul etmeyen, sair din mensuplarının Peygamberlerine de inanan ve saygı duyan bir topluluktur. Başka bir din mensubu ile evlenmeleri de yasaktır.

Kaderin cilvesi, Irak Şam İslâm Devleti “IŞİD”nin, Êzîdî nüfusunun yoğunlukta yaşadığı Şengal ve Sincar bölgelerini ele geçirerek, sözde İslâm Devleti himayesi altına aldığı Êzîdî kız ve hanımlarını cariye olarak kullanmaları; Êzidiler kadar; İslâm âlemi de rahatsız olmuştur. Savaşta dahi karşı gelmeyen bir düşmanın malını gasp etmek, öldürmek, esir almak savaş hukukuna aykırıdır. Hele hanım ve kızları cariye olarak almak insanlıkta bile yeri olmayan bir vahşettir. Suçsuz ve sebepsiz çoğu çocuk olmak üzere 500’ün üzerinde insanı öldüren IŞİD, büyük bir gaflet içindedir.

Ey IŞİD! Şayet niyetin hâlisane Allah, için cihat etmek ise, dâhilde el kaldırmayan bir millete silah çekme, mazlum insanların namusları cariye olarak kullanma ve kimseye satma! Eğer niyetiniz; insanları irşat etmek ve Müslüman dinine dâvet etmek ise; o zaman İslâmiyet’i önce siz yaşayın, İslâmiyet’in güzellikleri gösterin ki; başkası da size itibar etsin.

Bakınız! Bediüzzaman ne diyor:” Eğer biz doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, sair din mensupları İslâm’a fevc fevc dâhil olacaklar.” İşte ahlâk ve yaşayış bu olmalıdır ki, sair dindekiler sana uya bilsin.

600 yıllık geçmiş bir tarihe bakıldığı zaman 70’in üzerinde baskın ve cinayet gören Êzidilerin, üzerinde halen Ortadoğu’da bu zulüm ve baskılar devam ediliyor. İşte IŞİD’in zulmü…

Y/Êzîdîlik nedir?

Êzîdîlik bir rivayete göre Ezda’ya dayanır. Ezda, Kürtçede ‘ez’ (ben) ve ‘da’ (Yarattı, verdi) manasındadır. ‘beni yaratan’ Tanrı için kullanılmaktadır. Êzidiler, Muaviye ‘nin oğlu Yezid’in peşinde gitmediklerini, “Yezid bin Ezidiyan” ile Emevi sultanı “Yezid bin Muaviye”  arasında isim benzerliği dışında başka bir şey olmadığını ısrarla belirtilmektedirler.  “Allah’a peygambersiz inanan “halk” anlamına gelen “Ezda” yi ifade ediyorlar.

“Yezidilik, İslâm’daki Adeviyye tarikatının zaman içerisinde dönüşüp bozulmasıyla ortaya çıkan bir topluluktur. Özellikle Adeviyye tarikatının zamanla; Sincar, Laleş ve Şeyhan mıntıkalarıyla daha kuzeyde yer alan bölgelerde, İkinci Şeyh Adiy’nin oğlu Şeyh Hasan döneminden başlayarak, özellikle 14. Yüzyıl’ın ikinci yarısında, İslam’dan koparak farklılaştığı, ayrı bir dine dönüştüğü anlaşılmaktadır. Suriye ve diğer Arap bölgelerinde ise Adeviyye’nin daha uzun süre Yezidiliğe dönüşmeden devam ettiği belirlenmektedir. Günümüzde Yezîdî tâifesinin çoğunluğu Kürtçe konuşan topluluklardan oluşmasına karşın, Musul’a yakın Bahzan ve Başik yörelerinde meskûn olan, buraya Halep civarından gelip yerleşmiş ve Yezîdî hiyerarşisinde önemli bir mertebeye sahip Kavallar ise Arapça konuşmaktadır.
Bugün Yezîdîler geleneksel sinkretik/eklektik inanç örgüsü ile, modernleşme ve etnik milliyetçiliğin arasında kalmış durumdadırlar. Bu etki alanı içerisinde olanlar, Yezîdiliği otantik yapısından farklı bir biçimde, modernliğin ve Kürt milliyetçiliğinin oluşturduğu bir temele oturtma çabasındadır. Aksine, Şeyhan Yezidileri ise daha geleneksel bir inanç sistemi ve yapısını öngörmektedir.”Kaynak/Dünya Bülteni

Yezidilerin, kutsal kitapları bulunan ‘Mushefa Reş’ (Kara Kitap) ve ‘Kitab-ı Cilve’yi kabul etmeyenler de vardır. Onlara göre dini metinleri Kavallar tarafından sözlü şekilde nesilden nesile aktarılmaktır.

Yezidilerin, iki çeşit ibadetleri vardır: Biri Hakikat farzları diğeri Tarikat Farzlarıdır. Hakikat Farzları: Şeyh, Pir, Usta, Mürebbi ve Ahiret kardeşidir. Tarikat Farzları ise; Güneşin doğmasına yarım saat kala, öğle vakti ve güneşin batmasına az bir zaman kala, güneşe dönerek duada bulunmak, yatmadan önce Allah’ın varlığına inanarak şahadet edip, ibadet etmek.üç günlük oruç, Laleş’teki Kaniya Sıpî’de vaftiz olmak, çocukların sünnet olması gibi, bu iki farz dini erkânları oluştururlar. Yezidilerde,Şeyhler ve Pirler yönetici durumunda Müritler ise onlara bağlı bulunmaktadır.

Yezidilik, Zerdüştlüğün bir devamı olmadığını birçok Yezidi aydını da kabul etmektedir. Sosyal hayatta aralarında bir çok farklılıklar vardır. Meselâ: Ezidilerde ölü gömülür, Zerdüştlükte ölü yırtıcı hayvanlara yem olarak terkedilir. Yezidilerde ruh göçünün olması; Zerdüştlerde olmaması, Yezidilerde kurban kesilme anlayışı, Zerdüştlükte, yasak olması, Zerdüştlükte oruç tutulmazken, Yezidilerde oruç tutulması gibi birçok farklılıkların olması gösteriyor ki, Ezidiler; Zerdüştlükle alakaları yoktur.

“Yezidi dininin en önemli itikat esaslarından biri Melek Tavus (Azazil- Şeytan)’a imandır. Buna göre Yüce Tanrı, yedi meleği yarattıktan sonra onlara kendisinden başka hiç kimseye ibadet ve secde etmemelerini emretti. Tanrı, Âdem’i yaratınca meleklere Âdem’e secde etmelerini söyledi. Azazil dışındaki altı melek secde ettiler. Tanrı, Azazil’e niçin Âdem’e secde etmediğini sordu. Azazil: “Ey Tanrım, ben senin benden başkasına secde etmeyin emrini unutmadım. Secdeye layık tek varlık sensin” dedi. Bunun üzerine Tanrı, Azazil’i tebrik etti ve ismini Melek Tavus olarak değiştirerek meleklerin başı yaptı. Yezidiler, Azazil’in en büyük muvahhid (tek Tanrıcı) olduğunu ve bu özelliğinden dolayı Tanrı’dan sonra en büyük ikinci varlık olduğunu kabul etmektedirler.

Tanrı’dan sonra en büyük varlık olan Azazil, çevrelerinde yaşayan Sünni çoğunluk ve Hıristiyan azınlık tarafından kötülüğün simgesi olarak görülen Şeytan ismi ile nitelendirildiğinden onlar ‘Şeytan’ ismini bir hakaret olarak görmeye başlamışlardır. Bundan dolayı Yezidiler ‘Şeytan’ kelimesini çağrıştıracak şat, kaytan, na’let, şin vb. kelimelerin kullanımını yasaklamışlardır. Şimdi dahi Yezidiler yazılarında Şeytan kelimesinin kullanmayıp (Ş) harfi ile göstermektedirler.  Bundan dolayı Yezidilerin incinmemesi için yanlarında Şeytan kelimesi kullanılmazdı. Fakat yeni nesil Yezidiler artık Melek Tavus’un Şeytan olmadığına ve Şeytan’a ibadet edilmediğine kani oldu. Dolayısıyla bu yasak eskisi gibi etkili değil ama hala yaşlı nesiller arasında bu yasaklara uyulmaktadır.

15-20 Eylül tarihleri arasında Irak’ta bulunan Şeyh Adiy’in mabedine yapılan hac, Yezidiler için yapılması şart olan dini ve milli bir vazifedir. Şeyh Adiy’in sandukasını üç kez tavaf edip kaideye yüz süren her Yezidi, hacı olmuş sayılır Şeyh Adiy’in Laleş Vadisi’ndeki dağın eteğinde olan mabedine Sırat Köprüsü denilen bir köprüden geçerek giden Yezidiler, kaynağı mabette bulunan zemzem adını verdikleri su ile çocuklarını vaftiz ederler. Bu hac merasimi; nehirlerde yıkanma, sancakların yıkanıp vaftiz edilmesi, rahiplerin dansları, mukaddes kabul edilen mezarlara kandil yakılması, kurban edilen bir öküzün etinin dağıtılması, özel yapılmış yemeklerin yenmesiyle kutlanır. Ayrıca bu hac sırasında saygı gösterilen ve şahıs isimleri verilen dut ağaçları ziyaret edilir. Çevreden tek ağaç dalı kesmek bile günahtır. Kutsal vadinin hiçbir yerinde ayakkabıyla dolaşılmaz; kadınla cinsel ilişki kurulmaz ve içki içilmez.” Kaynak, (Yaşar Kaplan, Yüksekova Haber)

Sonuç: “Yezidilik, İslâm’daki Adeviyye tarikatının zaman içerisinde dönüşüp bozulmasıyla ortaya çıkan bir halktır. Yaygın ve yanlış söylendiği gibi Şeytan’a tapmazlar. Bazı baskılardan dolayı İslamiyet’ten de uzaklaşmışlar. Allah’a ve sair din mensupları Peygamberlerine de inanıyorlar. “Kitaba Reş ve Kitaba cilve” adında iki adet dini kitapları varsa da; son zamanlarda semavi kitap olmadığına inanmışlar. Dini bilgileri dilden dile aktarmayı önemseyen. Êzidiler, Muaviye ‘nin oğlu Yezid’in peşinde gitmediklerini, “Yezid bin Ezidiyan” ile Emevi sultanı “Yezid bin Muaviye”  arasında isim benzerliği dışında başka bir şey olmadığını ısrarla belirtilmektedirler.

Êzîdîler, bazı çevrelerin baskılarından kaynaklanan göçlerden dolayı, Ortadoğu’nun genelinde olduğu gibi, Türkiye’de de sayıları azalmıştır. Yezidilerin, Türkiye’deki sayılarının 3.000-4000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bunların büyük bir bölümü Güneydoğu Anadolu’da yaşamaktadırlar. Dünya genelinde ise, nüfuslarının 800.000 olduğu tahmin edilen Yezidilerin, Irak’ta 400.000, Rusya’da 100.000, Gürcistan’da 60.000, Ermenistan’da 40.000, Suriye’de 10.000, Almanya’da 50.000, İran ‘da 2.000 civarında; az bir kısmı da İsveç, İsviçre, Lübnan ve Belçika’da bulunmaktadır.

18.08.2014

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

Siyasetin Cazibesinden Kurtulan Bediüzzaman!

Osmanlı Devleti’nin son dönemi, 1908 den, II.Meşrutiyetin sonuna kadar bir nebze siyasetle meşgul olan “istikbalde bir ışık var, bir nur görüyorum,”1 diye müjde veren Bediüzzaman, O dönemde “herkes gibi o ışığı siyaset aleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslamiye’de ve çok geniş dairede” tahmin eden Bediüzzaman, daha sonra esas o nurun Risale-i Nur olduğunu anlayarak, siyasetin cazibesi kendisini aldattığını kabul etmiştir. 2

Bediüzzaman, o sırada siyasete girme sebebi, siyaseti dinsizliğe alet yapmak isteyenlere karşı, o da siyaseti; İslamiyet’in hakikatine hizmetkâr yapmaya çalışmak için uğraşmıştır. Zaten Bediüzzaman, Siyasetin içinde iken de “dinin bir hakikatini bin siyasete feda etmem” demiştir. 3 Bediüzzaman bu siyasi dönemi daha sonra şöyle açıklar: “bir miktar siyasete girip siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet etmek istedimse de, beyhude yoruldum” demiştir. 4

Bediüzzaman, II.Meşrutiyetin sonuna kadar siyasetle uğraşmış, siyâseti dine âlet etmeye çalışmış, 1917 de Rus, esâreti dönüşünden itibaren siyasetle alakasını kesmiştir. Ancak, çok partili demokrasiye geçilirken, yine “Kur’ân menfaatine” Demokratları dine yardımcı kılmaya davet ederek, zamanın Başbakanı Adnan Menderes’e iki mektup göndermiş, ezanı Muhammediyi aslına çevirdiği için tebrik etmiş, Risale-i Nur eserlerini devlet eliyle basılması ve Ayasofya’yı ibadete açılması isteğinde bulunmuştur.

Bediüzzaman, “Niçin siyasetten çekildin, hiç yanaşmıyorsun” sorusuna; “siyaset vasıtasıyla hizmet yolunun meşkuk, müşkülatlı, kendisi için “fuzuliyane ve en lüzumlu hizmete mani olduğunu, siyasetin çoğunun yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olmak ihtimali var”5 dolayısıyla “en mühim, en lüzumlu, en selametli olan imana hizmet” cihetini tercih etmiştir.

Keza Bediüzzaman, “mütedeyyin bir ehl-i ilmin, kendi fikr-i siyasisine muhalif bir âlim-i salihi tekfir derecesinde tezyif” ve kendi fikrinden olan bir münafığı “hürmetkarane methetmesi” üzerine, siyasetin fena neticesinden ürkerek “euzübillahimine’ş şeytani ve’s siyasiye” diyerek “O zamandan beri hayat-ı siyasiye den çekildim” demiştir.6

Bediüzzaman,”Biz Risale-i Nur Şakirtleri, Risale-i Nuru değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da alet edemeyiz. Hem Kur’an bizi siyasetten şiddetle menetmiş.” devâmlâ, “Beşinci Esas: Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak bir düstür-i esasîleridir. Çünkü halisâne hizmet-i Kur’âniye, onlara her şeye bedel, kâfi geliyor.”7 Görüldüğü üzere Risale-i Nur’un vazifesi küfr-i mutlaka karşı; imanî olan Risale-i Nur hakikatleriyle Kur’an’a hizmet etmekten başka bir şey değildir.

Özet olarak, II. Meşrutiyet döneminde siyasete giren ve bu yolla dine hizmet etmeyi amaçlayan Bediüzzaman, I. Dünya Savaşı sonunda, yani 1917 de siyaseti bırakmıştır. Sebebini soranlara şöyle demiştir: “Çünkü biz müteharrik-i bizzat değiliz,(bizzat, hareket kaynağı değiliz) bilvasıta müteharrikiz.(başkası tarafından harekete geçiriyoruz) Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim (uyutma) ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammane (sağırcasına, sorgulama yapmadan) tahribimizde (kendimizi yok etme yolunda) eser-i telkini icra ederiz.”

İşte bu sayılan nedenlerden dolayı Bediüzzaman, mü’minlerin en önemli meselesinin iman ve Kur’an olduğunu ve bunu herkese ulaştırılmasını arzu ederek, hem kendisi hem de şakirtlerini siyasetten menetmiştir.

Zaman zaman siyasi dönemlerde cereyan eden ufak tefek meselelerden dolayı, Nur cemaati içinde de bazı ihtilaflar ortaya çıkmaktadır. Elbette Nur cemaati mensupları siyasette ifrat ve tefrite girmeden, siyasî tercihleri yapacaklardır. Bu tercihlerde ayrılıklar da olabilir. Ama bilinmeli ki, hepsinin hedefi de rıza-i İlâhidir.

Ancak metot farkından dolayı tercih meselesi ayrı olduğu zaman, “din adına siyaset” anlayışına yakınlık göstererek, şahs-ı manevînin hukukunu siyasete feda etmek büyük bir vebaldir. Bu geçici siyasi heveslere kapılarak gerginliklere sebebiyet vermemek lazımdır.

Bediüzzaman hazretleri,“mâbeyninizdeki gerginliği çabuk tamir ediniz” aşağıdaki mektubu, şimdiki talebelerine de güzel bir mesaj olsa gerek.

Mâbeyninizdeki gerginliği çabuk tamir ediniz. Sakın sakın! Az bir inhiraf Nur dairesine pek büyük zararı olacak. Sıkıntıdan gelen hislere kapılmayınız.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musîbete düşenlere ve bilhassa Nur şakirtlerindeki dehşetli sıkıntılara ve meyusiyetlere karşı en tesirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki, sekiz gündür Nurun iki rüknü zâhirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hadisenin, bu sırada benim kalbime verdiği azap cihetiyle, “Eyvah, eyvah! El-aman, el-aman! Yâ Erhamerrâhimîn, medet! Bizi muhafaza eyle. Bizi cin ve insî şeytanların şerrinden kurtar. Kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur” diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryat edip ağladılar.” 8, Said Nursî

12.8.2014

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

KAYNAK :

1. Emirdağ Lahikası,

2. Kastamonu Lahikası,

3. Hutbe-i Şamiye,

4. Mektubat,

5. Mektubat,

6. Mektubat,

7–8. 14.Şua

Bediüzzaman’ın Siyasete Bakışı!

Siyaset idare etme sanatıdır. Devletin resmi bir dairesinden, özel bir işletmenin, bir evin veya ailenin idaresinden ta cemaatlerin idaresine kadar uzanan bir sistemdir. Ne yazık ki günümüzde siyaset denilince parti ve hükümet akla gelmektedir. Öyle bir hale getirilmiş ki insanlar sosyal hayattaki bütün müşküllerini siyasetle çözeceğine inanmışlardır.

Çünkü idari icraatlar öyle çalışıyor ve öyle de devam ediyor. Bir resmi dairede, resmi bir işlemi tavassutuz ve rüşvetsiz takip etmek birçok müşkülat ve marazları beraberinde getirmektedir. Zaten vatandaşta bu bilinçte olduğu için rüşvet ve tavassutla iş takibine alışkındır. Hangi iktidar dönemi olsa olsun, yandaşlar, iktidarın temsileri gibi sahaya çıkarak, siyaseti yanlış emellerine basamak yapıyorlar. Asr-i ahirin bediisi Bediüzzaman ne güzel söylemiş: “ menfaat üzere dönen siyaset canavardır.” Amenna…

Keza, siyasi parti liderlerinin birbirlerine hitaben kullandıkları üslup ve gıybetler hiç ama hiç te yakışık değildir. Bakınız yakında ABD’de yapılan başkanlık seçiminde muhalif liderler tüm kamuoyu karşısında, birbirlerine saldırmadan efkârını beyan ediyorlardı. Bütün dünya bu siyasi liderleri alkışlıyordu. Bizde ise, siyaset propagandası adeta meydan muharebesine çevrilmektedir. Bu şekilde ki siyasi argümanlar milletimizin birlik ve beraberliğine zarar vermektedir. İslamiyet’te Allah, için sevmek ve Allah, için düşmanlık etmek esastır. Yoksa siyasetine muhalif bir kardeşini insafsızca eleştirmek zulümdür.

Bir diğer tarafta da, bu günlerde dini ve din âlimlerini siyasi emellerine alet edenler var, oysa Bediüzzaman: İslamiyet güneşi yerdeki ışıklara alet ve tabi olamaz. Ve alet yapmak islamiyet’in kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.” Hutbe-i şamiye,

Kur’an bizi siyasetten şiddetle menetmiş. Evet, Risale-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı, imanî olan hakikatlarla gayet kat’î ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi imana getiren kuvvetli bürhanlar ile Kur’ana hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur’u hiçbir şeye âlet edemeyiz.” Şualar

”Evet, bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.” Kastamonu Lâhikası

Üstad, siyaseti, gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi, İnsanın dar dairedeki gerçek vazifesini bırakıp, geniş dairelerdeki siyasî ve içtimaî hadiselerle gereksiz olarak ilgilenmesini zararlı görmüş ve şöyle diyor:


“Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Husussan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor.” Emirdağ Lâhikası

Üstat, Nur talebelerine manen şöyle hitap ediyor: Eğer sizler sohbetlerinizde ve konuşmalarınızda hep siyasi mesellere yer verirseniz, sizler de onlara benzemiş olursunuz. Bundandır ki: Nur talebeleri bütün himmetlerini insanların kurtuluşuna sarf ederler. Siyaset gibi malayani ve boş şeylerle vakitlerini kaybetmezler.

Kur’an-ı Kerim’de ve onun tefsiri olan hâdis-i şeriflerde mealen beyan edildiği üzere: Cenab-i Allah’ın beğenmediği, kötü gördüğü, yasakladığı şeyler kimde varsa kötü; O’nun razı olduğu şeyler kimde varsa iyidir. İşte siyasette bu ölçü yoktur. Yandaşını iyi, muhalifi ise kötü görür.

Üstad, konu ile alakalı şöyle diyor:

“Sakın, sakın! Dünya cereyanları, husussan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin! ‘Elhubbu fillahi velbuğzu fillahi’ düstur-u Rahmanî yerine, el-iyâzü billah ‘El hubbu fissiyaseti velbuğzu lissiyaseti’ düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine mânen şerik eylemesin.” Kastamonu Lâhikası

Keza, “Nur şakirtleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.”Emirdağ,Lâhikası

Risale-i nur cemaatinde sevk ve idare şahısların elinde değildir. Cemaatin şahs-i manevisindedir. Daima “Hakkın hatırını Âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez” düsturu ile hareket ederler. Kur’an’ı Kerim’de Ali İmran ve Şura süresinde ki emirlere bağlı olarak istişare ve şer’i meşveret esaslarına bağlı hareket ederler. Ne şahısların tekelinde ne de siyasetle uğraşmazlar. Seçim zamanında vatandaşlık görevini yerine getirmek üzere sandığa gidip oyunu kullanırlar. Biri siyasete girse de kendi adına girer, o da Nur Cemaatini bağlamaz, lütfen o şahısta Nur cemaatinden beklentiye girmesin.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

05.08.2014

www.NurNet.org

Sahi Bayram Nedir?

İslâm dininde iki tane dini bayram vardır. Biri Ramazan bayramı, diğeri Kurban bayramıdır. Bu bayramlar her islâm diyarında o ülkenin kültürüne göre kutlanan şenliklerdir. Bayram, kelime olarak “neşe, sevinç ve eğlence” anlamında da kullanılmaktadır. Bayramlar, insanlar arasında birlik ve beraberliği, örf ve adetleri, dini inançları ve geleneklerini korumak için çok önemli günlerdir.

Bayram hazırlıkları bir telâş, bir heyecan ve bir o kadar da sevinçli oluyor. 6–7 yaşlarında iken, hatırlardım. Bayram hazırlıkları birkaç gün önceden başlardı. Köy halkına bayram namazından sonra verilecek yemek için, rahmetli babam İlçeye giderdi. Pirinç, zerdali kurutması, (hoşaf için) makarna; misafir şekeri ve onun yanında da en makul olan birkaç paket yenice ve kulüp sigarasını alırdı. Köyde hayvan bol olduğu için et, evden karşılanırdı. Hele bayrama has tandırda pişirilen ve özlem duyduğum peksimetler unutulamayan hatıralarımdandır…

Köylerde kireç bulunmadığı için, evin badanası beyaz topraktan yapılırdı. Ne güzel toprak kokusu saçardı, evin içi… Rahat uyurduk, ne baş ağrısı ne de hastalık, hep zindeydi ruh, kalp, vücut…

Bayram namazından sonra köy imamı ile birlikte büyük küçük herkes evimize gelirdi, yemek yedikten sonra fakir zengin ayırt edilmeden her eve bayramlaşmaya giderdik. Daha sonra yakın akrabalar arasında bayram ziyareti yapılırdı, böylece adı üzerinde “bayram” gibi neşeli gün geçerdi, Bayram…

Ne güzeldi o bayram sabahında çocuk olarak uyanmak. Hele yeni alınmış temiz bayramlıklar, ev ev dolaşıp toplanan çikolatalar, pişirilmiş boyalı yumurtalar, oyuncak için toplanan paralar… Oyunlar ve salıncaklar… Demeki, eskiden çocuklar için daha bir heyecan vericiymiş bayramlar…

Bayram kültürüne önem veren bir milletiz. Eskide, bayramın ilk misafirleri çocuklardı, onlarla başlardı, bayram. Evet, artık bu kadar telaşlı değildir, bayram günlerinde çocuklar. Bayram şekeri tepside, gözler kapıda, hazin hazin bekleriz o minik misafirleri… Evlerin şirin misafirleri artık gelmez oldular. Konağını tereden kuş misali… Hem de küserek ve nefretle konaklarından ayrıldılar, o sevimli minikler!

Bayramlar değerli, sevimli ve iç açıcı günlerdir; ama ben bu yazımda müsaadenizle hüzünlü tarafından bakacağım. Çünkü “gözler kapıda hazin hazin bekleriz o minik misafirleri” yazınca gayri ihtiyarımla duygulandım, gözyaşlarım aktı, aktı… O sevimli çocuklar için.

Ne oldu o masum çocuklara, neden hep birden küstüler, artık ev ev dolaşan, şeker toplayan yok. Dolaşmaktan çekiniyorlar, korkuyorlar. Hane o canavar ve sapık insanlar var ya! İşte onlardan çekiniyorlar. “ Komşu amcaya gitsem bir istismara uğramaz mıyım?” der.

Artık bayramlar, o minik ve masum çocuklara korku rüyalar haline gelmiştir. Komşusuna gidemeyen, kendi sokağında gezemeyen, arkadaşları ile oynamayan çocuk, belki lisan-i haliyle tüm toplumu suçlu görür. Doğrusu toplumun tümü bu konuda mes’uldür. Çocuk her zaman çocuktur… Sevgiyi, sevmeyi, bayramı, gezmeyi, oynamayı sever, çocuk…

Sevinçli anımızı bayram kelimesiyle dile getirmiyor muyuz? Bu gün “ bayram ettik”, “bayram çocuğu gibi” bu konuyu ne güzel belirtiyor, Mehmet Akif:

Bayram ne kadar hoş, ne şetaretli zamandır

Bayramda gülen çehre-i ma’sum-ı sabavet

Ümmid çocuk suret-i safında iyandır.

Mehmet Akif, bayram şiirinde, Fatih’te kurulan bayram yerini tasvir ederken, bir ağlama sesi duyar. Bakar ki, bir kızcağız salıncağa binemediği için yaşlı bir kadının koltuğunda ağlıyor. Ninesinin salıncakçıya verecek parası yoktur. Orada bulunan kişilerin müdahalesiyle salıncağa bindirilen kız, “ağlamayan kızların şetaretine” katılır.”

Umarım ki, günümüzde korku içinde evlerinde dışarıya çıkamayan, sokağında oynayamayan, bayram sevincini arkadaşlarıyla paylaşamayan çocuklar için de, bir gün toplum sahip çıkar, çocuklar da o eski “bayram şetaretine” kavuşurlar.

Tüm İslâm âleminin Ramazan Bayramını tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim.

28.7.2014

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

Bayram Gecesinde Yapılan İbadetler!

Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde: “Sevabını Allah’tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez.” Buyurmuş.

Bizleri ibadete teşvik eden Peygamberimiz, (a.s.m.) yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye eder. Bu gecelerde uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirir.

Arefe ile ilgili hadis-i şeriflerde şöyle geçiyor: “Arefe günü Besmele ile bin ihlâs okuyanın günahları (kul haki hariç) affedilir ve duası kabul olur.” Ebu’ş- şeyh

Keza, “Kim ihlâs suresini Arefe gününde öğle ile akşam arasında bin defa okursa Allah (cc) ona ne isterse verilir.”

Bediüzzaman Hazretleri, Arefe ile ilgili: “Aziz, mübarek kardeşlerim! Pek çok selâm. Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin ihlâs-ı Şerif okurduk. Ben şimdi bir gün evvel beş yüz, Arefe’de dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen birden okuyabilir.” demiştir. 13. Şua

Sa’d bin Evs -el-Ensârî hazretleri der: Resulullah, (a.s.m) Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler: “Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat etiniz, mükâfatınızı alınız.’’ buyurmuş.

Bayram namazında cemaat halinde getirilen tekbirler, akıl, kalp ve ruh üzerinde bulunan gafletin kalkmasına ve Cenab-ı Allah’a şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Mü’minler, beraber getirdikleri tekbirlerle adeta yeryüzü tek bir ağız ve bir dil ile tevhit sesleriyle, kâinatı bir semazen gibi vecde ye getirir.

Efendimiz (a.s.m.) günlük iftarların adabı, bayramda da yerine getirirlerdi, orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Peygamberimiz (a.s.m.) Ramazan Bayramı sabahında da hurma gibi bir tatlı almadan evinden ayrılmazdı.

Ramazan bayramının bir diğer adı da ‘’İydü’l-fıtr’’ yani fıttır bayramı demektir. Bu nedenle  fitre, zekât ve sadakayıfakir ve yardıma muhtaç kimselere dağıtılarak, bayramın sevincini beraber paylaşmaktır.

Ramazan bayramı, adeta her gün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi, bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder. Bayram’da Küskünler barıştırılır, toplu olarak mezar ziyareti yapılır. Hâlen Şarki Anadolu’da gelenek olarak devam edilen bayram yemeği, hemen hemen her evde yemek sofrası hazır, bayramlaşmaya gelenlere teberrüken ikram edilir.

Görüldüğü üzere, bayramlar fakir ve yardıma muhtaç kimselere yardım elinin uzatıldığı, sevgi ve saygının artmasına vesile olduğu, dargın ve küskünleri bir araya getirdiği, dar-ı bakaya intikal etmiş kabirlerinden bir dua ve Fatiha bekleyenlere kadar uzanan güzel bir haslet ve güzel bir sosyal yardımlaşmadır.

Bu vesileyle gelecek bayramınızı tebrik eder, tüm İslam âlemine hayırlara vesile olmasını dilerim.

23.7.2014

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org