Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Ramazan Orucu Hâsılat Toplama Zamanıdır!

Hazine.Ramazan.Hasilat.Toplama.ZamanidirBediüzzaman, Ramazan ayının faziletini, uhrevi kazanç için verimli bir zemin olduğunu şöyle açıklar:

“İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hâsılat için gayet mümbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a’mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resmi geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir…

…Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kâtıadır. 1

Ramazan ayı seksen sene bir ömür meyvesini kazandıran ve Leyle-i Kadir ise bin aydan daha hayırlı olduğu Kur’an-ı Kerim’in kesin hükmü ile beyan edilmiştir. Milyonlarla baki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır. İşte böyle kârlı bir ticareti bize kazandıran Cenab-i Allah, “KURTULUŞ” için bu mübarek ayı bir vasıta yapmıştır.

Nasıl ki bir padişah saltanatında, senede bir tahta çıkışı adına ve görüntü sağlamak için bazı günleri bayram yapar, riayetini o günde genel bir şekilde perdesiz iltifatına mazhar eder, Öylede on sekiz bin âlemin padişah-ı Zülcelâl, o on sekiz bin âleme bakan, ferman-ı alışan olan Kur’an-ı Hâkimi, Ramazan-ı Şerifte nazil etmiştir. Onun için Ramazan bir bayram-ı ilahi ve bir İlahi sergi meydanıdır.

Madem Ramazan böyle bir bayramdır. Bayağı adi ve hayvani meşguliyetten insanları çekmek için, oruçla emredilmiştir. Orucun ekmeli mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi insanın organları bir nevi oruç tutturmaktır. Her cihazı ubudiyete sevk etmektir. Örneğin, dilini yalandan, gıybetten uzak tutarak ona oruç tutturmaktır. Lisanını Kur’an ve zikir gibi şeylerle meşgul etmek, gözünü namahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’an’ı dinlemeye yönlendirir, zaten mide bir fabrika benzeri olduğu için oruçla ona ara verilmesi halinde, fabrikanın tezgâhları hükmünde olan organlar da ona tabi olurlar. İnsandaki kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi ifrat derecesine çıkabilen zararlı kuvveler sakinleşir ve haramdan insanı muhafaza eder.

Orucun insan sağlığı üzerinde de birçok faydaları vardır. Evvela midenin dinlenmesiyle bütün organlar da dinlemeye geçer ve mideyle beraber

Yenilenirler. Dinlenen ve yenilenen bir vücut ruhsal olarak, ta kişide bir sakinlik hali gösterir, işte oruç tutmanın maddî manevî önemi ile ilgili peygamberimiz: “Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız” buyurmaktadır. 2

Netice itibariyle Ramazan ayı ibadet, rahmet ve mağfiret ayıdır. Bereketi bol, hayrı çok, yardım, bağış ve ihsan ayıdır. Ramazan ayı, bir yıllık maddî ve manevî kirlerden temizleneceğimiz, insanî duyguların coştuğu, tövbe edip hakka yönelme şuurunun geliştiği bir kurtuluş ayıdır. Her zaman bu fırsat ele geçmez, “Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur.” malayani şeylerle vakit kayıp etmemek lazımdır.

“Allahım! Efendimiz Muhammed’e ve Âl ve ashabına Senin razı olacağın ve onun lâyık ve müstahak olduğu bir rahmetle, Ramazan ayında okunan Kur’ân’ın harfleri adedince salât ve selâm et.

Bütün enbiya ve evliyaların ser zakiri, şanı ve makamı âlâ olan peygamberimizin hürmetine bizi onun şefaatine mazhar, sünnettin İntibaına muvaffak et. Âmin…

28.7.2013

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

ALINTI: 1-29.mek.7.nükte, 2-Aclûnî

Ramazan Ayı Sosyal Yardımlaşmaya Bir Davetiyedir..!

Ramazan ayı maddi ve manevi birçok güzelliklerin bir arada yaşandığı,  duygu ve hissiyatın da öne çıktığı mübarek bir aydır. Rahmet, bereket ve mağfiret ayı olan Ramazan ayı dini açıdan taşıdığı önemle birlikte mü’minler arasında sosyal açıdan da yardımlaşma ve dayanışmanın en yüksek olduğu aydır.

Peygamber efendimiz (a.s.m) “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, o oruçlunun alacağı sevabın aynısı, iftar ettirene de yazılır ve oruç tutanın sevabından da bir şey eksilmez” buyurmuştur. (Hadis-i Şerif, Sünen-i Tirmizi)

Bediüzzaman, Oruç’un sosyal ve içtimai hayata verdiği önemi hakkında özetle şöyle buyurmuş:

“Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniye ye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette hâlk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Hâlbuki zenginler fukaranın acınacak acı hâllerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü hakikî o hâleti kendi hissetmiyor.” (29.mek.3.nükte)

Cenab-i Allah (c.c.) bu dar-ı dünyada geçim cihetiyle kimi zenginlikle, kimi fakirlikle imtihana tabi tutar, Zengin taat ve ibadetle birlikte, özellikle muhtaç ve fakir insanlara şefkat ellini uzatmakla mükelleftir. İnsanlara, hatta bütün varlıklara acımayan Allah’ın rızasını kazanması da mümkün değildir. Çünkü şefkat yoksa şükür de olmaz.

Zaman zaman kimileri ben fakir bulamıyorum ki bir sadaka vereyim, Herkesi zengin görüp, yardım elini uzatmak istemeyenler var. Bahane aranmasa mutlaka herkes kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir.

Ey Fakir bulamayan zavallı aç gözler! Topladığınız malı kime bırakıyorsunuz? Nice mal toplayan babaları gördük, fakir ve muhtaçlardan malını esirgediler, zekât ve sadaka vermekten imtina edip sahabe Salebe durumuna düştüler. İşte, Salebe durumuna düşmeden, evlât hışmına uğramadan elimizle malımızdan sadaka ve zekâtımızı verelim, sabit zannettiğimiz bu dünya ve ömür çabuk geçer, mal ve servet sevgisi bizi aldatmasın.

Bugünkü çağımızda, çöplüklerden ekmek toplayan,  sosyal yardımlaşma vakfı önünde bir kap yemek evine götürmek için sırada bekleyen, iş umudu ile gurbete gidip iş bulamayan, park ve sokaklarda aç yatan insanlar vardır. Fakir bulamıyorum diyenler, işte fakir, işte yardıma ve şefkate muhtaç insanlar.

İnsanlar arası yardımlaşma ve dayanışmayı en güzel ifade eden Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır: ”Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”  “Dicle kenarında kayıp olan bir hayvandan” kendini sorumlu tutan Hz. Ömer (r.a.) gene; ekmeği olmayan aç bir aile için “sırtına aldığı un torbası” bize sosyal adaleti, hayat-i içtimaiye de ki yardımlaşmayı ve güveni gösteren en güzel örnektir.

Sosyal yardımlaşma ve dayanışma öncelikle bireyin toplum karşısında sorumluluğunu bilmelidir. Hele Müslüman toplumu içerisinde yardımlaşmanın vasıtası olan zekât İslam’ın köprüsüdür, yardımlaşma onunla sağlanır. Hatta asayişi sağlayan zekâttır. Zengin zekâtını verdiği zaman, fakir de zengine karşı hürmetkâr olur. Yoksa “Ben tok olayımda, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!” derse o zaman fakir de; zengine karşı kin ve adavet besler, zengini düşman görür, hatta asayişi bozmaya kalkar, memleket dahi huzursuz olur. Görüldüğü üzere sosyal adalettin garantisi ve huzurun temini için, zekât ne güzel bir vasıtadır.

Zekât İslam’ın şartıdır; sadaka ise onun ziynetidir. Biri malın bereketine diğeri belanın def’ine vesiledir.

Ramazan-i şerifiniz mübarek olsun!

 25.07.2013

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

İktisat Nedir?

Kökeni Arapça’daki “kasd” kelimesidir.  Aşırı gitmeme, aşırı davranmama,  Tutum, tutma. Biriktirme ve  artırma gibi anlamlar ifade etmektedir.

Kırkıncı hocamız, kanaat ile iktisadi şöyle tarif eder: “Kanaat; sebeplere müracaat ettikten sonra, Allah’ın ihsan etmiş olduğu neticeye razı olmak anlamına gelirken, iktisat ise; verilen bu neticeyi yani ihsanı, tutumlu ve yerinde kullanmak anlamındadır. Tabiri yerinde ise; patronun verdiği maaşa razı olmak kanaat, o maaşı ay sonuna kadar idare edip tutumlu bir şekilde harcamak da iktisat oluyor.”

Cenab-ı Allah Ayet-i Kerime’de şöyle buyurur: “Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz.”  A’raf /31

Bediüzzaman, Lem’alar eserinde iktisad için şöyle diyor: “BİRİNCİ NÜKTE: Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor.  İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.

Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat’î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.”

İsraf, boş yere mal ve ömrü sarf eder, İnsanın asıl ihtiyacı bir iki ise israf  yüzünden bunu ona ve yirmiye çıkarıyor. Böyle olunca  çoğalan ihtiyaçları karşılayacak maddi imkanları bulmakta zorlanır. İşte böyle lüzumsuz ihtiyaçları temin edemeyince de bu sefer harama girmeye başlar.

İsrafa girenlerin zafiyetinden istifade eden namussuzlar, o zafiyet içine girenlerin namus ve haysiyetlerini az bir para karşılığında satın alıyorlar. Şayet memursa rüşvetle iş yapar, amir de buna göz yumar.

Münasebetle alakalı bir vakıa:

Vakti zamanda bir Kurumun amiri, veznedarına “Yapacağın ödemelerde para küsuratını müşteriye ödeme, bu küsuratlarla dairenin ihtiyaçlarını temin ederiz,”  veznedar da “olur efendim,”demiş. Gün begüm hâsılat artınca çay-şeker alımından vazgeçilerek günlük tahsilâtı aralarında paylaşırlar. Gayri meşru yollarla elde edilen parayla helalini de kaybeden veznedar, daha da aşırıya gidilerek hem görevini, hem maneviyatını hem de aile düzeni tamamen kaybeder. Bu vakıa umman denizinden bir katredir. İşte haram yollara düşmenin birinci nedeni; israftır. İmanı zayıf olan biri, Lüks yaşayabilme sevdası için her türlü ahlaksızlığa başvurur, hem dinini hem de namus ve haysiyetini dünyanın adi zevkleri için  ayaklar altına alır.

Lezzet ve keyif helal dairesinde olmalıdır. Haram yollardan elde edilen  lezzet ve yapılan  keyif görüldüğü üzere insanı şerefinden eder. Üstad’ın ifadesi ile “Helal dairesi keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur.” Meşru dairede insan serbest olsa da israf yapmamak gerekir. Lezzeti şükür için istemektir.

Konu israf ve iktisattan açılmış iken asıl maksat malı yerinde ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak lazımdır. Bu nedenle; mübarek Kurban Bayramı’nın yaklaştığı bu günlerde, insanların genel durumunu göz önünde bulundurarak, çevremizdeki fakir ve aç insanlara yardım elimizi uzatmak ne kadar vicdana uygun düşer.  Zaten dini bayramların bir amacı da yardımlaşma, dayanışma, birlik ve beraberliği sağlamaktır. Çünkü mal da, mülk ta  imtihan ve insanlık içindir. Allah için yapılan yardımlaşmalarda hayır var, hayır da israf yoktur. Verilen mal sadaka hükmüne geçer.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Tevhide Gel Tevhide, Ey Dost!..

Tevhidin manası Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur. O’ hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O’na muhtaçtır. O’na benzer bir şey yoktur. Ortağı yoktur. O’ tüm kusurlardan münezzehtir. Kısaca “Lâ İlâhe İllallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu İslam şiarına tevhid denir. “Lâ İlâhe İllallah” diyen ve inanan her kişi mü’mindir.

Cenab-i Allah (cc)’ın Kudret ve Âzameti, insanın aklı ihata edemeyeceği kadar büyüktür. Kur’an’ı Kerim’de “O’ Evveldir, O’ Âhirdir, O’ Zâhirdir, O’ Bâtındır.”(1)buyurmuş.

O’ Evveldir; başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da O’nun ilim ve kudretine bağlıdır.

O’ Âhirdir; sonu olmadığı gibi bütün varlıkların neticesi O’na bakar ve dönüşü O’nadır.

O’ Zâhirdir; varlık ve birliğinin delilleri her şeyde apaçık görünür ve bütün varlıklar dış görünüşleri ve sanatlı yapılışlarıyla O’nun kudret ve sanatına şâhitlik eder.

O’ Bâtındır; her şeyin hakikatine vâkıftır ve her şeyin içyüzü O’nun kudret ve hikmetine şâhitlik eder. (Hadid Sûresi: 57:3.)

Bediüzzaman Hazretleri dört sikke-i tevhid olan İsm-i Evvel, İsm-i Âhir, İsm-i Zâhir ve İsm-i Bâtın hakkında şöyle buyurur:

“İsm-i Evvel ile işaret edildiği gibi, her bir meyvedar ağacın menşe-i aslîsi olan çekirdek, öyle bir sandukçadır ki, o ağacın programını ve fihristesini ve plânını; ve öyle bir tezgâhtır ki, onun cihazatını ve levazımatını ve teşkilâtını ve öyle bir makinedir ki, onun iptidadaki incecik vâridatını ve lâtifâne masârifini ve tanzimatını taşıyor.”

Ağaç gövdesinde bulunan diri odun hücreleri; insan bedenindeki kan damarları gibi, ağacı saracak kadar uzundur. Kökler vasıtasıyla emilen su, mineral ve diğer besinleri yapraklara kadar taşıyor. “Diri odun” içindeki borucuklar vasıtasıyla taşınan suyun miktarı, olgun bir ağaçta günde yaklaşık 1.400 litredir.

Ağaç, fotosentez için suyun sadece % 1’ni kullanıyor, geri kalan suyu terleme yoluyla (transpiration) yapraklardan havaya karışır, etrafı nemli tutar. Ayni zamanda ağaç, aşırı sıcaktan da korunmuş olur. Böyle harika idare ve iradeyi; kör-tesadüf veya tabiata havale eden ahmak tabiatperestlerin beyinlerine tüh… demek lazım.

Cenab-i Allah’ın idare ve iradesi dışında; hiçbir güç bir ağacın beslenmesine kadir olamaz. Dest-i kudret ile tertip ve dizayn edilen, ağacın iç organı diri odun, kambium, lif, öz, öz odun, diri odun, yaş halkası, reçine kanalı ve bunları soğuktan, sıcaktan ve darbelerden koruyan kabuk gibi harika sanatlar, Allah’ın ilim, hikmet ve kudretinin birer ispati ve delilidirler. Örneğin, İnsanın dış görünüşü nasıl mükemmel bir Kudreti gösteriyorsa, iç organlarındaki nizam ve intizam da İlahi bir kudreti gösteriyor.

Nasıl ki, bir ağacın çekirdeği, İsm-i evveli gösteriyorsa, o büyük ağacın plan ve programı olan dal, budak, çiçek ve meyveleri, çekirdeğin içine yerleştirmesi de, O’nun ilim ve kudretine işarettir.

Evet, insan Allah’a inandığı, her şeyi O’na verdiği, varlıkları tesadüflerin dumanlı dünyasından kurtarıp hakiki sahibine verdiği an, her şeyi daha farklı hisseder. Şayet nankörlük ederse, işte o zaman arz da ona yüzünü çevirir; fırtına, belâ ve musibetler sel gibi başına akmaya başlar.

“Ve ism-i Ahir ile işaret edildiği gibi, her bir ağacın neticesi ve meyvesi öyle bir tarifenamedir ki, o ağacın eşkâlini ve ahvâlini ve evsafını, ve öyle bir beyannamedir ki, onun vazifelerini ve menfaatlerini ve hassalarını; ve öyle bir fezlekedir ki, o ağacın emsalini ve ensâlini ve nesl-i âtisini o meyvenin kalbinde bulunan çekirdeklerle beyan ediyor, ders veriyor.”

Kudret sahibi Allah, çekirdeğe ince kalemi ile yazdığı hayat programı, daha sonra açar; âlem-i şahadette ağaç ve meyvesiyle birlikte sergiler, işte bu harika sanat, Allah’ın isim ve sıfatlarını ilan ediyor. Tüm varlıklara “Tevhide gel Tevhide!…” diyor.

“Ve ism-i Zâhir ile işaret edildiği gibi, her ağacın giydiği suret ve şekil, öyle musannâ ve münakkaş bir hulledir, bir libastır ki, o ağacın dal ve budak ve âzâ ve eczasıyla tam kametine göre biçilmiş, kesilmiş, süslendirilmiş. Ve öyle hassas ve mizanlı ve mânidardır ki, o ağacı bir kitap, bir mektup, bir kaside suretine çevirmiştir.”

Zahir ismi, çekirdeğin içinde yazılmış plan ve programın maddi âlemde gösterilmesidir. Yani bir ağacın çekirdeği, içindeki meyvenin çekirdeğin hayatiyetini sürdüren bir programının görünür hale çevrilmesi tevhidin en açık delilidir.   Dolayısıyla bütün varlıklar dış görünüşleri ve harika yapılışlarıyla Cenab-i Allah’ın sanatına şâhitlik ediyor.Yani, İsm-i Zahir görünüşe, sebeplere ve zamana bakıyor.

“Ve ism-i Bâtın ile işaret edildiği gibi, her ağacın içinde işleyen tezgâh öyle bir fabrikadır ki, o ağacın bütün ecza ve âzâsını teşkil ve tedbir ve tedbirini gayet hassas mizanla ölçtüğü gibi, bütün ayrı ayrı âzâlarına lâzım olan maddeleri ve rızkları, gayet mükemmel bir intizam altında sevk ve taksim ve tevzi ile beraber akılları hayret içinde bırakan şimşek çakmak gibi bir sürat ve saati kurmak gibi bir suhulet ve bir orduya arş demek gibi bir birlik ve beraberlik ile o hârika fabrika işliyor.” 2 Bâtın ismi,her şeyin hakikatine vâkıftır ve her şeyin içyüzü O’nun kudret ve hikmetine şâhitlik eder.

Bediüzzaman konuyu çok veciz bir şekilde açıklıyor: “Elhâsıl; her bir ağacın evveli, öyle bir sandukça ve program ve âhiri, öyle bir târifename ve numune; ve zahiri, öyle bir musanna hülle ve bir münakkaş libas; ve bâtını, öyle bir fabrika ve tezgâhtır ki, bu dört cihet öyle birbirine bakıyorlar. Ve dördün mecmuundan öyle bir sikke-i âzam, belki bir ism-i âzam tezahür eder ki, bilbedahe, bütün kâinatı idare eden bir Sâni-i Vâhid-i Ehadden başkası o işleri yapamaz. Ve ağaç gibi her zîhayatın evveli, âhiri, zâhiri, bâtını birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdet, birer mühr-ü ehadiyet, birer turra-i vahdâniyet taşıyor. 3

İşte bu saydığımız dört isim, tevhidin en parlak birer delili olduğu gibi, haşire de işarettir. Kâinatı geniş bir şekilde tasavvur edersek, bütün sanat-ı ilahiyeyi isimlere, isimlerin manaları da ahirete götürüyor.

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

13.06.2014

1-Hadid Sûresi: 57,3.

2-Şualar, ikinci Şua, Üçüncü Makam.

3-Şualar, ikinci Şua, Üçüncü Makam.

Berat Geceniz Mübarek Olsun!

Berat Kandiliniz Mübârek Olsun!

Berat, Kişinin bir yükümlülükten borçtan, hastalıktan, suç ve cezadan kurtulmak anlamına gelmektedir. Dini yönden ise: Günahlardan arınmak, temize çıkmak, ilahî af ve rahmete nail olmak manasındadır. Berat gecesi, Allah’ın affı ve bağışlaması ile Mü’minlerin günahlardan arınmasına ve kurtuluşlarına bir vesiledir.

Allah (c.c.) Ayet-i Kerimede: “Apaçık olan Kitab’a and olsun ki, biz onu (Kur’an’ı) mübarek bir gecede indirdik. Elbette biz insanları uyarmaktayız.” buyurmuş.  (Duhan 2,3)

Ayet-i kerimede geçen, Mübarek geceden maksat, Berat gecesi olduğu söylenmektedir. Rivayetlere göre: Kur’an-ı Kerim’in tamamı, bu gecede Levh-i mahfuz’dan dünya semasındaki Beyt-i Ma’mur’a indirilmiş, sonra da Kadir gecesinden itibaren Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Peygamber Efendimiz (s.a.m.)’e peyderpey indirilmiştir.

Berat gecesinde birçok hayırlı olayların meydana geldiği, Mü’minlerin idrak ettikleri feyizli, İlahi af ve rahmete nail olma gecesidir. Mukadderat-ı beşerin programı bu gecede tayin edilmektedir.

Kıblenin Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kâbe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat gecesinde gerçekleştiği de söylenmektedir.

Berât gecesi, ilâhî emirlerin Levh-i Mahfûz’dan yazılmasına başlanır. Kâtip melekler bu geceden, gelecek seneki aynı geceye kadar olan olayları yazar, rızıklara ait nüsha Mikâil (a.s.), Musibetlere ait nüsha Âzrail (a.s.), harp, zelzele ve yıldırımlara ait nüsha ise Cebrail (a.s.)’ma teslim edilir.

Peygamberimiz (a.s.m.) bu gecelerde çok ibadet ve çok dua ederdi.

Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:

  • Hz. Âişe validemiz, “Yâ Resulüllah! Allahü Teâlâ seni günah işlemekten muhafaza buyurduğu halde, neden Berat gecesinde çok ibadet ettin?” diye sordu. Peygamber efendimiz buyurdu ki:”Şükredici kul olmayayım mı?”
  • Bu yıl içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir. Bu yıl içinde öleceklerin isimleri, bu gece özel deftere yazılır. Bu gece herkesin rızkı tertip olunur. Bu gece herkesin âmelleri Allahü teâlâya arz olunur. (Gunye)
  • Berat gecesi göklerin kapıları açılır, melekler mü’minlere müjde verir ve ibadete teşvik ederler. (Nesai)
  • Berat gecesinde Cenab-i Allah buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim” Bu hâl, sabaha kadar devam eder. (İbni Mace)
  • Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, reddolmaz. Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Ârefe gecesi. (İsfehani)
  • Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.(Deylemi)

Bediüzzaman Berat kandili ile ilgili şöyle buyurur:

Aziz, Sıddık kardeşlerim, bu Medrese-i Yusufiye’de ders arkadaşlarım!

“Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr’in kutsiyetindedir. Her bir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta her bir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur’anın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’anla ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır.” 14. Şua

İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde, Berat Kandili elli senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’ân ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır. Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur’ân tilaveti, zikir, tesbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi gerekir.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten acizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin.” (ettergip)

Duanın kabulü için, haramlardan kaçıp günahlara tövbe etmek, farzları tadil-i erkânla kılmak, duayı ibadet niyetiyle yapmak, duanın başında ve ahirinde salat-ı şerifeyi çekmek, çünkü iki makbul dua arasında yapılan dualar kuvvetle kabule sebeptir.

İlâhi Yâ Râbbi! Rahmetin aktığı bu Berat gecesinde mü’minlerin gönlünden geçirdikleri bütün samimi dualarını dergâhından kabul et. Âmin… Âmin…

Berat Kandiliniz mübârek olsun.

Rüstem Garzanlı

10.06.2014

www.NurNet.org