Etiket arşivi: Sema Maraşlı

Peki erkeklerin hakları ne olacak?

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Fatma Şahin Hanımefendiye,

Sayın bakanım, çalışmalarınızı basından takip ediyorum. Büyük sorumluluğu olan bir görevdesiniz. Aile toplumu ayakta tutan en önemli kurumdur. Devletlerin bekası aileler ile mümkündür. Eli kalem tutan ve aile konusu ile yakından ilgilenen biri olarak gördüğüm eksiklikleri yazma mecburiyetinde hissettim kendimi.

Yaptığınız çalışmaları basından takip ediyorum. Daha çok “Kadın Hakları” ile ilgili çalışmalarınız var. Peki “Erkeklerin Hakları Ne Olacak?” Siz “Kadın Bakanı” değilsiniz, “Aile Bakanısınız” ve erkeklerin de haklarını korumak zorundasınız. “Yaşama hakkının korunduğu, eşit fırsat sağlanan bir dünya için yola çıktık.”  demişsiniz. “Kadınlar, erkeklerle eşit olsunlar.” diye kadınlara haklar veriyorsanız, erkeklerin taşıdıkları sorumlulukları da vermek zorundasınız. Kadınları erkeklerle eşit yapmak istiyorsanız, düzenleme yapılması gereken üç önemli konu var. Yoksa eşitlikten bahsedilemez.

Birincisi: Askerlik. Madem ki eşitiz, niye erkekler vatan hizmeti yaparken; cephede ölürken, öldürülürken biz kadınlar evde oturuyoruz? Neden? “Kadınlar da erkekler kadar güçlüdür.” deniyor. Madem ki onlar kadar güçlüyüz, o halde niye askerlik yapmıyoruz? Devletimiz kadınların güçsüz ve zayıf olduğuna mı inanıyor da biz kadınlar askerlik hizmetinden muaf tutuluyoruz?

Madem ki yaratılıştan gelen kadın erkek farklılıkları kabul edilmiyor; eşitlik isteniyor, o zaman kadınlarda cepheye gitsinler. Kadın erkek eşitliğini savunup da kadınların vatan hizmeti yapmaları ve cepheye gitmeleri konusu olduğunda sesi çıkmayan, kadın hakları savunucularını, asla samimi bulmuyorum.

Neden gencecik delikanlılar, yiğitler, karda kışta dağların başında hayatlarını ortaya koyarken, genç kızlar bilgisayar başında twit atarak eşitlik mücadelesini kazansınlar ki? Eğer gerçekten eşitliği savunuyorsanız, erkeklerin askerlik sürelerinin yarıya indirilmesi, kadınlar da askerlik yapması konusunda çalışmaları başlatmanız gerekir.

Yanlış anlaşılmasın ben kadınların askere gitmesi gerektiğini savunmuyorum. Çünkü ben  kadın ve erkek eşitliğine inanmıyorum ve “evin reisi erkektir” bunu gönülden kabul ediyorum. Erkekler gibi cesur da değilim, askere gitmek istemem, dağlardan ve karanlıklardan da korkarım. Fakat eşitliği savunan kadınların, askere gitmesi gerektiğine inanıyorum.

İkincisi: Erkeklerin boşandıkları eşlere nafaka vermesi konusu. Anayasadan “Erkek evin reisidir.” maddesi kaldırılmışken, erkeğin geleneksel rolleri kabul edilmezken, erkeğin üzerindeki geleneksel yükleri neden almıyorsunuz? Hakların alınıp, yüklerin bırakılması adil midir? Neden evliliğin ve boşanmanın bütün yükünü erkekler çekmektedirler?

“Erkek evin reisi değilse” neden ailenin masraflarını üstlenmek zorunda olsun? Erkek kira ödemekte zorlansa hanıma “annemlerle oturalım” dese bu kadın için haklı boşanma sebebi oluyor. Çünkü erkek eşine ayrı ev açmak zorunda kanunlarımıza göre. Evin reisi sayılmayan adamın, neden böyle bir sorumluluğu olsun ki? Eşitlik varsa erkek ev işlerine yardım etsin, kadın ayrı ev açsın kocasına.

Boşanma durumunda da yük yine erkeğin üzerinde. “Erkek aile reisi değilse” boşandığı kadına nafaka vermesi anayasaya aykırı değil midir? Üstelik boşanmayı kadın istemişken. Boşanma durumunda çocuk varsa ve çocuk annede kalacaksa, çocuğu için baba elbette nafaka verecek; fakat pek çok erkek çocukları için ayrı, boşandığı eşi için ayrı nafaka ödemek zorunda kalıyor. Neden?

Bir kadın, iki ay gibi kısa zaman bile evli kalmış olsa boşandığında, başka biriyle resmi bir evlilik yapmadığı sürece eski kocasından ömür boyu nafaka alabiliyor. Nerde eşitlik? Erkek işsiz olsa bile nafaka ödemekten kurtulamıyor ve hapis cezası alıyor. Kadınlar ise çalışıyorsa bile kocalarından nafaka alabiliyor ve boşandıklarında kocalarına nafaka ödemek zorunda bırakılmıyorlar. Eşitlik ilkesine göre burada büyük bir haksızlık ve adaletsizlik yok mu? Cezaevlerinde nafaka ödeyemediği için yatan kaç erkek var? Bunlar bir açıklansın.

Evlenirken ev kurmanın bütün yükü erkeklerin üzerinde. Ev kuracak, eşya alacak, nişan, düğün masrafı, geline takılacak takılar…Bunları erkek karşılıyor. Sonra gelin hanım üç beş ay sonra kocadan memnun kalmıyor ve ayrılmak istiyor. “Romantik değildi, annesine çok gidiyordu, falan filan…” Önemli sebeplerle boşanan kadınlar da var tabii ki fakat böyle ıvır zıvır sebeplerle boşanan kadın da çok.

Boşanmanın bütün yükü de erkeğin üzerinde. Belki de bir gün bile ona mutluluk vermemiş bir kadına, ömür boyu nafaka ödeyecek, kazancını paylaşacak. Kanun yolu ile kölelikten başka nedir ki bu? Belki düğün masraflarının bile kadından tahsil edilmesi gerekirken, bir de erkeği ömür boyu o kadına bakmak zorunda bırakmanın neresi eşitlik?

Boşanan kadının durumu ise daha iyi. Büyük ihtimalle ailesinin yanına gidecek, o zaman babası ya da erkek kardeşleri bakacak. Veya yeniden evlenecek kocası bakacak. Eski kocadan nafaka almaya devam etmek için nikahsız bir beraberlik ya da dini nikahla evlenerek masraflarını karşılayacak başka bir erkek bulan kadın sayısı da az değil bu arada.

Erkek ise yeniden evlenmek için bir kez daha masrafa girecek, bir yandan da eski karısına para gönderecek. Yani iki kadına birden bakmak zorunda kalacak. İlk karısına nafaka ödediği için, belki ikinci eşi ile maddi sorunlar yaşayacak. Bu arada anne babasının durumu iyi değilse onlar da yardım bekleyecekler, erkek ya. Erkeğin ikinci evliliği de iyi gitmedi ondan da ayrılmak zorunda kaldı ne olacak? İki kadına nafaka ödeyecek, varsa çocuklarına nafaka ödeyecek derken bitti bu adam. Bir daha evlenemez. Günümüzde erkekler evlilikten kaçınıyorlar, bu sebeplerden olabilir mi?

Ülkemizde her yıl yüz bine yakın çiftin boşandığı gerçeği var olduğuna göre, boşanmalarda erkeklerin de zarar görmemesi için çalışmalar yapılmalı ki bu erkekler tekrar evlenebilsinler. Ayrıca boşandığı belki de nefret ettiği kadına her ay para göndermek zorunda kalacak bu erkeklerin akıl sağlığını korumaları, eski eşleri ve toplum için potansiyel tehlike olmamaları için, boşanılan eşe verilen nafaka konusunda mutlaka bir şeyler yapılmalı. Her yıl boşanmalarla yüzbin, yüzbin, artan bir erkek sayısı var burada. Bu konu aileler ve toplum sağlığı için çok önemli.

Üçüncüsü: Anne ya da babadan kalan maaşlar konusu. Anne-baba öldüğünde bekar ya da dul kızları onların maaşını ömür boyu alırken, erkek evladı işsiz de olsa anne baba maaşından faydalanamıyor. Bunun neresinde eşitlik var? Pek çok evli kadın resmen boşanarak eşleri ile yaşamaya devam ediyorlar, anne- babanın maaşını almak için. Öte yandan erkek kardeşleri evinin kirasını, karısının ve çocuklarının masraflarını karşılayamıyor. İşsiz olabiliyor ya da çalışsa bile maaşı yetmeyebiliyor; fakat anne-babanın maaşından faydalanamıyor. Neden? Suçu ne? Erkek olmak mı? O da onların evladı değil mi? Hani eşitlik?

Devlet pozitif ayrımcılık yaparak kadınlara iş imkanını artırdı. İşsiz aile reislerinin sayısı 1 milyon 649 bine yakınmış. İşsiz aile reislerinin yüzde 89’u erkeklerden, yüzde 10’u kadınlardan oluşuyormuş. Bir milyona yakın erkek işsiz, evine ekmek götüremezken, karısına ve çocuklarına bakmak, varsa eski karısına nafaka ödemek zorunda iken; babası, kocası ya da eski kocası tarafından masrafları üstlenilmiş pek çok kadın eşitlik adına işe alınarak erkeklerin işsiz kalmalarına sebep olunuyor. Adalet bunun neresinde?

Bu yapılanlara bakıldığında eşit fırsat falan görünmüyor, kanun yoluyla erkeklerden alıp kadınlara verme gibi bir durum var. Kadın gerçekten ihtiyaç sahibi ise onun yükünü eski kocası değil, devlet çekmeli. Biliyorum, yazdığım bazı sorunların direk muhatabı siz değilsiniz; fakat  aile bakanı olarak erkeklerin sorunları ile de ilgilenmek zorunda olduğunuz ve eşitliği savunduğunuz için bağlı olduğunuz bakanlar kuruluna teklif götürebilirsiniz.

Madem ki eşit bir dünya isteniyor, o zaman gerçekten eşitlik sağlansın. Batı ülkelerine, yüksek sayıda çalışan kadın rakamı verelim, modern görülelim derken erkeklere haksızlık yapılmasın. Pek çok kanun batıya bakarak yapılıyor. Batının iki yüzlü kanunları da politikaları da bizi ilgilendirmez. Zaten batının aile konusunda geldiği noktaya bakarak onları bu konularda kesinlikle model almamamız gerekir.

Kadına şiddet konusunda çalışmalarınız var. Şiddete uğrayan kadınlara elbette yardım edilmeli. Fakat konu öyle abartılıyor ki basın tarafından neredeyse bütün erkekler, şiddet yanlısıymış gibi gösteriliyor. Bu da işinde gücünde, ailesinin geçimi için canla başla çalışan pek çok erkeği zan altında bırakıyor. Neden yüz erkeğin hatasını yüz bin erkek çeksin ki? Şiddet konusundaki çalışmalar erkekleri zan altında bırakmadan yapılmalı.

Ayrıca şiddeti önlemek şiddetten sonra yapılacaklarla olmaz. Şiddetten sonra karakola gitmek ya da polis çağırmak bir çözüm değildir.

Öncelikle şiddetin tanımı iyi yapılmalıdır. Fiziki şiddet üzerinde durulurken, psikolojik şiddet hiç konuşulmuyor. Psikolojik şiddet, fiziki şiddetten daha hafif değildir. Kadınların erkeklere uyguladığı psikolojik şiddet önemsenmezken, erkeklerin kadınlara uyguladığı fiziki şiddet görülüyor sadece.

Kadın erkeğe sokak ortasında “şerefsiz, namussuz” gibi her türlü hakareti yapıyor, bu suç olmuyor, erkek kadına bir tokat atsa suç oluyor. Erkek attığı tokadın bedelini ödeyecekse, kadın da yaptığı hakaretlerin bedelini ödemeli; madem eşitlikten haktan hukuktan bahsediliyor. Karakollarda “psikolog polisler”  olmalı. Kadın fiziki şiddette nasıl polisi arayabiliyorsa, erkek de “psikolog polisi” arayabilmeli. “Karım bana şu hakaretleri yaptı, ruh sağlığımı bozuyor, şikayetçiyim diyebilmeli.”

Şiddetini önlemek için işe yarayacak bir kaç önerim var:

Kadınlar, erkeklere hakaret etmeden konuşmayı öğrenirlerse şiddet önemli oranda azalacaktır. Kadına şiddet durumunda polis çağırmayı öğretmeden önce, erkekle nasıl konuşulur onu öğretmek lâzım.  “Kadın hakaret ederse, erkek vurabilir.” demiyorum yanlış anlaşılmasın.

Kadının önce kendini korumayı öğrenmesi lâzım, yoksa polis gelene kadar canından olur. Kadının haklı ya da haksız olması önemli değildir. Mesela adam içmiş gelmiş, çocukların ekmek parasını içkiye vermiş, kadın haklı olarak şöyle diyor: “Allah belanı versin, yine zıkkımlanmışsın, ekmek paramızı içkiye yatırmışsın, pis sarhoş” Bu adamın, zil zurna kafayla bu sözlere karşı şiddet uygulaması hiç şaşılacak bir şey olmaz.

Kadın canın seviyorsa, haklı da olsa adama hakaret etmesin, madem fiziki güç erkeklerde, madem ona gücü yetmiyor. Kadın, devlete polise güvenip ağzına gelen hakareti erkeğe yaparsa, polis gelene kadar kadın canından olabilir. Bu yüzden kadınlara önce kendini korumayı öğretmek lâzım. Bu da ne eline silah vererek ne de savunma sporu öğreterek olur. Kadının en büyük silahı dilidir. Kadın dilini düzgün kullanırsa kendini koruyabilir.

Kadın cinayetlerinin çoğu ya erkek içkili iken ya da boşanma aşamasında gerçekleşiyor. Boşanma aşamasında kadın “nasıl olsa ayrılıyorum, babam abim yanımda” diye güvenerek erkeğe ağzına geleni sayıyor. Ayrıca pek çok boşanmada çocukların velayeti için ya da erkekten nafaka almak için dava dilekçelerine erkeğe yazılmayan iftira kalmıyor. Erkeğin sapıklığından tutun, aklınıza gelebilecek her türlü iftira atılıyor. Bir kaç yalancı şahit bulmak da pek zor olmuyor.

Elbette boşanan erkeklerin içinde kötüsü de, sapığı da, akıl hastası da vardır ve bunlar yazılmalıdır; ama bu kadar boşanan erkeklerin hepsinin kötü, kadınların da çoğunun iyi olması pek gerçekçi değil. Kadın erkeği cezalandırmak için çocukları babalarından kaçırıyor,  çocuklarının yanında ya da sokak ortasında hakaretler ediyor, üstüne dava dilekçesinde iftira atıyor. Yine de bunlar, sebep ne olursa olsun, erkeğin cinayet işlemesinin asla haklı sebepleri değil tabii ki.

O zaman “Türk erkeği kadını kendi malı gibi görüyor, boşanmak istemiyor” gibi meselenin özüne inmeyen tespitler de bulunmak yerine “neden boşanma aşamasında bu kadar cinayetler işleniyor” onun araştırmasını yapıp, ailelere boşanırken yardımcı olunmalı.

Şiddeti önlemenin ikinci yolu cinsel eğitimdir. Evlilikte muhabbeti sağlayan en önemli şey “cinsel hayattır.” Toplumumuzda namus kavramından dolayı kızlar cinsellikten korkutularak büyütülüyor. Kadınların çoğu evlendikleri zaman cinsel isteksizlik yaşıyorlar ve eşleri ile birlikte olmak istemiyorlar. Erkekler de bu konuda eğitim almadıkları için eşlerine nasıl yardımcı olacaklarını, sorunu nasıl çözeceklerini bilemiyorlar. Cinsel sorunlar evlilikte öfkenin ve boşanmaların en önemli sebeplerinden biridir. Bu yüzden hem evlenecek olanlara, hem de evlilere mutlaka cinsel eğitim verilmelidir.

Aileyi çok ilgilendiren “feminizm” konusunda da bir kaç şey söyleyerek bitirmek istiyorum.

Kadınları kurban, erkekleri ise saldırgan ilan eden günümüz “feminist” yaklaşımı yanlış yönlendirici oluyor ve sorunları daha kötü hale getiriyor. Kadınların “iyi”, erkeklerin ise “kötü” olduğu yolundaki sosyal algılama, gerçekleri görmemizi engelliyor.

Aile bakanı olarak kadınlara eşitlik sağlama çalışmalarından ziyade iki tarafa da eşit bakar ve günümüz dünyasında sürekli ezilmeye ve aşağılanmaya çalışılan erkeklerin haklarını da korursanız çalışmalarınızla aileye gerçekten katkı da bulunacaksınızdır.

Son olarak bir kaç ay önce sitemize gelen Gaziantepli sizin hemşehriniz olan ve mailinde size de yardım için seslenen boşanma aşamasındaki bir erkekten gelen mektubun linkini vererek bitirmek istiyorum. Bu vesile ile onun sesini de size duyurmak isterim.

http://www.cocukaile.net/bosanan-erkekler-neler-cekiyor/

Saygılarımla…

Sema Maraşlı / Haber 7

Erkeğin hayatında üç önemli kadın!

Erkeğin hayatında üç önemli kadın vardır: Karısı, kayınvalidesi ve annesi. Erkeğin bu üç kadını idare etmeyi bilmesi gerekir.

İlk önemli kadın: Karısıdır. Erkek karısı ile ilişkilerini çok iyi düzenlemeli ne karısını ezmeli ne de karısına kendini ezdirmeli. Medya baskısı ile kibar olayım derken ezik olmamalı, romantik olayım derken kılıbık olmamalı, karımla sorunsuz bir hayat yaşayayım diye yöneticilik görevini karısına bırakmamalı. Yoksa esas sorunlar o zaman başlar. Erkek şefkat ve adaletle ailesini idare etmeye çalışmalı.

Erkeğin idare etmesi gereken ikinci kadın: Kayınvalidesidir. Erkeklerin hayatına kayınvalideler son yıllarda dahil oldu. Eskiden anneler, kızlarını evlendirdikleri zaman onun hayatına müdahil olmazlardı. Kızlarda gider, kendi evini ve kocasının ailesini benimserlerdi. Artık öyle değil. Kızlar annelerinden bir türlü kopamıyorlar. Bu yüzden ne kendi evini ne de eşinin ailesini benimseyemiyorlar.

Genç kızlar gelin olana kadar genellikle anne ile çatışma halindedirler. Pek çok anne “Bir gelin olsaydın da kurtulsaydım” diye yaka sirkeler; fakat ne hikmetse kız evlendiği gün, anne-kız yağ bal börek olurlar, aralarında büyük bir aşk başlar. “Evlenince bir daha bu eve adım atmayacağım.” diyen kızların bile, “anne” diye gözü düşmeye başlar.

Yeni evli kadın, mümkün olsa her gün annesini görmek ister, göremediyse elinde telefon, akşam yapacağı yemeğe kadar annesine sorar. Kızın işi olur; anne gelir yapar, misafiri gelir; pastasını böreğini annesi yapar, çocuğu olur; annesi bakar. Bu arada mümkün olduğu kadar kadının kayınvalidesine yakın olmamaya çalışılır. Yakın olmamak için de bir şekilde kusur bulunur. Bu arada damat sürekli kayınvalide evine davet edilir, yedirilir içirilir, ikramlara boğulur.

Kadın, annesi ile bu kadar hemhal olunca annenin de kızını, ailesi ile ilgili konularda etkilememesi mümkün değildir. Burada kızını olumlu etkileyen, nasihat eden annelerin hakkını yemeyelim öyleleri de var; ama genellikle kız anneleri; kızlarından taraftırlar ve kızlarının üzülmesine dayanamadıkları için kızlarını yanlış yönlendirebiliyorlar.

Ayrıca varsa kızın; kız kardeşleri, ablaları da anne gibi çok gelip gidip, yanlış yol göstermelerle olumsuz etkileyebiliyorlar. Anne kızının hayatında bu kadar yer alınca haliyle dolaylı ya da dolaysız yoldan damadının evini yönetmeye başlıyor. “Onu alın bunu almayın, şunu yapın bunu yapmayın” derken çoğu zaman evin reisi olan erkeğin sözü çiğneniyor. Burada da erkeğin kendini ezdirmeden durumu iyi idare etmesi lâzım.

Erkeğin idare etmesi gereken üçüncü kadın: Annesidir. Özellikle kocası ile sorunu olan, muhabbetli bir evlilik hayatı yaşayamamış anneler, bütün sevgilerini ve ümitlerini oğullarına yüklerler. Bu yüzden erkek annesi, oğlunun bir “el kızını” çok sevmesini ve ona değer vermesini istemez. “Sevsin; fakat beni sevdiği kadar değil. Onun sözüne karşı benim sözüm geldiğinde benim sözüm tutulsun. Hatta oğlumun evinde kararları ben alayım.

Kadınların “en çok sevilen ben olayım” arzularını kontrol etmeleri gerek. Eş olduklarında da anne olduklarında da ölçüsü kaçabiliyor: “Oğlum elbette beni çok sevecek, benim sözümü tutacak, o el kızı da kim oluyormuş. Ben oğlumu ne fedakarlıklarla büyüttüm, yemedim yedirdim, içmedim içirdim.

Dikkat edin erkek evlendikten sonra, annesi, oğluna ve gelinine sık sık oğlunu nasıl zorluklarla büyüttüğünü anlatır: “Hamileliği zor geçmiştir, zor doğurmuştur, bebekken çok ağlamıştır, çocukken çok yaramazdır, cebinde kalan son parasını oğluna defter parası yapmıştır.” Bunlar sık sık hatırlatılır. Oğlana şu mesaj verilir: “Bak bu kadar iyiliğimiz var, sakın karını görüp vefasızlık etme.” Geline de şu mesaj verilir: “O bizim oğlumuz, çok hakkımız var üstünde, sana bırakmayız.” Belki bu yüzdendir, erkekler annelerinden çok etkilenirler. Annesini hiç dinlemiyor gibi görünen erkekler üzerinde bile anneleri oldukça etkilidir.

Anne, oğlunun evi ve ailesi ile ilgili alacağı bütün kararlardan haberdar olmak ister, haberi olmadıysa sitem eder, surat asar. Oğlunu ve gelinini yönetmeye çalışır. Onun onaylamadığı bir kararı oğlunun istemiş olacağına inanmaz, el kızının oğlunu kandırıp öyle yaptırdığına inanır.

Bazı erkek anneleri, oğlu karısını çok sevmesin diye ufak ufak (bazıları büyük de konuşur) gelinin arkasından konuşurlar. Mesela “Karın iyi hoş da pek temiz değil.” O güne kadar evin temizliğine pek dikkat etmemiş olan erkek (algıda seçicilik) her şeye dikkat etmeye başlar. Dikkat edince kusur bulmak zor değildir, bulur ve annesinin haklı olduğuna inanır. “Karın çok geziyor.” “Karın çok para harcıyor.” gibi pek çok konuda erkeği etkileyebilir.

Bunların yanında alınacak satılacak ne varsa, anne oğlunun evinde kendi sözü geçsin ister. Eğer erkeğin ablaları ya da kız kardeşleri varsa onlar da anne gibi etkili olabiliyorlar. İstisnalar hariç, işleri ortak değilse, erkeğin babası, oğlunun evinin düzenine en az karışan kişi oluyor.

Annesinin sözüne bakarak karısını üzmüş; ona haksızlık etmiş çok erkek vardır. Ya da karısının sözüne bakarak annesine haksızlık eden. Oysa kavvamlığın en önemli şartı adaletli olmaktır. Bu yüzden erkeğin iyi bir gözlemci olması, haksızlık etmeden üç kadını iyi idare etmesi lâzım. Bunun için de erkeğin kadınlarla ilgili bazı bilgilere ihtiyacı var.

Bu bilgileri de yazacaktım; fakat yazı epeyce uzun oldu. Haftaya inşallah, erkeğin bu üç kadını küstürmeden en az hasarla idare etmesi üzerine yazacağım. Bunun yolunu bulmuş erkekler de vardır mutlaka. Karısını, kayınvalidesini ve kendi annesini üçünü birden hoş bir şekilde idare edenlerden ve edemeyenlerden; yorum ya da detaylı anlatmak isteyenlerden mail bekliyorum. Annesi ya da kayınvalide yüzünden evliliği etkilenmiş hanımların da yazmalarını bekliyorum.

Bu arada www.cocukaile.net de evlilik okulumuz devam ediyor. Dersler ücretsiz, katılmak isteyenlerin sitedeki dersleri takip etmesi yeterli.

Sema Maraşlı / Haber 7

Erkeklerin tefsir yazması yasaklansın

Geçen hafta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tertip ettiği ana teması “Kadın” olan Dini Yayınlar Kongresi üzerine yazmaya başlamıştım. Kongre sonrası bildirgede bir kaç takıldığım nokta oldu.

İlki şu maddeydi: “Kur’an-ı Kerîm’in kadın ayrımcılığına mesnet olabilecek ataerkil bir öze sahip olduğu yolundaki yaklaşımlar, asla kabul edilemez…” Müslüman kadınlar ve erkekler Kur’an-ı Kerîm’i kendilerine sunulan ilahi bir hidayet ve rahmet kitabı olarak görürler ve böyle inanırlar.”

Elbette Kur’an-ı Kerîm müslüman kadın ve erkekler için bir hidayet; doğru yolu gösterici bir rehberdir. Ve gösterilen doğru yol, takip edenler için rahmettir, takip etmeyenler için azaptır.

Kur’an-ı Kerîm bize aile yaşantımızla da ilgili hidayeti “doğru yolu” göstermiştir. Nisâ sûresi 34. âyet-i kerîme de “Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır.” buyrulmuştur. “Kavvam” yönetici ve koruyucu, demektir. Yani Yaradan’ımız evin reisini “erkek” olarak tayin etmiştir. Böylece dindarım diyen aile, doğal olarak “ataerkildir” yani erkek yönetimindedir. Müslüman bir toplumda her ailenin reisi erkek olursa, toplumda ataerkil olur zaten. Erkekler yönetici özellikleri ile donanımlı yaratıldıkları için, toplumların bekası için ataerkil olmaları gerekir. Ben “anaerkil” yani kadınların lider olduğu bir toplumda yaşamaktan Allah’a sığınırım.

Bu yüzden Diyanetin bu itirazını anlayamadım. Kur’an-ı Kerîm ataerkil sistemi açıkça tavsiye ediyor. Aksini iddia etmek ne kadar doğrudur?

Bildirgede başka bir madde şöyle:

Modern bir ideolojik söylem olarak feminizm ile ilahi bir din olan İslam’ın ve İslami değerlerin karşılaştırılamayacağı unutulmamalıdır…” Bu çok yerinde ve doğru bir açıklama.

Fakat bildirgede son madde kafama fena halde takıldı:

Kadınla ilgili problemler bağlamında, İslam’ın temel kaynaklarının bizzat kendilerinin tartışma konusu yapılması ve bunun ısrarla sürdürülmesi anlamsızdır. Asıl yapılması gereken, sorunun gerçek temelleri üzerinde yoğunlaşmak, bu konuda sonuç alınabilir adımların atılabilmesi için uzun soluklu çalışmalara yönelmek, İslam’ın daha doğru bir şekilde anlaşılması için kalıplaşmış zihniyet yapılarını yeniden gözden geçirmek olmalıdır.

Yani “kalıplaşmış zihniyet yüzünden” İslam doğru anlaşılamıyor. Bu cümle bana bir zamanlar benim de terennüm ettiğim (utanarak hatırlıyorum) ve şimdilerde feminist olduğunu kabul etmeyen “Dindar feminist benzeri hanımlar” dan çokça duyduğumuz şu sözleri hatırlattı. “Alimler çoğunlukla erkek oldukları için âyetleri kendi işlerine geldiği gibi tefsir etmişler.

Diyanet, “kalıplaşmış zihniyet yapıları” derken bunu mu söylemiş oluyor? Eğer öyleyse; bütün ilim kitaplarını yakalım, yok edelim ve her şeye yeniden başlayalım. Ayrıca aynı tehlike ile karşı karşıya kalmamak için, erkeklerin tefsir ve meal yazmaları yasaklansın. Kur’an-ı Kerîm’in meal ve tefsirini kadınlar yapsın. Nasıl olsa erkekler kalıplaşmış, ataerkil zihniyetle yanlı bakıyorlar. Nasıl olsa modern dünyada erkekler her alandan yavaş yavaş siliniyorlar, varlık gösterdikleri bu alanda da onları silelim.

Bunları söylerken şu konu yanlış anlaşılmasın. Kadınların meal ve tefsir yapmalarına karşı değilim. Olmalı. Bu büyük bir eksiklik. Neden bir âlimenin meal ve tefsiri yok? Kadınlar bunca yıl, ilmi çalışmalardan, neden bu kadar uzak kalmışlar? Kimse kolaycılığa kaçıp “Erkekler kadınlara fırsat vermemişler.” demesin. Varsa delilleri göstersinler.

Kadınların bu alanda olmaması bir eksiklik; ama “Erkekler yanlı bakmış, işlerine geldiği gibi tefsir etmişler.” demek ise ilim yolunda gecesini gündüzünü birbirine katmış alimlere yapılmış büyük bir iftiradır.

Ne yapsalardı âlimler “kadınların hatırı kalmasın” diye onların hoşuna gidecek şekilde mi tefsir etselerdi? Yeni nesil alimler bunu yaparlarsa mı makbul olacaklar? Kadınlar o zaman mı onları alkışlayacaklar?

Diyanet “Kadınla ilgili problemler bağlamında, İslam’ın temel kaynaklarının bizzat kendilerinin tartışma konusu yapılması ve bunun ısrarla sürdürülmesi anlamsızdır.” diyor.

Müslüman olarak çözümleri dinimizden alacaksak bazı tartışmaların olması kaçınılmazdır. Öteki türlü çözümü başka yerlerde aramak lâzım. Peki o zaman çözüm için nereye bakacağız? Gelenek zaten reddediliyor. “Feminizm İslama uymaz denmiş.” güzel. Yani çözümü batıdan almayacağız demektir bu. Çünkü batı, kadın konusunda feminizmden başka bir şey üretemedi. Feminizm de kadınlara kariyer ve cinsel özgürlük dışında bir şey vermedi. Kariyer sahibi olmak, iş yerlerinde erkeklere hükmetmek kadınları mutlu etti mi? Yalnız, mutsuz ve zengin kadınlar var batıda bolca. Ve bolca da psikolog, onların sorunlarını çözsün diye… Batıda cinsel özgürlükle sömürülen kadını ise bu yazıya hiç konu etmiyorum bile.

Dinimizin çözümlerini modern çözümlerin yanında eksik ve yetersiz görenler, dinimizin gösterdiği ataerkil aile yapısını inkar etmek için bunca yıldan beri “sahih kabul edilen hadis kitaplarındaki kadınlarla ilgili hadis-i şerîfleri” yeterince modern bulmadıkları için inkar etmeye başladılar.

Kadın haklarını savunalım, kadınları yüceltelim, bu arada ayağımıza dolanan Allah Resulünün sözlerini reddedelim.” diye uğraşanlar, imanlarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını unutmasınlar.

Allah (c.c) yanında kadında erkekte değerlidir. Dinimizin bize kadın ve erkek olarak biçtiği roller, insanlık ve müminlik değerimizi değil, cinsiyet rollerimizi gösterir. Cinsiyet rollerimizden kurtulmak için insanlık edebiyatı yapmayalım. Kısacası kadın ve erkek insan olarak eşitiz; ama aile içindeki rollerimiz bakımından eşit değiliz. Evde söz hakkı üstünlüğü erkeğindir ve evin reisi erkektir. Dinimiz bize bunu söylüyor. Kadın ve aile ile ilgili sorunların çoğu, ataerkil olduğumuz için değil, bizi yıkmak için, toplumu zorla anaerkil yapmaya çalışanların tuzaklarına düşenlerin çıkardığı sorunlardır.

Sema Maraşlı / Haber 7

Maddiyat mı, muhabbet mi!

5 Aralık, 10 Muharrem Aşure günüydü. İnsanlık tarihinde, peygamberlerin hayatında önemli olayların gerçekleştiği kıymetli bir gündü. Peygamberimiz bu güne önem vermiş ve mutlaka oruçlu geçirmiş. Alimlerimizin bu günle ilgili tavsiyeleri var. Onlardan da yapabileceklerimizi yapmak güzel olur.

Rabbimizin değer verdiği bu güne değer vermek gerekir. Bugünlerle ilgili en sevaplı şeyler çocukları, fakirleri, tanıdıkları ve ev halkını sevindirmek olarak geçiyor kitaplarda. Bolca alışveriş yapıp ev halkını mutlu etmek, (aynı zamanda bütün yıl evde berekete sebep olacağı bildirilmiş) çokça selam vermek tavsiye edilmiş. Yani “muhabbeti artırın” tavsiyesi bunlar. Günler de sebep olarak bize sunulmuş.

Rabbimizin muhabbete verdiği değeri biz ne kadar veriyoruz? Birbirimize ne kadar muhabbetle davranıyoruz? Neyi ne kadar severek yapıyoruz? “Muhabbet” yaptığımız işin değerini, kalitesini artırır. Kalitenin, markanın çok önemli olduğu bir çağda yaşıyoruz. Aldığımız, kullandığımız ürünlerde, en iyisi olsun, istiyoruz da kendi kalitemizi artırmak için ne yapıyoruz? İşimizi, eş ya da anne-baba olmayı ne kadar muhabbetle yapıyoruz?

Maddi kalitelerin istilasından kurtulup manevi kalitemizi artırmak için ne yapmalıyız, bunun derdinde olmalıyız oysa. İş, para, güzellik, zeka, güç, mevki, manevi hayatımız için en büyük tehlikeler, eğer kendimizi onlara kaptırırsak. Çünkü bunlar şeytanı Allah(c.c) rahmetinden kovduran kibre sebep oluyor. “Kibir” sevdiklerimizin gönlünden düşmemizin de en önemli nedeni.

Maddi kaliteler kibrimizi coşturuyor. Oysa onlar için ne bedeller ödeniyor. Mesela erkek daha lüks bir araba almak için borca giriyor. Eşinin çocuklarının isteklerini çoğu zaman oflaya puflaya söylenerek alıyor. Aile saadetini bozacak araba ferari olsa neye yarar? Son bineğimiz tabut olduktan sonra. Diğer tarafa götüreceğimiz yükün değerini muhabbet belirledikten sonra. Hangi araba muhabbetten daha kıymetli olabilir?

Ya da daha iyi bir mahalle de daha iyi bir ev alalım, diye girilen borçlarla, o borçların stresiyle eşler birbirlerine hayatı zindan ediyorlar.

Kadınlar, perdeyi değiştirmek, yeni salon takımı almak gibi pek çok şey için evin huzurunu riske çok rahat atabiliyorlar.

Hele evlilik öncesi istekler daha yolun başında erkek tarafını evlenmek istediğine pişman edebiliyor. Kız tarafı her şey en kalitesinden (en pahalısı oluyor aynı zamanda) olsun istiyor. Bazen sırf eşya meselesi yüzünden düğün haftası ayrılan çok çift var. Ya da daha bir araya gelmeden birbirlerinden buz gibi soğuyorlar da “bu saatten sonra ayrılmak ayıp” olur diye yola devam edenler var. Takılan takılar, alınan eşyalar beğenilmeyince iki tarafın ailesi birbirinden nefret ediyor. Yeni evlilerin çoğu yola muhabbetle değil, bir ton dertle, sorunla çıkıyorlar. Sonra evliliği bir türlü toparlayıp muhabbetti yakalayamıyorlar.

Oysa iki tarafta “eşya kalitesi” ile uğraşana kadar “kendi kalitelerini artırmak” için uğraşsalar, o zaman yola doğru adımlarla çıkmış olurlar. Genç kız “Ben iyi bir eş olmak için neleri bilmeliyim, neleri yapmalıyım?

Erkek “İyi bir koca olmak için nasıl davranmalıyım, ne yapmalıyım?” diye kafa yorsa kendilerini geliştirseler, manevi kalitelerini artırsalar o zaman mutlu olurlar ancak. Muhabbetli evlilikler o zaman ortaya çıkar.

Çoğu zaman mutluluğumuzla kumar oynuyoruz. Kibirle, hırsla, inatla oynuyoruz. Keyfi zevklerin, hırsların karşısına muhabbet gibi çok kıymetli bir şey koyuyoruz. Kaybedince de “mutlu değilim” diye sızlanıp duruyoruz.

Pek çok değişimin başlangıcı olan Aşura günü bizler için de maddiyattan maneviyata, muhabbete bir dönüş olsun inşallah. Dualarımız muhabbet için olsun.

Sema Maraşlı / Haber 7

Günümüz İnsanı Neden İdare Edemiyor

Günümüz insanı neden yalnız? Gözü mükemmelde olduğu için değil mi?

Sanki kendimiz kusursuzmuşuz gibi. Kendi kusurumuzu görmekte kör, başkalarının kusurunu görmekte gözlerimiz radar gibi çalışıyor. Övünüyoruz “Gözümden bir şey kaçmaz.” diye. Oysa iyi bir şey değil. Hata bulmayı, laf yetiştirmeyi, eleştirmeyi, söz altında kalmamayı bir erdem zannediyoruz.

Herkes değişsin ve bizim kafamızdaki kalıplara uysun istiyoruz. Uymayanı hemen hayatımızdan silmek istiyoruz. Oysa Rabbimiz gözlerimize kapak yapmış, görmememiz gerekenler olduğunda kapatalım diye.

İnsanları hataları ile kabullenip, sevemiyoruz. “İdare etmek” diye bir deyim var. Şimdilerde internette dalgası geçilen. İdare etmek, insan ilişkilerinde çok önemli bir meziyettir. Şimdiki neslin pek bilmediği bir erdem. “Biz neleri idare ettik!” diye övünürdü yaşlılar.

Eskiden hatalar görmezden gelinir, örtbas edilir, herkes birbirini idare ederdi. Karı koca birbirini, komşu komşuyu, akraba akrabayı, kayınvalide gelini…

İdare etmek “aptallık” gibi görünüyor artık. “İdare edemem” diye bağırıyor reklamlarda kadın, eskiyen eşyaları için. Beynimizde dönüyor dönüyor dönüyor…“İdare edemem” sloganı. Bir tek eşyaları değil, hiçbir şeyi idare edemiyoruz. Varlığı idare edemiyoruz, yokluğu idare edemiyoruz.

İDARE ETMEK BİR SANATTIR

İdare etmek” bir sanattır aslında. El sanatlarının pek çoğunu kaybettiğimiz gibi akıl sanatlarının çoğunu da kaybettik. Beynimiz de makineleşti. Zeki insan çok; ama akıllı insan az.

Yeni nesil çocuklar çok zeki; ama çoğu aptal. “Şimdiki çocuklar çok zeki.” diye övünüyoruz. Evet bu zeki çocukların çoğu mutlu olamayacak maalesef. Çok başarılı olacaklar belki; ama mutlu olamayacaklar.

ZEKİ İNSAN DEĞİL AKLINI KULLANAN MUTLU OLUR

Zeki insan değil, aklını kullanabilen insan mutlu olur. Zeki çocuklar teknoloji ile ilgili bir sorun olduğunda çabucak çözecekler; ama hayatla ilgili bir sorun olduğunda tökezleyip kalıverecekler.

Ve onları biz bu hale getiriyoruz. Düşünme yeteneklerini geliştirmiyoruz. Her şeyi önlerine hazır sunuyoruz. Hep almaya alıştırıyoruz, onlar da düşüncesiz ve bencil oluyorlar.

Beş yaşındaki çocuğun gözünden hiçbir hata kaçmıyor; fakat hiçbir iyiliği görmüyor. Onun için yapılan iyilikler zaten yapılmalı, yapanlar mecbur. Eskiden beş yaşındaki çocuk, küçük kardeşine bakarmış. Gezdirir, yedirir, ağlarsa susturmak için uğraşırmış. Anne doğurur; önceden doğan çocuklar büyütürmüş.

Şimdi ise bir kaç çocuk sahibi aileler, çocuklarını nasıl idare edeceklerini bilemiyorlar; akıllarını kaçırma durumuna geliyorlar. “Anne yaa kızına baksana, baba yaa oğluna bir şey desene.” Sanki çocukların birbirleri ile kan bağı yok. Ne küçük kardeş büyüğü, ne büyük kardeş küçüğü idare ediyor. Ne kız kardeş erkek kardeşi ne de erkek kardeş kız kardeşi.

KENDİMİZİ DE İDARESİZ KULLANIYORUZ

Çok eskiye gitmeye gerek yok; bundan on yıl önce bile kalem, defter, silgi idareli kullanılırdı. Şimdi ise bir yıl önce, yarısı bile kullanılmamış defterler, çöpe gidiyor. Çünkü çocuklar idare etmek istemiyorlar. Giysiler zaten daha eskimeden atılıyor.

Kendimizi de idaresiz kullanıyoruz. Her şeyi dert edip üzülüp erkenden tüketiyoruz. Kader yokmuş gibi yaşamaya çalışıyoruz.

Bencilliğimiz arttıkça, idare etme duygumuz köreliyor. Nefsimizi idare edemiyoruz ki başkalarını idare edebilelim. Her arzumuz yerine gelsin istiyoruz.

İşe önce nefsimizi idare ederek başlamalı değil miyiz? Yemede içmede keyif almada…

İşimizi ya da eşimizi bırakıp beş dakika diye oturduğumuz bilgisayarın ya da televizyonun başından iki saatte kalkamıyorsak, önce kendimizi idare etmeyi öğrenmemiz lâzım, sonra başkalarını belki de.

Sema Maraşlı / Haber 7
semamarasli@gmail.com