Etiket arşivi: Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Babanın Ailedeki Fonksiyonu

17 yaşında halamın torunu olan yeğenim var. Lise 3.sınıfa gidiyor. Babası 8 yaşındayken vefat etti ve hepimiz el bebek gül bebek ona bakıyoruz. Takip ediyoruz.

Yalnız bu çocukta sorumsuzluk var. Ne gittiği yeri haber verir,geç gelir, telefonuna bakmaz, okuldan kaçar… Belki de ergen psikolojisine girdi.

Ben onunla konuşurken, yapmaması gerektiğini anlatırken en son şunu dedim: “Sen hayata bir sıfır yenik başladın. 8 yaşındayken baban öldü. Annesi babası hayatta olan insanların birer gram sorumluluk duygusu olması gerekiyorsa senin iki gram sorumluluk duygun olması lazım. Onlardan iki katı daha fazla sorumlu olman lazım.Bu yüzden daha dikkatli olman lazım ve babanı onurlandırman lazım” dedim.

Ben böyle konuştum iş işten geçti de şimdi size soruyorum: Çocuğun psikolojisinde olumsuz bir etki yaratır mı bu söylediklerim. Sonra ben kendi kendime suçlandım. Acaba çocuğun psikolojisini bozar mıyım? Yoksa bu dediğim olumlu muydu? Olumsuzsa bunu nasıl telafi edebilirim? Telafi edebilir miyim acaba? 

Bu kadar hassas dinleyicilerimizin olduğunu bilmek beni çok sevindirdi.

Halasının torunu olan 8 yaşında babası vefat etmiş ve sorumluluk bilinci olmayan bir yakını için telefondaki ses tonundan da anlıyorum ki ıstırap duyan bir beyefendi var. Ne kadar mutlu oldum böyle dertli bir kişiyle karşılaştığım için.

Bir ailenin içinde babanın fonksiyonu kırmızı hat takip ettirmektir arkasından gelene. Yani baba bir kuyruklu yıldızdır. Arkasında yıldızları yetiştirir. Eğer baba azıcık bir yalpa yapacak olmuş olsa arkasındaki yıldızlar dökülür, aşağıya düşer.

Babanın hattı otoriter olmasıyla, babanın asaletiyle, babanın onurlu ve vakur duruşuyla; evin içerisindeki çocuklar babaya sağdan bakar hizaya gelir.

Ama bunları söylerken bazen de endişe ediyorum. Yani baba vakur duruşuyla veya asaletiyle veya onurlu haliyle derken; elini arkasına koymuş, elinde sopa var, hay huy diye bağıran bir babayı tarif etmiyorum ben.

Hayır, evin içerisinde kural koyan ve o kurallara kendisi de dahil olmak üzere ev halkına uygulattırmak için yol ve yöntemler bulup onu işleten babadan bahsediyorum. Yoksa öyle kaba saba bir babalıktan değil.

Annenin, evin içerisinde bir hanımefendi olduğu ve onun da kendi eşi olduğu nezaketiyle sesinin tonunu dahi ayarlayan ve etrafındaki çocuklara karşılaştıkları problemlerde çözüm önerileri bulan bir baba…

Çocuk yanına gelmiş. Baba gazete okuyor. “Baba! Baba! Bir şey söyleyeceğim, öğretmenim…” diyor. “Oğlum bir dakika, bak gazetede önemli bir haber okuyorum” diyor baba.

Olmaz ki böyle! Babanın fonksiyonu oldukça önemlidir. Çocuğun sorumluluk sahibi olması, çocuğun kendi aldığı karaları uygulayabilmesi ve hayata direnebilmesi açısından baba oldukça önemlidir.

Baba olmazsa ne olur? Ortadaki ip olmazsa tesbih taneleri ne olursa çocuk da öyle olur. Çocuk sorumluluğunu kaybeder ilk önce baba olmadığı için…

Çünkü sorumluluk anneden aşılanan, anneden gelen bir yöntem değildir. Asıl babadan gelen bir yöntemdir. Hele ki idol olarak babayı alan bir erkek çocuğu için babanın olmamasında ilk kaybedilen şey sorumluluk duygusudur.

İkincisi çocuk yalpa yapar. Yani bu gün karar verir, yarın vazgeçer. Çocuk bir türlü o kararlı istikametini (eğer baba var da yok ise de dahil olmak üzere, evin içerisinde baba var ama baba, baba gibi bir baba değil) aldığı kuralları da kendisi uygulayamaz. “Ders yap.” “Baba biraz sonra yapacağım.” …Bir türlü o düz çizgiyi takip ettiremez. Bu, babanın yokluğunun çocuğun üzerindeki tesiridir.

Bu dinleyicimiz ‘kurduğum cümleler doğru mu’ diye soruyor; ‘Sorumluluk sahibi ol oğlum’ demiş.

Sorumluluk dediğimiz şey söz ile olmaz. ‘Kal’ ile olmaz, ‘hal’ ile olur. Onun için baba çok önemli. Baba ‘hal’ ini sergileyecek ki evin içerisinde ondan dolayı çocuk sorumluluk sahibi olacak.

Şimdi siz çocuğa derseniz ki “Oğlum sorumluluk sahibi ol”, çocuk bu nasıl bir şey bilmez ki olsun.

Eğer bu dinleyicimiz halasının torununa iyilik yapmak istiyorsa, çocuğu sözleriyle bunaltmasın. Çocuğun yapamayacağı şeyleri, çocuğun üzerine boşaltmasın…

Onu yanında tutmaya çalışsın. Baba figürünü kendisi gerçekleştirmeye çalışsın. Onu yanında bulundurma çalışsın. Çocuk onun yanında, dayısının ne kadar sorumluluk sahibi olduğunu görürse eğer, kendisi de o istikamette gidecektir.

Örnek kişilerle tanıştırsın veya kendisi örnek olarak çocuğun hemen yakınında bulunmaya çalışsın. Vaktini ona ayırsın.

 Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 1 Kısım 3

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Anne, Aile İçindeki Dengeyi Sağlayan Stabilizatör Gibidir

Anne, çok sağlıklı ve bilinçli olmasına karşın baba, annenin yaptığı her şeyi yıkıp geçiyor, annenin çocuğuna aktardığı değerleri, ahlak kurallarını ve düzenli davranış kalıplarını bir çırpıda yerle bir ediyorsa… Anneyle başlayan ve babayla devam etmesi gereken çocuk eğitim süreci sağlıklı yürüyemez..

Aile içinde, çocuk eğitiminin iki başrol oyuncusu vardır. Biri anne, diğeri de babadır. Yalnız günümüzdeki birçok ailede anne “annelik” rolünü, baba da “babalık” rolünü karıştırıyor. Mesela mevcut hayat şartları anneyi, hem annelik hem de babalık yapmaya zorluyor. Sabah erkenden evden çıkıp akşam geç saatlere kadar çalışan baba, kendi rolünü sadece yıllık izinlerde, hafta sonlarında, birkaç saatlik dinlenmeler esnasında yerine getirmeye çalışıyor. Böylece çocuk, çok sesli bir orkestradan gelen güzel nağmelerle hayata adım atacakken tek telden çalan bir bağlamanın sesiyle eğitilmeye çalışılıyor.

Anne, aile içindeki dengeyi sağlayan stabilizatör gibidir. Annenin aile içinde hiç zorlanmadan yapacağı bu görev için gerekenler, zaten yaratılıştan bu yana içinde hazır bulunur.

Doğal aile yapısında annenin çocuklarına karşı beslediği sevgi ve şefkat hissi, aile içinde bozulması muhtemel dengeleri her an düzeltebilecek güçtedir. Bu itibarla bakıldığında anne, kelimenin tam anlamıyla, aile içindeki, sevgi ve şefkat duygularının ana kaynağı niteliğindedir. Ailede kim sevgiye ve şefkate ihtiyaç duyarsa teselli bulacağı yer, annedir.

Ne yazık ki günümüz aile yapılarında annenin sevgi ve şefkat kaynağı olmasına “pasiflik” olarak bakılıyor. Çocuklarına karşı şefkat gösterisinde bulunan anneyi, çevresi, “Bu kadar yumuşak olma. Çocuklar büyünce seni dinlemez.” diye ikaz ediyor.

Hâlbuki çocukların aile içindeki kuralları dinleyip dinlememesi, baba otoritesine bağlıdır. Anne, baba otoritesinin ev içindeki dengeleyicisidir. Eğer anne de baba gibi otorite görevine soyunursa ailenin duygu pınarı kapanmış olur. O takdirde sevgi ve şefkate ihtiyaç duyan çocuk, bu ihtiyacı kimden giderir? Çocuk anneden alması gereken bu sevgiyi ondan alamazsa içindeki eksikliği dış dünyadan karşılamaya çalışır. Çünkü sevgi, dinmek bilmeyen bir ihtiyaçtır.

Sağlıklı bir aile yapısında, anne ve baba birbirini destekleyerek çocuk eğitimini üstlenirler. Eşlerin birbirlerindeki eksiklikleri tamamlaması zafiyet değil, aksine sağlıklı bir sürecin işaretidir.

Baba, evdeki düzeni bozan oğluna-kızına otoritesini kullanarak onun kurallara uymasını sağlayabilir. Uyum sürecinde sıkıntı yaşayan çocuk teselli aramak için doğruca kendini annesinin şefkatli kucağına atabilir. Anne, kurallara uymanın gerekliliğini kendi sevgi diliyle ona anlatabilir. Çocuğunun kimi zaman saçını okşar, kimi zaman da yanına uzanır. Böylece çocuk, bir yandan kurallara uymanın zorluklarıyla tanışırken, diğer yandan da anne sevgisiyle sıkıntılarını aşılabileceğini hissedip öğrenir.

Ne yazık ki katıldığımız birçok konferansta anneler, “Anne-baba her zaman aynı çizgide olmalı. Eğer baba bir ceza verdiyse anne de onun uygulanması için çocuğa yumuşak davranmamalı diye biliyorduk.” diyor. Oysaki babanın kural koyuculuğundan kaçan çocuk annesine sığınamazsa, oğlunuzun-kızınızın kendini teselli edecek bir kucak aramasından korkmaz mısınız hiç?

Hem anneden hem de babadan ceza alan çocuk duygularına yenik düşer, öfkelenir, nefret ve kin duygularını geliştirir içinde. Yaptığı bir yanlıştan dolayı, hem annesinin hem de babasının kapılarının kapandığını gören çocuk, kendini başka kapılara atma ihtiyacı hisseder. Anne sonrasında ne kadar çırpınırsa çırpınsın, “Ben saçlarımı süpürge ettim.” desin, iş işten çoktan geçer. Anne çocuğunu kaybeder…

O halde, bu yanlış anlayışı düzeltmekte fayda var. Çocuk, babadan kaçtığında, anne, sevgi dolu kucağını açmalıdır ona. Ama bu kucak, babasını haksız çıkarmak ya da onun otoritesini sarsmak için değil, aksine o otoriteyi sevgiyle desteklemek içindir.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Aidiyet Oluşumu Yazısı Dizisi-4

3. Duygusal Birliktelik

Duygularını, hüznünü, sevincini çocuğuyla paylaşmayan bir anne baba çocuğuyla duygusal birliktelik kuramaz. “Çocuk canım ne anlar ki!” diyen anne baba çocuğuyla duygusal birliktelik kuramaz. Çocuk anne-babanın yüzünden, vücut dilinden duygularını okuyamıyorsa duygusal birliktelik kuramaz. Bazı anne-babalar donmuş bir yüz ile, monoton bir ses ile, ne kendini paylaşıyor, ne duygularını paylaşıyor, ne hislerini paylaşıyor. Çocuk, duyguların paylaşılmadığı yerle aidiyet duygusu kuramaz. İnsanın böyle bir yeteneği yok.

Takip edin lütfen çocuğu dışarıda arkadaşlarıyla birlikte… Camdan bir seyredin, arkadaşlarıyla nasıl konuşuyor? Heyecanlı değil mi? O bir şey anlatıyor, öbür çocuk başka bir şey anlatıyor değil mi? Mimiklerine bir bakın çocuğun, kıpır kıpır anlatıyor… Neden? Çünkü onlar bir duygusal birliktelik yaşıyorlar.

Hani anne-babalar bazen çocuğundan şikâyet ediyor ya; “Arkadaşıyla birlikte odaya giriyorlar, içeride konuşuyorlar konuşuyorlar, ben giriyorum benle konuşmuyorlar…” Çünkü annede duygusal birliktelik yaşayacak bir anne ifadesi yok ki, donmuş kalmış.

Bazı babaların ağırlığı o kadar fazla ki, kaşlarının hali, suratının hali öyle ağır ki… Şimdi çocuk duygularını nasıl paylaşsın?

Duyguları paylaşılmayan, duygusal paylaşım yapmayan çocukta aidiyet duygusu oluşmaz.

Kendi yaşamınızı paylaştınız mı çocuğunuzla sorun kendinize… Yaşadığınız sokağı biliyor mu çocuğunuz?… İlkokul öğretmeninizi anlattınız mı?… İlkokuldaki arkadaşlarınızı anlattınız mı?… Hani sokakta bir tane bakkal amca vardı, siz çocuksu bir şey söylemiştiniz bakkal amca da gülmüştü… Siz çocukluk yıllarınızda tüm bunları yaşadınız, ama bunlardan çocuğunun haberi yok ki… Çocuk sizin geçmişinizle bağ kuramadıktan sonra, siz çocuğunuzla da geleceğinizle de bağ kuramazsınız. Çocuk ebeveynin geçmişiyle bağ kurabildiği kadar gelecekte ebeveyni ile bağ kurar.

Kopuk bir yaşam içinde çocuğa kendini anlatıyor anne baba, bugünü biliyor çocuk sadece, hatta bugününü bile bilmiyor. İş yerinde olumsuz bir durum var, can sıkıcı bir durum var, 9 yaşındaki çocuk geliyor; “Anne bugün canın mı sıkkın?” diyor…

“Yok, bir şey yok!”
“Var anne, ne var ne var?”
“İşte üstüme gelip durma!” Diyor daralmış bir anne…

Çocuk babaya yaklaşıyor; “Baba canın mı sıkkın?”
Baba; “He canım sıkkın ne olacak, para mı vereceksin bana?

Yapma yahu! Hele de kişi duygularını eşiyle değil de çocuğuyla değil de, başkalarıyla paylaşıyorsa, paylaştığı kişileri eşi de görüyorsa orada bir aidiyet duygusu oluşmaz. Adam keyiflice arkadaşı ile bir saat konuşuyor telefonda, “Ya bugün canım çok sıkıldı” diye anlatıyor. “Ne oldu?” diyor karşı taraftaki. “Hiç sorma ya moralim bir bozuk ki…”diyor. Eşi de öyle çay getiriyor, kahve getiriyor… Yalnızlığa terk edilmiş kadın kocasına çay servisi yapıyor. Kocası da telefonda konuşup duruyor.

“Duygusal birliktelik olmadan, aile bütünlüğü, aidiyet duygusu oluşmaz.”

3 Temel birliktelikten bahsettim:

Fiziksel Birliktelik,

Sosyal Birliktelik ve

Duygusal Birliktelik…

Rica ediyorum ister öğretmen olun, ister bir anne baba olun, ister amca, dayı olun fark etmez… Bir numaralı görev olarak lütfen kendinize aile bütünlüğünü ve bağlanmayı oluşturmayı görev bilin.

Ben birçok çocuk gördüm ailesiyle problemli… Boşanmak üzere olan çiftlerle karşı karşıya geldim… “Bıktım bu adamdan” diyen kadınlar, “Bu kadın ne diyor” diye bakan eşler gördüm… Ailesiyle bir türlü aile bütünlüğünü kuramamış babalar gördüm.

Bu adam neyi kuramamış diye baktığımda, fiziksel birliktelik oluşturamamış ailesiyle birlikte. “Haydi gelin çocuklar birlikte şunu yapalım” diyememiş. Bir duygusal bütünlük kuramamış baba gördüm, “Her şeyim çocuklar için” diyen adamın duygusal hiçbir şeyini çocuklarına vermediğini gördüm. Ve her şeyin böyle gideceğini zannediyorlardı.

Hayır, yaş ilerledi, duygular olgunlaştı, duygular gelişti, çocukla oturup bir 5 dakika oynamak zaman kaybı olarak değerlendirildi. Sonra aile içinde kopukluklar ve problemler başladı. İşte tüm bu durumları değerlendirdiğimiz zaman; “Anne-babaların bir numaralı işi aile bütünlüğünü oluşturmak olmalıdır.”

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Aidiyet Oluşumu Yazısı Dizisi-3

2. Sosyal birliktelik

Aidiyet duygusunun başladığı yaş 6’dır. Bundan önceki yaş dilimi aidiyete hazırlık dönemi, bağlanma dönemidir. Annesiyle güvenlice bağlanmış olan çocukla ilk 4 yaşta aidiyetin zemini atılmıştır. Artık çocuk bağlanabilmeyi öğrenmiştir, bir olabilmeyi öğrenmiştir. Çocuk anne ile bağlandığı kadar sağlıklı aidiyet ilişkisini de yürütecektir.

4 ile 6 yaş arasında geçen iki yıllık dönem de ‘onarım dönemi’ dir. Eğer bağlanmada bir problem varsa orada iki yıl boyunca çocuk kendini onarabilir. 6 yaşından itibaren çocuğun içerisinde bir ihtiyaç oluşur, artık sadece anne ile bağlanma değil, grup ile bağlanma ihtiyacı duyar. İşte buna ‘grup ile bağlanma’ ya da ‘aidiyet’ diyoruz. İki kişi ile, üç kişi, beş kişi ile bağlanıyor, babayı görmeye başlıyor, babadan keyif almaya başlıyor, kardeş istiyor, kardeş ile oynuyor, okul istiyor…Tüm bunlar aidiyet ihtiyacından kaynaklanan davranışlardır. Dolayısıyla aidiyet olarak bahsettiğimiz dönem daha çok 6 yaşından itibaren başlıyor ve yaklaşık 14 -15 yaşına kadar geçen süreyi kapsıyor. Bu süre de bir sonraki sürecin hazırlığıdır. 14-15 yaşından sonraki süreç de uyum sürecidir. Çocuk anne ile ne kadar güvenlice bağlanabilmişse, aidiyet dönemini ne kadar sağlıklı bir zeminde götürmüş ise üçüncü dönem olan uyum döneminde de çocuğun aile ile, sosyal yaşam ile, kendi ile uyum içerisinde olduğunu ve kendiyle barışık olduğunu görüyoruz.

Kişinin 4 uyum alanı vardır: “Kendisiyle uyumu”, “ailesiyle uyumu”, “sosyal çevreyle uyumu”, “evrenle uyumu”…
Aidiyet dönemi, uyum döneminden önceki 6 ile 14 yaş arasında anne-baba ile olan aidiyet duygusunun geliştiği dönemdir.
Sosyal birliktelik; çocuğun sosyal yaşam içerisinde bir sosyal refakatçi olarak ailesini yanında bulmasıdır. Bu, aidiyet duygusunun oluşumu için oldukça gereklidir.

Sosyal yaşamın içerisine baba çocuğuyla birlikte katılıyor mu? Mesela bir yerlere gezmeye çocuğuyla birlikte gidiyor mu? Çocuk bir kulüp etkinliğine babasıyla birlikte gidiyor mu? Dışarıda birlikte basketbol oynuyorlar mı? Çocuk babasıyla birlikte yüzmeye gidiyor mu? Çocuk dışarıda babasıyla birlikte top oynuyor mu? Çocuğun sosyal yaşamı içerisinde baba da keyiflice kenarda bir yerde kendisini var ediyor mu, yoksa çocuğu arabaya bindirip doğruca kulübe gönderip; “Futbol oynuyor bizim çocuk” mu diyor? “Bizimki yüzmeye gidiyor” deyip çocuğu tek başına mı gönderiyor, yoksa baba da birlikte mi gidiyor? Bir seyahate babayla birlikte mi yola çıkıyorlar, ya da baba yalnız başına mı çıkıyor? Tüm bunlar bulunmaz fırsatlardır.

Diyelim ki bir baba iş için görevli olarak bir yere gidiyor. Çocuklarından birisini alabilir yanına, uçağa birlikte binebilir, birlikte selfie yapabilir, otelde birlikte kalabilir, orada sosyal yaşam becerilerini baş başa çocuğuyla birlikte konuşabilir. “Ben hiçbir yere gitmiyorum, etkinliğe katılmıyorum, iş seyahatleri yapmıyorum” mu diyor baba? Geleceğinde çocukla birlikte aidiyet duygusunu oluşturmak için bir 1 saatlik geziye birlikte çıkabilir, elini tutabilir, eşi olmadan, yanında diğer çocuklar olmadan, göz göze bir bakıp oğlum/kızım seni seviyorum diyebilir…

Çocuk ailesiyle birlikte sosyal birlikteliği ne kadar bir refakatçi gibi yaşıyorsa, içinde garip bir uyanış oluyor, “Aslan babam” demeye başlıyor, “Aslan annem” demeye başlıyor. Sinemaya birlikte gitmek, tiyatroya birlikte gitmek, kulüp etkinliklerine birlikte gitmek, babayla olur, anneyle olur fark etmez ama bir köprü gibi olan geçiş aşamasında, çocuğun 6 ile 14 yaş arasında sosyal etkinliklerini birlikte paylaşmak aidiyet duygusunu geliştirir.

-3 Duygusal Birliktelik, devamı yarın-

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Aidiyet Oluşumu Yazısı Dizisi-2

Aidiyet oluşumunda patolojik ya da normal-sağlıklı aidiyetin oluşumunda üç tane temel etkenden bahsediyoruz. Bu üç temel eylem gerçekleşiyor ise o zaman sağlıklı bir aidiyetin oluştuğunu söyleyebiliriz. Peki, nedir bu üç temel eylem?
“Fiziksel birliktelik”, “Sosyal birliktelik” ve “Duygusal birliktelik”…

Her birini tek tek açalım.

1. Fiziksel Birliktelik

Fiziksel birliktelik var ise aidiyet duygusu var olmaya başlar. “Anne babanın bir numaralı görevi nedir?” diye bir soru sorulsa ya da bir baba kendine “Ben bir kocayım, ben bir babayım, yanımda bir kadın var, çocuklar var, ben aslında kendime aile içerisindeki bir numaralı görev olarak neyi tanımlayayım?” diye soracak olmuş olsa, ben bir pedagog, bir aile danışmanı olarak, çocuklarla bu kadar yakın temasta ve insan yaşamını bir süreç içerisinde iyi gözlemlediğini düşünen birisi olarak şunu söylerim, bir kocanın kendisinde vazife olarak göreceği şey; “aile bütünlüğünü sağlayabilmek” olmalıdır. Bir annenin en büyük özelliği de aile bütünlüğünü koruyabilecek zihinsel ve fiziksel bir yapıyı destekliyor olmasıdır.

Baba ve annenin en önem göstereceği şey, çocuklarıyla aynı fiziksel ortam içerisinde bulunmak olmalıdır. Evin içerisinde anne baba çocuk birlikte olmaktan, etkinlikler yapmaktan, tiyatrolar oynamaktan, bir şeyler anlatmaktan, baba ayağa kalkıp kendi çocukluğunu hikaye etmekten, anne; “Bugün ne oldu biliyor musunuz?” diye evin içerisinde şen şakrak olmaktan, çocuk okul hayatını anlatmaktan, aynı fizik ortamı içerisinde bulunmaktan keyif almalı…

Ev zaten çerçeveleri belli olan bir ortamdır. Ancak bu ortamın içerisinde aile üyeleri aynı fiziksel mekânı kullanmıyor. Çocuk gitmiş odasında televizyon seyrediyor, hanım gitmiş içerde bulaşıklarla uğraşıyor, adamcağız da oturmuş televizyon seyrediyor. Baktığımız zaman burada fiziksel birliktelik yok. Aidiyet duygusunun oluşabilmesi için en temel şart aile üyelerini günlük olarak en az 2 saat birlikte vakit geçiriyor olmasıdır.

Yemek bir ortaklaşa kullanım alanıdır ve bu ortaklaşa kullanım alanında insanlar açlık duygusuyla bir araya geliyorlar. Eğer baba arayıp telefonda “Ben geç kalacağım siz yemeği yiyin” diyorsa veya fiziksel birlikteliği oluşturan açlık ihtiyacı anne tarafından bir fırsata dönüştürülmüyorsa o zaman burada fiziksel birlikteliğin eksikliğinden kaynaklanan bir aidiyet eksikliği vardır deriz.

Evin içerisinde anne çocuğuyla birlikte oyun oynayamıyorsa fiziksel birliktelik yoktur. Annenin çocukla oynaması, anne çocuğu oynatsın anlamına gelmiyor. Oyun sayesinde çocuğun anneyle fiziksel bir birlikteliğinin oluşması anlamına geliyor. Neden fiziksel birliktelik? Çünkü kim kimin yanında bir süre kalırsa ona duygusal yakınlık duyar. Fiziksel birliktelik aidiyet duygusunun oluşmasını beraberinde getirir. Aynı fiziksel ortamı kullanıp da kişinin birbirini reddetmesi hemen hemen neredeyse imkânsızdır. İş yerinde de öyle, mesela kişiler aynı ortamı kullanıyorsa, aynı ortamı kullanıyor olmaktan kaynaklanan bir aidiyet duygusu oluşur.

“Bizim mahalle, karşı mahalle…” denir mesela, çünkü aynı mahallede oturanlar bir fiziksel ortamı ortaklaşa kullanıyorlar. Fiziksel birliktelik nereyle varsa aidiyet orayla oluşur.

Şöyle bir açılım yapacak olursak, çocuklarda gördüğümüz bazı davranış bozuklukları var. Örneğin bir çocuk koluna dövme yaptırmak istiyor, anne de diyor ki; “Benim kolumda dövme yok, babasında yok, bizim sülalede yok hocam…” Ama çocuk dövme yaptırıyor.

Bu şu anlama gelir: Eğer çocukla bir aidiyet duygusu oluşturulamamışsa, çocuk fiziksel olarak anne-baba ile beraber değil de, başka bir mekânda başka birileriyle günlük en az 2 saatini geçiriyor ise çocuk o zaman oraya aidiyet hissetmeye başlar. Anne-baba eve geldiğinde çocukla birlikte keyifli ve huzurlu vakit geçirmiyorsa, cep telefonuyla oynuyorsa, kumandayla televizyonda kanaldan kanala geçiyorsa, bu çocuklar kopuk olur, kopuk olunca bir süre sonra şu problem yaşanır, tesir kalmaz. “Yapma” dediğin şeye bir süre sonra “Ne var ki?” der çocuk, “Herkes yapıyor” der…

“Herkes yapıyor ki!” sözü çocuğun başka bir yerle aidiyet kurdu anlamına gelir.

Günlük fiziksel birliktelik ihtiyacı minimum 2 saat ile belirlenmiştir. Kişilerin en az 2 saat fiziksel olarak aynı mekânı kullanması, orada aidiyet oluşması için ihtiyaçtır.

Peki çocukla 2 saat birlikte oturup ders yapmak bir aidiyet oluşumu mudur?

Hayır asla değil, hatta çocukla iki saat oturup ders yapmak aidiyet duygusunu da kırar. Neden? Çünkü çocuğun duygusal ihtiyaçlarının karşılandığı 1-2 saatlik birliktelikten bahsediyoruz. Çocukla zorlamalar ile bir şey yapmak değil, aynı ortamda aynı atmosferin içerisindeki keyifli iki saatten bahsediyoruz. Çocuğun “Baba bir şey anlatayım mı?” diye söze girdiği, annenin “Bir şey söyleyeceğim” diye ona karşılık verdiği bir fiziksel ortamın kullanılmasından bahsediyoruz.

-2.Sosyal Birliktelik Nedir? devamı yarın-

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş