Kategori arşivi: Aile Sağlık

İSLÂM’A GÖRE EVLİLİK NASIL OLMALI?

Evlilik görüşmesinde iki taraf, bir yer belirleyip birbirlerini görmelidirler. Ama unutmamak gerektir ki “paketlenmiş-hazır” bir şekilde birini bulup, evlenmek gibisinden bir şey yoktur. Kız ile erkek buluştuğunda yanlarında mutlaka “üçüncü” birisi olmalıdır. 

Makalemize, başlığın tahlili ile başlayabiliriz. Öncelikle neden bu konuyu seçtik? Konumuz bildiğimizi zannettiğimiz, fakat bilmediğimiz birçok şeyi içinde barındıran geniş bir konudur. Müslüman olan ve hatta kendini dindar / muhafazakâr gören, öyle hisseden kimselerin bile çok defa yanlış ve hatalara düştüğü mühim bir konuyu seçmek istedik. “Ben Müslüman’ım ve dinime göre nasıl eş seçimi yapmalıyım, bu süreci İslâmî olarak nasıl doğru bir şekilde yürütebilirim, “helâl daire”yi ihlâl etmeden yapmam gerekenler nelerdir?..” ve benzeri akla gelebilecek birçok soruya cevaplar aradık. Ve bu konuda insanların bir nebze de olsa şuurlanması için bu konuya temas edilmesi gerektiği kanaatine vardık.

Makalemizin ismini de geniş ve şümullü bir başlığı ihtiva eden “İslâm’a Göre Evlilik Nasıl Olmalı?” şeklinde koymayı uygun gördük. En fazla günümüz gençlerini ve anne-babaları ilgilendiren bu konuda, “İslâmî hükümler” muvacehesinde ele alarak konuyu izah etmeye çalışacağız inşallah.

Yazdığımız makaleden amacımız ise; “bu vatan gençleri”(1) ve umum Âlem-i İslâm’daki “gençlere büyük bir rehber”(2) olmaya masadak bir konu derlemesi yapmak ve tahlillerde bulunmak, yol gösterilmesine küçük de olsa yardımcı olmaya çalışmaktır.

 Bu makaleyi kaleme almamızdaki önemli birkaç sebebi de zikretmek istiyorum:

1. Müslüman olan gençlerin “keyfe kâfi” olan “helâl daire”deki(3) “evlilik müessesi”ne giden yolda yapacakları hakkında az bilgiye sahip olmalarıdır.

2. İnsanlarda “haram daire”ye girmeden evliliğe giden yolda neler yapılacağı hakkında kafa karışıklıklarının olması.

3. İslâmî bir misyon üstlenmesi gereken “ahir zaman gençleri”nin yaptığı yanlış davranışlara “emir bi’l-marûf ve nehiy ani’l-münker” vazifesi gereğince, gerekli bilgileri vermek gerektiği kanısına varmamız.

Mesela, sözlüsü veya nişanlısı ile arasındaki mesafenin ne olduğunu bilmeden hareket etmeleri, yanlış davranışlarda bulunmaları. Hâlbuki söz ve nişan bir akit değildir. İleriki bölümlerde inşallah bu konuyu ele alıp, izah edeceğiz.

4. İslâmî olduğu zannedilen, ama İslâm’da yeri olmayan davranışların gençler arasında sergilenmesi.

Bu ve buna benzer onlarca madde sıralayabiliriz. Ama biz bir kısmını verip geri kalanını akla havale ederek devam edelim.

Evlilik ve nikâhlanma hakkında Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“…Mü’min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önceden kendilerine kitap verilenlerden iffetli olan kadınlar da mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâl kılındı…”(4)

Bu âyet-i kerîmede dikkat edilirse “iffet” üzerinde durulmuştur. Hem “mü’min” hem de “daha önceden kitap verilen” kadınlarla âyette “iffetli olanlar” kaydı ile evliliğe izin verilmiştir. “İffet” üzerinde durulması; İslâmiyet’in “iffet-nâmus” olgusuna verdiği önemi gösterir.

Daha sonra ise “mehirlerinizi vermeniz kaydıyla” denilir. Erkeğin kadına, (kadının istediği miktarda) altın, para ve benzeri türünden bir “mehir” vermesi istenilir.

Alıntı yaptığımız mezkûr âyette 2 şart daha sayılıp, “helâl kılındı” denilmiştir. Bunlardan birincisi “zina etmemek”, ikincisi ise “gizli dost tutmamak”tır. Buradan anlaşılacak birçok şey vardır. En basitinden evliliğin, “zina” ve “gizli dost tutma”ya engel olma yönü anlaşılır.

 “Kur’ân’ı tefsir edecek, yine Kur’ân ve hadîs-i sahîhtir.”(5) Onun için konuyla ilgili Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in şu sözleri nazar-ı dikkati celb etmelidir:

“Ey gençler! Sizden evlenmeye güç yetirenler evlensin.”(6)

Bir başka hadiste ise şöyle buyurulur:

 “Kimin evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik, gözü haramdan alıkoyar ve iffet en iyi şekilde korur.”(7)

Şimdi başlıklar halinde konuları ele alıp, izah etmeye başlayalım.

1. Evlilik Görüşmesi Yapılırken Nelere Dikkat Edilmeli?

Evlilik görüşmesinde iki taraf, bir yer belirleyip birbirlerini görmelidirler. Ama unutmamak gerektir ki “paketlenmiş-hazır” bir şekilde birini bulup, evlenmek gibisinden bir şey yoktur. Kız ile erkek buluştuğunda yanlarında mutlaka “üçüncü” birisi olmalıdır. Üzerine basarak ve altını çizerek söylüyorum. Bunu unutmamak gerekir. Ya kız tarafından ya da erkek tarafından bir kişinin de yanlarında bulunmasıyla ilk görüşme yapılabilir.

Her iki taraf karşılıklı olarak şartlarını dile getirmeli ve beklentilerini söylemelidir. Görüşmede karşı tarafın gözlerine bakın. Bu utanılacak bir şey değildir; aksine bu bir “tavsiye-i Peygamberî” (asm)’dir.

Bir adam (Mekkeli bir Muhacir sahabi) Ensar’dan bir kadınla evlenmek istedi. Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz ona şöyle dedi:

“Onu gör. Çünkü Ensar’ın gözlerinde bir şey (küçüklük ya da çakırlık) vardır.”(8)

 Ayrıca bir başka hadîste şöyle buyurulmuştur:

“Biriniz bir kadına tâlip olur da onun hoşuna gidecek ve kendini ona çekecek taraflarına bakma imkânı bulursa baksın.”(9)

Bu konuda “…evlenme gâyesiyle bakmış olduktan sonra, ona bakmasında günah yoktur.”(10) buyurulur.

“Peki, bakmaktaki ölçü nedir ve bakılmasına izin verilen yerler neresidir?” diye aklınıza gelmiş olabilir. O sınır da belirlenmiştir. Kadın erkeğe daha dikkatli bakıp inceleyebilir. Erkek de kadının yüzü ve eline bakabilir. Ulema-i İslâm’a göre yüz güzelliği “ahlâk güzelliği”ni, el güzelliği de “beden güzelliği”ni gösterir. Bazı âlimlere göre ayaklarında açık olması ve oraya da bakılmasında sakınca yoktur. Bakma konusunda bu kadar izah yeterlidir sanırım.

İlk görüşme 10-15 dakika civarında olabilir. İlk görüşme heyecanının da olduğu düşünülürse, bu süre 20-30 dakikayı geçmeyecek şekilde ayarlanmalıdır. Daha sonra birkaç gün geçsin. O süre zarfında da değerlendirmeler yapılmalıdır.

Etkileşim oldu ise, iki tarafta müsbet (olumlu) değerlendirdi ise, o zaman iş “istihare namazı”na kalır. İstihare namazının kılınışına ilmihallerden bakarak “istihare”ye yatılmalıdır.(11)

İstihareden sonra işler yolunda giderse “söz” ve “nişan” aşamasına geçilebilir. Bunlar örf ve âdettendir. Dinen bir sakıncası yoktur.

Burada bir parantez açalım ki; söz ve nişan akit değildir. Sözlü ve nişanlı olan kimseler, birbirlerine o süre zarfında hâlen nâmahrem durumdadır. Çünkü nikâh akdi ortada yoktur. Nikâh olmadan o süre zarfında evliymiş gibi tavır ve davranışlar, İslâm’a aykırıdır. Bu durumda bulunmaktan şiddetle kaçınalım, o durumda bulunanlara da izin vermeyelim.

İslâmiyet, “tanışma-görüşme” sürecinde bir “gün sınırlandırması” koymamıştır. Ama günümüz şartlarında tavsiye edileni “90 gün” civarıdır. Birbirini tanıma süresi bu miktarı aşmamalıdır. Unutmamak gerektir ki; “Her şeyin ifrat ve tefriti iyi değildir.”(12) İfrat, aşırı ileri ve çok fazla; tefrit ise aşırı geri ve çok az anlamlarına gelir. 3 aylık süre zarfında “mahremiyet” gözetilerek görüşmeler yapılmalıdır. Bir yandan karşınızdaki kişiyi tanırken, bir yandan da onun çevresini tanıyın. Çevresindeki kişilerin anlatımlarına bakın. Bilinmesi gerekir ki, “Herkesin, yağmur yağdığında dökülecek boyaları vardır.”

Evlilik görüşmelerinde en önemli hususlardan bir de asla tek kalınmaması gerektiğidir. Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in buyurduğu gibi;

“Sakın bir erkek, yanında mahremi olmadıkça, yabancı bir kadınla yalnız kalmasın.”(13)

Bir başka hadis-i şerifte ise, bir kadın ile bir erkeğin yalnız kalması durumunda üçüncülerinin “şeytan” olduğu ifade buyurulur.(14)

2. Evlenirken Doğru Eş Adayını Bulduğumuzu Nasıl Anlayabiliriz?

Öncelikle halk tabiriyle, “beklentiniz full olmayacak.” Yani her yönüyle mükemmellik istenilmeyecek. Çünkü, “İnsan hatadan hâlî olamaz.”(15) Ve insan “kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli değil”(16)dir. İnsanoğlunda kusur etmek, unutmak ve hata yapmak vardır. Onun için “mükemmel ve kusursuz” kavramlarını evlilikte karşı tarafta aramaya çalışmayın. Yoksa evlendikten sonra umduğunuzu bulamadığınız için üzülürsünüz.

Daha sonrasında evliliğinizin sizin için bir “imtihan” olduğunu unutmayın. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakîm’de;

 “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.”(17)

buyuruyor. Buradaki “elbise” veya “örtü”yü bazı mealler şöyle izah etmiştir;

“Onlar sizin iyiliğiniz için bir elbise, vazgeçilmez birlikteliğinizin, sizi koruyan, sırlarınızı saklayan ortağı, rahat ve huzur kaynağıdırlar.”(18)

“Onlar, sizin için fenalığa karşı koruyucu bir elbise ve siz de onlar için koruyucu bir elbise gibisiniz.”(19)

“Onlar sizin için (günahlardan koruyan) bir elbise, siz de onlar için bir elbise (gibi)siniz.” (20)

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere “elbise / örtü “; “günahlardan korumak”, “sırları saklamak”, “fenalığa karşı bir koruyucu” niteliğindedir. Anlamamız gereken şu ki, evlilik bu hâsiyetleri câmi olan bir müessesidir, öyle basit bir şey değildir.

“İmtihan sırrı” gereği, yukarıda saydıklarımızı unutmamalıyız. Ona göre davranmalı ve birbirine tam uygun -Kur’ân’ın tabiriyle- “elbise / örtü” olacağı kanaatine vardığınız kimse “doğru eş adayı”dır.

“Sen nasıl olursan, eşin de öyle biri olur.” Bunu unutma. Nitekim Kur’ân-ı Azîmüşşan’da şöyle geçer;

“Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara layıktırlar. Temiz kadınlar temiz erkeklere; temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktırlar.”(21)

 Yani buradan anlamamız gerektir ki, bizim durumumuz ve davranışlarımıza göre Cenâb-ı Hak, bize en hayırlı nasibi takdir edecektir. “Kadere iman eden, gamlardan kurtulur.”(22) kaidesince biz kadere iman etmeliyiz. Ama bunun yanında Cenâb-ı Hakk’ın bize cüz’-i iradeyi verdiğini de unutmamalıyız. (Kader ve cüz’i irade hakkında bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Altıncı Söz / Kader Risalesi) Bize düşen, yapmamız gerekenleri yaptıktan sonra tevekkül etmektir.

Evlilikten önce yapılan edebiyatın %90’ı palavradır. Evlilik öncesi edebiyata kanmayın da yapmayın da. İmkânsız ve çok büyük hayaller kurmayın. Çünkü sonucu büyük hayal kırıklığıdır. Onun için, gerçekçi olun. Hayallere çok dalmayın. Ardından elem ve üzüntü verici olaylar olmasın istiyor iseniz, başlangıcınızı ve temelinizi sağlam atın. “Laf ile peynir gemisi yürümediği” gibi, “Aşk edebiyatı ile de evlilik yürümez!”

Evlilik, bilinmeyen bir meçhuldür; bu meçhulün izinde malum olmaz. Yani istediğiniz kadar evlilik hakkında kitap, yazı, makale ve benzeri okuyun; evlenmeden asla bunu hakkıyla anlayamazsınız.

Evlilik bir cihaddır; risklidir. Riski olduğu için zaten cihaddır. Onun için yaralanmaya ve sıkıntıya sabredebilmek gerekir. Evleneceğiniz eşte bu vasıfları arayın. “Bu, evlilik riskini göze alabilecek biri midir?” diye düşünün. Eğer alabilecek biri ise, demek ki “doğru eş adayı”dır.

Doğru eşi seçip seçmediğinizi anlayabilmek için, tecrübeli evli kimselerden danışmanlık isteyin. Mutlaka istişare edin. Müşavere etmeden, asla iş yapmayın. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’da istişare şöyle geçer;

 “Onların işleri de kendi aralarında istişare iledir.”(23)

Hazreti Resûl-i Kibriya Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz de

“İstişare eden mahrum kalmaz. İstişare eden pişman olmaz.”(24)

Mutlaka her iki taraf da istişareler yapmalı ve elde edilen bilgiler kulak ardı edilmemelidir.

Doğru eş seçimi yapmak isteyen kişiler, öncelikle kendilerinin doğru eş adayı olup olmadıklarına bakmalıdırlar. Eksikliklerini tamamlamalı, gediklerini kapatmalı, yanlışlarını düzeltmelidir.

Evlilik aşamasında bulunanlar hakkında bir başka tespiti belirtmek istiyorum; “Namuslu bir erkek ya da kız çok çabuk aldanır. Çünkü herkesi kendi gibi zanneder. Hile yapmasını bilmez.” Aldanmamak için iyice araştırma yapılmalıdır.

Evlilik çağına gelmiş kişi için eş bulma noktasında, anneden ziyade teyze veya abla daha idealdir.

Fizikî yapılar beğenilmeli ve güzellik beklentisi karşılanmalıdır. Kadın ve erkek birbirlerini %100 beğenmelidirler. Birbirini beğenmeyen çiftlerin evliliklerinde illaki sıkıntılar vuku bulacaktır. “Doğru eş” seçiminde buna dikkat etmek gerekir.

“Aradığım kişi bu!..” diyebilmeli her iki taraf da. Ve zevkler de uyuşmalıdır. Bu mühimdir.

3. İslâm’a Göre Nişan ve Nişanlının Sorumlulukları Nelerdir?

Öncelikle üstteki paragraflarda dediğimiz gibi nişan, nikâh gibi akit değildir; bağlayıcılığı yoktur. Ama Rasûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz zamanında da örnekleri bulunan bir uygulamadır. Yani evlenmeden önce bir söz verme şeklinde olmuştur.

Takılan yüzüğün dinen bir hükmü yoktur. Nişan yüzüğünün niteliği; yüzük takılan kızı bir başkasının istememesi içindir.

İslâm dininde nikâhtan önce hiçbir şey beraberlik izni vermez.

Mahremiyet durumu olarak; nişandan önce ve sonra arasında hiçbir fark yoktur. Dışarıdaki birbirini tanımayan iki karşı cinsteki kişi nasıl birbirlerine nâmahrem iseler; nişanlı çiftler de aynı şekilde birbirlerini nâmahremdirler.

Erkek veya kız tarafından biri nişandan vazgeçebilir. Bunda herhangi bir vebal yoktur. Hiçbir hak durumu da olmaz.

Nişan atılırsa; götürülen eşya, altın, para ve benzeri hediyeler geri istenilebilir. Bunda bir beis, yani aykırı / yanlış bir durum yoktur.

Nişanlılık, birbirini tanıma sürecidir; bundan öte bir şey değildir.

Nişan için aşırı yatırım yapmak israftır, gösteriştir.

Nişanlılar, evliliğin “yürek feda etme işi” olduğunu unutmamalıdırlar. Önemli olan birbirlerinin yüreklerine sığabilmektir.

Nişanın en doğru şekli; iki tarafın yakın akrabaları arasında sade bir yüzük takılma töreni şeklinde yapılmasıdır. Maksat, daha sonra taraflardan biri nişanı atarsa zor durumda kalmamalıdır.

Halk arasında yaygın olarak yapılan bir yanlış uygulama ise şudur:

Nişanlı çiftin rahat rahat gezebilmeleri için imam nikâhı (veya dinî nikâh) kıydırmalarıdır. Nikâh akittir ve eğer bu dönemde vazgeçseler boşanmaları gerekir. Çünkü nikâh kıymışlardı. (Bu arada İslâm dininde nikâh tektir; şahitler huzurunda kıyılır. Dinî / imam ve resmî nikâh diye bir ayrım yoktur.) Asla böyle uygulamalar yapmayınız. Nikâhın bir ciddiyetinin olduğunu unutmayınız.

Nişan süresinin maksimum 3 ayı geçmemesi en idealidir. 90 günlük bir süre nişan için yeterlidir. Çünkü tanışma süresinin bir miktar demlenmesi gerekir.

Aileler, birbirlerini araştırmalıdırlar.

Asla halvet durumuna maruz kalınmamalıdır. Yani bir alanda kız ile erkek tek başlarına kalmamalıdırlar.

Telefon ile mesafeli bir şekilde konuşulabilir. Mesafeli bir şekilde de mesajlaşma olabilir.

Taraflar tatmin olurlarsa, evlenmekte bir sıkıntı çıkmaz inşallah.

4. Mutluluğun Esaslarından: Nikâh

Evlilik, ebedî cennet yoludur. Bu yolun ilk giriş kapısı ise nikâhtır. Asrımızın Büyük İslâm Âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “nikâh” hakkında şöyle demektedir:

“Saadetin esaslarından ‘nikâh’ ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalplerin en latîfi, en şefiki; ‘kısm-ı sânî’ ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin arızalardan hâlî olmasıdır.”(25)

Mutluluğun esaslarından biri olan “nikâh” ele alınıyor. Ve ardından güzel tespitler yapılıyor. İnsanın en fazla ihtiyacını karşılayan, kalbine karşılık verecek bir kalbin var olmasıdır. Bu şekilde her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini, kuvvetli arzularını karşılıklı olarak değiş tokuş yapsınlar. Ve lezzetlerde, zevklerde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de birbirlerine yardımcı olsunlar. Daha sonra ise bir misal verilir. Bir işte hayrette kalmış, şaşırmış bir kişi veya bir şeye dalarak tefekkür eden, düşünen adam zihnen de olsa ister ki birisi gelsin. O gelen kişi kendisiyle o hayreti ve o tefekkürü paylaşsın. Daha sonra ise “kadın kalbi” ile ilgili mükemmel bir tarif yapılır ve der ki: Kalplerin en yumuşağı-mülayimi, en şefkatlisi “kısm-ı sânî / ikinci kısım” ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhsal uyuşma ve kaynaşmayı tamamlayan, kalbe ait tanışıklık, sûrete ait ve dış görünüşle ilgili olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, kötü ahlâktan temiz ve saf / katıksız bulunması ve çirkin arızalardan uzak durmasıdır.

5. Kim Hayal Ettiği Gibi Bir Evlilik Yapabilmiş?!.

Evlilik, uzun soluklu bir koşudur. Ebedî refika-i hayat (hayat arkadaşı) bulma işidir.

Evlilik, imtihandır. Sıkıntı da hastalık da problem de olacaktır.

Evlilik kısa süren değil, uzun süren; 24 saatlik büyük bir imtihan sürecidir.

6. Evlilik Vakti Ne Zaman Gelmiş Olur; Bunu Nasıl Anlarız?

Hayat arkadaşlığı öyle kolay değildir. Hayat şartları zordur. Evlilik oruç gibi değildir ki; iftar olduğunda bitsin. 24 saat süren bir hayattır. Hatta hayatın tâ kendisidir.

Evliliğin ne zaman geldiğini anne-babalar hissetmelidirler; gözlem yapmalıdırlar. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“Üç şeyi geciktirmeyin. Vakti gelince namazı, hazır olunca cenazeyi ve denk birini bulunca evlendirmeyi.”(26)

Hadisten de anlaşılacağı üzere “geciktirilmemesi” gerekir evliliğin. Ve zamanı da “denk birini bulunca”dır. Tabi şartlar haiz, yani uygun bir halde ise.

Kadının da erkeğin de şehvânî ve nefsânî ihtiyaçları vardır. Evlilik onun için yemek, içmek, uyumak gibi bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın tatmin olmaması durumunda kişiler sıkıntıya girerler.

Evlilik vaktinin geldiğini anlamada ailelerin ve çevrelerinin iyice teşhis etmeleri gerekir.

7. Neden Evlilik Konusunda Acele Edilmeli?

Aileler öncelikle fizyolojik durumuna bakıyor ve “Askerlik yapmış mı?”, “Okulu bitmiş mi?”, “İyi bir mesleği var mı?” gibi soruları başa alıyor. Ve bunları evliliğin önüne bir engel olarak koyuyorlar. Hâlbuki Rahmet Peygamberi Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz;

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!”(27)

“Kim evlenirse imanın yarısını tamamlamış olur; kalan diğer yarısı hakkında ise Allah’tan korkun!”(28)

buyurmaktalardır.

Gençlerin evlenmelerine önayak olunmalıdır; engel olunmamalı, engeller kaldırılmalıdır.

“En faziletli şefaatlerden (teşvik edilen amellerden) biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.”(29)

hadis-i şerifi de bu noktaya bakmaktadır.

Cuma günleri camilerin yapım, onarım ve masrafları için para toplandığı gibi; evlenmek isteyen, ama maddî imkânı olmayan gençlerin evlendirilebilmeleri için de para toplanmalıdır. Bir gencin zinaya düşmemesi için yapılan faaliyet ve çaba, bu ahir zamanda diğer birçok teferruat-ı hayriyeden daha faziletlidir.

8. Bir Nidâ-i Peygamberî (asm): Evleniniz!

Fahr-i Kâinat Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz;

“Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim. Kimin maddî imkânı varsa, hemen evlensin. Kim maddî imkân bulamazsa, nâfile oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehvet kırıcıdır.”(30)

buyurur. Başka hadis-i şeriflerde de benzer ifadeler vardır.(31)

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de “evlenme” konusunda şöyle der;

“Evlenmeli. Bekârlık bîkârların kârıdır. Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivac, tasfiye tezhib eder.”(32)

Bu cümlenin kısaca şerh ve izahı şöyledir;

“Evlenmeli” diye söze başlanılır. Zaten birçok hadiste de bu şekilde tavsiye geçmektedir.

“Bekârlık bîkârların kârıdır.” cümlesinden kastedilen, “Bekârlık, geçimini temin edemeyen, yani kârı olmayanların kârıdır, işidir.”

“Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir.” cümlesinden kastedilen; bekâr hanımın fıtratının üçte ikisi kadındır. Geri kalan üçte biri ise erkektir, yani erkek gibidir.

“Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur.” cümlesinden kastedilen; bekâr bir erkeğin fıtratının üçte ikisi erkektir. Kalan üçte biri ise çocuktur, yani çocuk gibidir.

“İzdivac, tasfiye tezhib eder.” cümlesinden kastedilen ise; evlilik her iki boşluğu dolduran ve tamamlayan tek yoldur. Kadın, anne olmak ve mesuliyet yüklenmekle tam bir hanım gibi fıtrat kazanır. Erkek ise evlilik sayesinde kişiliğini tam oturtur, çocuksu hallerden kurtulur.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Yirmi Dördüncü Lem’a olan Tesettür Risalesi eserinde “evlilik” ve “nikâh” konusuna temas eden birçok yer vardır. İnşallah ileriki zamanlarda bu konu müstakil olarak ele alınır. Evli kadın için Bediüzzaman Hazretleri, “müdür-i dâhilî” yani iç işleri bakanı / müdürü ve “muhafaza memuru” yani koruma memuru tabirlerini kullanır.(33)

Rahmete’n-lil Alemîn Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde;

 “Kadın dört sebepten biri için nikâhlanır; malı, nesebi, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç ki hayır ve bereket göresin!”(34)

buyurmuştur. Bu hadis-i şerife mutabık olarak Bediüzzaman Hazretleri de şöyle demiştir;

“Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır.”(35)

İleride anne olacak kişilerin hâl, tutum ve davranışlarına dikkat etmeleri önemlidir. Nitekim “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir.”(36) Çünkü gelecek nesillerin mimarı, öğretmeni valideler, yani annelerdir.

9. Evliler ve Evlenecek Olanlara Birkaç Tavsiye

– Karşınızda bir insan olduğunu asla unutmayın.

– Eşinizin veya müstakbel eşinizi asla üzmeyin.

– Evliliğin aynı evi paylaşmaktan ziyade aynı yüreği paylaşmak olduğunu unutmayın.

– Hayatta şu üç seçimi dikkatli yapmalısınız. Bunlar; iş, eş ve dost seçimidir. Bu seçimlerde hata ederse bir kişi, hem dünyada hem de ahirette tehlikelere maruz kalır.

– Eşinizi cennet vesilesi olarak görün.

– Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in; “Kocası kendisinden razı olarak vefat eden kadın, cennete gider.”(37) hadîsinden hanım kardeşlerimizin birçok ders çıkarması gerekir.

– Erkekler de “Sahip olunan şeylerin en kıymetlisi; zikreden bir dil, şükreden bir kalp, kocasının imanına yardımcı olan sâliha bir eştir.”(38) hadis-i şerifi üzerinde düşünmeli, ders çıkarmalıdırlar.

“Saliha kadın”ın tarifini de Resûl-i Zîşan Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz şöyle yapmışlardır;

“Saliha kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını hem de namusunu muhafaza eder.”(39)

 Bu güzel tarif üzerine bize ne düşer ki?!.

10. Evlilik ve Cinsellik

Üzerinde durulması gereken konulardan birisi de “Evlilik ve Cinsellik” konusudur. “Dinî konuları öğrenmede, ayıp /utanma yoktur.” kaidesi, fıkıhta geçen bir kaidedir. Onun için bu bölümü dikkatlice okumakta fayda var.

Öncelikle çok ayrıntıya girmeyeceğiz. Konuyla ilgili ilmihallere, aile ile ilgili yazılan kitaplara ve mahremiyet bâblarına müracaat edebilirsiniz. Biz konuyu sadece yüzeysel ele alacağız.

Cinsellik denince akla sadece erkeklerin gelmesi yanlış bir durumdur. Çünkü kadında da cinsel arzu vardır. Bu konudaki yanlış algıları yıkmak gerekir.

Erkeğin de kadının da nefsî ve şehvânî istekleri vardır. Bu fıtrî bir durumdur.

Evlilik çift kanatlıdır. Bunun bir kanadında erkek, bir kanadında da kadın vardır. Onun için cinsel tatmin konusunda, her iki tarafın da ihtiyaçlarının giderilmesi gerekir.

Rabbimizin kitabında ve Resulü (asm)’nün de sünnetinde bu konular işlenmektedir. Ve ayıp değildir. Ayıp olsa idi en başta Allah’ın kitabında geçmez ve Allah Resûlü (asm) de ashabına anlatmazdı.

(Kur’ân-ı Kerîm camilere, mescidlere, dinî toplantılara ve dinî grupların toplandığı yerlere hasredilen bir kitap değildir. Ve asla da olmamalıdır. Kur’ân-ı Hakîm, hayatın her alanına inen bir kitab-ı mukaddestir. Hayat kitabıdır. Bizim her işimizi tanzim eder. Ticaretimizden, yatak odamıza ve oradan da devlet yönetimine kadar…)

Kur’ân-ı Mübîn’de; “Kadınlar sizin tarlanızdır.”(40) buyurulur. Buradan maksadın cinsî münasebet noktası olduğu herkesin malumudur. Tarlaya yapılacak ekinden maksat da açıktır. Kapalı bir şekilde ifade etmek gerekir ise; neslin devamının olacağı yerden, neslin devamı maksadıyla, şehvetinizi söndürmeye vesile olarak, ilişkiye girin denilmektedir. Ayrıntılı bilgi için ilgili âyetin tefsirine bakabilirsiniz.

Toplumda hayâ edilmesi gereken şeylerden hayâ etmeyip, öğrenmemiz gereken faydalı bilgilerden hayâ edip öğrenmemek, çekinmek; yaptığımız en büyük yanlışlardandır.

Yukarıda alıntı yaptığımız âyet-i kerîmeye, hadis-i şerifte şu kayıt düşülmüştür;

“Kadının üreme organından olmak şartıyla hangi şekilde olursa olsun…”(41)

Diğer önemli konu ise; pek de üzeri açılmayan ama burada yazmak mecburiyetinde kaldığımız bir konudur. O konu da “ters ilişki”dir. Diğer ismi ile “anal ilişki”. Konuyla ilgili şunun bilinmesi gerekir ki; kadına arka organdan / anüsten cinsel ilişkiye girmek, ne şekilde olursa olsun kesinlikle haramdır. Şayet kadın bu işe razı olursa, o da bu büyük günaha ortak olur. Eşler arası bile olsa anal ilişki, “livata” olarak adlandırılmış olup, İslâm dininde yasaklanmıştır. Konuyla ilgili hadislerde o fiili yapma halinde eşler için “lânete uğramıştır” ve “Allah, rahmet nazarıyla bakmaz.”(42) buyurulmuştur.

Yukarıda bahsi geçen hadislerde dübürden / anüsten cinsel ilişkiye girmenin haram olduğuna delil çıkmaktadır. Bu ilişkiye evli çiftler yaklaşmamalı, eğer yapmış iseler tövbe ve istiğfar etmelidirler. Evlenecek olan çiftler ise, bu konuda burada yazılanları akıllarından çıkarmamalıdırlar.

Şimdi de bir diğer konuya gelelim. Evli çiftler arasındaki “oral ilişki” mevzusuna. Ağız, cinsel ilişki için yaratılmamıştır. Başka işler için var edilmiştir. Oradan cinsel ilişkiye girmek, fıtrata aykırıdır. Hâlbuki İslâmiyet, “fıtrat dini”dir. Fıtratları bozulmamış olanlar bu tür bir ilişkiye asla girmezler.

İlişkiye hazırlık aşamasında çiftlere tavsiye; “karşısındakinin onurunu kırıcı durumda bulunmadan” bunu yapmalarıdır. Oral ilişkinin hükmü konusunda ihtilaf olsa da şu hadis-i şerif ile konuya netlik kazandırabiliriz:

 “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe etmediğini yap.”(43)

Bu bağlamda ismini zikretmeyeceğimiz, diğer ilişkiye hazırlık fiillerinin yapılması daha yerinde olur.

Cinsellik konusunda sonucu şu misalle bitirelim; perdenin amacı nasıl içeriyi göstermemek ise, mü’minin tavrı da mahremiyete riayet etmek olmalıdır.

14. Aşk ve Evlilik

Evlilik konusunda bir söylenecek birçok şey var. Şimdi ele alacağımız mevzu ise makalemizin son mevzusu olacaktır.

Unutmayın ki, evliliği ayakta tutan aşktan ziyade idare edebilme kabiliyetidir. Evi idare edebilme, eşlerin birbirini idare edebilmesi, çocukları idare edebilme, eşlerin hoşgörülü davranmaları, yeri geldiğinde alttan alabilme vesaire gibi tutum ve davranışlar evliliğin devamını sağlar.

Evler aşk ile değil, İslâmiyet ve nesli koruma ile yürür.

Tartışma olunca aşk gider, ama İslâmî şuur varsa evlilik ayakta kalır.

Evlilikler kuru kuruya aşk ile değil, iyi idare ve eşler arası saygı-sevgi ile devam eder.

Allah’ın kurduğu düzende ailede hem erkek hem de kadın sorumludur.

Aşk ile evliliğin yürümemesi demek evlilikte aşka gerek yoktur, demek değildir. Aşık olmadan asla evlenmeyin. Aşk çimentosu sizin evliliğinizde mutlaka bulunsun. Ama esas o olduğu zaman sıkıntılar çıkar. Çünkü kuru kuruya aşk bir şey ifade etmez.

“Ev hanımı” kelimesine Arapça’da “Rabbetü’l-Beyt” denir ve terbiye eden, düzenleyen, idare eden anlamlarına gelmektedir. Bu mananın da üzerinde derin bir şekilde düşünülmesi gerekmektedir.

Biraz uzun olan makalemiz elhamdullillah hitâma erdi. Niyâzımız, makaleden istifade edilmesi ve hiç olmazsa okuyan kişiye bir yol gösterebilmesidir. Amelimizde her dâim yalnızca “rıza-yı İlâhî”(44) vardır. Ve Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’in de buyurduğu gibi; “Hayırdan ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilmektedir.”(45) İnşallah umumî istifadeye medâr olur ve evlilik gibi derin ve mühim bir meselede, insanlara yardımcı olur.  Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn evlilere mutlu bir yaşam ve hayırlı evlatlar, gençlere ise evleneceği kişi ile mesut bir İslâmî yaşantı nasip eylesin. Âmîn.

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

Dipnotlar:

(1) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.143.
(2) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-2, s.41.
(3) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s.204.
(4) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Mâide Sûresi, 5. Âyet.
(5) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemât, s.20.
(6) bk. Buhârî, Nikâh, 3; Müslîm, Nikâh, 1.
(7) bk. Buhârî, Savm, 10.
(8) bk. Müslîm, Nikâh, 12.
(9) bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 19.
(10) bk. Müsned (Tertibü’l-Müsned), 16/154).
(11) bk. İslâm İlmihâli, Diyanet İşleri, İstihâre Namazı maddesi, s.223.
(12) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.31.
(13) bk. Buhârî, Nikâh, 111; Müslîm, Hacc, 424.
(14) bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tecrüme ve Şerhi, c.10, 17. Fasıl, Hadîs No: 3433.
(15) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s.220.
(16) bk. age., s.148.
(17) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(18) bk. Ali Tekin Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(19) bk. Ali Fikri Yavuz Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(20) bk. Hayrat Neşriyat Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(21) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Nur Sûresi, 26. Âyet.
(22) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s.262.
(23) bk. Kur’ân-ı Kerîm,  Şûrâ Sûresi, 38. Âyet.
(24) bk. Taberânî.
(25) bk. Bediüzzaman Said Nursî, İşârât-ül İ’caz, s. 217.
(26) bk. Tirmizî, Salât, 13/171.
(27) bk. Buhârî, 3:72.
(28) bk. Heysemî, 4, 252.
(29) bk. İbn-i Mâce, Nikâh, 49.
(30) bk. İbn-i Mâce, 1/1846.
(31) bk. Abdurrezzak, el-Musannef, 6, 173; Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 7, 131.
(32) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat Tulûat İşârât, s.116.
(33) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.240.
(34) bk. Buhârî, Nikâh, 15; Müslîm, Radâ, 53.
(35) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.238.
(36) bk. age., s.242.
(37) bk. Tirmizî, Radâ, 10; Bkz. İbn-i Mâce, Nikâh, 4.
(38) bk. Tirmizî, Tefsir, 9/9.
(39) bk. İbn-i Mâce, Nikâh, 5/1857.
(40) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi, 223. Âyet.
(41) bk. Müsned, 1, 268; Dârimî, Vudû, 113-114; İbn-i Mâce, Nikâh, 29.
(42) bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 45; Müsned, 1, 86; 2, 44; Tirmizî, Taharet, 102.
(43) bk. Buhârî, Büyü, 3; Tirmizî, Kıyâme, 60.
(44) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.193.
(45) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Nisa Sûresi, 127. Âyet.

 

www.NurNet.org

Hanımlar Rehberinde Hanımların Vazifeleri

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Telif Ettiği Hanımlar Rehberinden

Kadının Vazifeleri;
1-Kendini sevdirmek sf 49
2-Nefret ettirmemek sf 49
3-İstiskale maruz kalmamak sf49
4-Başkasının nazarını kendi mehasinine celbetmemek sf 52
5-Onu darıltmamak sf52
6-Kıskandırmamak sf52
7-Kendi mehasinini onun nazarına tahsis sf52
8-masum evlatlarınızla masumane sohbet sf 14
9-Muhabbetini ona hasretmesi sf 52
10-Bahtiyardır o kadın ki kocasının diyanetine bakıp ebedi arkadaşımı kaybetmeyelim diye takvaya girer sf 52
11-Kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz sf 53
12-Kocasını inhisar altına alamaz sf 55
13-Şefkat etmek
14-Acımak
15-Merhamet etmek sf 8
16-Sadakat
17-Emniyet sf 12
18-Hakiki ihlas ile hakiki bir fedakarlık taşıyan validelik sf 8
19-Hürmet ve merhamet ile birbirine mukabele etmek sf 11
20-Tam mütedeyyin olmak sf 11
21-Kocasının kusurunu ıslaha çalışmalı sf 12
22-Çarşaf altında saklanmak
23-Müdür-ü dahili
24-Kocasının bütün malına, evladına ve her şeyine muhafaza memuru
25-Daire-i meşruadaki keyfe iktifa sf 14
26-Kanaat

Hanımlar Rehberi Okumak için tıklayınız

www.NurNet.org

Şiddetin Kaynağı Erkeklik Değildir!

Şiddetin Kaynağı Erkeklik Değildir

Dünya iki yüzlülükte altın çağını yaşıyor. Hemen her alanda bir ikiyüzlülük almış başını gidiyor. Araştırmaların, bilimin bunca ilerlemesine, üniversite mezunlarının, akademisyenlerin bunca çoğalmasına karşın en önemli sosyal konular içerik olarak köydeki Dilber teyzenin seviyesini aşmıyor çoğunlukla.

Mesela şiddet mevzu. Tüm dünyada yükselen bir şiddet var fakat bu görmezden gelinerek, bilimsel çalışmalar hasır altı edilerek, sanki sadece kadına şiddet varmış gibi bir algı oluşturuluyor.

Ülkemiz üzerinden bakarsak,  2017 yılı içinde toplam 409 kadın öldürülmüş bunun yanında 1778 de erkek öldürülmüş. Toplam cinayet sayısında 2018 verilerini bulamadım. Yazdığınızda sadece kadın sayıları çıkıyor. Çünkü öldürülen erkekler çocuklar hiç gündemimizde değil. Sanki çocuk ve erkekler insan değil, öldürülmeleri hiç problem değilmiş gibi hareket ediliyor. Kadına şiddetten başka şiddet yokmuş gibi bir algı oluşturuluyor. Oysa şiddet genel olarak her yıl hızla artıyor fakat sadece kadına şiddete odaklanıldığı için işe yarayacak çözümler de üretilmiyor.

Kadına şiddet konusununda da bilimsel çalışmalar yapılsa o da yok. Şiddetin sebebi nedir sonuçları nedir, nasıl azaltılır, pek kimsenin umurunda değil.

“Erkek saldırgan- Kadın kurban” Suçlu bulunmuş ne de olsa.

Her ne kadar bilimsel olmasa da çözümü de bulmuşlar kendilerine göre. Çözüm: Cinsiyet eşitliği. “Kadına şiddeti bitirmek için erkekliği bitirmemiz lazım” dediler ve erkekliğe savaş açıldı.

En basitinden bir örnek vereceğim. Önceki yıl İstanbul’da Ayşegül isminde bir öğretmeni boşanma safhasındaki eşi önce kayınvalidesini sonra Ayşegül öğretmeni öldürdü.

Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk twitter hesabından okul geçidinde karşıdan karşıya geçerken erkeğin önde  göründüğü bir trafik görsel ile beraber mesaj yayınlamıştı. Mesaj şöyleydi:

“Bu levhalar gibi daha pek çok şey cinsiyet eşitsizliğinde toplumsal bir bilinçaltı oluşturuyor. Bu algının önüne geçebildiğimiz, kız çocuklarına verilmesi gereken önemi önce eve, sonra okul sıralarına, devamında da hayatın tamamına taşıyabildiğimiz, bütün bir toplum yek avaz ‘Şiddete son’ diyebildiğimiz zaman, o zaman Ayşegül öğretmenin hatırasına daha güçlü sahip çıkacağız. Bunları cesurca yapabilmemiz için bize gayret, Ayşegül öğretmene Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum.”

Bakan Selçuk, bir erkek bir kadın figürünün olduğu levhayı “erkek önde kadın arkada bu değer vermemek” diye yorumlamış. Oysa bu görsel çocuğunu karşıya geçiren bir baba kız olarak algılanmaya daha müsait, sonuçta okul geçidi ve erkek büyük görünüyor. Bakan Selçuk bunu kendince yorumlamış ve böyle söylemiş. Velev ki biri mecbur olarak önde görünecekse o zaman kadın önde olduğunda şiddet mi bitecek? Bunun da çaresini bulmuşlar. Değişen görselde kız önde arkasında kadın mı erkek mi belli olmayan bir figür var.

Ayşegül öğretmenin öldürülme sebebi ülkemizde cinsiyet eşitsizliği olmamasından kaynaklanıyormuş. Bakan Selçuk erkeğin ayrılma aşamasındaki kadını öldürmesini kadına değer vermemeye bağlamış. Cinsiyet eşitliği olsaymış bu cinayetler olmayacakmış. Ne kadar yüzeysel bir yorum. Hem de Milli Eğitim bakanından. “Suçlu erkeklik” Çözüm erkekliği azaltıp erkekleri kadınlaştırmak.

ETCEP projesi ile okullardan uygulanan cinsiyet eşitliği çalışmalarını bir hatırlayalım. Cinsiyeti yok sayan, kadın erkek rollerini ortadan kaldıran, cinsiyetini kendin seç, eğitimleri ile mi yoksa “Erkekler de pembe giyer” “Kız işi erkek işi yoktur” gibi pankartlar ile mi, yoksa küçük kızların eline “Çocuk da yaparım kariyer de” pankartı, erkek çocuklarının eline “Aslan parçası değilim” yazıları ve erkek çocuklarına “Herkes rahmi kadar konuşsun” gibi kızların içinde utandıracak, edep dışı pankartlar taşıtarak ve rahmi olmadığı için erkekleri aşağılayarak mı erkeklere kadına değer vermeyi öğreteceklermiş. Buna kargalar bile güler.

Bu çalışmalarla ancak kız çocuklarını erkeklere karşı düşman edersiniz, erkek çocuklarını da aşağılayarak cinsiyetinden utandırıp psikolojisini bozarsınız. LGBT nin de önünü açarsınız.

Ayşegül öğretmenlerin öldürülmemeleri cinsiyet eşitliği eğitimine kaldıysa işimiz yaş demektir. İnsana değer vermek böyle öğretilemez. Önce bu sığlıktan kurtulmak lazım.

Ortada bir sonuç varsa o sonucu oluşturan sebepler de vardır. Sebepleri değiştirmeden sonucu değiştiremezsiniz. Sebep ne olursa olsun hiç kimsenin birbirini öldürme hakkı yoktur. Bu ayrı bir konu. Cinayetin sebebini görmek, katile hak vermek değildir. Başka cinayetler olmasın diye alınabilecek tedbirler açısından gereklidir.

Mesela bu olayda ortada iki yıldan beni boşanamayan ayrı yaşayan bir karı-koca var. Bir büyük, bir de iki yıl önce ayrılık aşamasında doğmuş bir çocuk var ve baba tam da kadını çocuğun doğum gününden önce öldürmüş. Bu baba iki yıl boyunca çocuklarını görebilmiş mi? Neden önce kayınvalidesini öldürdü? Neden boşanamamışlar. Kadın istediğinde hakimler çok çabuk boşuyor. Nafaka davaları mı oldu şiddetli.

Bunları hiçbiri öldürmesini haklı çıkaramaz. Fakat bunları yok da sayamayız. Belki de bunların hiç biri değildi kocası psikopattı. Sebep her şey olabilir fakat erkekliği sebep göstererek cinsiyetçilik yapamazsınız. Bu bütün erkeklere hakaret olur, erkekleri aşağılamak olur.

Biz sebepleri görelim, çözüm üretilsin. Kanunların adaletsizliği yüzünden beş yıl, on yıl boşanamayan yeni bir hayat kuramayan insanlar var. Yıllarca çocuğunun hasreti ile yanan babalar var. Nafakasını ödediği evladının yüzünü unutmuş. Üzüntüden psikolojisi bozulmuş. Neredeyse bütün cinayetler boşanma aşamasında oluyor fakat çoğu kişi “erkekler boşanmayı kabullenemiyorlar” sığlığından öte geçemiyor.

Sen kanunlar vasıtası ile erkeği evden at, nafakaya mecbur kıl, çocuğunu görmek için haczetmek zorunda kalsın, bazıları hacizle bile göremiyor, malının mülkünün yarısını cebren al, erkeğe her türlü sosyal, psikolojik şiddeti uygula, sonra erkek de cinnet geçirip boşanamadığı kadına şiddet uygularsa “şiddetin sebebi erkeklikten” deyip çık.

Ayrıca şiddet konusunda uzmanlar yüzde seksen alkol ya da uyuşturucu etkisi var diyorlar fakat nedense alkol dile getirilmiyor, erkekliği suçlamak daha çok işine geliyor birilerinin.

Şiddeti azaltmak için cinsiyet eşitliği uygulaması şiddeti gerçekten azaltıyor mu? Araştırma yapsınlar, verileri açıklasınlar, sonuçlarını görelim. Var mı ülkemizde bu konuda bir araştırma, yok. Herhalde kendi kafalarında şöyle bir mantık kuruyorlar. Erkekleri “Ay şekerim manikürüm geldi…” diyecek kıvama getirirsek şiddet biter. Oysa öyle bir durumda şiddet azalmaz sadece yön değiştirir. Cinsiyet eşitliği neticesi eşcinsellik artacağı için şiddet kadın-kadına ve erkek erkeği şeklinde yön değiştirecektir.

Şiddet erkekliğin sonucu değildir. Sadece erkekte fiziki güç, kadından daha fazla olduğu için erkeğin uyguladığı şiddet göze görünüyor. Kadınlar da erkekler kadar şiddet uygularlar fakat farklı yöntemlerle. Kadın gücü yetmeyeceği kişiyi öldürmeye çalışmaz, öldürtür, gücü yettiğini öldürür. Kaza süsü vermek, zehirlemek gibi yöntemlerle hiç açığa çıkmayan ya da yıllar sonra açığa çıkan cinayetler var.

Kadın gücü yettiğine de kendi gücünü gösterir. Mesela çocuk cinayetlerinde annelerin sayısı babalardan üç kat daha fazla resmi verilere göre. Bakıcı dehşetleri, gelin kayınvalide şiddeti, üvey çocuğa uygulanan şiddet…

Erkeği aşağılayarak, kadınlaştırarak gücünü elinden alarak, şiddeti bitiremezsiniz. Şiddet erkekliğin de kadınlığın da neticesi değildir.

Şiddetin cinsiyeti, kadını-erkeği yoktur. Erkeğin fiziki güce sahip olması, koruma ve kollama güdüleri ile cesaretli olması, vatanı korumak için savaşması, onu şiddet yanlısı yapmaz tam aksi korumacı yapar. Babalar, kocalar, oğullar, kardeşler, ağabeyler şiddet yanlısı ilan edildi.

Güç, şiddetin sebebi değildir, şiddetin sebebi gücü yanlış kullanmaktır. Şiddetin, başta  ahlak, maneviyat ve merhamet eğitimi eksikliği olmak üzere pek çok iç sebepleri ve ekonomik sıkıntılar, alkol ve şiddetin özendirilmesi gibi dış etkenleri vardır.

Şiddet uygulayan erkekler, erkek olduğu için ya da kadına değer vermediği için şiddet uyguluyor değil. Şiddet yükselmişse bunun araştırılması ve çözüm üretilmesi gerekir.

Şiddet erkekliğin neticesidir demek, Yaratıcı’ya iftira olur. O halde Allah (c.c) erkeği kadına zulmetsin diye şiddet yanlısı mı yaratmış? Hayır.

Âyet-i kerimede bildirildiği gibi:  “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır, velileridir.” birbirlerini korurlar.

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir Peygamberin ümmeti olarak dinimizi çocuklarımıza ahlaki yapıları ile doğru öğretsek, şiddet diye bir problemimiz olmaz.

Şiddeti yaygınlaştıran medya, dizi ve filmler denetim altında olsa tam aksi sevgiyi, merhameti çocuklara gençlere aşılayabilsek şiddet ciddi şekilde azalır.

Adaletsiz kanunlar, diziler, filmler, alkol gibi şiddeti artıracak her yol açık, toplumda şiddet yükselmiş bizim bulduğumuz yol ise erkekleri günah keçisi ilan edip psikolojik şiddet uygulayarak erkekliği bitirmek. Hadi dini göz ardı ediyorsunuz bari biraz bilimsel çalışın. Tuttuğunuz yolun bir dayanağı olsun. Araştırma sonuçlarını ve neticelerini görelim.

Mesela şiddetin kaynağının erkeklik olduğu üzerine kurgulanıp yazılan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 ile kadına şiddet bitecek dendi; fakat şiddet hiç olmadığı kadar arttı. Öldürülen kadın sayısı senede 120 lerden 500 lere çıktı.

Şiddetin arttığı açık şekilde görüldüğü halde, şiddet üzerinden kesesini fonlayanlar İstanbul Sözleşmesini savunuyorlar utanmadan. Bir kanun sonrası şiddet artmışsa ve birileri bunu savunuyorsa o kişiler şiddetten besleniyorlardır. Cinayetleri artırdığı halde İstanbul Sözleşmesini savunanlar kadın kanından beslenen sülüklerdir.

AB ye girmek için ya da feministlerin ve yardakçılarının keyfi olacak diye kadını erkeği birbirine düşman eden İstanbul Sözleşmesi ve 6284 devam edemez, acilen iptal edilmeli, daha fazla kadın öldürülmeden.

Milli Eğitimin ETCEP projesi ile ilgili yazım ve görsellerin linki

http://www.cocukaile.net/etcp-projesi-ve-milli-egitim/

Aşağıda da Milli Eğitim Bakanının yayınladığı mesaj, öncesi ve sonrası değişen trafik görseli.

Kaynak: http://www.cocukaile.net

www.NurNet.org

Başörtülü Diktatörlerin Kur’an Karşıtı Çalışmaları

Başörtülü Diktatörlerin Kur’an Karşıtı Çalışmaları

İslam düşmanları yıllardan beri İslam’a aile üzerinden saldırmışlardır. “İslam kadına değer vermiyor…” gibi söylemler maalesef ki bazı Müslümanlar üzerinde etkisi gösterdi.

Bir de 28 şubat süreci yaşadı ülkemiz. Müslümanlarının bir kısmı yıllardan beri içinden çıkamadığı bir aşağılık kompleksi yaşıyor. Sanki memleket kendilerininmiş gibi ağzı köpüklü, ayyaş din düşmanlarının: “Arabistan’a gidin…” naraları Müslüman memleketinden Müslümanları kovma çabaları psikolojik olarak Müslümanlar üzerinde bir aşağılık kompleksi oluşturdu maalesef ki.

28 şubat sürecinden sonra gerek erkekler de gerek kadınlar da bir modern görünme “Aman biz sizin zannettiğiniz gibi değiliz, biz de çok moderniz…” bizi sevin, yaltaklanmaları onlara benzemek için verilen tavizler neticesi din düşmanlarının nefreti artırırken, tavizkar Müslümanları ise dinlerinin karşıtı davaları savunur hale getirdi.

Eskiden din düşmanlarından duyduğumuz sözleri artık dindar olma iddiasındaki kişilerden duymaya başladık. Dininden utanan kadınlar arttı.

Artık din düşmanlarının savunduğu davaları başörtülü kadınlar savunuyor hem de dernekleşerek, sistemli bir şekilde. Ve bu kadınlar Müslümanlara, din karşıtlarından daha fazla zarar veriyorlar. Başörtü üzerinden aşağılanan kadınlar, birikmiş öfkelerini erkeklere çevirdiler ve feminist oldular. Tabii feministlerin devlet ve Avrupa fonundan beslenmeleri ise işin duygusal boyutu (!)

Sistemleşen, çoğunluğu başörtülü kadınlardan oluşan siyasette de etkili olan dernek KADEM dir. KADEM kurulduğu günden beri “kadın hakları” adı altında feminizme hizmet eden, Ak Parti”ye yakınlığı ile bilinen fakat din düşmanı, PKK lı feminist kadınlardan daha fazla ülkeye zarar veren bir dernek oldu.

KADEM kadınları, sırtlarını siyasi iktidara dayayıp, erkekleri ayılardan, kurtlardan vahşi hayvanlardan daha aşağı gösteren videolar yaptırıp yayınladılar.

KADEM nedense aile kurumuna zarar veren bütün projeleri ve kanunları destekliyor. Eşcinselliğin yayılmasına ve aile kurumundan kadını alıp tanrılaştıran İstanbul sözleşmesini ve 6284 ü de destekliyor. Pek çok mağduriyete sebep olan, dinen de haram olan eski eşe süresiz nafakayı savunuyorlar.

Genç evliliğe karşılar ve genç evlenen kocaların hapis cezası almaları için çalışma yapıyorlar. Geçen yıllarda 18 yaş altı genç evlilik yapanların hapisteki eşlerine yapılacak affı son akşam durdurdular. Binlerce kadın ve çocuk onların sebebi ile perişan, göz yaşı döküyorlar, yatıp kalkıp onlara beddua ediyorlar. Mazlumun bedduasından da korkmuyorlar.

Neymiş KADEM kadınlara erken evliliğe karşılarmış. Neye dayanarak karşısınız? İnandığınızı söylediğiniz dininiz mi yasaklamış? Ninelerimiz dedeleriniz hep on beş on altı yaşında evlenmişler. Şimdi ne olacak onların hali. Ellerinden gelse onları da mezardan çıkarıp hapse atarlar. Atalarımızın hepsi 18 yaş altında evlendi diye cinsel istismarcı onlara göre.

Kısacası KADEM her konuda açıkça din düşmanı kadın dernekleri ile yarışıyor, “biz sizden daha fazlasını yapabiliriz” diye. KADEM de aktif çalışan bir avukat hanımla bir yerde karşılaştık. “Sizin Mor Çatı gibi derneklerden ne farkınız var?” diye sordum. “Olur mu canım bizi onlarla mı kıyaslıyorsunuz, çok farkımız var.” dedi. “Mesela” dedim. “Biz kurumsalız” dedi ve başka da bir fark bulamadı. Oysa KADEM in onlardan en büyük farkı siyasi bir desteği olması, kanunlar üzerinde belirleyici olmaları.

Nafaka mağdurları Adalet Bakanlığı’na gittiklerinde, bakanlık yetkilileri açıkça “Gidin KADEM i ikna edin gelin, istediğiniz kanunu çıkaralım.” demişler. Yani bakmayın memleketi erkekler yönetiyormuş gibi göründüğüne, memleketi Kösem Sultanlar, dişi diktatörler yönetiyor aslında. Bir taraftan da ülkenin sonunu hazırlıyorlar.

Nafaka mağdurlar kaç kez güç bela KADEM den randevu alıp birkaç görüşmeye gittiler, dertlerini anlattılar, Adalet Bakanlığı’ndan öyle cevap alınca. “Boşa gidiyorsunuz onlardan bir şey çıkmaz.” dedim ve dediğim gibi de oldu.

Zira KADEM her halükarda haksız da olsa kadının yanındalar. Gerçi süresiz nafaka yüzünden ikinci evliliklerin yapan erkeklerin yeni eşleri de nafaka konusundan mağdurlar fakat o kadınlar ve genç evli kadınların mağduriyetleri, gözyaşları KADEM kadınlarını pek ilgilendirmiyor. Onlar lüks binalarında, şık salonlarda, cici kıyafetleri ile devleti yönlendirecek daha doğrusu mecbur bırakacak çalıştay yapma derdindeler.

Şimdiler de MHP nin teklifi ile nafakanın bir yıldan beş yıla indirilmesi meselesi konuşuluyor. Ki bu bile yeterince adaletli değil.

Erkek zaten çocuğu varsa boşandıktan sonra çocuğuna nafaka vermek zorunda fakat eski eşine ayrıca nafaka vermek zorunda değil. Hele bir de çocuğu olmayan için bir gün de evli kalsa yıllarca eski karısına nafaka ödeyenler var. Ödeyecek durumu olmayanlar hapse giriyor. Sonraki evlilikleri zarar görüyor.

Süresiz nafakaya süre getirilmesi konuşulmaya başlayınca din karşıtı feminist kadın dernekleri hemen itirazlara başladılar açıklamalar yapıyorlar. “Nafaka kadının hakkı…” diye. Çok ilginç bir söz. Bir kadının eli nasıl eski kocasının cebinde olabilir ve bunu hak olarak görebilir. Erkek de madem boşandıktan sonra eski karı-kocanın hakları devam ediyor deyip o da başka haklar peşine düşerse ne olacak o da erkeğin mi hakkı olacak.

Din karşıtı feministler fikir beyan ederler de başörtülü feministler geri kalır mı?  Onlar da hemen karşı çıktılar nafakaya süre getirilmesine. KADEM bir açıklama yaptı. Eski eşe çocuk da olmasa nafaka süresiz devam etmeliymiş de hakimler duruma göre karar vermelilermiş. Eğer bu olamayacaksa en kısa evlilikte bir gün de olsa erkek en az iki yıl en çok on yıl nafaka ödemeliymiş.

Mesela kadın bir ay sonra “ben evlilik hayatına adapte olamadım” deyip gitse, erkek düğün borçlarının üstüne bir de iki yıl kadına nafaka vermeliymiş. Bu ne kadar insafsız bir şey. Sadece kadın düşünülüyor erkek ne yaparsa yapsın, yoksa da hapse girsin. Kadınlar ne ara bu kadar vicdansız oldular.

KADEM uzun süren evliliklerde de evlilik yılı kadar nafaka ödenmesini uygun görmüş. “Nafaka olmazsa kadın yoksulluğa düşermiş.” İyi de bu kadının geliri yoksa kendi ailesi yok mu? Bir kadına bakmak ona el olmuş eski kocaya mı düşer, yoksa kendi ailesine mi? Bu kadın evlenmeseydi ailesi onu kapıya mı koyacaktı. Kadının çocuğu varsa zaten baba ona nafaka ödeyecek, kadına neden ödesin? Ayrıca çalıştığı halde nafaka alan binlerce kadın var, onu hiç konuşmuyorlar.

KADEM güya kadınlara merhamet ediyor. Oysa kimse Allah’tan daha merhametli değildir. Dinimiz bu konuda ne diyor. Kur’n-ı Kerim de açık ve net olarak belirtilmiş. Boşanma sonrası iddet müddeti denen kadının başkası ile evlenmesi haram olan sürede erkek kadının geçimini sağlamak zorundadır. Bu da üç kez adet olup bitimine kadardır. Bundan sonra artık karı koca birbirine eldir. Kadın gidip başkasıyla evlenebilir. Evlenmese de kadının nafakasını eksi koca değil kendi ailesi o da yoksa devlet üstlenir.

KADEM ve benzeri dernekler eğer gerçekten bir işi yapmak istiyorlarsa çocukları için nafaka alamayan yüzlerce kadın var, boşanma sonrası çocuklarının bütün ihtiyacını karşılamaya çalışan. O kadınların çocuklarının haklarını savunsunlar. Baba geliri nispetinde boşanma sonrası çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak zorunda. On beş bin maaş alıp önceki evliliğinden olan çocuklarına doğru düzgün bakmayan, onları perişan eden babalar duyuyoruz, o çocukların kanuni haklarının peşine düşsünler.

Çocuğunu babasına göstermeyen, yabancılaştıran ebeveynlerin kanuni ceza almalarını, ülkenin en büyük utancı çocuk haczinin kalkmasını sağlasınlar, gerçekten hayırlı bir iş yapmak istiyorlarsa.

KADEM in başörtülü kadınları toplaşmışlar Allah’tan daha iyi bildiklerine karar vermişler ve Kur’an-ı Kerimin karşısında kendi görüşlerini daha iyi görüp çözüm önerisi olarak sunmuşlar.

“Çözüm önerisi” adına bakıp aldanmayın aslında devlete bir kadın dayatması bu. Kadınlara karşı zaafı olan erkek siyasetçileri ve kadın baskısından korkan, korkak siyasetçileri de düşündüğümüzde KADEM in teklifi dikkate alınacaktır. Allah’tan razı olmayan kadınların nefsani isteklerini karşılayacak, Allah’tan çok daha fazla kadınlardan korkan siyasilerimiz olduğu müddetçe işimiz zor.

Bakalım bu dişi diktatörler karşısında MHP nin teklifi ne kadar dikkate alınacak. Ki MHP nin teklifi de nafaka süresi olarak çok fazla onu da desteklemiyoruz, nafaka üç ay eğer bunu yapamıyorlarsa süresiz olmadan önce yıllarca uygulandığı gibi bir yıl olabilir.

KADEM beş yılı az bulmuş. Bakalım kim kazanacak. Açıkçası kadın diktatörler karşısında erkeklerin pek şansı olduğunu düşünmüyorum.

Yine başörtülü kadınların yıllardır faaliyet gösterdiği HAZAR derneği var. KADEM in bir başka modeli. “Kadının insan haklarını” savunuyorlarmış. Ne saçma bir cümle. İnsanın insan hakkı vardır, cinsiyet üzerinden yaparsanız bölücü olursunuz. Kadının insan hakkı var da erkeğin hayvan hakkı mı var! Gerçi şu sıralar ülkemizde erkeklerin hakkı hayvanlar kadar da yok. İnsan hakkı peşindeyseniz cinsiyetçilik yapmayın mağdurun yanında olun.

Onlar da yememiş içmemiş günahımızı daha nasıl artırırız, nasıl Allah’a savaş açarız, diye düşünmüşler, Kur’an âyetlerinin tam aksi nafaka konusunda düşüncelerini geçen hafta Aile Bakanlığı’na sundular. Nafaka mağdurlarının yüzüne bakmayan bakanlık yetkilileri bunları kapılarda karşılıyorlar.

Siz inandığınızı iddia ettiğiniz dinin, kitabının aksini nasıl savunursunuz? İnsan Kur’an-ı Kerim’deki bir emri yapamaz bu kendi bireysel günahı olur. Fakat Allah’ın âyetinin aksini iddia edersen ve bunun için de mücadele edersen Allah’a savaş açarsın. Allah’tan razı olmayan kadınların aşağılık komplekslerinin cezasını mazlumlar çekmek zorunda değil.

Bu kuruluşların çatısı altında olan herkes mazlumların bedduasına ve bu günahlara ortaktır.

Velhasıl ülkemiz son yıllarda bu başörtülü diktatörlerden çektiğini dinsiz feministlerden çekmedi. Din ve devlet düşmanı feministler bugün bu kadar şımardılarsa sebebi hükumetin yanlış aile politikaları ve bunlara destek olan başörtülü feministlerdir.

Sema Maraşlı

Konu ile ilgili linkler:

İslamın nafaka ile ilgili hükmü:

http://www.cocukaile.net/islamda-nafakanin-hukumleri/

Nafaka konusunda başörtülü ve din düşmanı derneklerin görüşlerine bakın arada bir fark yok hatta başörtülüler Allah’ın haram kıldığını daha canla başla savunmuşlar.

KADEM in açıklaması:
http://kadem.org.tr/nafaka-tartismalarina-iliskin-hukuki-degerlendirme/

HAZAR DERNEĞİ’ nin açıklaması:
https://www.posta.com.tr/amp/hazar-derneginden-suresiz-yoksulluk-nafakasi-degerlendirme-raporu-2098015?__twitter_impression=true

MOR ÇATI’nın açıklaması:
https://www.morcati.org.tr/tr/474-kadinlarin-nafaka-hakkina-dokunmayin

Aralarında fark görebiliyor musunuz?

Sema Maraşlı

Kaynak: www.cocukaile.net

www.NurNet.org

Haram Yiyenin Basireti Kapanır

Haram Yiyenin Basireti Kapanır

“Haram yemek” deyince aklımıza faiz, kumar kazancı ya da hırsızlık gibi belli başlı şeyler geliyor. Oysa haram yemek sadece bunlardan ibaret değildir. Haksızlıkla elde edilen her mal haramdır. Meyvenin iyisini üste, bozulmuşunu alta saklayıp satmak da haramdır.

“Bizi aldatan bizden değildir.” diyen bir Peygamberin dinine mensubuz. Fakat küçük büyük o kadar sahtekarlık haberleri duyuyoruz ki Müslüman bir ülkeye hiç yakışmıyor. Büyük bir ahlaki bozulma yaşıyoruz.

Hakkın da haramın da sınırlarını Allah (c.c) belirlemiştir. Haram yiyen dünya ve ahirette iflah olmaz. Müslümanı haram yemek kadar bozan bir şey yoktur. Haramın içinde başkasının hakkı vardır. Haram yemek de hırsızlığın bir çeşididir. Haram yiyenin basireti kapanır, gözünün önünde en basit gerçekleri görmez olur, yere çakılana kadar gider. Haram yiyen vicdanının sesini duyamaz, merhametini kaybeder. Maalesef buna günümüzde çok şahit oluyoruz.

Haram konusu çok geniş bir mevzu. Bu yazının konusu özellikle gözden kaçan haramlardan miras ile ilgili olacak. Eskiden biri ölünce hemen hocaya, müftüye gidilir miras taksimi onların fetvaları ile yapılırdı fakat maalesef ki artık çoğunluk beşeri kanunlara göre miras alıyor. Dini dikkate almayanlardan bahsetmiyorum. Tam aksi dindar olma iddiasında olanlar arasında konu para mal mülk olunca maalesef ki din ve dünya ayrılıp hemen laikliğe bağlantı yapılabiliyor.

Miras ilmine “Ferâiz”deniyor. Bunun sebebi Nisa süresi 11. âyet-i kerimede: “Bu hisseler Allah’tan birer farîzadır” buyrulmasındandır. Fariza feraizin tekili “farz, takdir ve tayin edilmiş olan, belirli pay, hisse” anlamındadır.

Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Ferâiz öğrenin ve öğretin, çünkü ferâiz ilmin yarısı olup unutulacaktır. Ümmetimden çekilip alınacak ilk ilim de odur.”

“Günümüzde İslam hükümleri uygulanmadığı için miras, nafaka gibi konularda mevcut kanunlara uyulabilir ve kanuna göre hisse alınabilir.” gibi sözleri kendini dindar diye tanımlayan kişiler söylüyorlar. Hatta ilahiyatçılardan söyleyenler var.

Öncelikle sormak lazım ki bu fetvayı hangi âyet-i kerimeden ya da hadisi şeriflerden çıkarmışlar. Devletin izin verdiği helal olacaksa o zaman bu kafayla bakarsak faiz de alınabilir, şans oyunları denen kumar da oynanabilir. Bunların hepsi devletin izin verdiği şeyler.

Devletin kanunları ile Allah’ın kanunları çatıştığında biz kendi özel yaşamımızda hangisini seçeceğiz? Eğer beşer kanunlarını seçiyorsan Allah’ın kanunlarının hükümlerinin kalktığını da içsel olarak kabul etmişsin demektir. İslam’a göre yediğin haramdır, kendin uydurduğun dine göre bunu helal sayabilirsin bununla da sadece kendini kandırabilirsin.

Bir de değişen günümüz şartlarına göre Kur’an-ı Kerim’deki miras paylaşımının bu çağa uymadığı değişen şartlar yüzünden kanunlara göre mal paylaşımı ya da boşanma sonrası nafaka alınabileceğini savunan kişiler var. Bunu savunanlar da din karşıtı insanlar değil, tam aksi görünüşte dindar gibi görünen kişiler. Kur’an-ı Kerim bir tarih kitabı değildir, ilahi bir kitaptır ve kıyamete kadar bakidir, içindeki hükümler de kıyamete kadar geçerlidir. Hükümleri açık âyetlerin üzerine bir Müslüman söz söyleyemez. Miras ve nafaka hükümleri son derece açık ayetlerdir.

Bir de “İslam mantık dinidir, bunu benim mantığım almıyor” diyenler ve kendi mantığına göre ayetlerin açıklamasını yapanlar var. Öncelikle “mantığım almıyor” dediği şey “işime gelmiyor nefsim kabul etmiyor” demektir. Bir ilahiyatta hoca öğrencilere demiş ki “Bir erkek öldüğünde önce mirasının yarısı karısına verilmeli, kalan yarısı da çocuklarına paylaştırılmalı.” Bu bazı kız öğrencilere mantıklı gelmiş.

İslam akla dayanan bir mantık dini değildir. İslam kalbe dayanan bir mantık dinidir. “Akletmez misiniz?” sorusu aynı zamanda kalbe de hitaptır. İslam da akıl ile açıklayamayacağımız pek çok şey vardır. Akıl nakıstır, sınırları dardır. İslam gönül dinidir, teslimiyet dinidir. İslam gönülden kabul edildiğinde akıl da nasiplenir. Akıl ile kabul etmeye çalışanların gönlü kör kalır.

Günümüzde başörtülü kadınlar arasında gizli feminizm yaygınlaştı. Feminizm belasına tutulmuş olan kadınlar ve onların şakşakçısı erkekler miras âyetlerinde erkeklere iki, kadınlara tek hisse olmasını kabul edemiyorlar, boşanma sonrası üç aydan fazla nafaka olmamasını kabul edemiyorlar ve bu zehirli fikirleri onları bazı âyetleri dolaylı olarak inkara kadar sürükleyebiliyor. Heva ve hevesini ilah edinmekten ve şirke düşmekten Allah (c.c) cümlemizi korusun.

Kendine fetva uydurup bilerek haram yiyenler dışında bir de eksik bilgiden dolayı haram yiyenler var. Cahilliğinden dolayı haram yiyen de dinini iyi öğrenmediği için ayrıca vebaldedir fakat ülkemizde din işlerinden sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığı da halkı yeterince bilgilendirmediği için vebaldedir.

Miras konusunda en çok yapılan hatalar, haram ya da harama kapı açan yanlışları konuyu bilmeyenlere hatırlatma babında yazmak istedim.

1-Mirasın hemen paylaşılmaması. Çokça yapılan bir hata; baba ölüyor anne diyor ki “Ben ölene kadar mirası paylaşmayın böyle dursun ben ölünce ikimizinkini bir paylaşırsınız” Anne mirası kendi kontrolünde tutup istediği gibi hareket ediyor. Kocasının mirasını istediği gibi kullanıyor hatta bir evladına daha çok vererek onun haram yemesine de sebep olabiliyor. Annenin mirası bekletme hakkı yok, yaptığı da haramdır. Böyle yaparsa hem kendi haram yemiş olur hem de evlatlarına haram yedirmiş olur.

2-Miras hukukunun inceliklerinin bilinmiyor olması. “Dini hükümlere göre paylaşıyoruz” diyenlerin payda erkeğe iki, kıza bir alanların bile dikkat etmedikleri hususlar oluyor. Miras; ölenin eşi ve çocukları arasında paylaşılıyor. Oysa İslam’da miras konusu böyle çekirdek aileye göre planlanmamış. Ölenin anne-babasına da miras düşüyor. Hatta babası ve oğlu yoksa dayıya ve amcaya da miras düşüyor.

Anne-babanın durumu iyi olur gönlüyle istemez o başka fakat istiyorsa zengin de olsa anne-babaya ölenin mirası verilmelidir.

Rabbimiz pay sahiplerini Kur’an-ı kerimde tek tek açıklamış. Miras ayetlerinin okunması ve anlaşılmayan hususların işin ehli hocalara ya da müftüye sorulması gerekir.

Miras âyetlerinde vasiyet ve borçtan sonra mirasın paylaşılacağı da vurgulanıyor. Malın üçte birini geçmemek üzere vasiyet bırakılabiliyor. Bu konular da pek bilinip uygulanmıyor.

3-Haramla hayır yapılmasını tavsiye edenlerin olması. Mesela kişi erkek kardeşine kırgın “malını kanunlara göre al, dinen ona düşen payı sadaka ver” ya da boşanma sonrası nafaka konusunda duyuyoruz “Sen eski kocadan al tazminatı, nafakayı içine sinmiyorsa sadaka ver” diyenler oluyor. Ya da “nafaka haram ama tazminat helal” diyenler oluyormuş. Bu fetvaları söyleyenler aldıkları sahih kaynakları da bir açıklasalar fakat kaynakları olmadığı için açıklayamıyorlar.

Haramdan hayır yapılmaz. Yapsan da hayrın sevabı olmaz bir de kendin yemiş gibi günahını üstlenirsin. Bir de Allah’ın açık hükümleri karşısında fetva uydurmaktan büyük günaha girersin.

Allah’u Teâlâ Nisa suresinde miras paylarını bildirdikten şöyle buyuruyor:

“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, O da onu alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar ki; orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu en büyük kurtuluştur.” (Nisa:13)

“Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder ve O’nun sınırlarını aşarsa, onu ebedî kalacağı ateşe koyar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa:14)

Görüldüğü gibi haramın azabı çetindir. Rabbim sakınanlardan eylesin.

Not: Miras âyetleri için internetten faydalanmak isteyenler dikkatli olsunlar. Fetva sayfalarının bir kısmında ehli sünnet dışında olanların sitelerinde yalan yanlış bilgiler var. Bu konuda “Sorularla İslamiyet” sitesinden faydalanılabilir.

 

Kaynak: www.cocukaile.net

www.NurNet.org