Kategori arşivi: Haberler

Said Nursi-Mustafa Kemal Görüşmesi Mi? Günaydın!

Günaydın beyler!

Cumhuriyet tarihinin en önemli aktörlerinden birisi hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursi’dir.  Onsuz anlatılan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hep eksik kaldığını ve kalacağını her vicdan sahibi bilmekteydi/bilmektedir. Ancak yıllardır Bediüzzaman gerçeğini anlatmak isteyen vicdanlara pranga, dillere ise kilit vuruldu. Bediüzzaman’ın vefatından sonra onun sesi ve soluğuna tahammül edemeyenler, “yeni nesillere anlatılmasın veya yanlış anlatılsın, çarpıtılsın” diye her vesileyi acımasızca kullandılar, onun üzerine kalınca bir çizgi çekerek yok saydılar.

Ancak “güneşi  balçıkla” sıvamanın imkansız olduğunu bilenler, “ya güneş tekrar doğarsa” endişesi ile her geçen gün kâbuslarla uyandılar. Ve nihayet hakikat çehresini bir kere daha gösterdi. Atılan balçıklar güneşin kavurucu sıcaklığı ile kurudu ve sonra param parça olup her tarafa dağıldı. Güneşe hasret gözler kamaşıp, nurlanırken, yarasalar sağa sola kaçıştılar. Kaçarken bile belki tekrar güneşi kapatırız ümidiyle ellerindeki son balçık parçalarını savurmayı ihmal etmediler/etmiyorlar.

“Hür Adam” filmiyle birlikte bir kez daha savrulan bu balçık kırıntılarıyla mide bulandırmanın gayretine girenlere söylenecek tek şey vardır:

“Boşuna uğraşmayın. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Sizin yatsı vaktiniz gelmiştir, biraz uyuyup dinlenseniz bu millete en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Yetmiş seneden beri “bir karşı bayıra gömdüğünüz bu yiğit”, istemeseniz de tekrar kalktı. Ama bu kez sadece Türkiye’nin huzuru için değil, bütün dünyanın saadet ve huzuru için kalkıyor. Mahkeme salonlarını inleterek; ‘Benim ölümüm başınıza bir bomba gibi patlayacak, bir ölsem bin dirilirim’ mesajı artık bütün haşmeti ile tecelli etmektedir.”

Savrulan balçık kırıntılarından bazıları da; “Yok Bediüzzaman T.B.M.M.’ye gelmemiş, Mustafa Kemal ile görüşmemiş, konuşma yapmamış vesaire…” diyor.

“Günaydın!..” demezler mi adama? Yeni mi uyandınız? Bu haberleri yeni mi duydunuz? Altmış-yetmiş sene önce yazılan ve kitaplarda, dergilerde çarşaf çarşaf yer alan bir iddiaya yeni mi cevap veriyorsunuz? Bediüzzaman bunları kitabına alırken, o dönem milletvekillerinin yüzde doksanı hayattadır. Hiç birisi çıkıp bu iddiayı inkar edememiş. Bediüzzaman’ı bir kaşık suda boğan sizin fikir babalarınız, gazeteleriniz, medyanız da bu iddiaya ses çıkarmamış. Sudan bahanelerle Bediüzzaman’ı hapis hapis süründürenler, acaba bu iddiaya niye sessiz kalmışlar? Halbuki bunu çürütmek gayet basitti. Birkaç milletvekilini şahit göstererek bu iddiayı yetmiş sene önce çürütebilirlerdi.

Kitaplarındaki en masum ifadeleri bile, akla hayale gelmez şekilde tevil ve tefsir ederek onu mahkûm etmek isteyen yüzlerce savcıdan, mahkemeden hiçbirisi Bediüzzaman’ın bu meclis iddiasına dokunmamıştır. “Dinden imandan bahsediyorsun, bir de yaşamadığın bir şeyi ne diye yazmışsın” diyememişler. Etrafındaki talebelerini ondan soğutmak ve uzaklaştırmak için onur kırıcı her türlü iftirayı reva görenler, bu iddiaya neden hiç temas etmediler? Ellerindeki bu hazır malzemeyi “mal bulmuş mağribi” gibi kullanabilirlerdi. Yoksa basiretleri mi kapanmıştı?

Beyler, Bediüzzaman artık tarih olmuştur, kaynak olmuştur. Nutuk’ta geçen her ifadeyi delilsiz kabul ettiğiniz gibi, Bediüzzaman’ın yazdıklarını da nutkunuz tutulmadan okuyup kabul etmek durumundasınız. “Saçlarım adedince başlarım olsa ve her gün birini kesseniz, yine doğruluktan vazgeçmem” diyen Bediüzzaman gibi bir zatı,  tezatlarla dolu kendi zemininize çekerek kendinizle karıştırmayın. Bediüzzaman hayatında tek bir yalana tenezzül etmemiştir. İzzetle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih eden Bediüzzaman ne diye yaşamadığı bir olayı yaşamış gibi yazsın? Kaldı ki, onlarca milletvekili de bu olayı doğrulamaktadır. Bediüzzaman’ın, “Herkes olaylara kendi gözlüğü ile bakar, gözlüğü beyazsa beyaz, siyahsa siyah görür” mealindeki sözünü, sizlerin sayesinde bir kez daha anlamış bulunmaktayız.

Ama biliyorum; yine onun ifadesi ile; “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir.” Gözlerinizin sağda solda belge aradığını hisseder gibiyim…

Buyurun size bizzat meclis ceridesinde geçen belge:

Ulemâdan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşâmedi:

Reis:

“Efendim, Bitlis Mebusu Arif Bey’le rüfekasının takriri var.

“Riyaset-i Celileye,

“Vilâyat-ı Şarkiye ulemâ-yı benamından olup Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli’yi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelerek samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâme­di edilmesini teklif ediyoruz.”

“Bitlis-Arif, Bitlis-Derviş, Muş-Kasım, Muş-(İlyas Sami), Siirt- Salih, Bitlis-Resul, Ergani-Hakkı”

(Alkışlar)

Rasih Efendi (Antalya): “Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini ken­dilerinden rica ederiz.”(1)

Yetmedi mi? Bir belge daha verelim. 23 Kasım 1922 tarihli “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinde de Bediüzzaman’ın Meclise gelişi ilan edilmiş:

“Vilayet-i Şarkiyye ulema-ı beyamından olup Anadolu gazilerini ve meclis-i âliyi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelen ve samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşamedi edilmesi hakkındaki Bitlis Mebusu Arif Bey ve rüfekasının takriri alkışlar arasından kıraat edildi.”(2)

Şimdi inandınız mı, Bediüzzamanın meclisi teşfir ettiğine, Meclis kürsüsünde kısa bir konuşma ve dua yaptığına?

Peki bu sırada meclis başkanı kimdi? Meclise davet edilen ve kürsüde de konuşma yapan bir misafirin meclis başkanı ile görüşmemesi mümkün mü? Kaldı ki, Bediüzzaman’ı davet edenlerin başında Mustafa Kemal gelmektedir. Hem neden bu iki şahsın görüşmesinden bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Görüşseler ne olur, görüşmeseler ne olur; nihayetinde ikisi de bu dünyadan göçüp gitmişler. Yoksa Bediüzzaman’ın Meclise gelmesi “ona artı değer kazandırır” diye rahatsız mı oluyoruz?

Beyler, Bediüzzaman kainat meclisinde her gün bütün varlığa hitap eden bir dava ve maneviyat adamıdır. Her dakika  milyonlarca insan onun hitaplarını okuyarak “sadakte” selamı ile onu hoşamedi ediyorlar.  Kaldı ki, şöhret O’nun için “aynı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar.” O’nun şöhrete ihtiyacı yoktur, hayattayken şöhretten fersah fersah uzak durmuştur.

Binlerce yerli ve yabancı devlet adamının çıktığı bir kürsüye, doksan tane talebesini Birinci Cihan Harbi’nde şehit vererek Ruslara esir düşen ve hayatı baştan sona bu ülkeye hizmetle geçen bir vatan evladının çıkması, sizi çok rahatsız ediyorsa, olmamış kabul edin ve rahatlamaya çalışın. Ne de olsa Türkiye’nin gerçeklerini yıllardır görmezden gelmeye alışıksınız. Bir kereciğine de bunu Bediüzzaman için yapın. Eminim ki bir süreliğine de olsa çok rahatlayacaksınızdır.

İçinde bulunduğunuz psikolojiyi çok iyi anlıyorum. İsterseniz size de bir örnekle anlatayım. Belki örnek hoşunuza gider. Ama örneğin Bediüzzaman’a ait olduğunu söylemeyeceğim!

Bir tavus kuşu düşünün. Yumurtasından çıkmış ve muhteşem kanatlarıyla gök yüzünde süzülen bir tavus kuşu. Onu gören kargalar çileden çıkarlar.  Karalama kampanyası başlatırlar. Yukarıya bakmak istemedikleri için, aşağı eğerler başlarını. O sırada tavus kuşunun içinden çıktığı yumurta kabukları nazarlarına ilişir. Aradıkları malzemeyi bulmuş gibi didik didik ederler bu kabukları. Kimisi “vay inceymiş kabuğu”, bir diğeri “vay süresini doldurmadan yumurtasından çıkmış”, bir başkası “vay kabuk çok az kırılmış” diyerek, saldırmaya başlarlar. Böylece, “işini bitirdik” diye yıllarca kendilerini avuturlar. Fakat tavus kuşunun her geçen gün kalplerde taht kurduğundan bihaberdirler.  Fark edince de ne yapacaklarını şaşırırlar ve eskisinden bin beter olurlar.

Nasıl;  yanılıyor muyum? “İçimizi okudunuz.” diyorsunuz değil mi? Karga ilavesi bana ait olsa da, örneğin aslının Bediüzzaman’a ait olduğunu söylemem de artık bir sakınca yoktur. Zira yazıyı okudunuz artık. Emin olun, bir batılı yazarın ismi ile Bediüzzaman’ın eserleri piyasaya sürülseydi,  yumurta kabuğu ile uğraşmaz, satır satır okurdunuz bu kitapları. Ama ne eylersin… Ah şu ön yargılar. Aynştayn (Einstein) kendi ön yargıları için “Atomu parçalamaktan daha zordur.” der. Bizim ön yargıları görseydi başka bir imkansızı örnek verirdi.  Çünkü nihayetinde atomun da parçalanması mümkün.

Benim bir önerim var; her sene bir günlük ön yargı tatili yapalım; ne dersiniz?  Ne olur bu teklifime ön yargı ile bakmayım, gayet samimiyim. Doğum gününde bir senenin muhasebesini yaptığımız gibi, ön yargı tatilinde de ne kadar ön yargılı davrandığımızın muhasebesini yapmış oluruz.

Bu yazının kaleme alındığı 2011 yılının ilk gününde, 2011’in ön yargının en az yaşanacağı bir yıl olmasını temenni ederim.

Bu temennimden de bir anlam çıkarana aşk olsun. “Amacınız,  bu öneri ile 2011 yılında ön yargıların önünü keserek, 2012 yılını da Bediüzzaman yılı yapmaktır” diyen biri çıksa hiç şaşırmam. Bu da benim ön yargım olsun!..

Ön yargısız nice yıllara…

Ferhat Aslan

www.RisaleHaber.com

DİPNOTLAR:

1-TBMM Zabit Ceridesi, 1. Celse, Cilt 24, 135. içtima, Perşembe, 9 Teşrin-i Sani (Kasım), 1338 (1922), 457; iktibas eden: Şahiner, Bilinmeyen Taraftarıyla, 259. Belgenin orjinali için:   http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=17692

2-Cemalettin Canlı, Yusuf Kenan Beysülen, “Zaman İçinde Bediüzzaman”, s:279, İletişim Yayınları.

Bediüzzaman Said Nursi – Mustafa Kemal Atatürk Görüşmesi

… Said Nursî’nin, Meclis’e sunduğu bu beyanname ve yaptığı şiddetli teşvik ve tavsiyeler oldukça etkili oldu ve 60’tan fazla mebus, düzenli olarak namaz kılmaya başladılar. Bu yoğun alakadan dolayı, mescit ola­rak kullanılan küçük odanın yerine, daha büyük bir oda kullanılmaya baş­landı. Mebuslar üzerinde ciddi tesir bırakan bu beyanname, Meclis Baş­kanı Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini çekti. Bir gün, çok sayıda mebu­sun bulunduğu bir zeminde Said Nursî’ye olan kızgınlığını bağırarak şöy­le gösterdi:

Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirleri­nizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza da­ir şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz.

Said Nursî de, aynı şiddet ve kararlılıkla şu cevabı verdi:

Paşa! Paşa! İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.

Bu olay, biraz önce de belirttiğimiz gibi, birçok şahit önünde cereyan etti. (Mesela, Siverek mebusu Abdülgani Ensari gibi. bk. Badıllı, Nursî, 1:572.) Bu hadiseyi ve Bediüzzaman’ın Ankara günlerini pek çok şahit nakletmiştir. Ayrıca Bediüzzaman’ın eserlerinde de ana hatlarıyla yer almıştır. Bediüzzaman’ın ifadelerinin kitaplarında yer aldığı dönemde halen hayatta olan başta İsmet İnönü gibi pek çok mebus bu konular hakkında her hangi bir inkârda bulunmaması bu ifadelerin doğruluğu konusunda bir delil olarak sunulabilir.

Hatta o esnada hazır bulunan mebuslar, Said Nursî için endişeye ka­pılmışlardı. Bu sözlerinden dolayı canı yanabilirdi. Fakat Mustafa Kemal kızgınlığını bastırdı ve zımnen özür diledi. Çünkü iki gün sonra, maka­mında Said Nursî’yle iki saatlik bir görüşme yaptı.

İslâm düşmanları arasında ün kazanmak ümidiyle İslâm’a saldırma­nın ve onun şeâirini ortadan kaldırmaya çalışmanın millete, ülkeye ve İs­lâm dünyasına büyük zarar vereceği konusunda, Mustafa Kemal’i uyar­mak için bir fırsat yakalamıştı. Eğer bir inkılâp yapılacaksa, Kur’ân esas alınarak yapılmalıydı. Hırsını; makam ve şöhret arzusunu tatmin etmek için İslâm’a saldırarak, Türk ve İslâm düşmanlarının beğenisini kazanma­ya çalışmanın büyük bir yanlış olduğunu dile getirdi.

Mustafa Kemal, “bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiği hâl­de” bu sözlerinden dolayı, Said Nursî’ye, görünüşe bakılırsa kırılmamış­tı. Bilakis onu sakinleştirmeye ve nüfuzundan yararlanmak için onu ka­zanmaya çalıştı. Nursî’ye, Şeyh Senûsî’nin makamını, yani Doğu Anado­lu Genel Vaizliği’ni, 300 lira maaş, mebusluk ve Dârül-Hikmeti’1-İslâmiye’de sahip olduğu makamına denk bir makam, ayrıca bir köşk gibi cazip tekliflerde bulundu. Ancak Said Nursî bu tekliflerin hiçbirisini kabul etmedi. Bunun sebeplerini incelemeye geçmeden önce, Med­resetü’z-Zehrâ’nın inşaatıyla ilgili kanun teklifini imzalayan 167 mebus­tan birisinin de Mustafa Kemal olduğunu ifade edelim.

Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursi Entellektüel Biyografisi isimli eserinde istifade edilerek hazırlanmıştır.

Kaynak: SorularlaRisale.com

Yazarın Notu: Binlerce mahkemelerden geçen Tarihçe-i Hayattaki görüşme meselesi şayet yalan olsaydı o yazı ya kitaptan çıkarılırdı ya da kitap yasaklanırdı. Bu kadar beraat kararları bile bu görüşmenin yalan olmadığını tasdik etmez mi?

Said Nursi’yi yaşayan adam: Namazla hazırlandı

Said Nursi’nin hayatının anlatıldığı ‘Hür Adam’ filminin başrol oyuncusu Mürşit Ağa Bağ adeta “rolünü yaşayan adam” oldu.

Filmde canlandırdığı Said Nursi’ye fiziki olduğu kadar karakter olarak da benzemeye çalıştığını kaydeden Mürşit Ağa Bağ, “Fiziksel anlamda yaşadıklarını hissetmek için ben de yemek yemedim. Uzun süreler aç kaldım. Sabahlara kadar namaz kılarmış. Onu da yaptım.” dedi.

7 Ocak 2011’de gösterime girecek olan ve dün yapılan basın gösteriminden sonra Haber 7’ye konuşan Bağ, rolüne nasıl hazırlandığını anlattı. Ağa Bağ, Said Nursi hakkında düşüncelerini de açıkladı.

CANLANDIRMAK KOLAY OLMADI

Bediüzzaman Said Nursi gibi birisini canlandırmak kolay olmadı. Her rolü oynarım. Korkmam da. Eleştiriler her halükarda olacaktır. Ben elimden gelen her şeyi yaptım. Film dikkatle izlenirse ve genel anlamda hata aramak için didiklenmezse verdiği mesajlar doğru anlaşılır.

ÇOK ZEKİ BİR İNSAN

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bir kere çok zeki bir insan. Çileli bir hayatı var. Böyle bir şahsiyetin yaşamını perdeye yansıtmak da kolay değil. Hayatının belli bölümleri zaten ayrı ayrı film konusu.

KONSERVATUAR SINAVINDAN DAHA FAZLA HEYECANLANDIM

Ben de ilk defa toplu halde izledim. Kendimi çok önemli bir sınava girecekmiş gibi hissettim ve heyecanlandım. Konservatuar sınavı benim için çok önemliydi ve bu kadar heyecanlanmamıştım. Said Nursi’nin filmde de geçen, “Bir çınarın yaprakları gibi bir birimize kenetlenmeliyiz” mesajı iyi benimsenmeli, toplum olarak doğru anlaşılmalı.

ŞEYH SAİD AYRIMI YAPILIR

Bu filmi izleyenler en azından, Kürt isyanı olarak bilinen ayaklanmayı başlatan Şeyh Sait’le, Said Nursi’nin ayrı ayrı kişiler olduğunu öğrenecekler. Halan daha aynı insanlar olduğunu bilenler hatta gazetelerde yazıp çizenler var. Halk bu ayrımı bilsin yeter.

SABAHLARA KADAR NAMAZ KILDIM, AÇ KALDIM

Rolü aldıktan sonra hayatını inceledim ve kendisi gibi olmaya da çalıştım. Tanımaya çalıştım. Bol bol kitap okudum. Şeklen çok aradım, nasıl yürürdü. Nasıl elini koyardı. Bunları araştırdım. Sadece bir iki cümlesini duyabildiğimiz bir ses kaydı vardı. Ancak yakın çevresinin anlatımlarıyla hazırlandım. Fiziksel anlamda yaşadıklarını hissetmek için ben de yemek yemedim. Uzun süreler aç kaldım. Sabahlara kadar namaz kılarmış. Bunu da yaptım. Sabaha kadar oturup namaz kıldım. Güzel bir histi, güzel bir deneyimdi. Oyunculukta olması gereken de bu zaten. Oynayacağınız role hazırlanmanız gerekiyor. Said Nursi az yemek yemiş. Zaten kendisine fiziki olarak benzemek için zayıflamam gerekiyordu. Çekimler sürecinde 18 kilo verdim. Bu sürede nefsimi kontrol edebilmeyi de öğrendim. Böyle bir kazancım oldu.

ÇİZGİMİ DEĞİŞTİRMEM DOĞRU OLMAZ

Zaten bir çizgisi olan oyuncuyum. Bizim camianın genelinde olduğu gibi magazinsel bir yaşam tarzı ve gece hayatım yok. Said Nursi’yi canlandırdıktan sonra çizgimde değişiklik yapmak da doğru olmaz.

ALİ MURAT GÜVEN’DEN TAM NOT

Dün yapılan basın gösteriminden sonra film hakkındaki düşüncelerini açıklayan Yeni Şafak gazetesinin sinema eleştirmeni yazarı Ali Murat Güven,  özellikle Said Nursi’yi canlandıran Mürşit Ağa Bağ’ın oyunculuğuna dikkat çekmiş ve adeta rolüyle özdeşleştiğini kaydedettiği oyuncuyu basın mensuplarının önünde tebrik etmişti.

Haber 7

Rus gençler huzuru İslam’da buluyor

Rus gençler huzuru İslam’da buluyor
 
Uyuşturucu ve alkol batağından İslam’ın huzuru ile kurtulan gençlerin hikayesi Amerikan basınına da yansıdı…

Bilhassa son dönemde, ırkçı saldırılar ile tüm dünyaya adını duyuran Rus gençliğinde, bir başka yüz daha var; son yıllarda İslam’la tanıştıktan sonra değişen hayatları ile çoğu Rus asıllı binlerce genç… Müslüman olan ve bu hayatı tüm gerekleriyle yaşamaya başlayan Rus gençler, Amerika’nın önde gelen gazetelerinden Washington Post’ta yer alan bir haberle ele alındı.

Gazetenin internet sitesinde, “İnanç arayışı içindeki genç Ruslar İslam’a dönüyor” başlığıyla yayımlanan dört sayfalık haberde, Almetyevsk şehrinde yaşayan Rustem Saraçev’in hikayesi üzerinden, bir kısmı Müslüman asıllı Rus ve Tatar gençlerin İslam’la değişen hayatları anlatıldı.

İlk defa bir camiye ayak bastığında, bir gece önce katıldığı partide sızana kadar içen bir Rus genci olduğu anlatılan Rüstem, vodkaya ayda 500 ruble harcadığını belirtti.

Şimdi ise, Volga’nın doğusundaki bir camide, uzun sakalı ve traş edilmiş saçlarıyla konuşmuş Washington Post muhabiri ile…

“NAMAZDAKİ HUZURDAN ETKİLENDİM”

Eylül 2006’da, bir Ramazan günü, daha 17 yaşındayken ayak bastığı bu camiye, neden geldiğini hatırlamıyor.

“Şok oldum,” diye hatırladığı o günü şöyle anlatıyor Rüstem Saraçev:

“Nerede olduğumu anlayamadım. Etrafımda sadece gençler vardı, hepsi bana çok iyi davrandı. Aralarında eski parti arkadaşlarım vardı. Onlardan biri olan Almas Tikhonov huzurla namaz kılıyordu. Sanırım en fazla onun bu duruşundan etkilendim.

O yıllardaki Rüstem’i “geleceği olmayan bir holigan” olarak niteleyen Rus genç, 2 yaşındayken Sovyetler Birliği’nin çöktüğünü, Çeçenistan’daki ilk savaşın o 9 yaşındayken başladığını, 12 yaşında ise 11 Eylül saldırılarının meydana geldiğini belirterek, tüm hayatının “paramparça” bir ortamda geçtiğini ifade ediyor.

Haberde Rus gencin inancının hayatına huzur getirdiğine vurgu yapılırken, “eğer herhangi bir siyasi faaliyeti olsaydı Rus yetkililer onu uzun zaman önce içeri atmış olurdu” ifadesi kullanılıyor.

“AİLEM SONUNDA MÜDAHALEDEN VAZGEÇTİ”

Camiye gitmeye devam ettikçe içinde hissettiği huzurun arttığını belirten Rüstem, bir süre sonra eski arkadaşlarının alaylarından ve hakaretlerinden etkilenmemeye başladı. İçmekten vazgeçmek birden gözüne çok kolay göründü, geceleri parti için evden kaçmak içinden gelmedi.

Kazan’a 4 saat uzaktaki Almetyevsk’te, insanların maddi yoksulluk değil manevi yoksunluktan muzdarip olduğunu anlatan Rus genç, İslamiyeti kabul ettiğinde herkesin “iman ile doğduğunu” öğrendiğinin özellikle altını çiziyor.

Anne ve babasının başta seçimine büyük tepki gösterdiğini belirten Rüstem, “Önceleri kavgalar ve tartışmalar vardı. Ama ben eve geç ve sarhoş geldiğimde bana daha çok kızarlardı. İçmekten vazgeçip hayatımı düzene sokunca, müdahale etmekten vazgeçtiler” diyor.

“İLK KURBAN..”

Bu yıl ilk kez, kurban ibadetini yerine getiren Rus genç, kestiği koyunun ihtiyaç sahiplerinin evlerine ulaşmasından duyduğu mutluluğu anlatırken, Almetyevsk’de şimdiye kadar en fazla kurban kesilen Bayram olduğunu da sözlerine ekliyor.

Rusya’da devam eden “radikallik” tartışmalarına ve ırkçı saldırılara rağmen, İslam’ın kendisine iç huzuru vermesinden başka bir şeyin önemi olmadığını kaydeden Rüstem, “Bir seçeneğim vardı: Ya sokak – Alkol ve sigara ve tüm bu şeyler,  ya da çok hoş bir atmosfer ve hoş insanlar” diye özetliyor değişen hayatını…

Rusya’da farklı geçmişlerden, farklı hayatlardan, farklı nedenlerle İslam’a yönelen binlerce genç olduğuna dikkat çekilen haberde, Rüstem Saraçev ve diğer genç Müslümanların dinlerini öğrenmek, imanlarını derinleştirmek için mücadeleye devam ettikleri kaydediliyor.

Dünya Bülteni – www.RisaleHaber.com

Hindistan’da Nurlu Hizmetler

Aziz, Kıymetdar Ağabeylerimiz,

Hem müstecab dualarınızı celbetmek ümidi hem de uzun bir aradan sonra samimi sohbetlerinize iştirak etmek arzusuyla Hindistan’daki hizmete müteallik gelişmeleri sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Geçen şubat ayında Yeni Delhi de gerçekleştirilen kitap fuarı Hindistan hizmetleri için adeta bir milad olmuş, bu vesile ile Nurlar birçok müştak ellere ulaşmıştı. Fuar esnasındaki irtibatlarımız fuardan sonraki  hizmetlerin temelini oluşturmuştu. Bu vesile ile Risale-i Nur, akademisyenler, doktorlar ve hukukçular gibi eğitimli kimselere  de ulaşmış ve bunlardan bazılarının, İstanbul’da dokuzuncusu düzenlenen Bediüzzaman Sempozyumuna iştirak etmesine kadar uzanmıştı.

Beş kişilik bu heyetin Türkiye’ye gelişindeki asıl gaye Nur hizmetlerinin tesis ve tedbirine dair fikirler edinmekti. Onların fikir dünyalarında gerçekleşen inkılabı, insanlığa hizmet hususunda kalplerinde vuku bulan iştiyakı, his dünyalarındaki hareketlilikleri burada özetlemek çok zor. Türkiye’ye daha ilk adımlarını, sadece müslümanların değil bütün insanlığın hedeflediği  bir toplumun en kamil manasına  attıklarını düşünüyorlardı.

Her gittiğimiz şehirde, her uğradığımız semtte, her çaldığımız kapıda, nurani çehreleriyle bizleri hoş-amedi eden gençler tarafından karşılanıyorduk. Samimi yürekleri,  hasbi sohbetleri ve lisan-ı halleriyle “kahrolsun gençliğin gayr-ı meşru heva ve hevesatı” diyen, beklenen, özlenen, hayal edilen bir gençlik…

Hindistan’a dönüşümüz aynı gençliğe, aynı hizmete, aynı sevdaya burada da sahip olmak üzere tutuşmuş fikirlerle oldu. Türkiye’deki muazzam nur hizmeti ve garazsız, ivazsız her türlü riyadan uzak bu gönül hareketi bu toprağa ait insanlar tarafından kabullenilmiş ve sahiplenilmiş oldu. Bu vesileyle önümüzdeki dönemde Hindistan’da bir Risale-i Nur sempozyumu düzenlemek konusunda karar alındı.

Türkiye’ye sempozyum için giden heyet döner dönmez Bediüzzaman ve Risale-i Nur adı altında büyük bir üniversitede, bir konferans düzenleyerek Nurların tanınmasına vesile oldu. Konferansı müteakiben birçok akademisyenle tanıştık ve üniversite kütüphanesine Nurlar  hediye edildi.

Büyük bir cemaatin genel sekreteri bir gazeteye ülkemizdeki hizmetler konusunda mektubumuzun sonuna da eklediğimiz önemli bir röportaj verdi. (Ropörtaj için buraya tıklayınız)

Türkiye ziyaretimizin önemli meyvelerinden birisi de Hindistan halkına Nurları okutma gayreti ve bunun için de Risale-i Nur’u burada konuşulan dillere çevirmek için harekete geçilmiş olması oldu.Bu tercümelerin yapılabilmesi için bazı görüşmeler yaptık. Bu gayeye matuf Gençlik Rehberinin Hindistan’daki ilk basımını gerçekleştirmek nasip oldu.

Hindistan’ın 1.5 milyara yaklaşan nüfusu içerisinde İngilizce’nin sadece yüksek eğitimli insanlar tarafından anlaşılabildiğini göz önüne aldığımızda bir milyardan daha fazla bir nüfusa Nurlardan sunabileceğimiz bir kitap (tercümesi pek makbul olmayan 2-3 küçük eserin dışında) henüz mevcut değil. Risale i Nurun yerel Hint dillerine tercümesi ve neşriyatı en ehemmiyetli meselemiz ve gaye-i hayalimiz olması sebebiyle bu önemli konuda dualarınızı rica etmek için bu noktayı sizlerle paylaşmak istedik.

Birçok peygamberin gelip de ümmet dahi bulamadıkları bu zorlu topraklarda Feyyaz-ı Mutlak olan Allah’ın (C.C.) bahtiyar Anadolu halkı gibi buradaki kardeşlerimizin ruhlarını da Nurun feyzinden istifade etmesi ve bu halkın kendi içinden İslama ve Kur’an’a hizmet için Risale-i Nur’a daha çok talebeler, sahipler ve naşirlerini çıkarması için tekrar ve tekrar dualarınızı istirham ediyoruz.

HİNDİSTAN NUR TALEBELERİ