Etiket arşivi: ağabeyler

Neden Varis ve Vekil-i Bediüzzaman

Risale-i Nur hizmeti bu ülkenin Müslüman ve Ehl-i Sünnet kalmasının sebeplerinden birisidir. Çünkü Ahir zaman, Racül-ül kıtal haline gelmiş ve Müslüman kıyımının yaşandığı bir zamandır. Yani İslami kisve ve kimliğe sahip olan kimselerin tecrit, takip, tevkif, idam, mahkeme, sürgün metotlarıyla katledilmesi neticesinde bir nevi katliam yapıldı. Neticesinde racül-ül kıtal yaşanmıştır.

Bu ülke müslümaları -ister farkında olsun ister olmasın– adamın olmadığı zamanda adam gibi, İslamı müdafaa edip yaşattıkları için Risale-i Nur hizmeti ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi’ye minnettar olup dostane bir tavır takınması boynuna borçtur. Çünkü kelle koltukta cihad meydanına atılmıştır Bediüzzaman ve talebeleri.

O günden bugüne baktığımızda hizmet hareketi yapabilmiş bir İslam mütefekkiri bir elin beş parmağını geçmemektedir. Sonra hizmet kolaylaşınca kolay zamanın adamları piyasada mantar gibi türedi. Bediüzzaman ve emsali ise bu mantar gibi türeyen kolay zaman mürşitleri (!), kutb-ul azamları (!), müceddidleri(!), mehdileri(!) tarafından adeta bir mürteci, bir softa ve tel’inle bahsedilir veya hakir görülür oldu.

Kıbrıs mezarlığına gidenler görmüştür ki; Osman veled-i Dimitri gibi kitabelerle karşılaşmıştır. Yani İslam evladı olan çocuk başka bir dini benimsemiştir ve çocuğunu da yeni din anlayışına göre büyütmüştür. Bunu Türkiye’den Almanya’ya giden vatandaşlarımıza “Bunlar Türk, bunlardan doğan ne Türk ne Alman; ama onlardan doğanlar Almandır” diyerek sistematik olarak asimile planlarını dillendirmiştir.

Bediüzzaman ve emsali zevat (R.A.) olmasaydı bu ülke de ya tanassur edecek veya La-dini olacak ve aslını inkar edecek münkir olacaktı.

Hizmet itibariyle üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin hizmet metodunu benimsemiş kimseler Risale-i Nur Külliyatına nasıl tefsir-i Kur’an olarak sahip çıkıyorsa Varis-i Bediüzzaman’a (R.A.) sahip çıkmalı ve onlarla beraber hizmet etmelidir.

Nasıl ki veda hutbesinde necatın iki şartı sayılıyor. Ki bunlar; “Kitabullah ve Sünnet-i Seniyye/Ehl-i Beytim”dir. Bu şart-ı necat hizmetimiz itibariyle Risale-i Nur’a ve onun naşirleri, varislerine sadakat ve alakadarlıktır. Bu sözüme kaşlarını çatan ya hizmetten inhiraf etmiş, sadakattan uzaklaşmış veya başka defterler sahibi olan veya onlara aldanan kimselerdir. Biz onlara şekli bir hürmet besleriz, kendi neşriyatımızı kurar ve kararlarımızı alırız gibi söylemlerde bulunanlar da ne kadar hata ettiklerini göremeyecek kadar gündüz ortasında güneşi göremeyecek kadar basar ve basireti kör olmuştur.

Üstadımızın varis ve naşirleri yakın bir zamana dek aramızdaydı. Onlar üzerinden rant kazanmak, post tutmak gibi bir emelimiz yok. Zaten ağabeylerimiz dar-ı mükafata irtihal ettiler. Onlar gitti şimdi hizmette bayram yarışında sıra bizlerde. Rabbim ihlas ve sadakatle hizmette ahir nefese dek kaim etsin. Nurcu olmak kolay amma kalmak ve ölmek müşküldür.

Peki neden bu kadar bu mesele üzerinde duruluyor ısrar ediliyor denilirse ki şunu ifade etmek isterim.

Vasiyetname-i Bediüzzaman([1])’a nazar edenler görür ki arkasında kendi hizmetini bir kadroya bırakmıştır. “Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.” [2] Hizmet tarzını yakından görenler ve bilenlerden olmasına dikkat etmiştir. Yoksa herkes, bu da hakka ve hakikata hizmettir deyip bir çığır açacaktı.

Merhum, meşhur ve küçük çapta bir meşrep teşkil etmiş nur talebelerinden birisi demiş; “Üstadın yanında bizim gibi ilim sahipleri olmalıydı. Ama bakıyoruz mesela falan falan ve Bayram. Köylü bunlar ama sonra anladım ki Üstadın yanında biz olsaydık kendimizden katardık ve Üstada muhalefet ederdik. Ama bunlar safi olduğu için Üstaddan ne işittiler onu yazmışlar. Safi oldukları için biz değil onlar kaldı” diyerek bu hususta haklı bir kelam etmiştir.

Bir heyet bırakmasının bir hikmeti de şudur Bediüzzaman Hazretlerinin: İnsanlar muhtelif efkar ve fıtrata malik olması sebebiyle kendi fıtratında olanlarla beraber hizmete devam etmesidir. Yoksa benden sonra falan yerime geçsin ve o sizin mürşidiniz olsun gibi bir ifade kullanmamıştır. Ama bu heyetin ağabeyleri olarak Hüsrev ve Tahiri ağabeyleri tayin etmiştir. Üstaddan sonra bu heyetin ağabeyleri olsunlar diye tayin edilmiştir.

Üstaddan sonra üstadlık payesi kimsenin hakkı değildir. Aksi halde silsile halinde “ondan sonra kim posta geçecek?” gibi meseleler çıkar ki bu Risale-i Nur Hizmetinin cemaatten tarikat sistemine dönüştürülmeye çalışmaktan öte değildir.

Her nur talebesine düşen şey hizmetin esasatını muhafaza etmektir. Unutulmamalıdır ki Bediüzzaman’ın hizmet metodunda Bediüzzaman’ın metoduyla hizmet edilir. Bu metod ise herhangi şahıs veya zümre kendilerine ne nam takarsa taksın belirleyemez. Lahika-i Nuriyede bu metodlar beyan edilmiştir.

Bediüzzaman’a sadakatin şartlarından birisi olan varisleriyle beraber hareket etmektir. Bu hususta ısrar etmemiz tarz-ı Bediüzzaman’ı yakından görmüş olmalarıdır.

Bir çok meşrep teşekkül etmiştir. Birbirleriyle irtibatlı olmaları ve aleyhtarlık yapmamak ve esasattan taviz vermemek şartıyla kötü bir şey değildir. Kalbleri bir olduktan sonra medreseleri ayrı olması ayrılık değildir. Mesele sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik olmaktır.

Bunlara malik olduktan sonra medreselerin taayyün etmesi ayrılık değil rahmettir. İhtilaf değil ittihada hizmettir.

Varis ağabeyler üzerinden post-nişinlik yapanlara da dikkat etmek gerektir. Post-nişinlik nurculukta yoktur.

Nurculukta kitap esastır. Üstad merkeze kitap koyması sebebiyle okuyan ve devam eden bir cemaat var. “Ben dedim kabul edin” diye bir metod koysaydı bu cemaat bu halde olmazdı belki çil yavrusu gibi dağılırdı. Neyse ki kendi zamanına kadar olmayan farklı bir metod koyarak “Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zâten benimle görüşmek; âhiret, iman, Kur’an hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için, dünya hesabına görüşmek manasızdır. Âhiret, iman, Kur’an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış. Hattâ hizmetimdeki has kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum. Yalnız bazı Risale-i Nur’un fütuhatına ve neşriyatına ait bazı hizmetler için bazı zâtlarla görüşmek isterim. Ne vakit bu noktalar için görüşmek istesem o zaman görüşmek caiz olabilir ve bana sıkıntı vermez..[3] diyerek kitaba sevk etmiştir.

Bu sevk gösteriyor ki Nurculukta emir komuta sistemi, bir post ve oradan emirler yayılmıyor. Zaten nurcuların hizmeti imani ve müsbet hareket etmek olup asayişi bozmamaktır.

Post-nişin bir tarzda yani tarz-ı Bediüzzaman ve varis-i Bediüzzaman’dan uzak olupta nurculuk iddia edenlerin bu hususlara dikkat etmeleri gerekir.

Son varis/vekil ağabeyimiz de Nurcuların sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik olması için ortak dersler düzenlemektedir. İttihad-ı Nuriyeyi bu surette teşkil etmek gayretindedir. Çünkü biliyor ki bu tesis edilmezse kendisinden sonra tüm nurcuları bağlayacak ve savrulmalara mani olacak kimse yoktur. Bunun için biz de ağabeyimize dua ediyoruz.

İnşallah sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik meşrebler üstü bir heyet teşekkül eder. Ve bir merci olur.

اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ

وَ لاَالضَّالِّينَ آمِينَ

Selam ve dua ile

Muhammed Numan özel

___________________________________________________

[1] Vasiyetnamemdir!
Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim! Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum.

Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zaîf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû’-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz Said Nursî

(*): Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo’lu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Sâlih.
Emirdağ Lahikası-1 (136)

[2] Emirdağ Lahikası-2 (233)
[3] Tarihçe-i Hayat (703) / Emirdağ Lahikası-2 (187)

 

Kaynak: RisaleHaber 

www.NurNet.Org

Nur’un Erkan ve Saff-ı Evveleri

“Cenab-ı Hakk’a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.” [1] Bu tariklerden birisi ve ahirzamanda en te’sirlisi ise kanaat-ı kat’iyye ile Risale-i Nur Hizmet dairesidir. Hal böyle olunca Risale-i Nur’un hizmet ve te’sir sahası genişlemektedir. Muhtelif mizaç ve istidad sahipleri dairenin içerisine girmekte ve kendilerini bu hizmetin rengi ile boyamakta “Sıbgatullah(*) bunun zahiri göstergesi ise hâl u kâl ile görünmektedir. Bir de bu daireye girmiş ve kendisini hizmete değilde hizmeti kendi sistemine uydurmaya çalışanlar da görülmektedir.

Bu kimseler umumi hukuka da yer yer saldırmaktadır. Sözde nura sadakat kılıfıyla nurun sistematiğini baltalıyorlar. Bu davranışlarıyla “Ey “sadık ahmak” ıtlakına mâsadak bîçare ülema-üs sû’ veya meczub, akılsız, cahil sofiler!” [2] gibi hitapları hak ediyorlar. Çünkü bunu yapanlar üç sınıftır. Ya Nurculuğa zarar vermesi için içeri sokulmuş ya bu sokulanlara aldanmış veya aldananlara aldanmıştır. (*)  Bunu yapanlar hangi sınıfa dahil olursa olsun neticesi değişmemektedir.

Hizmeti kendisine uydurmak isteyenler daima her yerde her meşrebde sıkıntı çıkartmışlardır. Bu tipler hassaten cerbeze sahibidirler aynı zamanda. Yani hakkı batıl, batılı hak gösterecek bir zeka sahibidirler. (*)

Risale-i Nura zarar vermek ya direkt olarak hücum ederler veya içeri adam sokup o hem içerden hem dışardan destekle Risale-i Nurun esasatını ders veren, istikameti gösteren, istikametli hizmetle cemaati kaim eden kimselere hücum ederler. Buna kılıf olarak da “biz kitap üzere hizmet ederiz, bizim için şahsın ehemmiyeti yoktur” vs.. gibi şeyler mırıldanırlar. Mesela üstadımızın varisi ve mutlak vekilleri hakkında naseza sözler söyleyerek cemaat nazarında itibarını kırmaya çalışırlar bu ağabeyleri kıymetsiz göstermeye çalışırlar.

Nurculuk tarihçesine baktığımızda Zübeyir ağabey, Tahiri ağabey, Bayram ağabey, Mehmet Feyzi ağabey, Said Özdemir ağabey, Mustafa Sungur ağabey ve ismini sayamadığım nice ağabeyler nurcular içine yuvalanmış olan bu komite tarafından çamur atılarak itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Ve şimdi de Hüsnü Bayramoğlu ağabey bu iftira şebekesinin hedefine girdi. Çünkü Nurculukta istikamet göstergeliğini yapıyor. Yok “onlar bu işten ne anlar, Üstadın çamaşırını yıkamışlar, basit bir şey olan şöförlüğünü yapmış” gibi lakırdılarla Üstadımızın seçtiği varislerden milleti kopartıp kendi etrafında toplamaya çalışıyorlar. Ve bunu yaparkende zeytinyağı gibi üste çıkmaya ve kendilerine itiraz edenleri de sözde kendisince Külliyattan bulduğu mehazlerle cevap vermeye çalışır.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin Varisliğini de anlamak için bu varislik tabirini ikiye ayırmak gerekmektedir.

a)Üstadına neşr-i hakikatta yardım etmek. [3]

b)Hizmet-i Nuriyenin nazırlığı ciheti..

Bu b maddesinin erkanları kimlerdir buna dair:

·”Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler… Şimdilik Tahiri, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. Said Nursi” [4]

·”Kardeşim Abdülmecit, Zübeyir, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmet Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmet Aytimur, Atıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih…” [5]

·”Şimdi manevi evlatlarım, fedakar hizmetkarlarım olan Zübeyir, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve halis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahiri, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum. Said Nursi” [6]

Bu mehazlara baktığımızda demek ki Varislik sadece neşr-i hakikatte değil bir de varis-i şahsiye olarak yani mücessem şahıs var. Kendisini nur talebesi/nurcu olarak addeden herbir kimse neşr-i hakikat cihetiyle üstadımızın varisidir. Amma şahsi olarak üstadımızın isimle tayin ettiği kimseler harici varisi, vekili, mutlak vekili, naşiri değildir.

Bu cihetle bu isimlerden başka fert olasun cemaat olsun Risale-i Nur Külliyatı neşriyatı yapamaz. Hangi fert hangi cemaat olursa olsun bu böyledir.

Nurculuk içine sızıp bir tabaka topladıktan sonra yeni bir şey açmaya kalkmak ise hainlikten öte bir şey değildir. Elbette bunu yapanlar er geç cezasını görüp tokadını yiyecektir. Zecirkarane.

“Başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur’aniyeye bilmeyerek zarar verir; belki zındıkaya bilmiyerek bir nevi yardım hesabına geçer.” [7]

Meşreplere yani cemaatlere, gruplara, şubelere ayrılmak meselesi ise birbirisine kin, adavet, öfke, intikam beslememek şartıyla bir sorun teşkil etmemelidir. Aksi taktirde “Meşreblerin ihtilafıyla, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçırır, vazifesi zîr ü zeber olur.” [8] bu durum ise İslamiyete hizmet dava eden cemaatler için kuvvet-i sukuta yani kuvvetsizleşmeye ve saldırılmaya cesarete sebeptir. “İhlastan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bulunduğundan ve meşreblerin ihtilafıyla -hapiste olduğu gibi- bir derece tesanüd kuvveti sarsılmasıyla, hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar..” [9] hizmeti kendisine tabi etmeye çalışanların zararı çoktur ama en mühimmi kendi aleminin rengiyle umumu boyamaya çalışırlar. Böyle kimselere ne yapmalı dersek  “Risale-i Nur’un zararına ve şakirdlerinin salabet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler.

Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risale-i Nur’un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve ihtiyat lâzımdır.” [10] insanların şevkini kırarak hizmette pasifize etmeleri bu tiplerin adeta bir şablon olmuştur.

Risale-i Nur Hizmeti ve hizmet tarzı “Asrımızın efkârının anlayışına ve idrakine hitab edici mahiyeti ve Kur’an-ı Hakîm’in bu zamanın fehmine bir dersi olması noktasından Nur Risaleleri, bilhâssa bu memlekette büyük ehemmiyet kazanmıştır. Asırlarca Kur’an’a bayraktarlık yapan ve dünyayı diyanetiyle ışıklandıran bu necib millet, yine dünyaya örnek, ahlâk ve fazilette üstad olarak insanlığın geçirdiği müdhiş buhranlardan halas için çare-i necatı göstermektedir. Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdid eden anarşiliğin, ifsad ve tahribin yegâne çaresi ancak ve ancak İlahî, semavî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatlarıdır, hakikat-ı İslâmiyettir. Risale-i Nur, hakikat-ı İslâmiye ve Kur’aniyeyi müsbet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir.” [11] Hal böyle olunca bu koca hizmeti hiç boş bırakırlar mı? Bunlar karşısında anladığımız ders şudur ki; “Ey insanlar adaveti bırakınız, Kur’an dersini dinleyip birleşiniz..” diye beyanıyla bu zamanın şartları ve îcabları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur’anın nuruyla göstererek hakîmane irşadın ve tevfik-i İlahiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin îfası gibi noktalardan Risale-i Nur’un lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettiriyor.” [12] “İşte Lâhika Mektubları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.” [13] o halde hizmetin düsturlarını Risale-i Nur külliyatının içinden bulup tatbik edilmelidir. Bunu bize gösteren şahıslar da Risale-i Nur’un esasatıyla tatbik ettikleri için bizim nazarımızda kıymetlidir.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.” [14]  “Burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü’ ediyor.” [15] “Çok emarelerle ve bazı hâdiselerle kat’iyyen tahakkuk etmiş ki, Nur’un has talebelerinden bazılarının bir zaîf damarını bulup hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek veya zaîfleştirmek için Nur’un ve Nur talebelerinin düşmanlarının çok plânları var.” [16] Bir tesbih tanesinden tesbih, bir çiçekten bahçe, bir un’dan ekmek, bir sayfa yazıdan kitap olmayacağı herkesçe malumdur. Bu tesbihlerin dizilmemesi için zınkıda komitesi var gücüyle çalışmaktadır. Çok entrikalar çeviriyorlar. Zaten entrikaların çok olması sebebiyle ahirzaman denilmiyor mu bu asra?

Din düşmanları bir zamanlar bu İslami meslek ve meşreb zenginliğini birer ayrışma, kavga sebebi göstermek içindelerken halen aynı çaba içindeler. Halende din düşmanları bu metot ve usul farkını körükleyerek Müslümanları tesanüdünü engellemek ve ittifak edip bir vücudun azaları gibi komprime ve bütünsellik içerisinde olmasını engellemek emelini gütmekteler. Ta Adem (as)’a secde etmeyen iblisten beri bu böyle olup kıyamete dek süreceği muhakkaktır. Çünkü Müslümanların birlik olması demek din düşmanların işine gelmeyecektir. Aslında İslamiyet düşmanları “hurdebînî bir mikrobdan korkar; ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar.” [17] vaziyettedir. Sebebi ise ahiret inancı olmaması ve/veya var yok arasında şüphelerle karık gidip gelmeler içinde olmalarıdır. “Heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.[18] Bizler ise meslek ve meşreblerimizde fark olsa da hepimiz islamiyetten birer cüz’üz. Küll olmak için ise maksadda ittifak ve ittihad edip tarz ve usulde farklılık arzderken gayede birlik olmamızdan geçmektedir.

Muhammed Numan ÖZEL

Haşiye – Mehaz:
[1] Lem’alar ( 89 )

(*)Sıbgatullah صبغة الله : Cenab‑ı Hakk’ın dile­diği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde ya­ratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. *Allah’ın dini.

[2] Mektubat ( 439 )

(*) Bkz: Tarihçe-i Hayat ( 691 )

(*) Cerbezeye Dair: “büyük işlerde yalnız kusurları gören cerbezelik ile aldanır veya aldatır. Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir.

Meselâ şu aşiretin herbir ferdi, bir günde attığı balgamı, cerbeze ile vehmen tayy-ı mekân ederek birden bir şahısta tahayyül edip başka efradı ona kıyas ederek, o nazar ile baksa.. veyahut bir sene zarfında birisinden gelen rayiha-i keriheyi, cerbeze ile tayy-ı zaman tevehhümüyle, birden dakika-i vâhidede, o şahıstan sudûrunu tasavvur etse; acaba ne derece evvelki adam müstakzer, ikinci adam müteaffin olur? Hattâ hayal gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa mağaralarından kaçsalar, hakları var. Akıl onları tevbih etmeyecektir.

Münazarat ( 34 )”

[3] Şualar ( 435 ), Lem’alar ( 167 ), Barla L. ( 296 ), Emirdağ L. 1 ( 190 )

[4] Emirdağ Lahikası-2 ( 233 )

[5] Emirdağ Lahikası-1 ( 236 )

[6] Emirdağ Lahikası-2 (217)

[7] Tarihçe-i Hayat ( 323 )

[8] Lem’alar ( 150 )

[9] Emirdağ Lahikası-2 (14 )

[10] Kastamonu Lahikası ( 202 )

[11] Barla  Lahikası ( 8 )

[12] Barla  Lahikası ( 8 )

[13] Emirdağ Lahikası-1 ( 8 )

[14] Tarihçe-i Hayat ( 418 ) / Şualar ( 268 )

[15] Emirdağ Lahikası-1 ( 147 )

[16] Emirdağ Lahikası-2 ( 155 )

[17] Lem’alar ( 7 )

[18] İşarat-ül İ’caz ( 84 )