Etiket arşivi: abiler

Neden Varis ve Vekil-i Bediüzzaman

Risale-i Nur hizmeti bu ülkenin Müslüman ve Ehl-i Sünnet kalmasının sebeplerinden birisidir. Çünkü Ahir zaman, Racül-ül kıtal haline gelmiş ve Müslüman kıyımının yaşandığı bir zamandır. Yani İslami kisve ve kimliğe sahip olan kimselerin tecrit, takip, tevkif, idam, mahkeme, sürgün metotlarıyla katledilmesi neticesinde bir nevi katliam yapıldı. Neticesinde racül-ül kıtal yaşanmıştır.

Bu ülke müslümaları -ister farkında olsun ister olmasın– adamın olmadığı zamanda adam gibi, İslamı müdafaa edip yaşattıkları için Risale-i Nur hizmeti ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi’ye minnettar olup dostane bir tavır takınması boynuna borçtur. Çünkü kelle koltukta cihad meydanına atılmıştır Bediüzzaman ve talebeleri.

O günden bugüne baktığımızda hizmet hareketi yapabilmiş bir İslam mütefekkiri bir elin beş parmağını geçmemektedir. Sonra hizmet kolaylaşınca kolay zamanın adamları piyasada mantar gibi türedi. Bediüzzaman ve emsali ise bu mantar gibi türeyen kolay zaman mürşitleri (!), kutb-ul azamları (!), müceddidleri(!), mehdileri(!) tarafından adeta bir mürteci, bir softa ve tel’inle bahsedilir veya hakir görülür oldu.

Kıbrıs mezarlığına gidenler görmüştür ki; Osman veled-i Dimitri gibi kitabelerle karşılaşmıştır. Yani İslam evladı olan çocuk başka bir dini benimsemiştir ve çocuğunu da yeni din anlayışına göre büyütmüştür. Bunu Türkiye’den Almanya’ya giden vatandaşlarımıza “Bunlar Türk, bunlardan doğan ne Türk ne Alman; ama onlardan doğanlar Almandır” diyerek sistematik olarak asimile planlarını dillendirmiştir.

Bediüzzaman ve emsali zevat (R.A.) olmasaydı bu ülke de ya tanassur edecek veya La-dini olacak ve aslını inkar edecek münkir olacaktı.

Hizmet itibariyle üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin hizmet metodunu benimsemiş kimseler Risale-i Nur Külliyatına nasıl tefsir-i Kur’an olarak sahip çıkıyorsa Varis-i Bediüzzaman’a (R.A.) sahip çıkmalı ve onlarla beraber hizmet etmelidir.

Nasıl ki veda hutbesinde necatın iki şartı sayılıyor. Ki bunlar; “Kitabullah ve Sünnet-i Seniyye/Ehl-i Beytim”dir. Bu şart-ı necat hizmetimiz itibariyle Risale-i Nur’a ve onun naşirleri, varislerine sadakat ve alakadarlıktır. Bu sözüme kaşlarını çatan ya hizmetten inhiraf etmiş, sadakattan uzaklaşmış veya başka defterler sahibi olan veya onlara aldanan kimselerdir. Biz onlara şekli bir hürmet besleriz, kendi neşriyatımızı kurar ve kararlarımızı alırız gibi söylemlerde bulunanlar da ne kadar hata ettiklerini göremeyecek kadar gündüz ortasında güneşi göremeyecek kadar basar ve basireti kör olmuştur.

Üstadımızın varis ve naşirleri yakın bir zamana dek aramızdaydı. Onlar üzerinden rant kazanmak, post tutmak gibi bir emelimiz yok. Zaten ağabeylerimiz dar-ı mükafata irtihal ettiler. Onlar gitti şimdi hizmette bayram yarışında sıra bizlerde. Rabbim ihlas ve sadakatle hizmette ahir nefese dek kaim etsin. Nurcu olmak kolay amma kalmak ve ölmek müşküldür.

Peki neden bu kadar bu mesele üzerinde duruluyor ısrar ediliyor denilirse ki şunu ifade etmek isterim.

Vasiyetname-i Bediüzzaman([1])’a nazar edenler görür ki arkasında kendi hizmetini bir kadroya bırakmıştır. “Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.” [2] Hizmet tarzını yakından görenler ve bilenlerden olmasına dikkat etmiştir. Yoksa herkes, bu da hakka ve hakikata hizmettir deyip bir çığır açacaktı.

Merhum, meşhur ve küçük çapta bir meşrep teşkil etmiş nur talebelerinden birisi demiş; “Üstadın yanında bizim gibi ilim sahipleri olmalıydı. Ama bakıyoruz mesela falan falan ve Bayram. Köylü bunlar ama sonra anladım ki Üstadın yanında biz olsaydık kendimizden katardık ve Üstada muhalefet ederdik. Ama bunlar safi olduğu için Üstaddan ne işittiler onu yazmışlar. Safi oldukları için biz değil onlar kaldı” diyerek bu hususta haklı bir kelam etmiştir.

Bir heyet bırakmasının bir hikmeti de şudur Bediüzzaman Hazretlerinin: İnsanlar muhtelif efkar ve fıtrata malik olması sebebiyle kendi fıtratında olanlarla beraber hizmete devam etmesidir. Yoksa benden sonra falan yerime geçsin ve o sizin mürşidiniz olsun gibi bir ifade kullanmamıştır. Ama bu heyetin ağabeyleri olarak Hüsrev ve Tahiri ağabeyleri tayin etmiştir. Üstaddan sonra bu heyetin ağabeyleri olsunlar diye tayin edilmiştir.

Üstaddan sonra üstadlık payesi kimsenin hakkı değildir. Aksi halde silsile halinde “ondan sonra kim posta geçecek?” gibi meseleler çıkar ki bu Risale-i Nur Hizmetinin cemaatten tarikat sistemine dönüştürülmeye çalışmaktan öte değildir.

Her nur talebesine düşen şey hizmetin esasatını muhafaza etmektir. Unutulmamalıdır ki Bediüzzaman’ın hizmet metodunda Bediüzzaman’ın metoduyla hizmet edilir. Bu metod ise herhangi şahıs veya zümre kendilerine ne nam takarsa taksın belirleyemez. Lahika-i Nuriyede bu metodlar beyan edilmiştir.

Bediüzzaman’a sadakatin şartlarından birisi olan varisleriyle beraber hareket etmektir. Bu hususta ısrar etmemiz tarz-ı Bediüzzaman’ı yakından görmüş olmalarıdır.

Bir çok meşrep teşekkül etmiştir. Birbirleriyle irtibatlı olmaları ve aleyhtarlık yapmamak ve esasattan taviz vermemek şartıyla kötü bir şey değildir. Kalbleri bir olduktan sonra medreseleri ayrı olması ayrılık değildir. Mesele sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik olmaktır.

Bunlara malik olduktan sonra medreselerin taayyün etmesi ayrılık değil rahmettir. İhtilaf değil ittihada hizmettir.

Varis ağabeyler üzerinden post-nişinlik yapanlara da dikkat etmek gerektir. Post-nişinlik nurculukta yoktur.

Nurculukta kitap esastır. Üstad merkeze kitap koyması sebebiyle okuyan ve devam eden bir cemaat var. “Ben dedim kabul edin” diye bir metod koysaydı bu cemaat bu halde olmazdı belki çil yavrusu gibi dağılırdı. Neyse ki kendi zamanına kadar olmayan farklı bir metod koyarak “Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zâten benimle görüşmek; âhiret, iman, Kur’an hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için, dünya hesabına görüşmek manasızdır. Âhiret, iman, Kur’an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış. Hattâ hizmetimdeki has kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum. Yalnız bazı Risale-i Nur’un fütuhatına ve neşriyatına ait bazı hizmetler için bazı zâtlarla görüşmek isterim. Ne vakit bu noktalar için görüşmek istesem o zaman görüşmek caiz olabilir ve bana sıkıntı vermez..[3] diyerek kitaba sevk etmiştir.

Bu sevk gösteriyor ki Nurculukta emir komuta sistemi, bir post ve oradan emirler yayılmıyor. Zaten nurcuların hizmeti imani ve müsbet hareket etmek olup asayişi bozmamaktır.

Post-nişin bir tarzda yani tarz-ı Bediüzzaman ve varis-i Bediüzzaman’dan uzak olupta nurculuk iddia edenlerin bu hususlara dikkat etmeleri gerekir.

Son varis/vekil ağabeyimiz de Nurcuların sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik olması için ortak dersler düzenlemektedir. İttihad-ı Nuriyeyi bu surette teşkil etmek gayretindedir. Çünkü biliyor ki bu tesis edilmezse kendisinden sonra tüm nurcuları bağlayacak ve savrulmalara mani olacak kimse yoktur. Bunun için biz de ağabeyimize dua ediyoruz.

İnşallah sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik meşrebler üstü bir heyet teşekkül eder. Ve bir merci olur.

اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ

وَ لاَالضَّالِّينَ آمِينَ

Selam ve dua ile

Muhammed Numan özel

___________________________________________________

[1] Vasiyetnamemdir!
Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim! Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum.

Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zaîf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû’-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz Said Nursî

(*): Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo’lu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Sâlih.
Emirdağ Lahikası-1 (136)

[2] Emirdağ Lahikası-2 (233)
[3] Tarihçe-i Hayat (703) / Emirdağ Lahikası-2 (187)

 

Kaynak: RisaleHaber 

www.NurNet.Org

Dr. Sadullah Nutku’yla İlgili Hatıralar..

PEK MUHTEREM MERHUM  VE MAĞFUR DOKTOR SÂDULLAH NUKTU AĞABEYDEN BİRAZ BAHSEDEĞİM

Bu mübarek zatla aramızda bazı hatıraları bahsetmeden önce: Beynelmilel bir da’va olan NUR davasının temeli nasıl atıldı? Sorusunun cevabını araştırmaya gayret edeceğiz.

Bu hak da’vanın yürümesi için hiç tahmin edilmeyen kimseler bile, sürgün ve hapishaneyi göze alarak, yani ne pahasına olursa olsun “Fıtrat fıtri olmayan şeyi red eder” kaidesi gereğince günahlardan korunma gayretini taşıyanlara, Allahın avnu inasyeti yetişip onların mantık ve vicdanlarını bencillikten kurtarıp Hak dava olan Nurculuk davası âleme yayılmasında az da olsa yardımda bulunup, insanlığa iman hakikatlerini yayma davasına ciddi sahip çıkmayı Rabbim onları sevk etti.

Üstadın birinci talebesi olabilen Merhum Hulusi ağabeyden başlayarak, Risale-i Nurların yazılmasında hisse alan Merhum Şamlı Hafız Tevfik ağabey, Merhum Hüsref ağabey, onları takip eden, Merhum Zübeyir Gündüzalp ağabey, Merhum Yahşi Şaban ağabey, Merhum Ali İhsan Tola ağabey; Mustafa Sungur ağabey, Abdullah Yeğin ağabey, Ahmed Aytimur ağabey, Hüsnü Bayram ağabey, Badıllı ağabey, Mehmed Fırınci ağabeyler ve isimlerini sayamadığım daha birçok ağabeyler, tarif edilemeyecek fedakârlıkları yaparak, Nur hizmetleri dünyanın dört tarafına yayılmasına sebep oldular. Hatta sav köyünün iki hacı ve bir hocası hariç bütün köy Risalei Nurları teksir etmeye gayrette bulunmuşlardı.

Bugün Risale-i Nur camaatinin dışında hangi cemaatte Nur hizmetine kendini feda eder gençler gibi vakıf gençlerin eşlerini bulabilirsiniz. Bu mübareklerin sayısı binden fazladır. Yut içinde ve yurt dışında bir dershaneye kapanıp insanların bilhassa laik okullarda imansız bırakılan gençlerin imanlarını kurtarmak gayreti ile, o gençlerin imanlarını tehlikeden kurtarıp onların kalplerine imanı aşılamak için orada, yani dershanelerde sabrederek gençlerin kafalarından şüpheleri silmek için beklerler. Arkadaşları gayri meşru yollarda gece gün koşarken, bu mübarekler harama değil meşru hakları olan evlenmeyi bile ya tamamen terk, veya ne kadar geçe braksalarsa kâr bilerek hedeflerine ulaşmak için devam ederler (Allahıma bin şükür Nurullah isminde benim de bir oğlum 18 sene dershanelerde hizmet etti).

Öteki cemaatlerden çok kimse Ashabı Suffayı ve Peygamberimizin a.s.m.”İnsanların hayırlısı insanlara hayrı dokunandır” Hadisi şerifini unutarak, (nasıl olur evlenmemek) Peygamberimiz a.s.m. evlenmeyi emretmiştir gibi sözlerle tenkide yöneliyorlar. Okullardan gelen dinsizlikten korunmak için evlatlarını okula göndermeyerek, bazıları, imam hatipten çıkan imamlara bile imam hatap yani (odun hoca) diyerek, dinden olmamak için okul düşmanlıği ile hayatlarını devam ettiler. Bir derece haklı olarak, Dinsiz kalmak daha kötü. Çünkü Risale-i Nurlar tam yayılıncaya kadar 1970 şe akar açıkça namaz kılan ilk okul öğretmenini göremezdiniz. Elhamdülililah o putları Risale-i Nurlarla ve Nura talebe olan talebelerin Gayreti ile bugün Çok Profesör Doktorlar takva sahibi olup tadili erkânla namazlarını çekinmeden kılıyorlar. İtiraz eden entel tabayada Nurdan aldıkları kuvvetle mukni cevap verebiliyorlar.

Bu fakir her nekadar evladı fatihandan biriyim ama Türkiye’mizde din aleyhine yapılan inkilaplardan ötürü oranın lideri Yugoslavya lideri Tito ile Adnan Menderesin anlaşmalarıyla Türkler Türkiyeye gelebilir. Bu anlaşmadan sonra Türkiyeye 1952-60 arasında Türkler. Arnavut, Boşnak ve Pomaklarda Türk olmak için nüfus dairesinde memura rüşvet verip o tarihlerde 2,5 000.000 nüfüs Türkiye’ye göç etti .

Bu fakir her nekadar evladı fatihandan biriyim ama Türkiye’mizde din aleyhine yapılan inkilaplardan ötürü 1959 de bize Risale-i Nur eserleri geldikten sonra karar değişti ve 2 defa bu eserleri ve Nur cemaatını görmeye geldikten sonra ancak 1970 te bugünkü parayla 15.000 lirayla benden başka çalışanım olmadıği halde 8 nüfusu bir minibuse atıp geldim.

O zaman Nurcuların gazatesi olan Yeni Asyanın neşriyat binasına gittim ve Dr. Sadullah ağabeyin muayenehanesi gazete binasında olduğu için oraya giderdim Dr. Merhum Sâdullah ağabeyle orada görüşürdüm.

Çok takva sahibi Sadik Nur talebesi Merhum ve magfur Dr. Sâdullah Nuktu Ağebeyden Birkaç hatırayı nakletmeğe başlıyorum:

1- Geldiğim zaman şimdi bulunduğum K. Çekmecede suyu, elektriği, yolu olmayan çayır gibi bir yerde bir evcez yapabildim, evin altı döşemesiz olduğu için 2 yaşında olan Fahrettin oğlum üşüyüp öksürmeye başladı. Dispansere götürdüm bir hanım doktora muayene ettirdim ilaç yazdı ilaçları içti öksürük aynı devam ediyor, tekrar götürdüm gene ilaç yazdı, çocuk ilaçları içtiği halde üksürük kesilmedi. Broşit olacak korkusu ile çocuğu kucağıma aldım trenle Dr. Sâdullah ağabeye gittim. Aldı baktı Buradaki doktorun yazdığı ayni ilaçları yazdı . Fakat reçetenin başında Arap harfleri ile “BİSMİLLAHİŞŞAFİ yazdı ve bana Şifa Allahtandır dedi” sordum borcum nekadar dedi 10 lira, sonra aklına geldi bana sen muhacirsin senden para alınmaz dedi ve para almadan beni uğurladı. Çocuğu eve getirdim çocuk ilacı 2 defa içti hastalıktan öksürükten eser kalmadı.

2- Bir gün gittim muayenesine, bana “kaç evladın var?” dedi. “4” dedim, büyüğü ne yapıyor ikincisi ne yapıyor teker teker sordu? Benim bir kızım var, Laik devletlerin okullarında manen bir şey vermedikleri için onu hiç bir gün okula göndermedim, onu ben okutarak 6 yaşındayken ona hatim ettirmiştim ve çok düzgün mahreç ve tecvit üzere hatasız Kur’an okuyordu. Korkutup bazen dövmek icap ettiği için babalar evlatlarını Hafız yapamazlar bu sebepten hafızlığa çalışırken ben onun derslerini dinleyemedim, evimden 1,5 k.m. uzak çok sevdiğim İbrahim Çetin isimli, Nur talebesi bir cami imamı hocaya 4 sene götür getir elhamdülil-lah Hafize oldu. Şimdi de Üniversite talebelerine Nur dersi verir.

Dr. Sâdullah ağabey evlatların ne yapıyor sorusuna? Kızım hafızlığa çelışiyor dedim. O bana,” Kardeşim! Risale-i Nur okumazsa emeğin boşa gider dedi, çünkü 1000 seneden beri birikmiş bugün önümüze çıkmış bir dalalet var ondan kurtulmak için yalınız Risale-i Nur eserlerinden istifade etmekle olur, çok hafızlar şarkıcı olmuş Sadettin Gökkaynak ta hafız ama şarkıcı olmuş ” dedi.

3- Gene bir gün muayene hanesine gittim çok fazla hastaları olmadığı için, Dava adamı olan Dr. Sâdullah Nuktu ağabey çok ciddi meselelerden bahsetti, bana ders verirdi biz konuşurken Ezan-ı Muhammedi okumaya başladı, bana camiye gidelim mi dedi. Gidelim Ağabey dedim. Nuru Osmaniye camisine gittik. Caminin kapısına geldik, bana sen gir ben şimdi gelirim dedi ben camiye girdim oturdum. Önümden sarıklı cübbeli biri geçti baktım ki Dr. Sâdullah ağabey. Ve yürüyor yavaş yavaş insanları rahatsız etmemeye dikkat ederken saflardan geçerek en ileride bir yer buldu oturdu. Sonradan öğrendim ki Dr. Sâdullah ağabey, alameti küfür olan şapkalının arkasında namaz kılmıyormuş.

4- Merhum Dr. Sâdullah ağabeyin evi Beşiktaş ta zemin katta imiş. Gazete binasından taşındıktan sonra, evinin bir odasını muayenehane yapmış, hastaları orada muayene ediyordu, bir gün bölük çağında kız kardeşim biraz rahatsız oldu, muayene ettirmek için Dr. Sadullah ağabeyden başkasına mı giderim dedim. Adresi öğrendim Beşiktaş’a gittim ve muayene etti. Kadınları muayene ederken elbisesini soymadan elbisesi üstüne kalp atışlarını dinledi ve kadınların yüzüne bakıp görmemek için kafasını yan tarafa çevirdi öyle kardeşimi muayene etti. Ettikten sonra kardeşimin yüzüne bakmadan kardeşime nasihat’e başladı. Ve dedi Kardeşim sen hasta değilsin asıl hasta sokakta tesettüre riayet etmeyip Allahın kanunlarına karşı gelenlerdir. Seni tebrik etmek lazım sen onlara uymamışsın, Allah’ın kanununa uyarak tesettüre bürünmüşsün Maşaallah dedi.

5- Merhum Dr. Sâdullah Nuktu ağabey hayatının son yıllarında Polislere Risale-i Nur dersi yaparken yakalanıp yanlış hatırlamıyorsam 3 ay hapis yattı. Hapishaneden çıktıktan sonra, Balıkesirli Dr. Mehmet Kardeş ile beraber Fatih semtinde bir muayenehane açmışlardı. O sıralarda epey hocalık yapan teyzemin beyi boğazından hasta olup sesi kesilmişti. Doktorların kararı onun o hastalıktan kurtulması için ses tellerini kesip nafes almasını boğazından değil boğazı altına bir hortum koyup, ancak öyle yaşabileceğini karar verirler. Ben ona çok acıdım ve dedim, gel bizim doktormuz Dr. Sâdullah ağabeye seni götüreyim. Götürdüm muayene etti ve enişteme bunu yiyeceksin bunu içeceksin , sigara dumanı olan yere girmeyeceksin dedi. Halbuki o çok sigara içerdi. Doktor ağabeye muayene ettiği hastası hoca olduğunu anlatınca, sevindi bir yarım saat kadar kendisine güzel bir nasihat etti. Daha önce dediğim gibi reçetenin başına Bismil-lahişşafi ile başlayarak ilaç yazdı. Ondan sonra benim eniştem Ağabeyin tavsiyelerine uyarak iyileşti boğazının ses tellerini kesmekten kurtuldu Elhamdülillah.

6- Bunuda Bir hoca efendiden işittiğimi nakledeyim 1960 li yıllarda Suudi Arabistan, Türkiye den gönüllü Doktor istemiş Dr. Sâdullah ağbey hemen yazılıp gitmiş. Oradayken tabii hac zamanı geliyor. Dr. ağabeyimiz hac ederken, tabii o zaman Beytullah ta Medine-i Münevverede deki cami de şimdi ki gibi gelişmiş vaziyette değil, Yani beton ve çini döşenmiş şeklinde değil. Beytullahın ve Medine-i Münevveredeki camiin dışında, her taraf kum. Dr Sâdullah ağabey kumlarda namaz kılarken buradan giden Türk hacıları Dr Sâdullah ağabeyi kumlarda namaz kıldığını görünce, ağabey namazda iken önüne bir seccade atıyorlar. Dr. Ağabey selam verdikten sonra. “Kardeşim ben seccadede namaz kılmaya gelmedim, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin kıldıği kumlarda namaz kelmaya geldim” demiş. Ve hatırladığıma göre Fatih semtinde muayene hanesinden çıkıp ana yolun karşısına geçerken araba çarpmıştı ve ruhunu Rahmana Teslim etmişti. Cenaze namazında bulunmuştum Elhamdülillah ve Eyüp Sultan kabristanına defnettik.

İşte Öyle bir babanın bıraktığı oğlu olan, Prof Dr. Mustafa Nuktu Ağabeyimiz Nur talebelerinin kendisi ile iftihar edecekleri şahsiyettir. Allah onun neslini de babalarının ve dedelerinin izinde gitmelerini nasip ve müyesser kılsın. Bu yazıyı okuyanlardan Merhum ve mağfur Dr. Sâdullah ağabeyimize bir Fatiha okumalarını rica ederim.

Nurun kemter talebesi: Abdülkadir Haktanır