Etiket arşivi: Allahı tanımak

Allah’ımı Tanımak İstiyorum!

allahimi.tanimak.istiyorumİnsanların asıl vazifesi Allah’ı (cc) isim ve sıfatlarıyla tanımaktır. Cenab-i Allah Kur’an’ı Kerim’de  “Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.”1 her mü’min Halik-ı Zülcelâl’ı bir şekilde tanıyor. Kimi ebeveyninden nakli, kimi de tahkiki bir iman gücü ile…

Bir gün askıda asılı bir şeyi almak isteyen dört yaşındaki kızım, elini yukarıya uzatıyordu, eli yetişmeyince “Ya uzakta olan Allah’ım” bana yardım et, İşte, Allah’ı, ebeveyninden öğrenen samimi bir çocuk…

Kimi, eşyanın varlık mertebesini inkâr ederek “Allah’tan başka, varlığı olan hiçbir şey yoktur” ifrat eden Muhyyiddin-i Arabî Hazretleri gibi. Kimi her şeyi Allah halk etmiş, mevcudat O’nun eseri ve sanatıdır, diyen. Bediüzzaman…

Demek ki her bir mü’min iman ve itikadı nispetinde Allah’ı bir şekilde tanıyor. Rivayet ediliyor ki: Hz. Musa Aleyhisselamın zamanında bir çoban “Ya Musa! Allah’a söyle ara sıra yanımıza gelsin, onun başını güzel tarar, çarığını diker, O’na hizmet ederim.” demiş. Hz. Musa,  “sen kim oluyorsun da Allah senin yanına gelsin.”  Çobanı azarlamış. Allah, (cc) Hz. Musa’ya, “ sen benimle kulum arasına girme, kulum beni nasıl tanıyorsa öyle tanısın.”buyurmuş. İşte kimi taklidi; kimi de tahkiki… Önemli olan O’ Zat-i Zülcelâl’ı tanımak ve ona iman etmektir.

Bediüzzaman şöyle buyurmuş: “İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakin ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.” 2

Keza, “…Nihayet kemalde bir Cemal ve nihayet cemalde bir Kemal, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi en esaslı bir kaidedir.”

Allah, (c.c)  kâinatı yaratmanın sebebi zatını tanıttırmak içindir. Bir Hadis-i Kutside, “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım” buyurur. 3

Dolayısıyla, Allah (cc) hakkında doğru bilgiler edinmesi için, peygamberlere (a.s) ihtiyaç vardır. Her bir peygamber doğru istikameti insanlara göstermiştir. Hz. İsa (as) dünyaya ilk teşriflerinde Hz. Muhammed’i ( a.s.m ) müjdelemiş.

Hazreti Muhammed (asm) yaratılış muammasının ve kâinat tılsımı’nın anahtarı, Esma-i İlahiye’nin sırlarının keşşafı ve Kâinat Kitabının ayetlerinin tercümanıdır.

Peygamberimiz (a.s.m) zatınden önce gelen tüm peygamberlerin ilim ve ibadetlerine mutlak varis olduğu gibi, kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlara bir rehber-i ekmel ve bir muallim-i ekberdir. Bu nedenle Allah, (c.c) Kâinatın Efendisine ( a.s.m ) bütün kâinatın sırlarını hem Kur’an ile ve hem de Miraç ile bildirdi.
 
Vahdaniyet sıfatlarının doğru keşşafı Kur’an ve onun mübelliği Fahr-i Kainat (a.s.m)’ dır. Kâinat bir kitaptır. Rabbimizi bize tanıttırıyor. Kur’an ise en büyük mucizedir. Hz. Muhammed (a.s.m )  gösterdiği her bir mucizesiyle, bize Allah’ı (c.c) tanıttırıyor.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

10.9.2013

www.NurNet.org

Alıntı:

 1-Zariyat suresi, 56

2-Şualar

3-Acluni, II, 132,

Allah’ı (C.C. Daha İyi TANIMAK İçin Lütfen Tıklayınız

İsm-i Âzam’ı bilen var mı? İsm-i Azam Nedir?

Yüce Allah’ın ismi yüzlercedir, binlercedir. Kur’an’da yüzlerce vardır. Peygamberimiz Allah’ın 99 ismini bildirir. Cevşenü’l-Kebir, Peygamberimizin özel bir duasıdır ve Allah’a 1000 ismiyle dua eder. Fakat Allah’ın kelamı/kelimeleri sayıya gelmeyecek kadar çok olduğu gibi, isimleri de sonsuzdur, sayısını sadece Allah bilir.

Allah’ın isimleri içindeki en büyük isme İsm-i Âzam denir. Öyleyse İsm-i Âzam hangisidir?

Bu sorunun ilk cevabını Peygamberimizden öğreniyoruz.

“Allah’ın İsm-i Âzam’ı şu iki ayettedir:

1. İlahınız, tek olan ilahtır, ondan başka ilah yoktur, O Rahman ve Rahim’dir. (Bakara, 2:163)

2. Elif Lam Mim. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyum’dur” (Al-i İmran, 3:1-3)”

Bir adam şöyle dua ediyordu: “Ey Allah’ım! Hamdlerim Sanadır, nimetleri veren Sensin, Senden başka ilah yoktur. Sen semavat ve arzın celal ve ikram sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyumsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak Senden istiyorum!

Bu duayı işiten Peygamberimiz sordu: “Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?

Allah ve Resulü daha iyi bilir?

Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki, Allah’a İsm-i Âzam’ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir.”

Her ismin azamlık mertebesi

Peygamberimiz tek ismi değil de, birkaç ismi birden İsm-i Âzam olarak bildiriyor. Bu açıdan ulema, İsm-i Âzam’ın hangi isim olduğu hususunda kesin bir şey söylemez.

Mesela Bediüzzaman Said Nursî kendisine yöneltilen bir soru üzerine diyor ki: “Mektubunda İsm-i Âzam’ı sual ediyorsun. İsm-i Âzam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazan’da Leyle-i Kadir gibi, esmâda İsm-i Âzam’ın gizlenmesinin mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda hakikî İsm-i Âzam gizlidir, havassa (büyük Allah dostlarına) bildirilir. Fakat her ismin de âzamî bir mertebesi var ki, o mertebe İsm-i Âzam hükmüne geçiyor. Evliyaların İsm-i Âzam’ı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Hazret-i Ali’nin (r.a.) Ercûza namında bir kasidesi Mecmuatü’l-Ahzab’da var. İsm-i Âzam’ı altı isimde zikrediyor. İmam-ı Gazâlî onu Cünnetü’l-Esmâ namındaki risalesinde, Hazret-i Ali’nin zikrettiği ve İsm-i Âzam’ın muhîti olan o altı ismi açıklamış ve hassalarını (özelliklerini) beyan etmiştir. O altı isim de Ferdün, Hayyün, Kayyûmun, Hakemün, Adlün, Kuddûsün’dur.” (Barla Lâhikası,175)

Bu konuya Otuzuncu Lem’ada şöyle bir açıklama getirilir: “İsm-i Âzam herkes için bir olmaz; belki ayrı ayrı oluyor” dedikten ve Hz. Ali’nin İsm-i Âzam’ı olan altı ismi belirttikten sonra, “İmam-ı Âzam’ın İsm-i Âzam’ı Hakem, Adl, iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzam’ın İsm-i Âzam’ı Hayy’dır. Ve İmam-ı Rabbânî’nin İsm-i Âzam’ı Kayyûm ve hâkezâ, pek çok zatlar daha başka isimleri İsm-i Âzam görmüşlerdir.”

Yirminci Mektup’ta ise aynı zamanda bir hadis olan “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh…” Tevhid kelimesinin de bir İsm-i Âzam olduğundan söz eder.

Her ismin bir âzamlık mertebesi vardır. Bütün isimlerin en âzamî (yüce, büyük) mertebesinde Sevgili Peygamberimiz vardır. Ona inen Kur’ân-ı Kerim ise Arş-ı Âzam’dan ve İsm-i Âzam’dan gelmiştir. Öldükten sonra dirilme anlamına gelen haşir ve kıyamet ise İsm-i Âzam’ın ve bazı isimlerin en yüce mertebede mazharı ve tecellisidir.

Allah lafzının kökeni

Allah” lafzı özel isimdir, sadece Allah için söylenir ve Allah’a aittir. Kutsal olarak inanılan ve tapınılan hiçbir puta ve batıl mabuda bu isim verilmez, verilmemiştir.

Mesela, Tanrı, Huda, Rab, İlah birer cins isimdir, bunların Tanrılar, Hudayan, Erbab ve Âlihe gibi çoğulları olur, ama “Allah” lafzı için “Allahlar” gibi bir şey söylenmez ve söylenmemiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır “Bismillah”ın tefsirinde “Allah” lafzı üzerinde sayfalar dolusu açıklamalarda bulunur. “Yahudiler ve Hıristiyanlar ’lâha‘ derler, Arap bu lafzı alıp tasarruf ederek ’Allah‘ demişler” naklini yapar.

Bu arada Arapça dil bilginleri arasında çok farklı açıklamaları ve yorumları verir. Daha sonra da başta Râzî olmak üzere meşhur ve muteber tefsir âlimlerinin, “Lâfza-i celal, Allah Teâlâ için bir âlem isimdir, bir başka kelimeden türetilmiş değildir” hükmüne varır ve kendisi de bu kanaatini dile getirir.

Allah’ın zatı bütün isimlerden ve sıfatlardan öncelikli olduğu gibi, ismi de öyledir. “Allah, mabud olduğu için Allah değil, Allah olduğu için Allah’tır” cümlesinde, Allah ibadet edilen bir varlık olduğu için değil de, Allah olduğu için Allah olmuştur, hakikatine parmak basar.

Yani insanlar Allah’ı Mabud olarak, ibadete layık olan tek varlık olarak tanısın tanımasın Allah zatında Mabud’dur; O’na her şey ibadet ve kulluk yapmakla borçludur.

Bu açıdan “Allah” lafzı başka bir dilden alınmış ve türetilmiş değildir; dil açısından ismi de zatı gibi ezeliyet perdesi/peçesi içindedir. Allah’ın kendisi ezeli olduğu gibi ismi de ezelidir. Yani Allah’ın varlığı hiçbir varlığın varlığına muhtaç olmadığı gibi, ismi de öyledir.

“Allah” lafzının Kur’ân inmeden önce de Araplar arasında var olduğu biliniyor ve bu husus bazı âyetlerde belirtiliyor.

Allah lafzı Hazret-i İsmail’den beri bilindiğine ve kullanıldığı gibi, ondan binlerce sene önce yaşamış olan Âd ve Semud kavimlerinde ve ilk peygamberler tarafından da biliniyordu.

Tirmizi’de yer alan ve Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimizin “Allah Teala, Hz. Adem’i (a.s) yarattığı ve ruh üflediği zaman, Adem hapşırdı ve elhamdülillah diyerek, izni ile Teala’ya hamd etti” (Tirmizî, Tefsir, Muavvizateyn, 3365) buyurduğu haber verilir.

Demek ki, Hz. Âdem’in ilk sözü “Elhamdülillah” olduğuna göre, Allah’a hamd henüz cennette iken başlamış oluyor.

Bazı rivayetlerde cennetin kapısında “Lâ ilâhe illallah” cümlesinin yazıldığı yer aldığına göre, Allah lafzı insanlıktan önce de vardı ve mevcuttu.

Yahudilerin ve Hıristiyanların “Allah” lafzını kullanmamalarının temelinde, onların birinci derecede tevhid inancından uzak düşmeleri; birisinin Allah’ı kendi milletlerinin özel bir mabudu olarak görmeleri, diğerinin de teslis/üçlü ilah inancına düşmeleri gibi etkenler sebep olmuştur.

Zaman içinde Tevrat ve İncil diğer dinlere tercüme edildiği, tarihî seyri itibariyle bir hayli tahrifat ve değiştirmelere tabi tutulunca “Allah” lafzı da bu arada ihmal edilmiş ve unutulmuş olsa gerektir.

“Tanrı” demek doğru mu?

Türkler Müslüman olmadan önce “tengri” dedikleri bir güce inanıyorlardı. Bu kelime “gökyüzü” anlamına da geldiği için yaratıcıyı gökte farz ederek bazen göktanrı dedikleri de olmuştur. İslam’ı kabul ettikten sonra da Tanrı kelimesini kullanmaya devam ettiler. Bugün bile mesela, “Tanrı misafiri” denir de, “Allah misafiri” denmez. Mehmed Âkif bu ifadeyi “Demek almayacak Tanrı selamını bile” mısraında kullanır.

Türkçe olarak yazılmış eski dinî kitaplara ve manzum eserlere baktığımızda Allah’tan bahsederken İlâh, Rab, Hüdâ, Yezdan gibi Arapça ve Farsça isimlerin Türkçe Tengri (Tanrı) karşılığında kullanıldığını görürüz. Mesela bir ahlak ve nasihat kitabı olan Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig’de Allah kelimesi geçmekle beraber, bazen “Tengri Teâlâ” olarak da geçer.

Bununla birlikte “Tanrı” kelimesi “Allah” kavramını tam olarak karşılamaktan uzaktır. Çünkü tam yerini tutamaz. Günümüzde de, özellikle diğer batıl dinlerde kutsallık izafe edilerek çeşitli görevler yüklenen putlara Tanrı denirken, hiçbirisi için “Allah” lafzı kullanılmaz ve kullanılamaz. Dinler Tarihi araştırmacısı olan Hikmet Tanyu, “İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı” isimli kitabında, “Allah karşılığında Tanrı kelimesi kullanılabilir, fakat her Tanrı, Allah değildir” derken, farklı bir yoruma yer verir.

Elmalılı Hamdi Yazır ise konuyu derinlemesine incelerken şu tespitlerde bulunur: “Batıl mabudlara, ‘Tanrı’ cins isim olarak verilir. Müşrikler birçok Tanrılara taparlardı. ‘Falanların Tanrıları şöyle, falanlarınki şöyledir’ denilir. Demek ki ‘Tanrı’ bir cins isim olarak ‘Allah’ özel isminin eşanlamlısı değildir. Bu açıdan Allah ismi Tanrı adı ile tercüme olunamaz. Bunun içindir ki, Süleyman Efendi Mevlidine ‘Allah adıyla’ başlamış ‘Tanrı adı’ dememiştir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1:24)

Tanrı olsa olsa “İlah” karşılığıdır. Bunun için Süleyman Çelebi Mevlid’inde, “Birdir Allah, andan artık Tanrı yok” diyerek “Tanrı” kelimesini İlah karşılığında kullanırken, Hasan Basri Çantay, “Lâ ilâhe illallah” cümlesini “Allah’tan başka Tanrı yoktur” şeklinde tercüme ederek aynı şekilde Tanrı kelimesini İlah karşılığında kullanmıştır.

Mehmed Paksu

Moral Dünyası Dergisi

NurNet Ekibi Notu: İsmi-i Azam Duası için tıklayınız!

Allah’ı (C.C.) Daha İyi Tanıyalım: “Er-Rahim Kimdir?”

Rahim: Yarattıklarına merhamet eden, acıyan ve şefkat gösteren manasındadır. Allah Rahim’dir; rahmetiyle bütün âlemleri kuşatmıştır.

  • Merhametiyle şu âlemi yoktan icat etmiş,
  • Her bir varlığa kendine mahsus bir elbise giydirmiş,
  • Her birini farklı şekillerde terbiye etmiş,
  • Vazifelerini öğretmiş,
  • Hayatını devam ettirebilmesi için lazım olan cihazlarla teçhiz etmiş,
  • Maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını şefkatle karşılamıştır.

Şimdi o rahmet denizinden birkaç damlayı hep beraber görelim!
Büyük bir ateş görseniz, bir hortumdan çıkan su ile söndürülüyor. Lakin hortumu tutan eli görmeseniz, ateşi söndürmek fiilini hortumun kendisine verebilir misiniz? Elbette, hayır! Çünkü ateşi söndürmek için failinde hayat, ilim, kudret gibi sıfatların bulunması gerekir. Hayatı olmayan, ateşi bilmeyen, hortumu tutamayan ateşi söndüremez. Hepsinden önemlisi, söndürmek merhametin neticesidir; rahmeti olmayan bu fiile fail olamaz. Ve bütün insanlar bir araya gelse o ateşi bu hortumun kendisinin söndürdüğüne bizi inandıramaz.
Acaba yeryüzünün ateşini söndürmek, yaşamak ateşinin hararetini dindirmek için, hortum hükmündeki bulutlardan suyu damla damla kim indiriyor?

Elbette, cansız, şuursuz bulutlar bu merhameti ve şefkati hissettiren fiile fail olamaz. O hâlde bulut hortumunu tutan el kim? Kur’an bu sorumuza cevap versin:

“İnsanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan O’dur. Övülmeye layık olan gerçek dost O’dur.” (Şura 28)

İşte yağan her bir damla Rahim isminin bir tecellisidir. Ve rahmetin başka tecellileri!

Zehirli bir böceğin karnında şifalı ve en tatlı bir balı bizim için pişirmek ve o böceğin eliyle bize ikram etmek elbette, o böceğin işi olamaz. Demek balı yapan böcek değil, Allah’ın rahmetidir.

Ve bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçlara en güzel elbiseleri giydirip çiçek ve meyvelerle süslendirip onların elleri hükmünde olan kuru dallarıyla lezzetleri farklı, renkleri farklı, kokuları farklı, şekilleri farklı meyvelerle bizi beslemek, elbette rahmetin bir tecellisidir. Yoksa o kuru ağaçlar bizi tanımaz ve bize merhamet etmez.

Ve elsiz bir böceğin eliyle bize ipek gibi yumuşak bir elbiseyi bize giydirmek rahmetin neticesidir. Yoksa o elsiz böcek yemyeşil dut yaprağını yiyip bembeyaz bir ipeği bizim için çıkartamaz.

Ya inek, deve, koyun ve keçi gibi hayvanlara ne demeli! Onlara yemyeşil otu yedirip kan ve fışkıları arasından bembeyaz, besleyici bir sütü çıkarmak ve o hayvanı bir süt fabrikası yapmak elbette, rahmetin işidir.

Ve o koca Güneş’i Dünyamız’a soba ve lamba yapmak, Ay’ı kandil ve takvim yapıp yıldızlarla semanın yüzünü süslendirmek elbette, rahmetin bir tecellisidir.

Şimdi rahmetin insandaki cüzi bir tecellisine bakalım:

Acaba gözümüz olmasaydı ne yapardık? Kapkaranlık bir âlem!

Ya kulaklarımız olmasaydı? Sessiz bir âlem!

Ya dilimiz olmasa ve ona tat alma duygusu verilmeseydi? Konuşmanın ve lezzetin olmadığı bir âlem!

Ya burnumuz olmasaydı? Kokunun olmadığı bir âlem!

Elbette, böyle bir âlemde yaşamak ne kadar zor olurdu. Acaba el, ayak, parmak gibi maddi; akıl, korku, şefkat ve muhabbet gibi manevi hediyeler olmasaydı ne yapardık? Demek her bir azanın takılışında rahmetin bir tecellisi görünüyor.

İnsanları böyle maddi ve manevi aza ve duygularla süsleyen Allah hayvanlara da bu âlemden istifade edebilmeleri için lazım olan cihazları takmıştır. Kuşa kanat takıp uçmayı, balığa yüzgeç verip yüzmeyi öğretmiş ve her canlıya rahmetiyle muamele edip hayatının devamı için gerekli olan vücudu ve azaları vermiş. İşte Allah’ın rahmeti her şeyi böyle kuşatmış.

Cenab-ı Hak, rahmetinin eserleriyle kendisini bize Rahim ismiyle tanıttırmak istiyor.

İşte! İnsanın vazifeleri:

  • Bahsettiğimiz ve bahsedemediğimiz rahmetin aynalarında Rahim ismini görmek.
  • O isim ile Allah’ı zikir ve tefekkür etmek.
  • Nimetlerine karşı şükür ve hamd etmek.
  • Ve rahmetin bir cilvesini kalbine yerleştirip mahlukata Allah hesabına şefkat göstermektir.

İnsan bu vazifeyi gördükçe insan-ı kâmil ismine layık olacak ve ahiret âleminde de ebedî saadete nail olmakla Allah’ın rahmetine mazhar olacaktır.

Allah’ı Daha İyi Tanıyalım: “Er-Rahman Kimdir?”

Rahman: Bütün mahlukatına sayısız nimetler ve rızıklar veren, onların ihtiyaçlarını gören ve yarattıkları hakkında hayır ve rahmet dileyen manasındadır. Şu âleme baktığımızda gözümüzle görüyoruz ki birisi var, yeryüzünü bir sofra yapmış, o sofrayı en leziz yiyecekler ile doldurmuş ve o sofraya bütün canlıları davet etmiş. Şimdi gelin hayalen bu sofralarda gezelim:

İşte hayvanatın sofrası! Bakın, her hayvana layık olduğu ve ihtiyaç duyduğu rızık veriliyor.

1- İşte balıklar! Onları besleyen ne de güzel besliyor, rızıkları ağızlarına kadar konuluyor. Kim onları böyle zahmetsizce besleyen?

2- İşte denizlerin dipleri! Karanlık, ıssız, acı bir su, kum ve çaresiz mahluklar! Ancak hiçbirinin rızkı unutulmuyor, hiçbiri aç bırakılmıyor ve ihtiyaçları mükemmel bir şekilde karşılanıyor. Kim onları böyle merhametle besleyip denizin dibini onlara Rahmanî bir sofra yapan? Ve o sofradan istifade edebilmeleri için gerekli cihazları onlara takan?

3- İşte böcekler! Küçücük, zayıf ve âcizler! Ama ne kadar da kolay besleniyorlar. Muhtaçlar. Güçleri yok. Kimi elsiz, kimi gözsüz, kimi ayaksız. Ancak ihtiyaçları ve rızıkları ellerinin yetişmediği yerlerden ne de mükemmel veriliyor. Kim bu âcizlere merhamet edip ihtiyaçlarını gören?

4- İşte âciz ve merhamete muhtaç yavrular! Rızıkları umulmadık ve ellerinin yetişmediği bir yerden, münasip bir vakitte ve ihtiyaç nispetinde onlara veriliyor. Yardımlarına koşuluyor. Hâlbuki ihtiyaçlarının yüzde birini karşılamaya kendi güçleri yetmez. Demek onların ihtiyacını bilen, onları merhamet ve şefkatle besleyen perde arkasında birisi var. Kim bu zat? Cevabı Kur’an versin:

“Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hud 6)

Ve Rahman’ın o sofrasından istifade eden diğer muhtaçlar! Şimdi de Rahman’ın sofrasında misafir olan bitkiler taifesine bakalım! Hayvanlara kıyasla daha âciz ve daha fakir! Ama âcizliklerine binaen Rahman olan Allah onları daha zahmetsiz besliyor. Rızıkları ayaklarına gönderiliyor. Bazen oluyor sıcaktan ve susuzluktan feryat eden o bitkilere bir bulut ordusu ile imdat ediliyor. Güneş başlarında lamba ve soba, toprak altlarında mineraller ile dolu bir mahzen. Ciğerleri hükmünde olan yaprakları ile havayı teneffüs ediyorlar.

Kim bu bitkilerin feryadını işitip cansız mahlukatın elleriyle onlara yardım eden?

Ve şimdi bu bu Rahmanî sofranın en şerefli misafirine geldik! Sofranın kurulmasının sebebi, yeryüzünün halifesi ve Rahman olan Allah’ın has muhatabı olan insan! Bakalım şerefine sofraların kurulduğu insan için Allah neler hazırlamış ve Rahman isminin tecellisini o sofralarda nasıl göstermiş!

Acaba Rahman olan Allah’ımız, rahmetinin bu kadar süslü meyveleriyle kendini bize sevdirmek istese. Mukabilinde insan ibadetle kendini O’na sevdirmese. Hem bu kadar türlü türlü nimetlerle muhabbet ve rahmetini gösterse. Mukabilinde insan şükür ve hamd ile ona hürmet etmezse bu insan, insan ismine layık mıdır?

Hâlbuki bütün bu nimetlerin veriliş sebebini Rabbimiz kitabında şöyle beyan etmiştir:

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin! Eğer yalnız O’na kulluk ediyorsanız.” (Bakara 172)

Allah (C.C.) İsm-i Şerifi ve Bu İsmin Özellikleri. Allah’a Tanrı Denilir mi? (Kısa Video)

Bu kâinatın sahibi ve bu âlem sarayının sultanı ve bu mülkün maliki olan zatın adı Allah’tır. Ve O, kitabında kendinden bahsederken “Enallah” yani “Ben Allah’ım” diyor.

Bu ismi diğer isimlerden ayıran bazı özellikleri vardır. Şimdi bunları anlamaya çalışalım:

– Kur’an’da ilk inen ayet besmeledir. Ve Allah ismi besmelede geçen üç isimden ilkidir. Demek Allah ismi Kur’an’da nazil olan ilk isimdir.

– Allah ismi Esma-ül Hüsna içinde asıldır. Diğer isimler ise bu isme izafe edilir. Mesela “Şâfi, Allah’ın bir ismidir.” denilir ama “Allah, Şâfi’nin bir ismidir.” denilmez. Ya da “Rahman, Allah’ın bir ismidir.” denilir ancak “Allah, Rahman’ın bir ismidir.” denilmez.

-Allah ismi ism-i âlemdir yani özel isimdir. Mecaz yoluyla da olsa başkası için söylenemez. Bu isim Allah’a has ve ancak ona işaret eden bir isimdir. İlahlık davasına kalkışan Firavun dahi “Ene rabbükümül a’la” “Ben sizin yüce Rabbinizim!” demiş fakat “Enellah” “Ben Allah’ım!” diyememiştir. Allah’ın Rab ismini kullanırken Allah ismini kullanmaya cüret edememiştir.

Yine Mekke müşrikleri Kâbe’nin etrafını 360 putla doldurmuşlar, her birine farklı isimler vermişler ama hiç birine Allah diyememişlerdir. Demek bu isim ancak Allah’a mahsus bir isimdir.

– İmana girmek kelime-i şehadet ile mümkündür. İmanın temeli olan kelime-i şehadet ise ancak Allah ismi ile kabul olur. Mesela bir gayrimüslim, Müslüman olmak için “Eşhedü enla ilahe illallah…” yerine “Eşhedü enla ilahe ille-r Rahman” veya “Eşhedü enla ilahe ille-l Melik” dese İslam’a girmiş olmaz. Çünkü Allah ismi, tek ve ortaksız olarak Cenab-ı Hakk’ın zatını ifade eden has bir isimdir. Has isimlerde ortaklık manasını düşünmek mümkün değildir. Bunun için bu isimde hakiki bir tevhid vardır. Diğer isimlerde ise bu hakiki tevhid olmadığından ve onlar ile Allah’ın birliği ikrar edilmediğinden iman kabul edilmez.

– Allah ismini teşkil eden harfler birer birer kaldırılsa mana yine de bozulmaz. Bu özellik diğer isimlerde yoktur. Mesela Melik ismindeki “mim” harfi kaldırılsa “lik” olur ki hiçbir mana ifade etmez. Ya da Samed ismindeki “sad” kaldırılsa “med” olur ki bu da hiçbir mana ifade etmez.

Hâlbuki Allah isminin lafzında bir camiiyyet yani toplayıcılık vardır. Mesela:

• Baştaki elif kaldırılırsa “lillah” olur, bu da Allah demektir.

• “Lillah”daki birinci lam kaldırılsa “lehu” olur, bu da ona işaret eder.

• Bu “lam” da kaldırılsa “hu” olur ki yine Allah’ı ifade eder.

• Hatta “hu”daki gizli “vav” kaldırılıp “he” kalsa yine Allah’a delalet eder. Çünkü “hu” isminin de aslı “he”dir. ”Vav” asıl değil, ilavedir. Bu sırdan dolayı her canlı teneffüs ederken “he, he, he” demek suretiyle Allah’ı zikretmektedir.

– Allah isminin manasında toplayıcılık vardır, diğer isimlerde bu yoktur. Diğer isimler yalnız bir manaya işaret ederler. Mesela “Hadi” ismi sadece “hidayet veren” manasında, “Nafi” ismi ise sadece “menfaat veren” manasında, “Halik” ismi” ise sadece “yaratıcı” manasındadır. Fakat Allah ismi bunlardaki ve diğer isimlerdeki manaların hepsini toplu bir şekilde ifade eder.

Nasıl ki Güneş dediğimizde yedi renk, ısı ve ışık gibi sıfatlara sahip olan bir ışık kaynağı aklımıza gelir ve bu sıfatları kendinde bulunduramayan Güneş olamaz.

Aynen bunun gibi, “Allah” ismi denildiğinde de bütün kemal sıfatları ve isimleri kendinde bulunduran Zat-ı Akdes akla gelir. Bu isim ve sıfatları kendinde bulunduramayana Allah denilemez.

O hâlde madem Allah’tır, bütün kemal sıfatlarla sıfatlanmıştır. Bunun içindir ki bu manadaki topluluğu düşünerek “Allah” diyen bir kimse Cenab-ı Hakk’ı bütün isim ve sıfatlarıyla zikretmiş olur.

Allah’a tanrı denilir mi?

Bu bölümde Allaha Tanrı denilemeyeceğinin delillerini göreceğiz:

–  Allah’ın isimleri ehl-i sünnet itikadınca tevkifidir. Yani Allah hakkında, Allahın bildirdiği isimleri söylemek caiz olup, bunlardan başkalarını söylemek caiz değildir. Mesela Allaha alim denir, fakat aynı manada olan “fakih denmez, yine Allaha cömert manasında cevad denir, ancak aynı manada olan sahi ismi denilmez. Çünkü Allah kendisini fakih ve sahi isimleriyle tanıtmamıştır. Bunun için Allah yerine Tanrı demek de caiz değildir. İmam Gazali derki: Bir insana bile kendimizden dilediğimiz gibi  ad koyamazsak nasıl olurda Allah hakkında bu cüreti gösterebiliriz.

– Tanrı ilah ve mabud demektir. Mesela pek çok hindunun tanrısı öküzdür, mecusilerin tanrısı ateştir denilmektedir. Başka dilerde de ilah ve mabud manasında farklı kelimeler kullanılmıştır. Allah ismi ise yabancı dillerde yapılan tercümelerde aynen kullanılmıştır. Çünkü bu ismin karşılığında hiçbir dilde hiçbir kelime yoktur.

– Allah ismi kuranda 2806 defa geçmesine rağmen, bir defa bile tanrı kelimesi geçmemektedir. Hem Cenab-ı Hak Kur’an da defalarca “benim ismim Allah’tır, beni Allah diye çağırınız, bana Allah diyerek ibadet ediniz, Allah diyerek yalvarınız demekte ancak hiçbir ayette ben tanrıyım, bana tanrı deyin dememektedir. Hadis-i şeriflerde de tanrı ismi geçmemektedir. O halde Allah’a kendi istediği ismi söylemeyipte müşriklerin ona ortak koştukları, batıl mabudlarını koydukları tanrı ismiyle onu çağırmanın ne kadar yanlış olduğu ortadadır.

Acaba bir hükümdar emri altında bulunan kimselere benim adım Ahmed dir. Beni Ahmed ismi ile çağırınız  dese,onlarda farzı misal “hayır efendimiz bizim canımız sana Ahmed demek istemiyor biz sana Osman diyeceğiz  ikiside altı üstü isim değilmi deseler öylede çağırsalar o padişah nasıl çok kızarsa  aynen öylede Allah ismi yerine onun emretmediği belki de sevmediği tanrı ismini söylemek ve o isimle ibadet etmek gazabı ilahiyeye vesile olur.