Etiket arşivi: Çetin Kılıç

İlim Ve Vicdan

Bir bedevi adam, kızını sağ olarak defnedecek bir kasavet-i vahşiyanede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbeti Nebeviye’ye müşerref olur; daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şevkat-i rahimaneyi kesbederdi.

Hem cahil vahşi bir adam, bir gün sohbet-i Nebeviye’ye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi. Mütemeddin kavimlere muallimi hakaik ve rehberi kemalat olurdu.

Bediüzzaman Hazretleri’nin yirmiyedinci sözde bahsettiği gibi vicdan sahibi olmak için vahşilikten medeniyete geçmek için bir saat sohbeti Nebeviye’de bulunmak yeterli iken muallim olmak ilim sahibi olabilmek için sohbeti Nebeviye’de bir saat değil bir gün olmakla o mertebeye geliniyor, muallim ve ilim sahibi olunabiliyor.

Bediüzzaman Hazretleri bu zamanda da Risale-i Nurlarla bir yıl ciddi meşguliyet ve esaslı okumakla ilim sahibi olabileceğinin yolunu açmıştır. İbadet ve zevk kaynağı olan.

Tam terbiye, iman hakikatleriyle kendimizi techiz etmemizi sağlayan.

Bizleri vatan ve millete hizmet edecek vaziyete getiren.

Gençlerin manevi kurtarıcısı olan.

Hakiki saadete erdiren.

Dünya ikbal ve heveslerin peşinde koşmadıkça peygamberlere en emin varis eden.

İrfan ve kemalat menbağı.

Ebedi hapisten kurtaran.

Vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizliği kaldıracak olan.

Bu mubarek vatan ve milletin ve alemi İslamın ebedi saadetine ve kurtuluşuna vesile olan.

Yer yüzünün sulh ve selametinin temini

Risale-i Nurları ihlasla okumalı.

Dünya yepyeni bir oluşumun eşiğindedir

Mehmet Akif’in dediği gibi diyelim.

O nuru gönder İlahi asırlar oldu yeter.

Bunaldı milletin afakı bir sabah ister.

Çetin Kılıç (Lüleburgaz)
Kaynak: Risale-i nur külliyatı

Gaye ve Hedef

“Millete ve neslimize bir gaye ve hedef vermek elzemdir.

Gayei hayali olmalı insanın bu gayesi ve hayali istikametten ayırmamalı. Allah’ın rızasına uygun olmalı.

Afaki alem bu günkü tabirle sosyal hayat, iletişim araçlarının da yardımıyla günümüz insanını doğru gaye ve hedefinden saptırmış ,malayani ,boş hatta zararlı hedef ve gayelere yöneltmiştir.
Müslüman sorgulayan olmalı. Nasıl ki insan sair yaratıklardan hayvandan, ağaçtan ,taştan ,topraktan ,güneşten ,aydan, yıldızdan farklı. Farkı ne ? Şuurlu ve akıl sahibi olması onu farklı kılan en önemli özelliklerden biri .

Allah’ın insana verdiği akılla insan sorgular irdeler duydukları gördükleri ve hissettiklerini kalp ,vicdan ve akıl mizanına koyar öyle hareket eder ,körü körüne nefsine uyup hayat geçirmez. Kainattaki varlıkların ona hizmet ettiğini gören, tüm ihtiyaçlarını an ve an hazır ve nazır eden bir Rabbini bulan insan, dünyaya niçin gönderildiğini ona bunca nimeti ihsan eden Rabbini nasıl razı edeceğini düşünmeli ,ona göre hareket etmeli ,hayatını ona göre tanzim etmeli. Yemeden ,içmeden ,giymeden, konuşmadan, yatmadan, çalışmadan, evlilikten, akraba, komşu ilişkisinden, evlat ana baba münasebetinden, ticaret ve sair hayati içtimaiyenin her alanında bu çizgiden zerre miskal sapmamalı.

Hele hele bir müslüman sıradan insanlar gibi televizyon karşısında, kahve köşelerinde ,eğlence yerlerinde vakit geciremez .Müslüman iyiliği emredip kötülükten men etme vazifesiyle görevlendirilmiştir, bu görevi layıkıyla yerine getirmek için azami gayret etmeli, önce kendisi ve ailesi olarak kusursuz olmaya çalışmalı, hal ve efhaliyle tam bir kul tam bir ümmet bilinciyle yaşamaya itina göstermeli, islamiyetin en gür seda olabilmesi böyle fertlerden oluşan bir ümmet oluşumuna bağlı olduğunu hiçbir zaman aklından çıkarmamalıdır.

Asrımızda Bediüzzaman hazretleri başta olmak üzere ve onun talebelerini bu gaye ve hayel üzerine yaşadıklarını görüyor ve bu kıymetli zatların iman ve islamın gelecek nesillere aktarılması için tam bir sahabe efendilerimiz gibi gayret ve himmetlerine şahit oluyoruz .Şuurlu ,akıllı, sorgulayan bir müslüman için kurtuluş reçetesini, saadet-i dareyn recetesini sunan bu insanlara getirdiklerine ,yazdıklarına, konuştuklarına, anlattıklarına bigayr kalmamalı bilakis örnek almalı.

Çetin Kılıç

www.NurNet.org

Kaynak :
1.Risale-i Nur
2.Dava adamının notları (Zübeyir Gündüzalp)

Bu Devrin Tağutu ve Hizmet Erleri

Şeytanın hileleri desiseleri geçmiş kavimlerde olduğu gibi bu devrin insanlarını da Allah’dan uzaklaştırıyor.

Bizden önce dünyada bazı kavimlerin günahlarından dolayı helak olduklarını biliyoruz. Peygamberimiz Hz Muhammed(as)’ın duası olmasa idi helak olmamız kaçınılmazdı herhalde… Bu kadar cürüm bu kadar isyan bu kadar nankörlük bu kadar sefahat ve çıplaklık varken helak olmuyorsak Peygamberimiz Hz Muhammed as’ın yüzü suyu hürmetinedir. Yaşına başına aldırmadan vücudunu sergilemekten çekinmeyen kadınlar,babasının,büyüklerinin yanında hiç çekinmeden istediğini konuşan, istediğini yapabilen gençler, bu kötü ortamda büyüyen çocuklar…

Nur talebesi karanlığa kızmaz bir mum yakar, hatta bir nur yakar, vazifesi budur. Şerzenişte bulunmak, ah vah ne olacak halimiz deyip eli kolu bağlı durmak iman hizmetinin esaslarında yoktur. Bursa’da bunu idrak etmiş bir avuç genç kızımız var.

Dinimizden hiç taviz vermeden tesettürü tarz değil farz olarak taşıyan tam bir mucahide gençler. Zamanı ve çevreyi çok iyi okumuş, gelebilecek tehlikelere yerinde ve zamanında önlem almışlar, medresede kalan öğrencilerin icra edecekleri meslekleri en iyi ve en güzel şekilde kulluk şuuru ile yapmaları için elinden gelen tüm imkanları esirgemeden sunan bu genç kardeşlerimi yürekten kutluyor, yürüdükleri bu nurlu yolun cennette son bulması için Cenab’ı Mevlaya niyaz ediyorum.

Bu gibi hizmetler yurdun her yerinde var üniversite gençliğine hizmet eden yurtlar dershaneler var, burada bulunan fedakar gençler abiler ahir zaman ateşi içinde yanan evlatlarımız için adeta canla başla uğraş veriyorlar.

Hususen ellerimizi semaya bu hizmette bulunan kardeşlerimiz için açıyor sayılarının, gayretlerinin, şevklerinin arttırması için Allah’a yalvarıyoruz.

Vatan ve din mücadelesinde şehit düşmüş nice vatan evlatlarıyla birlikte haşir olacaklarından zerre şüphe etmediğimiz bu gençlerimizi bir kez daha tebrik ediyor nurlu ve mubarek yolculuklarının Üstadımız, Peygamberimiz(sav) ve Allah(cc) ‘nün yanında son bulmasını cani gönülden niyaz ediyoruz.

Çetin Kılıç

www.NurNet.Org

Namaz Kılmaktan Seccaden Yırtılsa Sana Bunun Hesabını Sormazmı?

Ön Yargı

İki genç çarşıda gezerken caminin minaresinden gelen ezan dan etkilenip abdest alıp namaz kılmak için camiye girerler. Kıyafetleri, saç, sakal şekilleri cami adabina uymayan bu gençlere caminin görevlisi “bu kılıkla namaz kılınmaz”diyerek kapıyı gösterir genclerden biri “sen caminin sahibimisin sanamı soracaktım” deyip camide kalırken diğeri öfkeyle kalkıp gider.

Zamanla bu iki gencin yolları ayrılır biri camiiye namaza devam ederken digeri menfi yollara girmiştir. Gazetede arkadaşının resmini görünce heyecanla okumaya başlar.

“Bir terörist hücre evinde ölü olarak ele geçirildi. “

-Ey imam efendi namaz kılmaktan seccaden yırtılsa sana bunun hesabını sormazmı Allah….

Çetin KILIÇ

www.NurNet.org

Nasreddin Hoca Kimdir?

1208 yılında Sivrihisar’ın Hortu yöresinde doğdu. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun’dur. Nasreddin Hoca, iyi bir eğitim almış, imamlık, müftülük, öğretmenlik ve kadılık yapmıştır. Önce Sivrihisar’da medrese öğrenimi gördü.

Babasının ölümü üzerine Hortu’ya dönerek köy imamı oldu. 1237′de Akşehir’e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim’in derslerini dinledi. İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır.

Nasreddin Hoca kadar millî kültürümüze mal olmuş çok önemli bir şahsiyettir.dünya edebiyat tarihinin önemli bir figürü olup 1996-1997 yılları UNESCO tarafından Uluslararası Nasretti Hoca yılı ilan edilmiştir. O, 250 milyonluk Türk dünyasında, İslâm aleminde bilinir, sevilir. Azerbaycanda Molla Nasreddin, Kazakistanda Koja Nasreddin, Özbekistanda Nasreddin Efendi’dir.

Nasreddin Hoca, efsaneleşmiş bir halk filozofudur. Fıkralarının tamamında sağlam bir dünya görüşü vardır. Herhangi bir aşırılığa onun zıddı ile karşılık verir. Yıkıcı değil yapıcıdır. İnsanı önce güldürür, sonra düşündürür. Her sözünde bir hikmet vardır. Günlük hayatın her safhası onun fıkralarında yer alır.

Nasreddin Hoca, Türk milletinin mizah anlayışının ve zekasının sembolüdür. Bu sebeple de, her çağda yeniden ortaya çıkmakta, kendisine ait olmayan fıkralar bile onun adı ile nakledilmektedir. Nasreddin Hoca hakkında yazılan ilk kitapta (Hikâyat-i Kitab-ı Nasreddin) 43 fıkra var iken, 1676da yazılan kitapta 112, 1822de 160, 1958de ise 445 Nasreddin Hoca fıkrası kayıt edilmiştir. Bugünlerde fıkra sayısının 500’ün üzerinde olduğunu söylemek mümkündür.

Genellikle eşeğin üzerine ters binmiş şekilde karikatürize edilir.

İnsanlar tarafından çok sevilen Nasreddin Hoca, İslam inancına bağlı biridir. Hazırcevap olma yönü ile herkesi hem şaşırtmayı hem de güldürmeyi başarmıştır. Toplumsal hayatta karşılaşılan sosyal problemlere mizahi bir üslup ile yaklaşan Nasreddin Hoca, fıkralarında, Anadolu insanlarının yapısını, düşüncesini ve olaylara bakışını anlatmıştır. Fıkralarının özünde insanları iyiye ve doğruya yöneltme, kusurları ve hataları espriler ile birleştirerek gözler önüne serme anlayışı hakimdir.

Bireyleri ve toplumları her yönü ile çok iyi tanıyan Nasreddin Hoca, aile, komşuluk, dostluk ve iş ilişkilerinde gördüğü aksaklıkları kendine has tarzı ile dile getirip insanlara ders verecek şekilde latifelerle birleştirmiştir.

Nasreddin Hoca fıkraları Türk sözlü edebiyatının kısa, açık ve sade olma özelliklerini taşır. Dolaylı anlatımlara başvurmadan, açıksözlü ve net ifadeler kullanılır. Fıkralarda anlatılan olayların sonunda ise her zaman bir ders verilir. En büyük amacı insanları düşündürmeye sevk etmek olan fıkraları sayesinde, hem Türk toplumunda hem de diğer ülkelerde tanınmakta ve günümüz dünyasında bile adından bahsettirmektedir. Nasrettin Hoca fıkraları Batı dillerine de çevrilmiştir.

Onun yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur’la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.

Nasreddin Hoca’nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir.

İtalya’da Sicilya adasında halk arasındaki ufak fıkralarda devamlı ismi geçen “Giufà” da Nasreddin Hoca hikayelerinden alınmış olduğu bilinmektedir.

1284 yılında vefat etmiştir,t ürbesi Akşehir’dedir

Evliya çelebi hatıratlarında şöyle der; Akşehir’de büyük din adamı ve değerli zat “El-Mevla Hazret Şeyh Hoca Nasreddin”‘in kabri vardır. Kendisi Akşehirlidir. Gazi Hüdavendigar’a yetişip, Yıldırım Han zamanında şöhret bulmuştur. Fazilet sahibi olup, hazırcevap, keramet sahibi, filozof, din ve dünya işlerini birlikte ve eksiksiz yürüten büyük bir zat idi.

Timurlenk ile bir toplantıda bulunmuştur. Timur Han, O’nun şerefli sohbetlerinden hoşlanırdı. Bu sebeple, o büyük bilginin hatırı için Akşehir’i yağma ettirmemiştir. Büyük hocanın sözleri ve latifeleri, bütün lisanlarda atasözü olarak söylenir. Yıldırım Han’ın vefatından sonra, Çelebi Sultan Mehmed zamanında dünyadan göç etmiştir. Akşehir dışındaki kubbeli türbesine defnolunmuştur. Dört tarafı parmaklıkla çevrilidir. Allah rahmet eylesin.”

Risale-i Nur’da Nasreddin Hoca’ya kendisine ait olmayanların da ona mal edildiği ima edilerek, bu durum karşısında Nasreddin Hoca’nın, “…Onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir” diye cevap vereceği ifade edilmektedir.

Lemaat’ta kendisine mal edilen latifelerin onda birinin, yani zekatının asıl malı olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca, şöhretin, insanın malı olmayanı da kendisine mal ettiği izah edilirken Nasreddin Hoca ile İranlıların medarı iftiharı olan Rüstem-i Zal örnek olarak verilmektedir. İnsanoğlunun karakterinde mevcut olan özelliklerinden bir tanesi; asil ve kıymetli göstermek istediği şeyleri, tanınan ve meşhur bir zata dayandırarak, reddedilmesini önlemek ve kıymet görmesini sağlamak ister. Bundan dolayıdır ki, kendilerine olağan üstü şeyler isnat edilen adeta efsanevi şahsiyetler ortaya çıkar. Dilden dile dolaşan sözler zamanla büyür. Bir bakıma gerçek olmayan yalan olan şeyler birbirini takip ederek adeta basamak olurlar.

Bediüzzaman, Nasreddin Hoca’nın ismini zikrederken onun latifelerine uygun bir yaklaşımla konuya açıklık getirir. Meşhur Molla Nasreddin Efendiye; “Bu garip sözler umumen senin midir?” şeklinde sorulduğu takdirde, bunların hepsini sahiplenmeyeceğini, sadece zekatına bile razı olacağını şu latif sözlerle aktarır:

“Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalb eder”. Kendisine mal edilenlerin tamamını kabul ettiği takdirde, kendi mahiyetini tabilikten çıkaracağını, gereğinden fazla süslü gösterileceğini, olduğundan daha fazla değer verilmesini ise istemediğini ima etmektedir.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • Risaleinur
  • Nasreddinhoca