Etiket arşivi: çocuk

Hazır Çorba Gibi Yetiştirilen Çocuklar

Gıdaların genetiğiyle mi oynandı yoksa yeni neslin genetiğiyle mi oynandı bilmem ama anne babalar, çocuk eğitiminin genetiğiyle oynadığı bir gerçek.

Eskiden çocuklarını doğal yollarla (anne sütü, ev yapımı yoğurdu, tere yağı,…) beslemeye çalışan  anne babalar, günümüzde ise çocukları hazır gıdalarla (hazır mama, hazır çorba, hazır yoğurt, çikolata, cipsi, kola…) beslenmeye çalışmaktadırlar.

Her şeyleri hazır olacak olan bu çocukların doğumları da hazır olacaktır. Doktor tarafından anne adayına ağır kaldırmayacaksın deniyor o da bunu en küçük bir iş yapmayacak diye algılıyor ve her şeyi ayağına bekliyor. Sonuçta anne adayı hareketsiz kalınca ister istemez doğumda zor olacaktır. Doğumun zorluğundan korkan anne adayı, normal doğum yerine farklı bir seçeneği düşünecektir.

Anne ile çocuk arsındaki duyusal bağları güçlendirecek normal doğum yerine, bugün birçok anne tarafından sıkıntısız olmasından dolayı sezaryen tercih edilmektedir. Oysa normal doğumun hem anne için hem de çocuk için birçok faydası olduğu doktorlar tarafından ifade edilmektedir.

Normal doğum yerine sezaryenle hiçbir emek harcamadan dünyaya gelen çocuklar, beslenmeleri de anneyi emerek (ekmek için mücadele) değil de biberonla (hazırlığı alıştırma ve hazır mama) yapılınca çocukların fiziksel gelişimlerinin yanı sıra kişilik gelişimleri açısından da bazı sıkıntıları beraberinde getirecektir.

Evet, birçok anne değişik mazeretler aldı altında bebeğini emme davranıştan mahrum bırakmaktadır. Anne ile çocuk arasındaki sevgiyi bağlarını güçlendirecek anne sütü yerine, daha çocuk doğar doğmaz biberon ve yalancı emzikle tanıştırılıyor.

Çocuğu hazırcılığa alıştırmak biberonla başlıyor. Çünkü çocuk biberonla beslenirken emek harcamıyor. Biberonla beslenmek eskilerin tabiriyle  “Armut piş, ağzıma düş!” oluyor.

Anneyi emmek; başlangıçta çocuklar için çok zordur ve emek gerektirir. Oysa emmek bebeklerin birçok duygusal ihtiyaçlarını (bedensel temasa bağlı olarak sevgi bağı oluşturma) karşılamaktadır. Zekâ gelişimlerinin yanı sıra çene kaslarının gelişmesi, damak yapısının düzgün olması, diş ve gaz çıkarma gibi birçok faydası vardır. Anneyi emmenin birçok ruhsal ve sağlık faydasını bir yana bıraksak da çocuk emme davranışıyla ekmek için hayatla mücadeleyi öğrenmektedir.

Hayatı öğrenmeyi ve hayatla mücadeleyi birçok çocuk, biberon yüzünden öğrenememektedir.  Hazırcılığa alıştırma sadece biberonla beslenmekle de kalınmıyor. Birçok çocuk bebeklikten çıkıp kocaman olmalarına rağmen yemeğini kendisi yemiyor ya da yiyemiyor. Karnını iyice doyuramaz ya da üst başını kirletir diye eline kaşık verilmeyen bu çocuklar, dökmeden yemesini de öğrenemeyeceklerdir.  Yemekleri anne babaları tarafından yedirilen bu çocuklar, kendilerine güvenmedikleri içinde kendi kararlarını veremeyeceklerdir. Bu yüzden çocuğun ekmek için hayatla mücadeleyi öğrenmesinin önüne bir kez daha geçilmiş olacaktır.

Kendi yemeğini yiyemeyen, üstünü giyemeyen, okul çantasını anne babasına taşıtan çocukların hallerini gördükçe bir eğitimci bu çocuklara üzülürken kendimi de şanslı olarak hissediyorum.

 Köyde büyüyenler bilir. Bağ bahçe zamanında genelde herkes bağ bahçeye gittiğinden evde kimse olmaz. Bizlerde okul zamanında öğle tatilinde yemek için eve geldiğimizde yemeğimiz kendimiz hazırlardık. Günümüzdeki ocaklar gibi ocağımız otomatik değildi. Ocağı çakmakla yakar çayı ocağa koyardık. Çayla birlikte sofraya koyduğumuz zeytin, peynir, yoğurt ve kümesten getirip yağda pişirdiğimiz yumurtaları da yer okula tekrar geri dönerdik.

İkindi okuldan geldiğimizde rahmetli anneme nazlanmak adına acıktığımızı söylediğimizde; “Oğlum mutfağı sırtımda bahçeye götürmedim. Canı ne çektiyse alıp yeseydin.” diyerek mutfağı bana bırakan annem, bugünün annelerine sanki bir mesaj yollar gibiydi.

Çocuğun mutfağa girmesini mutfağı karıştırmak olarak algılayan günümüzün titiz anneleri, çocuklara bırakın mutfakta bir şey hazırlamalarına müsaade etmek, sen git dersine çalış diyerek de mutfağa sokulmamaktadır. Bugün üniversite okuyan birçok kız öğrenci yemek yapmasını, lise öğrencisi de çay yapmasını bilmemektedir. Erkek çocuklarının da kız çocuklarından kalır tarafı yok. Birçok erkek çocuğu her şeyi otomatik olan ocağı kullanması dahi bilmemektedir.

Çocukları hazırcılığa alıştırma konusunda yürümeyi öğrenirken de devam etik. Çocuklar doğru dürüst emekleme davranışını kazanmadan bu seferde düşmeden yürümesini öğrenmeleri için örümceklere bindirdik.

Yürümesini örümceklerde öğrenen çocuklar, yolları düşe kalka yürümek yerine ya ana kucaklarında ya da çocuk arabalarında geçmektedirler. Yürürken de kendi başına yürümek isteyip elimizden tutmak istemeyen çocuklara da düşer diye her şeye rağmen izin vermedik. Başka bir ifadeyle düştükten sonra kalkma davranışını öğrenmemeleri için elimizden geleni fazlasıyla yaptık.

kelebeklerBir gün baba ile oğlu kırlarda gezerken kelebeklerin kozadan çıkışlarına şahit olurlar. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşan çocuk, babasıyla birlikte kelebeğin kozadan çıkışını seyretmeye başlar.

 Çocuk, kelebeklerin kozadan sıkıntı ve emek harcayarak çıktıklarını ve ardından da hemen uçtuklarını görür. Çocuk bu ya; kelebeklerin kozadan çıkarken çırpınmalarına ve sıkıntı çekmelerine acır.

Bizim çocuklara iyilik olsun düşüncesiyle yaptıklarımızı çocukta kelebeklere iyilik olsun diye yapar. Elindeki değnekle onların yollarını açar. Hatta ağlarının önünü de açarak kelebeklerin kolayca kozadan çıkmalarını sağlar.

Çocuk, kozadan kolayca çıkan kelebeklerin havada uçmaya başlamalarının ardından 2-3 saniye sonra düşerek öldüklerini görür. Çocuk, garibine giden bu durumu öğrenmek için babasına sorar. Baba da oğluna:

“Kelebekler, uzun ve yorucu bir mücadeleden sonra kendi çabalarıyla kozadan çıkarlar. Bunun nedeni olarak da Allah, onların uçmalarını sağlayacak kanat ve bacak kaslarının gelişmesi için bu evreyi yaratmıştır. Kozadan kanat ve bacak kaslarını güçlendirerek çıkan kelebekler, uçmayı da kolayca öğrenmektedirler.

Oysa senin onlara iyilik adına yapmış olduğun şey, onların sonu oluyor. Senin yardım ettiğin kelebekler, bacak ve kanat kaslarını geliştiremedikleri için yani sana göre bu sıkıntılı evreyi yaşamadıkları için uçamadan ölmektedir.”

Düşmek bana çocukluğumda çok şey hatırlatır: Bisikletten düştük, eşekten düştük, ağaçtan düştük, merdivenden düştük, dereye düştük, oyun oynarken düştük ve en önemlisi bu hayat oyununda kalkıp tekrar oyuna devam edebilmek için düştük. Düştük çünkü toprağa düşen tohum gibi yeniden dirilmek için düştük. Bu anlamda düşmek (yerinde ve zamanında) demek tekrar ayağa kalkabilmeyi ve tek başına da olsa yoluna devam edebilmeyi öğrenebilmek demektir.

Almanya I.Dünya Savaşı’nda, Japonya ise II. Dünya Savaşı’nda ekonomileri büyük yara almalarına rağmen bugün ekonomik olarak adlarından söz ettiriyorlarsa düştükten sonra kalkmasını öğrendikleri içindir. Biz I.Dünya Savaşı’nda aldığımız yarayla II. Dünya Savaşı’na katılmamamıza rağmen bugün Almanya ve Japonya gibi güçlü ekonomimiz yoksa bu, düştükten sonra kalkmasını öğrenemediğimizden kaynaklanmaktadır.

Bugün çocuklara, düştükten sonra da kalkmasını öğretmiş olsaydık çocukların ne sınavlarını ne de işlerini düşünür olurduk. Çocukları o kadar düşündük ki onların düşünmelerine bile gerek bırakmadık. Bir zamanlar Metin Akpınar’ın oynadığı bir aşı reklâmı vardı: “…bu çocuk niye hastalandı anlamadım gitti. …canı acımasın diye onun aşısını dahi kendime yaptırdığım halde…”

Çocukları o kadar düşündük ki dün tek başına yürüyemez diye yürümesine yardım ettiğimiz çocuğa bugünde tek başına yiyemez diye yemek yemesine yardım ediyoruz. Okulda ödevlerine, lise ve üniversite de tercihlerine sonra iş bulmasına ve evlenmesine en sonunda da boşanmasına yardım ediyoruz.

Sonuç olarak; yardım etmek niyetiyle yaptığımız birçok durumlarda çocuklara kötülük yapıyoruz. Sonrasında da kendi ayakları üzerinde duramayıp kendi kararlarını veremeyen çocuklara “Kocaman oldun hala bensiz bir iş yapamıyorsun!” sitemini yapıyoruz.

Sonuç olarak çocuklarımızı yetiştirip eğitirken onlara ne kadar müdahale edersek; büyüdükleri zamanda kendi ayakları üzerinde durmakta o kadar zorluk çekeceklerdir. Her şeyi anne babası tarafından yapılan bu çocuklar, kendilerine güvenemediklerinden okulda olduğu kadar sosyal hayatta da sorumluluk almaktan korkacaklardır. Kendilerine güvenemeyen, kararlarını vermekte zorlanan bu çocuklar, büyüdükleri zaman bağımlı bir kişi olacaklarından hayatta hep birilerinin gölgesinde yaşayarak, yönetmekten çok yönetilmeye müsait kişiler olacaklardır

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Çocukları Çarpıp Sonra Taş Yapan…

Bir gün bir baba evine gelerek; “Haydi çocuklar hazırlanın, yarın sizi tatile götüreceğim.” der. Evde herkes sevinç çığlıkları atıp sevinirken evin küçük çocuğu:

-“Hayır, ben tatile gitmek istemiyorum” der.

Nedenini merak eden anne ve baba:

-“Çocuğum herkes tatile gitmek için can atarken, senin gitmeme sebebin nedir?” diye sorarlar. Çocuk soruya soruyla karşılık verir;

-“Babacığım gideceğimiz tatil yerinde Allah var mı?” diye sorar. Çocuğun sorusuna şaşıran baba:

-“Tabi ki var çocuğum; çünkü Allah her yerdedir.” der. Çocuk:

-“O zaman ben de gitmiyorum.”  der. Duruma iyice şaşıran baba merakla:

-“ Peki, niye?” der baba. Çocuk ise kararlı; fakat korkak bir şekilde:

-“Anneciğim babacığım, sizi kızdırdığım zaman ya da sözünüzü dinlemediğim zaman bana; Allah seni taş yapacak demiyor muydunuz? Ne zaman ben bir hata yapsam ya da sizin isteklerinizi yerine getirmesem sizler bana; Allah taş yapar, Allah çarpar diyordunuz. Tatile gittiğimiz zaman bir hata yapıp Allah’ın beni taş yapmasından korkuyorum, onun için tatile gitmek istemiyorum.” diye karşılık verir.

***

Eş dostla birlikte Aygır’a (Bozkır-Konya) ilk defa pikniğe gittiğimizde dağdaki taş adamı gösterdiler.

Oradaki şeklin adam mı değil mi diye incelerken bir taraftan da taş adamın hikâyesini dinliyorduk. Taş adamın hikâyesinin özünde; ekmeğe küçük abdestini yaptığı için çobanı Allah’ın taş yapması vardır. O zamanları birinci sınıfa yeni giden kızım, benzer şeyleri masal kitaplarında okuduğu ve böyle bir şeyi somut olarak gördüğünde ise tepkisi:

-“Gerçekten de baba Allah o adamı taş mı yapmış.” şeklinde olmuştur.

Hikâye ne kadar gerçek ne kadar uydurma orasını bilmem; ama soyut zekâsı gelişmemiş çocuklarda nasıl etki yapacağını gördüm.

***

Bir gün bir kız çocuğu kurs hocasına:

-“Hocam arkadaşlarım başlarını açanları, Allah saçlarından tavana asarak cehennemde cayır cayır yakacağını söylüyorlar.”  der. Toplumumuzda anne babaların çocuklara dini bilgileri nasıl anlattığını gösteren ibretlik bir ifadedir.

Hoca da çocuğun psikolojisini çok iyi anlamış olacak ki, çocuğun cezadan çok Allah’tan kaygılandığını anlar ve hem çocuğun sorusunu cevaplamak hem de Allah’ın kötü biri olmadığını anlatmak için;

 -“Hayır, evladım Allah hiç kimseyi başı açık diye cehennemde cayır cayır yakmaz. Allah çocukları da saçlarını kapatanları da çok sever. Allah sevdiklerini de cennetine koyar.” diye cevaplandırır.

Çocuk büyük ihtimalle Allah’ın kötü biri olmadığını, insanları cezalandırmak istemediğini hatta çocukları, çok sevdiğini anlamış ve rahatlamış olacaktır. Burada yapılmak istenen ne olursa olsun çocuklara Allah’ın cezalandırıcı değil, affedici olduğu mesajının verilmesidir.

***

Doç Dr. Sefa Saygılı; çocuklara Allah’ı yanlış anlatmanın hangi boyutlara ulaştığını şu şekilde anlatmaktadır.

Ahmet adındaki genci Hıristiyanlığa geçtiği için “Acaba hasta mı?”  diye muayeneye getirmişlerdi. Kendisine “Nereden çıktı bu din değiştirme?” diye sorduğumda şu cevabı vermişti:

“Doktor Bey, benim babam aşırı dindar bir insandır. Ancak çok sinirlidir, her şeye bağırır çağırırdı. Ters bir hareket yapsak cehennemlik olduğumuzu söyler döverdi. Çok şiddetli dayaklar yedim, hakaret ve aşağılamalar işittim. Sonra ne zaman ki artık büyüdüm, ona inat olsun diye din değiştirdim. Onun bu durumuna üzüntüsü adeta bana zevk veriyor.”

Bizim için çok önemli olmayan, söylenmesi çok kolay; fakat sonucunun nereye varacağını bilmediğimiz bir sözün çocukta neler yaptığını anlatan önemli bir örnekti.

Çocuklara Allah’ı anlatılırken ceza veren değil; seven, bağışlayan ve affeden olarak anlatılmalı. Yoksa çocuklar Allah’ı kötü, insanlara ceza vermeyi seven olarak tanıyacaklardır.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Allah, ölümle çocuğa tanıtılmaz

4,5 yaşındaki kızım ölmemizden korkuyor. Ben de ”Dua edelim, Allah bize uzun ömür versin.” dedim. Doğru mu yaptım?

Doğru bir cümle… Allah, tüm çocuklara anne-babaları ile uzun ömürler versin.

Ancak yaşamın nasıl şekillendiğini biz bilemiyoruz. Eğer ölümleri çocuğun erken döneminde Allah’ a bağlarsak, çocuk annesini kaybettiğinde, ” Annemi niye aldın? ” diyerek muhatap olarak Allah’ ı kabul eder. Belki de Allah’ a muhabbet duyacağı yerde tepki gösterebilir. Halbuki Allah, insanın canını kendisinin değil, Azrail (AS)’ in alıyor olması ile kendisine yönelecek olan isyanı perdelemiş oluyor. Allah, ölümle çocuğa tanıtılmaz.

Ölüm haktır. Çocuk;

” Anne ben ölürsem, anne siz ölürseniz… Ben ne yaparım o zaman?” diye sorular sorabilir. Çocuğun bu soruları üzerinde fazla durmamak lazım.

” İnşallah ölmeyiz, inşallah hep beraber yaşarız. Ölmüş olsak da çok problem değil, inşallah ahirette birlikte olacağız.” demekte fayda var.

Sizin söylediğiniz tasavvufi bir bilgi, çocuğun içerisinde bulunduğu yaş itibariyle bakıldığında, ileride Allah’ a karşı tepkiselliğe götürebilir. Dini dahi öğrenmeden, Allah’ ın azap, gazap ve can alıcı bir sıfatı ile tanıtılmış olması doğru olmaz.

Çocuğun her sorusuna cevap vermek gerekmez. Bazı soruları çok derinlemesine işlemeden geçiştirmekte fayda var.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 364 Kısım 5

Kavanozdaki Adam

Geçenlerde kızımı okuluna bırakırken, zaman zaman torunuyla gördüğüm fakat şahsen tanımadığım, bir teyze yolumu kesti:

Biraz kaygılı, biraz da telaşlı bir hali vardı… “ Evinizde televizyon yokmuş diye duydum, inanamadım, doğru mu?” dedi. Şaşkınca, merakına tebessüm ettim. “ Olur mu hiç öyle şey… Hiç televizyonsuz ev olur mu?” deyiversem rahatlayacaktı sanki. Büyük bir hayretle onu baş başa bırakacağımın farkında olsam da, “ Evet evimizde 5 yıldır televizyon yok” dedim.

Tam da zihnimde dönüp dolaşan kavanoz resmiyle aynı günlere tevafuk etti bu hadise. Kavanoz derken, öyle fasulye konservesi falan değil. İçine iki büklüm tıkıştırılmış bir adam olan, kapağı sıkıca kapatılmış bir kavanoz… Hani geçmişten bir şarkı çalınır dilinize, ister istemez mırıldanırken bulursunuz ya kendinizi… İşte bu “kavanozdaki adam” da son günlerde sık sık uğrar olmuştu zihnime. Hem de adını tam koyamadığım bir huzursuzluk hissini de beraberinde getiren bir kabusa yakın.

Derken, bu görüntünün çocukluğumda izlediğim bir diziye ait olduğunu hatırladım. Sahi, dedim, bu diziyi arasam bulur muyum,  neymiş, nasılmış? Bir göz attım internete ve buldum.  Kavanozdaki Adam… Ama ellerim titredi açarken. Bir iç sıkıntısı, bir kasvet, korku, kaygı… Hepsini barındıran bir girişi var dizinin, gerilim dolu bir de müziği…

Bir bölümü dahi izlemeye cesaret edemedim. Neredeyse 30 yıl önce zihnime bir şekilde yerleşmiş, ama hala izleri ve verdiği gerginlik taze.

“Televizyon çocuk dünyası ile yetişkin dünyası arasındaki farkı ortadan kaldırır.” demiş İletişim profesörü Joshua Meyrowitz. Bugünlerde olsa bu sözün yanına telefon ve bilgisayarlardaki görüntüleri de eklerdi sanırım.

Bu sözün doğruluğuna şahidim… Çocuksu neşemin o kavanozun içinde kapalı kaldığını hissediyorum, yıllar sonra bile.

Televizyonun, çocuğu pasifleştirdiği, empati gücünü azalttığı, iletişimini zayıflattığı, aşırı hareketlendirirken yorduğu, zihinsel gücünü yavaşlattığı, duygularına zarar verdiği… ve daha pek çok zararını biliyordum da… Yetişkin dünyası ile çocuk dünyasının arasındaki çizginin televizyon ile silikleşmesi, gerçeği, beni bir hayli sarstı.

Yetişkinlerin dünyasını düşündüm… Vuranlar, kıranlar, ölenler, öldürenler… Zulümler, zulmedenler…  kandıran, dolandıran, haksızlıklar, adaletsizlikler… Hastalar, hastalıklar… yalanlar, hakaretler…

Ya çocuk dünyası? Bütün bu karmaşayı taşıyamayacak kadar sade… Büyüklerin yalan dolanını anlayamayacak kadar masum… Ve bu masumiyetleri de sebepsiz değil ki, her birimize bir zamanlar sunulan büyük bir lütuf.

Duygularını pozitif hislerle olabildiğince genişletmeye ihtiyaçları var çocukların. Belki de bu yüzden dünyadan bihaber yaratılışları. Gelecek günler için içlerinde güç büyütmeliler, yetişkinler kırıp, dökmeden önce. Huzur ve enerji ile doldurmalılar depolarını, o kaygısız çocukluk döneminde. İleriki yıllarda zorluklarla karşılaştıklarında, ilk sığınacakları yer olacak çocukluk anılarının dokunulmazlığı.

Çocukları oyundan, aileden, arkadaştan,  sokaktan alıkoyup, ekranlar karşısına sabitlemek… Ve doğal ortamlardan uzakta, kurgulanmış yaşamlara ve negatif görüntülere maruz bırakmak. Bütün koruma kalkanlarını ellerinden almak demek, güçsüz ve savunmasız kalmalarına göz yummak demek.

Çocukların erkenden büyüklerin dünyasında kaybolmalarına razı olmak, çok büyük bir haksızlık değil mi?

Gonca Anıl
cocukaile.net

Yerinizde Kalın

Anneliğe dair  verdiğim eğitimlerde ya da seminerlerde  “ Bu anlattıklarınızı evde uygulamayan babalara öneriniz ne olur?” sorusuyla karışılaşıyorum her defasında.” Hepsini ortadan kaldıralım en iyisi “ esprisi ile yanıt veririm önce. Çözüm olur mu dersiniz:)

Bu soru çocuklarla ilgili meselelerin kısır döngüsü. Babalara anlatınca bihaber annelerden, annelere anlatınca ilgisiz babalardan şikayet etmeye başlıyor eşler.  Haklılalar da… İki kanattan birinin olmadığı bir kuşu uçurmaya çalışmak gibi tek başına bütün yükü almak. Yalnız kaçırılan nokta yine birbirimizi “oldurmaya” çalıştığımız gerçeği. Okuduğumuz bir kitabı, aldığımız eğitimi eşimizi baba oldurmak ya da anne oldurmak üzerine kurgulamaya başlayınca aslında onu anneliği ve babalığı konusunda eleştirmiş oluyoruz dolayısıyla  kendisini savunmak zorunda bırakıyoruz. Ya da bize saldırmak zorunda hissediyorlar kendilerini…

Nagihan Hanım’da bu konuya dair yazı yazınca aynı dertten muzdaripler için kendi tecrübelerimle maddeleştirmek istedim yapılabilecekleri;

Birincisi anne, baba görevlerini yapmıyor diye, evin kural koyanı ya da otoritesi olmamalı.  Annenin yerinden ayrıldığı durumlarda, babada sorumluluğunu yerine getirmiyorsa ,çocuğa hem anne rolü açısından hem de babalık rolü açısından yanlış bir yöneliş gerçekleştirmiş oluruz . Anne babaya rağmen yerinde durmalı, baba anneye rağmen. Anne babaya rağmen şefkatinden ve merhametinden vazgeçmemeli, baba anneye rağmen kararlılığından ve güvenilirliğinden.

İkinci  anneler çocuklarını akşam gelir gelmez babalarına şikayet etmekten vazgeçmeli. Tüm gün yaşananları eş kapıdan girer girmez anlatmaya başlayınca anne, “ başbelası” olarak anlatılan çocuğa,  babanın da “ zapdedilmesi gereken bir varlık”  olarak bakması demek. Babalar bu hali “ Annesine bütün gün çektirmiş ben haddini bildireyim” şeklinde yorumluyorlar. Ben annelerin eşlerinin içlerinde çocuklarla ilgili  vicdan kuyuları kazmasından yanayım. Gece yatağa uzandığınızda çocukların o gün yaptığı güzel ve sevimli şeyleri anlatmak babanın vicdanını harekete geçiriyor. Çocuğa ters ve yanlış davranan bir eşi baş başa kaldıklarında “ bu yaptığına çok üzüldüm, o daha küçük bir çocuk” diye uyarmalı anneler. Çocuğun yanında yapılan her ihtar, baba çocuk ilişkisini abi kardeş ilişkisine dönüştürüyor zira.

Üçüncüsü kriz anında bir kitaptan ya da uzmandan öğrendiğiniz bilgileri eşlerinize söylemeyin. Zira kriz anında akıllı düşünme devre dışı kalacağından, söyleyeceklerinizin hiçbir tesiri olmayacaktır eşiniz üzerinde. Bunun yerine öğrenilenleri çay ya da kahve içerken muhabbet konusu haline getirmek eş üzerinde çok daha tesirli oluyor. Yani bıkkın cümleler yerine onu kendi şefkatli ve çocuk bakışıyla bakan dünyanıza çağıran cümleleriniz olsun.

Dördüncüsü ahirette hepimiz kendi anneliğimizden ya da babalığımızdan hesap vereceğiz. “ Neden eşini baba yapmadın?” diye bir hesabımız olacağını sanmam. Ama “ Neden anneliğinin ve babalığının hakkını vermedin” sorusuyla karşılaşabiliriz. Bunun için meseleye o yapmadığı için ben daha iyi bir anne/ baba olamadım kolaycılığından çıkarmak gerekiyor diye düşünüyorum. Diğeri iyi olduğu için iyi olmayı beklemek çocuklara yapılmış önemli haksızlıklardan biri bana kalırsa.

Velhasıl Efendimiz (s.a.v)’in Uhud Savaşı’nda Müslümanlara “ Yerinizde kalın”çağrısını hatırlamak gerek böyle zamanlarda.

Kimse yerinden ayrılmazsa, herkes daha mutlu olur.

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net