Etiket arşivi: Eyüphan Kaya

Türkiye’nin Medine’si Diyarbekir

Şehir deyip geçmemek lazım şehir medeniyettir. Şehir, iş bölümünü, uzmanlık alanlarını beraberinde getirir. Şehirler yeryüzüne değer katıyor, onun için köylerdeki “tarla” şehirde “arsa” oluyor.

Şehirleşme beraberinde sanayileşmeyi, yüksek tahsili getirir. Bazı şehirle var ki, tarihin derinliklerine ev sahipliği yapmış bazıları ise toplama şehirlerdir. Hatta devletler bile öyledir. Mesela ABD toplama bir ülkedir, insanlık tarihine katkısı olmadığı için elindeki güce rağmen dünyaya bir huzur getiremiyor.

Şehre gelince özellikle bu günkü yazımda Diyarbekir örneğiyle kadim şehrin değeri üzerinde duracağım.

İslam’i tebliğ niyetiyle Peygamberimizin vefatından sadece 7 yıl sonra Hz. Ömer’in hilafetinde 639 yılında fethedilmiş Diyarbekir, kimi tarih analistleri diyor ki “eğer Diyarbekir fethedilmeseydi, 1071 Malazgirt muharebesi kazanılmazdı, Malazgirt muharebesi kazanılmasaydı 1453 yılında İstanbul fethedilmezdi”, düşünüyorum haksız da değiller yani.

Fethi esnasında Şehit Sahabeler bir araya defedilmiş ve daha sonra onların üzerinde bir Cami inşa edilmiş ve bu cami Hz.Süleyman camisi olarak adlandırılmıştır. Bu ismi 27 şehit sahabe arasında yer alan Halit bin Velid’in oğlu Sahabe Süleyman’dan alıyor kendisi hem komutan hem de mücahit arkadaşlarıyla birlikte şehit düşmüştür.

Diyarbekir dışında sahabenin valilik yaptığı hiçbir şehir yoktur. Diyarbekir fethedildikten sonra Sultan Sa’sa’ hazretleri 6 ay bu mübarek şehirde valilik yapmış ve burada vefat edilmiş.

Bunu kıskanan cumhuriyetin ilk yıllarının belediye başkanlarından biri bu kabrin yerini bilinmeyen bir yere taşımış, aynı gün iş makinesinin tekerlerinden fırlayan bir taş, kalabalığın içinde başkanın oğlunun gözüne gelmiş ve evladının gözü kör olmuştur. Herhalde bir insan bu kadar cezalandırılabilir.

Diyarbekir insanı direk dinini sahabeyi kiramdan öğrendikleri için bir “tabiin kentidir.”

Beşinci haremi şerif olarak bilinen ulu cami Diyarbekir’dedir, sadece bu camiyi görmek için olsa Diyarbekir’e gelmeye değer diye düşünüyorum.

Özel yapısıyla fonksiyonlu mimarisiyle dünyanın bir numaralı kalesi Diyarbakır’dadır.

Nüfus itibariyle diğer dinlere mensup sakinlerine göre %46 bir Müslüman nüfusa sahip olup, bir anlamda azınlık olmasına rağmen Müslümanlar tarafından İslam’ın adalet anlayışıyla idare edilmiş ve bu yönüyle Medine’ye benzemektedir. Bu özelliğinden dolayı “Türkiye’nin Medine’si Diyarbekir” ifadesini kullanım. İslam ile müşerref olan bu mukaddes şehir o günden beri düşman istilasına duçar kalmamıştır.

Bunu kıskanan kimi bazı sinsi düşmanlar her fırsatta bu şehrimize saldırdılar. Kimisi Diyarbekir’i Diyarbakır yaptı, kimisi Amid’i Amed yaptı küçük bir örnekle ifade edilirse bu  “ağız bükerek” konuşmaya benzer.

İki tarafın tek derdi. Bu tabiin torunlarını İslami değerlerle bağını kopartmaktır. Nerdeyse başarılı olacaklardı ki bu evladı tabiin ümmetin yetimleri olarak tabir edilen mütevazi insanlar kendine geldiler ve şu anda başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasına yetecek kadar ilim talebelerini yetiştiriyor. İlim medreselerinde “Dört bin” civarında ilim talebesi yetişmekte olup insanlığın kurtuluşuna vesile olacaklar inşallah.

“Güneş balçıkla sıvanmaz” ifadesi ne güzel de Diyarbekir için kullanılabilir değil mi?

Sen Medine halinle hep var ol Şehri Amid!

Eyüphan Kaya

Ailenin temel akdi: Nikah

Malum yüce Allah insana müthiş bir değer vermiş, öyle ki bir insani haksız yere öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir,  bir insanı hayata kazandıran da tüm insanlığı hayata kazandırmış gibidir diye beyanda bulunuyor. Buna rağmen dört kişimin şahit olduğu kadar aleni bir ortamda zina işleyen kimselerini de recim ile had cezasına çarpıtılmasını emrediyor. Zina edenlerin evli olmaları şartıyla. Bekarlar için yüz değnek cezası var.

Ancak nikah akdına göre iki adil şahit huzurunda mehir üzerinde anlaşarak evlenenler yeni bir hayatın temelini attıkları gibi hem Müslümanların duasına nail oluyorlar, hem de beraberlikleri onlar için an an sevap kazandırıyor.

Peki Belediye nikahı ile müftü nikahı arasında ne fark var?

İki fark vardır;

Birincisi müftünün kıyacağı nikahta Allah’ın emri peygamberin kavli deniliyor, belediye nikahında ise belediye başkanından aldığım yetki ile deniliyor,

İkincisi müftülük nikahında şahitler için belli şartları taşımaları aranıyor, diğerinde ise herhangi iki vatandaş şahit olarak yeterlidir,

Üçüncüsü Belediyenin nikahında genelde dua yok, müftülük nikahında dua var.

Şafii mezhebinde babanın rızası da lazım belediyede böyle bir rıza aranmaz.

Kısacası müftülük nikahında eksik yok fazlası var.

Neyse ki isteyen belediye nikahıyla birlikte imam nikahını da kıyıyor.

Eğer nikahı dini bir değer olarak kabul ederseniz, ki öyledir, Müftü nikahını kabul etmeniz lazım.

En az vatandaşlarımıza tercih hakkı verilmelidir.

Sene 2002 Ak Parti iktidar olunca 18 maddelik yasal düzeyde iyileştirme talebim oldu, nedense bazı vekillerin aklı ermeyince  küçümsediler.

Bir maddesi de nikahın muhtarın gözetiminde köy imamının önderliğinde kıyılma talebiydi; biri seçilmiş kişi, diğeri devletin memuru daha ne olsun, kim bu talebe ne hakla karşı çıkabilir, anlamakta zorlanıyorum.

Nikah yine belediye ile işbirliğinde olur, nişanlılara anne babalık kursu, ailenin ayrıcalığı ve mahremiyeti, toplum hayatındaki önemini içeren bir kurs verilir ve en az bir beyaz eşya katkısında bulunulur, mesela Gaziantep Şahinbey belediyesinde böyle bir çalışma var, diğer illerimizde neden olmasın?

Ya bu düğünlere ne demeli, evlilik gibi mübarek bir hadisenin temelini orta yerde günahlarla kirletiyoruz, yazık günah değil mi?

Galiba müftülük nikahında en önemli fark şahitlerde ortaya çıkacak çünkü bir kişinin şahit olabilmesi için bazı vasıflara sahip olması lazım.

Mesela adil olmayan bir kişinin şahitliği kabul olmaz(Hanefi mezhebi hariç)

Bir kişi;

Bakan olabilir,

Profesör olabilir,

General olabilir,

Toplumda statü sahibi biri olabilir,

Eğer şahit olabilmenin şartlarını taşımıyorsa herhangi bir hadisede şahitlik yapamadığı gibi nikah için de şahitlik yapamaz, yani tabir yerindeyse yüce Allah şahadet şartlarını taşımayanları yok mahiyette görüyor, bir anlamda adamdan saymıyor.

Şahitlik yapabilmenin şartları;

1- Şahit akıllı ve ergin olmalıdır.

2- Şahitlerin iki erkek veya bir erkek iki kadın olması gerekir.

3-Şahit hür olmalıdır.

4-Müslüman olmalıdır.

5- işitme, görme ve anlama yeteneğinin bulunması şarttır

6-Hanefi mezhebinde İki fasık şahidin şahitliği de yeterlidir. Fakat diğer mezheplerde fasıkın şahitliği kabul olmaz.

Buyur tercih sizin isterseniz İslami usullere göre yaşayın isterseniz keyfinize bakın yakında ebedi hayata göçeceğiz ,ona göre de muamele göreceğiz.

Benden söylemesi

Eyüphan Kaya

Ailenin temel akdi: “Nikah”

Malum yüce Allah insana müthiş bir değer vermiş, öyle ki bir insanı haksız yere öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir, bir insanı hayata kazandıran da tüm insanlığı hayata kazandırmış gibidir diye beyanda bulunuyor. Buna rağmen dört kişinin şahit olduğu kadar aleni bir ortamda zina işleyen kimseleri de recm ile had cezasına çarpıtılmasını emrediyor. Zina edenlerin evli olmaları şartıyla. Bekarlar için yüz değnek cezası var.

Ancak nikah akdına göre iki adil şahit huzurunda mehir üzerinde anlaşarak evlenenler yeni bir hayatın temelini attıkları gibi hem Müslümanların duasına nail oluyorlar, hem de beraberlikleri onlar için an an sevap kazandırıyor.

Peki Belediye nikahı ile müftü nikahı arasında ne fark var?

İki fark vardır;

Birincisi müftünün kıyacağı nikahta Allah’ın emri peygamberin kavli deniliyor, belediye nikahında ise belediye başkanından aldığım yetki ile deniliyor,

İkincisi müftülük nikahında şahitler için belli şartları taşımaları aranıyor, diğerinde ise herhangi iki vatandaş şahit olarak yeterlidir,

Üçüncüsü Belediyenin nikahında genelde dua yok, müftülük nikahında dua var.

Şafii mezhebinde babanın rızası da lazım belediyede böyle bir rıza aranmaz.

Kısacası müftülük nikahında eksik yok fazlası var.

Neyse ki isteyen belediye nikahıyla birlikte imam nikahını da kıyıyor.

Eğer nikahı dini bir değer olarak kabul ederseniz, ki öyledir, Müftü nikahını kabul etmeniz lazım. En azından vatandaşlarımıza tercih hakkı verilmelidir.

Sene 2002 Ak Parti iktidar olunca 18 maddelik yasal düzeyde iyileştirme talebim oldu, nedense bazı vekillerin aklı ermeyince küçümsediler.

Bir maddesi de nikahın muhtarın gözetiminde köy imamının önderliğinde kıyılma talebiydi; biri seçilmiş kişi, diğeri devletin memuru daha ne olsun, kim bu talebe ne hakla karşı çıkabilir, anlamakta zorlanıyorum.

Nikah yine belediye ile işbirliğinde olur, nişanlılara anne babalık kursu, ailenin ayrıcalığı ve mahremiyeti, toplum hayatındaki önemini içeren bir kurs verilir ve en az bir beyaz eşya katkısında bulunulur, mesela Gaziantep Şahinbey belediyesinde böyle bir çalışma var, diğer illerimizde neden olmasın?

Ya bu düğünlere ne demeli, evlilik gibi mübarek bir hadisenin temelini orta yerde günahlarla kirletiyoruz, yazık günah değil mi?

Galiba müftülük nikahında en önemli fark şahitlerde ortaya çıkacak çünkü bir kişinin şahit olabilmesi için bazı vasıflara sahip olması lazım.

Mesela adil olmayan bir kişinin şahitliği kabul olmaz (Hanefi mezhebi hariç)

Bir kişi;
Bakan olabilir,
Profesör olabilir,
General olabilir,
Toplumda statü sahibi biri olabilir,

Eğer şahit olabilmenin şartlarını taşımıyorsa herhangi bir hadisede şahitlik yapamadığı gibi nikah için de şahitlik yapamaz, yani tabir yerindeyse yüce Allah şahadet şartlarını taşımayanları yok mahiyette görüyor, bir anlamda adamdan saymıyor.

Şahitlik yapabilmenin şartları;
1- Şahit akıllı ve ergin olmalıdır.
2- Şahitlerin iki erkek veya bir erkek iki kadın olması gerekir.
3-Şahit hür olmalıdır.
4-Müslüman olmalıdır.
5- işitme, görme ve anlama yeteneğinin bulunması şarttır
6-Hanefi mezhebinde İki fasık şahidin şahitliği de yeterlidir. Fakat diğer mezheplerde fasıkın şahitliği kabul olmaz.

Buyur tercih sizin isterseniz İslami usullere göre yaşayın isterseniz keyfinize bakın yakında ebedi hayata göçeceğiz ,ona göre de muamele göreceğiz.

Beden söylemesi

Eyüphan Kaya

NurNet.Org

Besle Kargayı, Oysun Gözünü..

Ülkemizin durumu iyiye gitmiyordu, okullarımızda iman, edep ve marifet adına değerler eğitimi yoktu, çocuğunu okula gönderen bir yandan mutlu bir yandan mutsuzdu, belki çocuğu dünyevi açıdan bir başarı elde ede- bilecekti ama ahret açısından kayba uğradığı ortadaydı.

İlkokul öğretmenim Süleyman Kulbay ortaokula gönderilmemi istediği halde babam bana kıyamamıştı, çocuğum iyi yetişmez diye beni okul yerine medrese eğitimine gönderdi, günü geldi orta okulu da liseyi de hariçten alıp, üniversiteye daha donanımlı gittim ve FETÖ gibi örgütlerin tuzağına düşmedim.

Gariban vatandaşımız; evladım hem dünyasını hem ahretini mamur etsin diye bu tür örgütlere evladını vermek durumunda kaldı. O yıllarda okullarda, yurtlarda ne tür rezaletlerin yaşandığını bilen biliyor. Gel gör ki vatandaşımızın itimat ettiği bu örgüt kendi ülkesine ihanet etti.

FETÖ’nin Kürt sorununa barışçıl bakmaması ve Peygamberimizi yerine göre es geçmesi örgütü bu rezil istikamette bu sefil sonuca götürdü.

Hem vatandaşın, hem de devletin FETÖ’ye verdiği imkanlar dünyada emsali görülmemiş fırsatlardı. Yeminle söylüyorum FETÖ’nün bu kadar sinsi bir düşman olduğunu ne ben ne de bir başkası tahmin etmemişti.

Fakat şu kaset skandallarıyla örgüt gündeme gelince çok irkilmiştim çünkü İslam dini bir başkasının kapısını dinlemeyi dahi yasaklarken bu düzeyde insanların mahremlerine girmenin bu örgütüm ahlaksızlıkta sınır tanımadığının deliliydi.

O zaman “al o kaseti kafana çal” başlıklı bir yazı ile bu rezil hali eleştirmiştim.

FETÖ örgütü öyle sinsi bir tarzda çalışmıştı ki devletin tüm kurumlarına sirayet etmiş, adeta kontrolüne almıştı. Bunu ben sen anlamakta zorlanıyorduk ama Cumhurbaşkanımız ve arkadaşları, duyarlı araştırmacılar iyi biliyorlardı, ben de şüpheleniyordum, belki hükümetle ortak bir noktada barışırlar, birleşirler diye bir beklentim vardı, olsun dua ediyordum. Her ne kadar güçlü bir örgüt olsa da bu kadar nankör olacağına ihtimal vermemiştim. Hele askeriyeyi bu düzeyde ele aldığını hiç mi hiç bilmiyordum.

Besle kargayı oysun gözünü” atasözü bir daha tecelli etti maalesef!

Bundan 15 yıl önceydi bir yakınım asteğmen olarak kuzey ırakta askerliğini yaparken izne gelmişti, bana ciddi bir soru sordu “Eyüp abi ben askeriyede kalsam ve kendimi gizli tutma adına bazen namazlarımı kılmazsam dinen bir fetvası olur mu” ben de bunun dinen caiz olmadığını söyledim, anlaşılan onu da etkilemişlerdi, elhamdulillah teskeresini alıp sivil hayata döndü, hatta Ak partide vekil de oldu.

Benim bildiğim kadarıyla cumhurbaşkanımız ülke menfaatleri için bu örgütle uyum içinde olmaya çalıştı ama başarılı olmadı, en son cumhurbaşkanımızın istifasını isteyecek kadar küstahlaştılar ve “Kangren olan kol kesilir” ifadesini kahraman bir memleket evladı olan Recep Tayyip Erdoğan için kullanıldı.

Empati yapıyor da bu ne belalı bir örgütmüş aman Allah’ım, işte milletin menfaatine göre değil de dünyanın aklına hizmet eden örgütlerin hali budur. PKK dahi öyle hareket etmedi mi? Nerdeyse ülkemize barış huzur gelecekti Kandil çözüm sürecini beklentilerin tersine işletmedi mi?

Aklı dışarıdan beslenen bu örgütlerin hali budur. Her iki örgüte karşı da vatandaşlarımın uyanık olmaya davet ediyorum.

Allah Anadolu insanını bu tür belalı şer odaklarından korusun amin demeniz dileğiyle.

Eyüphan Kaya

NurNet.Org

Vatandaşlık değerin kaç?

Bir ülkenin, değeri vatandaşlarının kalitesi ile doğru orantılıdır. Çünkü, Bakanlar, Vekiller, Bürokratlar, Memurlar vatandaşlar arasından geliyor.

Peki vatandaştan beklentilerin nedir derseniz buyurun paylaşalım.

Sen vatandaşsan;

*Vatandaşlığı en üst rütbe olarak göreceksin,

*Vatandaşlarına şefkat gözüyle bakacaksın,

*Komşuluk hakkını gözetleyeceksin,

*Akrabalık bağını güçlü tutacaksın,

*Aile hukukunu önemseyeceksin,

*Eşinize sadık kalacaksın,

*Bireyin mutluluğunu önemseyeceksin,

*Politik meselelerle oyalanmayacaksın,

*Her gün okumaya zaman ayıracaksın,

*Dini değerlere karşı saygılı olacaksın,

*Ezan, kuran, bayrak, namus ve vatan konusunda hassas olacaksın,

*”Her gün bir adım ileri” parolasıyla tekamüle doğru adım atacaksın,

*Ülkenin selameti için meslek erbabı insan yetiştirmek için yol göstereceksin,

*Helal lokma kazanmak, helal lokma yemek ve yedirmek için çalışacaksın,

*Gücü elinde tutan kim olursa olsun, yanlış yaparsa uyaracaksın,

*”Bana ne?” deme gibi bir lüksün yok/olmamalı,

*Ailene, komşularına, milletine ve bir bütün insanlık alemine dua edeceksin,

*Eline, diline, beline sahip çıkacaksın,

Bütün bunları yaparken Allah rızasını hedefleyeceksin, çünkü seni eşrefi mahlukat olarak yaratan O’dur.

Ya Allah aşkına çok şey mi sıraladım hayır hayır hayır, bunların her biri diğerinden kolay yeter ki sorumluluk sahibi, aklı selim çerçevesinde düşünelim, çünkü insan fıtratı buna göre programlanmış öyle ki bu vasıfları taşımayanlar dahi “keşke ben de yapabilseydim” diye hayıflanıyor, ben bizzat çok şahit olmuşum.

Bayanlarımızdaki çıplaklık yarışına anlam verebilir misiniz?

Cehalet kokan düğünlerimize “ne iyi düğündü” diyebilir misiniz?

Kaçamak yapan zayıf karakterli evli birine “aferin” diyebilir misiniz?

Haftada bir manita değiştiren bir ahlaksızı örnek kimse olarak gösterebilir misiniz?

Zalim zorba birine “kalender erkektir” diyebilir misiniz?

Anne babasına bakmayan bir evlada “iyi insandır” diyebilir misiniz?

Kardeşim hayat böyle gitmez, Vatandaş olmanın, Müslüman olmanın, Anadolu insanın olmanın bazı şartları, vasıfları olmalıdır bence, ben bu kadarını dile getirdim devamını siz getirin, ama sakın beni ukalalıkla suçlamayın, ben bir arayıştayım, sizi de davet ediyorum, gelin hep birlikte düşünce egzersizi yapalım.

İnsi ve cini şeytanlar gece gündüz çalışıp çabalıyorlar ya ben sen ne yapıyoruz? onların oluşturdukları gündemlerle oyalanıp vakit öldürüyoruz.

Daha iyi günlere inşallah

Eyüphan Kaya