Etiket arşivi: İmam-ı Rabbani

Üstadın Yeni Said Dönemine Geçişi (Şiir)

Hamiyetinden, İstanbul un siyasetine daldı

Esaret hayatını hatırlayıp hemen uyandı

 

Çok şaşaalı geçerken İstanbul’daki hayatı

Çamlıca’daki köşkte bir gün aynaya baktı

 

Saçında sakalında görür beyaz kılları

Canlanır, Kosturma’daki firar hatıraları

 

Esaretteki halet-i ruhiye başladı yine

Dünya hayatına küsmek geldi kalbine

 

Üstadın, cesedi ruhuna dar geldi

Bütün latifeleri ise feveran etti

 

Sanki bataklıkta hisseder kendini

Kurtulmak ister fakat yollar çeşitli

 

Şaşırır bir an, kalben tereddütte kalır

Gavs-ı Âzam Geylânî’nin eserini alır

 

Fütûhu’l-Gayb kitabını tefe’ül edip açar

Karşısına şöyle acayip bir ibare çıkar

 

“Sen Dârü’l-Hikmet’desin güya”

“Kalbini tedavi edecek tabip ara”

 

Gavs-ı Âzam şeyh Abdülkâdîr Geylânî

Sekiz asır sonra, Üstad’ı etmişti tedavi

 

İmam-ı Rabbânî’nin Mektubatını alır eline

Birden tefe’ül edip açar halis bir niyetle

 

İmam-ı Rabbânî, iki mektup yazmıştı üstada

Hem de “Mirza Bediüzzaman’a mektup” namıyla

 

Gavs-ı Âzam üstadı tedavi edip, şifa verdi

İmam-ı Rabbânî “tevhidi kıbleyi” tavsiye etti

 

Yalnız olmadığını anlamıştır Bediüzzaman

İnsanlığın tek yolu var, oda Hazreti Kur’an

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Kaybolan Sevgiler Şimdi Neredeler?

Bugün bir başkayım, ağlamaklıyım. Coştun yine deli gönlüm, göz yaşım gibi çağlar mısın. Unuttuğumuz o kadar çok şey var ki, biri çıksa da hatırlatsa bunları tek tek. Ağlamak gibi, sevmek gibi, dostluk gibi, vefâ gibi.

Hele vefâ, eski İstanbul’da belki de bir semtin adı şimdilerde. Yıllardır aradığım, bir türlü ulaşamadığım ilkokul öğretmenimi buldum nihayet. Kader karşıma çıkardı bir gün. Hayattalar, sıhhat ve afiyetteler. Sevgili anneciğiyle beraber yaşıyorlar. Kimi kimsecikleri yok, bir başınalar. Birbirlerine karşı hiç tükenmeyen sevgileri var.  Sevgileri dostlar başına. Hiç de yalnız değiller. Allah’la beraberler. Severdim öğretmenimi. Çocukluk duyguları işte, ayıp olur mu söylesem acaba? Çocukça, safça bir sevgi miydi bu? Yoksa platonik mi desem. Ama üzerinden kırk sene geçmiş.

Şimdi, bu sabah vakti arayıp da kendisine onu ne kadar çok sevdiğimi ve hâlâ yüreğimde adını yıllardır unutmayıp hep andığımı söylemek istiyorum. Söyleyemeyip de saklamanın ne manası var?

Bir kırk sene daha beklemeye zaman var mı? Bu sabah bir cesaret, bir kuvvet var içimde, Rabbime şükrediyorum. Yüreğimde resmini gördüğüm tüm dostlarıma, gönülden sevdiklerime, tek tek ulaşıp sevgilerimi söylemek istedim. Ve söyledim de. Oh, hayat varmış. Söyleyememek de ayrı bir azapmış.

Kalbimin tam ortasında günlerdir nasıl bir ağrıydı ki bu, atsan atılmaz, satsan satılmaz. Gölge değil ki sessiz sedasız ardından gelsin. İçime oturmuş, ağır mı ağır çıkmıyor bir türlü. Perişan etti bu duygu beni. Bu derdi içimden atmanın sırrını, sevgili Peygamberimin bir tavsiyesinde buldum.

Hani bir gün ki sahabeden biri gelip; ‘Yâ Resulallah ben filân kişiyi çok seviyorum’ der. Hz. Peygamber ‘Madem bu kardeşini seviyorsun niye gidip de ona söylemiyorsun?’ Bu tavsiye üzerine o sahabe o adamın yanına varıp, sevgisini açıkça söyler ona. O da ‘sen gerçekten sadece ve sadece Allah adına mı beni seviyorsun, bunu söylemek için mi geldin?’ der. ‘Evet sadece bunun için.’ Adam da ‘Allah da ne muradın ve ne hayrın varsa sana versin.‘ der.

Selim Gündüzalp