Etiket arşivi: kenan taştan

Çocuğunuzu övün ama nasıl?

Soru: Çocuğumuzu yapmış olduğu hatalarından dolayı bu zamana kadar onu hemen hemen hiç tenkit etmedik. Onun yapmış olduğu iyi şeyleri görmeye çalıştık. Onu sık sık övmemize ve onore etmemize rağmen, çocuğumuzun davranışlarından memnun değiliz. Gittikçe ben merkezli olmaya başladı ve sanki onun yapmış olduğu şeyleri övmekle yanlış yaptık gibi geliyor bize. Bu konuda neler önerirsiniz?

Cevap: Ana babalar ve öğretmenler çocukları cezalandırdıkları zaman duydukları suçluluğu onları övdüklerinde duymazlar. Övgü herkesin istediği, gereksinim duyduğu bir şeymiş gibi gelir insana. Bütün bu nedenlerle çok kullanılır. Yetişkinlerin, çocukların yapmalarını istedikleri şeyleri övgünün onlara yaptıracağına büyük güvenleri vardır.

Aslında çoğu zaman etkisizdir ve yetişkin-çocuk ilişkisine zarar vermektedir. Ayrıca övgü çocuktaki bir dizi istenmeyen anti sosyal kişisel özelliği ortaya çıkarabilir.

– Övgü nedir? Kısaca övgüye “olumlu değerlendirme” diyebiliriz.

Örneğin:

Aferin işini çok güzel yaptın. (SEN yapıyorsun)
Çok güzel temizlik yapmışsın.(SEN yaptın)
Hiç yaramazlık yapmadın. (SEN yapmadın)
Ödevlerini daha iyi yapıyorsun..(SEN yapıyorsun)

Yapılan araştırmalarda “Sen” öznesi kullanılarak yapılan övgüler anne babalara sorun olarak geri dönebiliyormuş.

Sen kullanmadan yapılabilecek olumlu değerlendirme örneğiyse şöyle:

—“Bu akşamki yardımın benim için çok değerliydi, çünkü çok yorulmuştum.”

Sen iletisiyle olsaydı:

—“Bu akşam bana çok yardım ettin, çok düşüncelisin.”

Nedir övgüyü zararlı hale getiren? Nedir iyi bildiğimiz övgünün kötü tarafları?

Övgü İçindeki Gizli Gündem

Her övgü tümcesinin ardında çocuğu değiştirmek için söze dökülmemiş bir amaç gizlidir. Biz buna “gizli gündem” diyoruz; çünkü yetişkin amacını genel olarak açıkça belirtmez.

Yaptığımız övgülerin gizli gündemlerini bir düşünelim.

“Bugün hiç yaramazlık yapmadın, beni hiç üzmedin aferin sana” diyen annenin gizli gündemi “Hep böyle olmanı istiyorum” dur.
“Bu ara derslerine çok güzel çalışıyorsun, notların da çok iyi” diyen ebeveynin gündemi de “neden hep böyle değilsin” olabilir.

O halde akla şu soru gelebilir; çocukları böyle övüp onların olumlu davranışlarını pekiştirmeye çalışmanın ne zararı olabilir?

Çocuklar övgüyü bu biçimiyle kullanan ana babaları ve öğretmenleri; yönlendirici, denetleyici ve dürüst olmayan kişiler olarak algılarlar. Demek ki çocuklar övgümüzde dürüst olduğumuza inanmıyorlar. Çünkü övgümüzdeki gizli gündemi çoğunlukla anlıyor ve istediğimiz bir şeyi yaptırmak için kendisini övdüğümüzü hissediyorlar. Övgümüze değer vermiyorlar. Tam tersi bize olan güvenlerini yitiriyorlar.

Çocuklardaki yüksek başarı nedenlerini araştıran araştırmacıların araştırma sonuçları şöyle:

“Çocuğunu sürekli öven anne ve babanın bunu onu boyun eğmeye zorlamak amacıyla yaptığı kesindir. Böyle bir övgünün içten olmadığı ve hak edilmediği çocuk tarafından bilinir.”

Övgü; övgü kullanan kişinin gizli gündemini yansıtır demiştik yapılan araştırmalarda övgü gizli gündemin haricinde karşı tarafa eleştiri de iletebiliyormuş.

Anne: Bugün arabayı daha dikkatli kullanıyorsun.
Çocuk: “Bugün daha dikkatlisin” ne demek? Ben her zaman dikkatliyim.
Anne: Her zaman dikkatli olduğunu düşünmüyorum.
Çocuk: Şimdiye kadar tehlikeli olabilecek ne yaptım? Söyle bakalım!

Yukarıdaki diyalogda anne çocuğunu övdü aslında ama çocuk eleştirildiğini hissetti ve savunmaya geçti. Yani övgüye değil eleştiriye cevap verdi. Övgü anlamı zayıf kaldı. Ve zaman geçtikçe aklında sadece eleştirildiği kalacak. Daha sonra övgüyü unutacak, sadece eleştiriyi anımsayacaktır.

Övgü Bir Anlamda Ast-Üst İlişkisidir

Her hangi bir enstrüman çalan bir sanatçıya “Tekniğiniz hatasız, yorumunuz harika” diyebilmeniz için o enstrümanı çalmada o sanatçıdan üstün bir becerinizin olması ya da en az onunki kadar olması gerekir. O enstrümanı çalmadan anlamayan biriyseniz sadece “Yeteneğinize hayran oldum” ya da “Konserinizi zevkle dinledim” diyebilirsiniz.

Kısacası övdüğünüz kişiye “ben bu işi senden iyi biliyorum, senin güzel yapıp yapmadığını anlıyorum ve seni değerlendiriyorum” demiş olursunuz. Yani “ben senden üstünüm” demiş olursunuz. Övgünün her zaman çocukta aşağılık duygusunu yerleştirme tehlikesi vardır. Çünkü çocuk sürekli kendinden daha iyi bilen birinin varlığıyla ve değerlendirmeleriyle karşı karşıyadır. Kendisini, bilmeyen, yaptığı beğenilmeyen biri gibi hissedebilir.

Yumuşatma Tekniği

Yetişkinler bazen övgüyü, eleştiri iletisi göndermeden önce çocuğu yumuşatmak amacıyla kullanırlar.
— Bulaşıkları yıkamana sevindim ama yerlerine kaldırmamışsın.
— Eskiye göre iyisin ama biraz daha çalışman gerekiyor.
Bu iletilerin de övgü kısmı işitilmiyor, eleştiri kısmı algılanıyormuş çocuk tarafından.

Bazen de eleştiri iki övgü cümlesinin arasına sıkıştırılıyormuş ama çocuklar yine anlıyormuş yetişkinlerin niyetini ve eleştirisini.

— Çok çalıştığını görüyorum, ama yine matematikte yanlışlar yapıyorsun. Oysa kafana koyunca her şeyi yapacak bir yapın olduğunu biliyorum.

Bu cümlenin annenin içten bir değerlendirmesi değil çocuğun matematik dersini düzeltmek için kullandığı bir cümle olduğu çok açık. Eleştiri iki övgü arasına sıkıştırılsa bile niyet çok açık. Bunu çocuk da rahatlıkla fark ediyor.

Sonuçta:

1- Yaptığınız övgünün samimi olmadığını bilir ve kendisi hakkında olumlu bir değerlendirme olarak algılamaz.

2- İstediğinizi yapabilir ama bu övgü aldığı için değildir. Ya mecburiyetten ya da övgü alınca yapması beklendiği içindir.

Övgü Çocuğun Kendini Değerlendirmesine Uymayınca

Çocuklar kendi değerlendirmelerine uymayınca yapılan övgüyü önemsemezler çünkü onlara gerçek gelmez.

Anne: Kumdan kaleni ne güzel yapmışsın

Çocuk: Hiç de değil Ayşe’ninki daha güzel.

Övgü çocuğun kendisiyle ilgili görüşlerine uymuyorsa yetişkinlerin kendisini anlamadığını ve duygularını kabul etmediğini düşünür. Şu cevapları verirler:

“Hiç de iyi değil.”
“Güzel değilim.”
“Beni kandırmak için öyle söylüyorsun.”
“Resmim çok kötü oldu.”
“Çok daha iyi yapabilirdim.”

“Kişi sorununu paylaşırken onu övmek iletişim engelidir.”

Böyle zamanlarda övgü anne- baba -çocuk arasındaki iletişimde engel oluşturur. Ana babalar ve öğretmenler çocuğun kendini kötü hissettiğini anlamayınca, çocuklar onlarla daha fazla konuşmaya gerek duymazlar. Bu nedenle yetişkinler yersiz övgülerle çocuklarına danışmanlık yapma fırsatını kaçırmış olurlar.

Çocuk bir şeyi güzel yapmadığını düşünüyorsa illa ki onu överek yaptığının güzel olduğunu kabul ettirmeye çalışmak onu anlamamak olur. Anne baba iyi bir şey yaptığını düşünür oysaki bu durumda ne olursa olsun çocuğu övmek değil, ne olursa olsun çocuğu anlamak gerekiyor.

Övgü Kardeşler Arası Rekabeti Arttırabilir

Ana babaların her zaman her çocuğu eşit olarak övmesi olanaksız olduğundan çocuklar, yetişkinlerin kendilerine haksızlık yaptığını düşünürler ya da kendilerini daha iyi göstermeye çalışırlar (kardeşine yapılan övgüleri almak için).

Her çocuğun kabiliyeti bir diğerinden farklıdır. Kardeşlerinin içinde bir çocuğu bir kabiliyetinden dolayı sürekli övmek, diğer kardeşlerin kıskançlık ve haset duygularını alevlendirebilir. Kabiliyetlere olumlu vurgular yapmak ve gelişmesine yardımcı olmak herkesin içinde övmekle değil, başka yollarla yapılmalıdır.

Övgü İle Çocuğu Yanlış Şartlandırma

Edimsel şartlanmada “tesadüfî pekiştirme” denilen bir olay vardır. Gelişigüzel verilen ödüller, hedeflenmeyen davranışların ortaya çıkmasına yol açabilir. Bazen bir çocuk elini ağzına sokar, ona anne veya babası “sokma” diyerek elini tutar, onu kucağına alır. Ana-babanın bu davranışı çocuk için ilgi görmek anlamına gelir. Bu ilgiyi sürdürmek amacıyla elini ağzına sokmaya devam eder. Böylece çocuğun elini ağzına sokmaması değil sokması pekiştirilmiş olur.

Örneğin; Nice baba oğluyla iftihar ederken; Bu oğlan çok zeki sınıfta öğretmeni bir dinler, hemen kapar, artık bir daha kitabı okuması gerekmez. Bu konuşmaya kulak misafiri olan çocuk “Ben zekiyim öğretmenimi bir kez dinleyip hemen kapıyorum artık bir daha okumam gerekmiyor. Benim kadar zeki olmayanların, aptalların, ineklerin, harıl harıl çalışmaları gerekir” diye düşünür. Ve çıkan yargı “Ben zekiyim okumam şart değil.”

Baba çocukta böyle bir yargı oluşturmayı hedeflememişti. Ancak bu yargı ve bunun devamı olarak çıkan sonuç çocuğun hayatı boyunca etkilenebileceği bir sonuçtur.

Övgü Karar Verme Yeteneğinin Gelişmesin Engel Olabilir

Çocuklar büyürken ve ileriki yaşamları için önemli kararlar almak zorundayken ana babalarının onayına ve övgüsüne bağlı kalmaları, çıkarlarına uygun karar vermelerini engelleyebilir. Meslek seçiminde yapılan yaşamsal yanlışların nedeni ana babanın arzusuna uymaktır.

Çocuklar sırf övgümüze sadık kalabilmek için ya da övgümüzü istediği için yanlış kararlar alabilirler.

Çoğu anne baba “Eee, çocuğu övmeyeceğiz de yaptıkları güzel şeyleri ve hoşumuza giden davranışları takdir ettiğimizi nasıl söyleyeceğiz? Övmeyeceğiz de ne yapacağız?” diye soruyorlar haklı olarak.

Tabi ki yerli yerinde yapılan övgü çocuğu motive edecek ve daha sonraki yaşantısında kendisine artı bir değer olacaktır. Bununla birlikte pazarlıklı övgü, içten olmayan ve gizli hesap içeren övgü, hak etmediği zaman sırf morali düzelsin diye yerinde yapılmayan övgü geri tepecek ve çocuğumuzun bize ve kendine olan güveni sarsılacaktır.

Sanırım günümüzde en çok yaptığımız iki hatadan biri çocuğumuz şımarmasın diye ondan övgüyü esirgemek, yani yaptığı olumlu davranışları takdir etmemek, diğeri de yerli- yersiz, bilinçli- bilinçsiz çok sık çocuğumuzu övmek. İlkinde çocuğumuzun psikopat, ikincisinde de megaloman/narsis olma tehlikeleriyle karşı karşıya kalma ihtimali yüksektir.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.

Eşler Arası İletişimi Tehlikeye Sokan Temel Nedenler

1- Kişilerin Farklı Aile Yapılarının Olması: Özellikle bu coğrafya da yaşayan insanların ilişkilerini evlendikten sonra bile aileleri şekillendirmeye devam edebiliyorlar. Geldikleri ailelerin farklı yapıda olması ve bu farklılığı bir zenginliğe dönüştürmeyi beceremeyen eşler, bu farklılıklardan dolayı büyük sıkıntılar yaşayabiliyorlar. Burada özellikle etkili olan davranış; bireylerin genellikle ailelerinde gördükleri ilişki biçimini model alarak, eşlerinden buna uygun davranmasını beklemeleri oluyor. Aileler de çiftin yaşam tarzına sürekli müdahalede bulunduğunda yeniden yapılanma aşamasında olan çiftin ilişkisi zora girebiliyor. Hal böyle olunca da, çok iyi anlaşmalarına rağmen bazı çiftlerin sürekli olarak ailelerinin etkisi altında kalmaları ilişkilerini bitme noktasına kadar sürükleyebiliyor.

Çözüm: İki farklı aile yapısından gelen bireylerin kendi evlerinde yeni bir yapı belirlemeleri ve buna uygun yaşamaları bu problemin çözümünde en etkili yöntemlerden biridir. Kendi farklılıklarını konuşarak, birbirlerini tanıma sürecine girmeleri ve birbirlerinin beklentilerini, özlemlerini, hedeflerini öğrenip ona uygun olarak birbirlerine davranmaları yine etkili bir davranış olacaktır. Bütün bu uygulamalara rağmen ara sıra bu farklılıklardan doğan anlaşmazlıkları da büyütmeden sabırla karşılamaları ve bunu zamana yaymaları da etkili bir yöntemdir.

2- Eşler Arasında ki Görev Dağılımının Eşit/Adaletli Olmaması: Günümüzde kadınlar da çalışma hayatına yoğun bir şekilde katılıyorlar. Dolayısıyla rol ve sorumluluklarında da değişiklikler oluyor. Ev işleri, dışarıda çalışsa bile genelde kadına kalıyor. İşinden eve gelen kadınlar ise en çok evdeki eşit olmayan görev dağılımından yakınıyorlar. İşten gelen kadının ev işlerinde eşinden yardım beklemesi ve bunu dile getirmesi sonucunda da gerginlikler yaşanıyor. Ancak zaman içinde kadınlar, ya daha fazla gerginlik oluşmasın diye bu taleplerinden vazgeçip durumu kabullenmeye başlıyorlar ya da eşleriyle sonu boşanmaya kadar gidebilen bir çatışmanın eşiğine geliyorlar. Böylece evlilik kadın için bir yük olmaya başlıyor ve eşler arasına mesafe giriyor.

Çözüm: Öncelikle eşlerin evlenmeden önce bu durumu açık açık konuşup ev içinde bir görev dağılımı yapmaları ve daha sonra da buna göre evliliklerini sürdürmeleri gereklidir. Eğer bu durum evlendikten sonra meydana geldiyse, özellikle kadının bu konuda daha sabırlı davranarak talebini zamana yayarak hiç bıkmadan düzgün bir şekilde eşinden her konuda kendisine yardım etmesini istemesi uygun olacaktır. Bu konuda sabrın özellikle kadından beklenmesi, erkeğin toplum içinde yetişme tarzından kaynaklanmaktadır. Yıllarca kendisine ev işlerinin kadının işi olduğu (!) adeta empoze elden erkeğin bu durumu büyük bir olgunlukla karşılaması çoğu zaman bir süreç alacaktır.

3- Gerçek Dışı Beklentiler: İlişkilerde en sık rastlanan sorunlardan biri de eş veya ilişki ile ilgili gerçek dışı beklentilerdir. Bu beklentilere şu örnekler verilebilir:
“Eşim ben söylemeden ne istediğimi ve hissettiğimi bilmeli.”
“Birbirimizi sevdiğimize göre her zaman mutlu olmalıyız.”
“Eşim benim isteklerimi ve ihtiyaçlarımı tahmin edebilmeli.”
“Her konuda hemfikir olmalıyız.
“Birbirimizi seviyorsak ailelere veya arkadaşlara ihtiyaç olmaz.”
“Cinsel hayatımız, birbirimize olan ilgimiz hep aynı düzeyde devam edecek.”
İlişkide bu beklentilerin gerçekleşmemesi ya da gerçekleşmeyeceğinin görülmesi hayal kırıklıklarına, umutsuzluğa, gerginliğe yol açıyor. Eşler karşılıklı olarak birbirlerini
suçlamaya başlıyorlar.

Çözüm: Bu beklentilerin mantıklı olmadığını karşılıklı konuşarak, anlatmak
ve anlamak gerekiyor. Bu aşamada çiftlerin bir diğerinin beklentisinin ne olduğunu anlaması ortak beklenti oluşturmalarına da yardımcı olacaktır. Unutmamak gerekir ki: “Bir evliliğin temelini sağlam yapan unsurlardan biri, eşler arasında ki ortak paydaların çok olmasıdır.”

4- Değişim Talebi: Çiftler genellikle partnerlerinin olumsuz davranışları karşısında kendilerini kurban olarak görürler ve öncelikle onların değişmesini isterler. Partnerleri de aynı talep ile geldiğinde, değişime hazır bile olsalar önce değişim talebiyle gelen kişinin ilk adımı atmasını beklerler. Burada temel mantık şu dur: “Önce sen değiş, sonra ben mutlaka değişirim.” Bu da ilişki içinde işbirliği kurulamamasına ve uzlaşma sağlanamamasına neden olur.

Çözüm: İşbirliği ve uzlaşma ilişkinin gelişimi için çok önemli iki öğedir. Bu
iki öğe yerine getirildiğinde sorun da ortadan kalkar. Evliliği yeni doğmuş bir bebeğe benzetebiliriz. Bu bebeğin büyümesi, gelişmesi için öz veri şarttır. Nasıl ki bebeğin sağlıklı olması için hem anne hem de babanın ortak katkısı şartsa, evlilik müessesesinin de gelişimi ve sağlıklı olması için öz veri şarttır. Bura da ilk adımı karşıdan beklemek ve ona göre davranmak bu müesseseyi yıpratan bir davranış olacaktır. “Bu dünyada insanın tamamen ve istediği zaman değiştirebileceği tek kişinin kendisi olduğunu daima hatırlaması evliliğin selameti açısından şarttır.”

5- Duyguların Zamanla Değişmesi: İlişkilerde en sık rastlanan sorunlardan biri de eşe duyulan yakınlık ve sevgi hissinin zaman içinde değişkenlik göstermesidir. Duygular, hiçbir zaman kur yapılan ilk günlerdeki gibi yoğun bir şekilde kalmıyor. Ancak yanlış
bir inanışla “eşler sevgi, romantizm ve heyecanımız hep aynı kalmalı” beklentisi içine girdikleri için hayal kırıklığı yaşıyorlar. Oysa bu değişim, sevginin bittiği ve ilişkinin bitmesi gerektiği anlamına gelmiyor.

Çözüm: İnsan ilişkileri her zaman aynı düzeyde olmaz. Bu insanın doğası gereği böyledir. İnsan hayatı gibi ilişkilerde de inişler ve çıkışlar olabilir. Bunun bu şekilde kabul edilmesi, kişileri rahatlatacak ve birbirlerine şüpheyle bakmalarını engelleyecektir. Önemli olan ilişkinin iniş trendinde uzun süre kalmamasını sağlamak ve bu durumda duygusal ve bedensel olarak yeni çözüm yolları aramamaktır.

6- Rekabet Ve Güç Çekişmesi: Çiftlerden birinin ilişkiyle ve yaşamla ilgili konularda karar alırken daha etkin olması, kendi başına çözüm bulup uygulaması ve eşini de bu kararı uygulamaya zorlaması sorun yaratabiliyor. Çiftlerin uzlaşmacı bir tavır sergilememesi bu sorunu daha da pekiştiriyor. Bu, bazı çiftler için eve alınan basit bir obje konusunda yaşanabiliyorken, bazıları için çocukları konusunda alınan kararlarda görülüyor. Burada verilmek istenen mesaj adeta; “Patron benim!” mesajı oluyor ve bu durum diğer eşin çileden çıkması için yetiyor.

Çözüm: Eşlerden birini ilgilendiren her konu birlikte masaya yatırılmalı ve kararlar ortak alınmalı. Evlilik müessesesi bir nevi ortaklık AŞ gibi bir kurumdur. Nasıl ki ticari ortaklardan biri diğerinin rızası olmadan dayatmacı bir şekilde karar alır ve uygulamaya kalkarsa, bu ortaklığın uzun sürmeyeceği anlamına gelir. Evlilik şirketinde de durum bundan farklı değildir. Eşlerin her konuda uzlaşması beklenmeyebilir ama alınan her önemli kararda mümkün mertebe birbirlerine danışması ve ona göre karar almaları, bu müessesenin devamı için gereklidir.

7- İletişimsizlik: İletişimsizlik eşleri en çok yıpratan sorunlardan biri. Eşi tarafından konuşmaya değer bulunmadığını düşünen eş, kendini zamanla değersizmiş gibi görüyor ve psikosomatik problemler yaşayabiliyor.
Eşler bazen partnerlerinin kendilerinden çok fazla şey talep ettiğini
düşünüyorlar. Ya da eşlerden biri diğerinin yeteri kadar açık olmadığından ve düşüncelerini paylaşmadığından şikâyet edebiliyor. Çünkü eşler genellikle sorunlarını konuşmaktan, paylaşmaktan ve tartışmaktan kaçınıyorlar. Bu iletişimsizlik ise eşlerin birbirleri ve ilişkileri hakkında olumsuz düşünceler geliştirmesine neden oluyor. Bu durunda olan eşin genellikle iç sesi şöyle oluyor: “Bana karşı yeterince açık değil.”

Çözüm: Sorunların her ne olursa olsun, karşılıklı olarak paylaşılması ve iletişimin en üst noktada tutulması gerekiyor. Uluslar arası ilişkilerde öğrencilere ilk öğretilen temel kural burada da geçerli “Ne olursa olsun masadan kalkma!”

8- Cinsel Sorunlar: Eşler arasında cinsel anlamda uyum sorunu bulunuyorsa bu onların günlük hayatlarına da yansıyor. Yani cinsel sorunlar ilişkinin genel gidişatını ciddi ölçüde etkiliyor. Cinsel sorunları nedeniyle bana gelen eşler arasında tespit ettiğim en sık sorunlar: vajinismus, erken boşalma, sertleşme sorunu ve orgazm olamama şeklindedir.

Çözüm: Bu tip sorunlarda uzmanına danışmak en doğrusu. Ancak cinsellik ile ilgili sorunların kaynağında bazen sadece iletişim bozukluğu yatabiliyor. İletişim becerisi çift için ilişkinin her aşamasında çok önemli. Öyle ki metabolik olarak her hangi bir problemi olmamasına rağmen psikolojik olarak cinsel sıkıntılar yaşayan erkek ve kadınların sayısı azımsanmayacak kadar çok.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Eşler Birbirini Anlamayınca Kavga Başlar

Erkekler sıkıntı anında yalnız kalmak isterler. Oysa kadınlar erkekleri anlamazlar. Sıkıntı anında kabuğuna çekilen bir erkek, eşi tarafından konuşma zeminini benim hazırlamam gerekiyor düşüncesi ile sıkıştırıldığında bunalır. Kadının içgüdüsel tavrı eşimin canını sıkan şeyin ne olduğunu sorup onun konuşmasını, benle paylaşmasını sağlayarak onu rahatlatmam gerekiyor tavrıdır. Oysa erkek sıkıntı anında rahat bırakılmak ister. Kadının bu isteği anlamaması ve ısrarlı sorulara devam etmesi, erkeğin sıkıntısını daha da arttırır. Konunun daha iyi anlaşılması için işte birkaç örnek…

Kadın der ki: Bu gün neler yaptın? (Kadın demek ister ki: Gel konuşalım. Senin neler yaptığın beni ilgilendiriyor. Umarım sen de benimle ilgileniyorsundur.)

Erkek der ki: Hiç! (Erkek demek ister ki: Yalnız kalmak için sana kısa yanıtlar veriyorum.)

Kadın der ki: Bu gün çok mu hasta baktın? (Kadın demek ister ki: Gerçekten ilgilendiğimi anlaman için sana soru sormaya devam edeceğim. Belki sen de benimle ilgilenmeye devam edersin.

Erkek der ki: Evet. (Erkek demek ister ki: Görmüyor musun? Yorgunum ve seni kırmamak için çok uğraşıyorum. Lütfen başka soru sorma.

Kadın der ki: Bir sorunun mu var? (Kadın demek ister ki: Belli ki bir şey canını sıkmış anlat da rahatla.)

Erkek der ki: Hayır. (Erkek demek ister ki: Tek sorunum sensin çok soru sorup beni bunaltıyorsun.)

Kadın der ki: Bir sorunun olduğu kesin, hadi nazlanma da anlat! (Kadın demek ister ki: Bak hala seninle konuşmak için çaba sarf ediyorum anlasana.)

Erkek der ki: Yok dedim ya! Der ve erkek oradan uzaklaşır.

……………

Ve kıyamet kopar.

Kadın der ki: Sen zaten beni sevmiyorsun? Uzun zamandır benle de ilgilenmiyorsun? Erkek ise kadının bu sonuca nasıl vardığını, nasıl olup da tartışmanın başladığını anlayamaz.

Aslında çok sık karşılaştığımız diyaloglardandır bu. Erkeklerin kadınlara nazaran daha basit özelliklere sahip olmaları ve kadınlar kadar kompleks düşünmemeleridir altta yatan. Bir kadının “hayır” demesi; her zaman hayır anlamına gelmez. Bu hayır değişik zamanlarda değişik duyguları ifade edebilir. Kimi zaman “asla”, kimi zaman “olabilir”, kimi zaman “belki” vs gibi anlamlara gelebilir. Oysa bir erkeğin “hayır” demesi sadece ve sadece “hayır” anlamı içerir. Bundan dolayıdır ki, kadınların kullandıkları kelimeleri anlamak için onların beden dillerini ve içinde bulundukları ruh hallerini de hesaba katmak gerekirken, bir erkek için ise sadece kullandığı lisanı bilmeniz yeterlidir.

Beden dili ve lisan’ı kullanmada kadınlar erkeklerden fersah fersah öndedirler. Bu yüzdendir ki: Bir erkek bir kadınla girdiği savaşta yenilmeye mahkûmdur. Dil, diye otomatik silah kadar hızlı çalışan, hançer gibi keskin olan ve saplandığı yerde derin yara açan bir silaha sahip olan biriyle savaşa girmek, kaybetmeyi baştan kabullenmektir.

Kadınların çoğu zaman erkeklere göre mantıksız görünmelerinin sebebi erkeklerin daha rasyonel düşünmesidir. Bu da kadın mantığının erkek mantığı gibi matematiksel bir mantık olmamasından kaynaklanır. Kadın mantığı dörtlü karışımdan oluşur. Bunlar: Duygu+Hayal+His+Akıldır.. Bu yüzden erkekler kadın mantığını anlamakta zorlanır. Çünkü erkek mantığı sadece “Akıl’a” dayanır.

Erkek aklı dağdaki patika gibidir, gelen geçen az olur. Kadın aklı on şeritli otobana benzer, hiç boş durmaz.” Bu dörtlü karışımın biri dursa bir diğeri çalışır. Kadın aynı anda hisseder, hayal kurar, düşünür, duygulanır ve karar verir. Dörtlüler hep açıktır.

Erkekler hata yaptıklarında özür dilemek ya da üzgün olduğunu söylemek yerine savunmaya geçmeyi ve tartışmayı tercih ederler. Bunun en önemli sebebi; erkekler hatalarını itiraf etmeyi ve özür dilemeyi bir güç kaybı gibi algılarlar. Oysa erkek hatasını kabul ettiğinde karısının gözünde yücelir. Kadın için bu sevgi itirafıdır.

Kadınlar konuşarak kızgınlıklarını dışarı atarken, erkekler konuşmayı pek sevmedikleri için kızgınlıklarını içlerine atıp biriktiriyorlar. Bence bunun en büyük sebebi: Biz erkeklere yıllarca duygularımızı göstermenin zayıflık olduğu telkin edildi. Erkekler ağlamaz, erkekler her zaman güçlü olur derken, kendimizi bir kalkanın içine almış olduk

Bir kadın duygusal bakımdan sıkıntıya düştüğü zaman erkek yanlışlıkla kadının kendini daha iyi hissetmesi için yalnız kalmaya ihtiyacının olacağını düşünebilir. Erkek kadını kendi haline bırakır ve ona bol bol zaman tanır çünkü kendisi bu tür bir desteğe ihtiyaç duymaktadır. Oysa kadına geçici de olsa ilgi göstermemesi erkeğin yapacağı en kötü şeydir.

Bu konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse:

Kenan, Belma’ya;

Neyin var? Canını sıkan bir şey mi oldu?” diye sorar.

Belma;

Bir şeyim yok,” diye yanıt verir. İçinden de “Görmüyor musun ne haldeyim? Azıcık benimle ilgilensene. Bunları hep benim mi söylemem gerekiyor?” diye geçirir.

Kenan:

Pekâlâ,” der ve Belma’nın yanından uzaklaşır; içinden şöyle demektedir: “Galiba yalnız kalmak istiyor? Daha fazla üstüne gitmeyeyim.

Burada Kenan aslında sevdiği insana destek verdiğini düşünmektedir. Sevdiği insanla yaşadığı bu diyalogun aslında başarısız bir girişim olduğunun farkında değildir. Aslına bakarsanız erkeklerin çoğu da Kenan gibi düşünmektedir. Oysa Belma’nın;

Bir şeyim yok,” sözünden, erkeğin ona daha fazla soru sormasını ve onu konuşturmasını beklediğini her kadın anlar. Bir kadının “bir şey yok,” demesi aslında ortada ciddi bir şeylerin olduğunu, kadının içini dökecek birilerini aradığını gösteren önemli bir ipucudur.

Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli nokta: Bir erkeğin bir kadını dinlememesinin en önemli nedeni, kadınların dinlenilmeye olan ihtiyaçlarını tam olarak bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.

Günümüz kadınlarının tatminsiz olmalarının bir numaralı nedeni ilişkilerdeki iletişim eksikliğidir.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Kadın – Erkek Arası İletişim

Erkek ve kadınlar arasında iletişim açısından adı konmamış bazı kurallar vardır. Bir kadın biriyle konuşmak isterse, genellikle sıranın kendisine gelmesini bekler. Bu onun kibar olma yöntemidir. Ya bir süre konuşmaları dinler, sonra kendi konuşmaya başlar ya da konuştuğu kişinin ona soru sormasını bekler.

Bu adı konmamış kurala erkeklerin çoğu yabancıdır. Eğer bir kadın önce eşinin konuşmasını beklerse, belki de konuşmaya hiç fırsat bulamayacaktır çünkü erkeklerin genelinin konuşmayı sürdürecek kadar sözü yoktur.

Erkekler açısından adı konmamış bir kurala göre; Bir erkeğin söyleyecek sözü varsa onu söyler. Erkeklerin geneli konuşmak için kendilerine soru sorulmasını beklemezler. Canı konuşmak isterse konuşurlar. Ayrıca erkek kadına soru sorduğunda, kadının ona soru sormasını beklemez.

Bir kadın erkeğe sorular sorduğunda erkek ona yanıt veriyorsa, kadının sorularını yanıtlayarak onu memnun ettiğini düşünür.

Bir erkek kadının günü hakkında onun sorular sormasını istediğini öğrense bile, bunu önemsemeyebilir. Kadın erkeğe sorular sorarken, erkek ne söyleyeceğini düşünmeye kendini öylesine kaptırır ki, kadına gününün nasıl geçtiğini sormayı hatırlaması zor olur.

Eğer bir erkek sorulara kısa yanıtlar verirse, kadın sıranın erkeğe gelmesini beklemek zorunda değildir. Kadının günü hakkında konuşmaya başlamasına erkek aldırmaz. Kadını önce erkeği dinlemeden kendi gününden söz etmeye başlaması kabalık olmaz.

Bir kadın için başka bir kadının üzüldüğünde kendini daha iyi hissetmesi için konuşmak istemesi doğaldır. Konuşmanın stresi azaltmasını da doğal karşılar. Erkekler için bu saydıklarımızın hiç biri doğal değildir.

Kadınların konuşma şifrelerini çözemeyen erkeklerin en çok düştükleri üç hata şunlardır.

1- Çözüm Önerme: Bir kadın sadece eşinin onu dinlemesini ve anlayış göstermesini bekler, ama erkek genellikle bunu yapamaz ve hemen çözüm önerileri sıralamaya başlar.

2- Sorunları Küçümsemeye Çalışır: Erkek bunun kadını rahatlatacağını düşünür. Erkeğin bilmediği bir şey varsa, o da kadını duygularını doğru olarak tanımlamaktan çok, onları keşfetmenin daha fazla ilgilendirdiğidir. Bunu bilmediği için şöyle sözler söyler:

“Önemli bir şey değil.”

“Ne olmuş yani?”

“Unut gitsin. Ben hallederim.”

3- Kadının Duygularını Geçersiz Sayar: Erkek yanılgıya düşerek kadının düşüncelerini analiz edip düzelttiğini sanır ama sonunda kadının duygularını geçersiz kılar. Kadının konuşurken durumunu düzeltmeye çalıştığını anlayamadığından, şöyle söyler:

“Bu kadar üzülmemelisin.”

“Endişelenme.”

“Bana kalırsa fazla büyütüyorsun.”

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Mutlu Bir Evlilik Mi İstiyorsunuz?

Kenan, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu.

Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir” diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.

Alaycı bir ses tonuyla:

“Ekmek parası mı istiyorsun?” diye sordu.
Hayır, çikolata parası lazım!

Kenan’ın kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor, diye düşündü.

“Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
“Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.”

Kenan adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.

“Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?”
“Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.”

“Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?”

“Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.”

“Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.”

“O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.”

Adamın söyledikleri Kenan’ın dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı.

Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı.

“Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu” diye düşündü.

“Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?”

Kenan’ın sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.

Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.

Kenan oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.

“Oturun biraz dertleşelim bari dedi. Adam çekingen çekingen oturdu yanına.”
“Yok, mu eşin dostun, borç alacak akraban?”
“Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.”
“Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını?”
“Hem de çoook. Otuz yılımı aydınlattı o benim.”
“Hımmmm. Aşk hem de otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.”
“Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.”
“Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.”
“Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem beyim!”
Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
Hiçbir şeyim yok mu? Hayır, benim her şeyim var. Benim karım her şeyim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
“Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikâyet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?”
Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
“Sizin mutluluğunuzun sırrı bu mu?”
“Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli oldu unu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.”
“Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?”
“Küçük kızı severek.”
“Küçük kız mı? Hangi küçük kız?”
Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
“Nasıl yani?”
Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
“ Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır “babacığım beni ne kadar seviyorsun?” diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda “Baba güzel olmuş muyum?” diye sorar durur.
“Güzelsin demem de yetmez ona. Harikasın prenses gibi olmuşsun” demeliyim. “Dünyanın en güzel kızı” demeliyim.
İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim.” Ona “bebeğim” diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. “Bebeğim bana bir çay yapar mısın?” dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
“Hiç kavga etmez misiniz siz?”
“Kavga evliliğin tadı tuzudur. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.”
“Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.”
“Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi ya da en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.”
“Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.”
“Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.”
“Haklısın da bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.”
Yine para, yine dış sebepler. Evet, para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu.

Adam ayağa kalktı.

“Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.”

Kenan de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.

“Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.”

Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.

“Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım” dedi.

Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu.

Kenan de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.

Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Kenan hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı, sonra eşinin önüne koydu.

“Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri” dedi. Belma hiç konuşmadı.
“Sorsana, niye diye.

Belma kızgın:
“Niye?” diye sordu.
Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek” dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. Belma şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.
“Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.”
“Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu her zaman beklediğim, istediğim bir şeydi. Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.
“Özür dilerim seni kırdığım için.”
Sonra Kenan yere diz çöktü.
“Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.”
Kenan yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu.

Belma kıkır kıkır gülmeye başladı.

“Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin” dedi.

Kenan işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.

Altın ne oluyor, can ne oluyor,
İnci mercan da nedir?
Bir sevgiye harcanmadıktan
Bir sevgiliye harcanmadıktan sonra…

Mevlana

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…