Etiket arşivi: kuran-ı kerim

Kur’an-ı okuyup Müslümanlığı öğrenmek istiyorum

Müslümanlığı araştırıyor

Hristiyan bir aileye mensup olduğunu, kendisinin de bu dine göre yaşamanı şekillendirdiğini bildiren Moritz, şöyle konuştu:

Ben, kilisenin söylediği her şeyi tam olarak kabul eden birisi değilim. İncili okudum. Ama kilise benim okuduğum İncil’den daha farklı şeyler söylüyor. Ben normalde çok inançlı birisiyim. Tanrı ve İsa inancı bende çok yüksek. Türkiye’ye geldiğimde herkes Müslüman olduğu için Kur’an-ı Kerim’i merak ettim. Kur’an-ı okuyup Müslümanlığı öğrenmek istiyorum. Şu sıralar İncil’i tekrar okuyorum ve bitirmek üzereyim. Ardından Kur’an-ı Kerim’i okumaya başlayacağım. Çünkü çok merak ediyorum.

Portekizce, İspanyolca, İngilizce ve Türkçe’yi akıcı bir şekilde konuşabilen Moritz, kendisi gibi ailesinin de Türkiye’yi çok sevdiğini, bu yüzden onların da sık sık Türkiye’ye geldiğini sözlerine ekledi.

Türkiye Gazetesi

Budist Prens, ‘Kutlu Doğum’ programına katıldı

Tayland Veliaht Prensi Maha Vajiralongkorn, katıldığı Kutlu Doğum Haftası programında, Kur’an-ı Kerim dinledi, Müslümanlarla birlikte el açıp dua etti.

Tayland Veliaht Prensi Maha Vajiralongkorn, başkent Bangkok’ta düzenlenen Kutlu Doğum Haftası’na katıldı. Budist olan Vajiralongkorn, programda Kur’an-ı Kerim dinledi, Müslümanlarla birlikte el açıp dua etti.

Tayland’ı vuran sel felaketi dolayısı ile Kutlu Doğum Haftası bu yıl geç düzenlendi. Bangkok’ta bu hafta düzenlenen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) anma törenine ülkenin çeşitli bölgelerinden çok sayıda Müslüman katıldı. Kutlu Doğum Haftası’nın bu yılki açılışına ise Tayland Veliaht Prensi Maha Vajiralongkorn geldi. Vajiralongkorn’a eşi Prenses Srirasmi Akharapongpreecha eşlik etti.

Programda dünyanın değişik bölgelerinden gelen hafızlar katılımcılara Kur’an-ı Kerim ziyafeti sundu. Budist olan Prens Vajiralongkorn Kur’an-ı Kerim dinlerken, Müslümanlarla birlikte el açıp dua etti.

Tayland’da çarşamba günü başlayan Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri 4 gün devam edecek. Etkinlikler çerçevesinde katılımcılar gündüzleri düzenlenen programlara katılarak Kur’an-ı Kerim okuyor, dini seminerleri dinliyor. Geceleri ise etkinlik çerçevesinde düzenlenen pazarlara ilgi gösteriyor.

Dünya Bülteni

Makamların Zirvesi, “Kulluk Makamı” !..

Peygamber Efendimizin (asm) kulluğu, resûllüğünden önce gelir. O (asm) kul olmasaydı, resûl olmazdı. O kendisine risâlet verilmeden önce de, verildikten sonra da önce kulluğunu yaşadı.

Makamların zirvesi Allah’a kulluk makamıdır!

Bu bakımdan Peygamberler, önce kul insandırlar. Allah’a kulluğun zirvesindedirler.

Peygamber Efendimiz de (asm) Allah’a kullukta zirve noktadaydı.

Şöyle de diyebiliriz: Peygamber Efendimiz (asm) en kul bir kuldu!

Nitekim Kur’ân da onu (asm) önce kul olarak takdim ediyor: “Kulunu bir gece Mescid-i haramdan Mescid-i Aksa’ya kadar götüren Allah münezzehtir.” 1

Bu âyette kul ifadesi ile Hazret-i Muhammed (asm) kast edilmiştir.

Teşehhütte ‘abduhu’ kelimesi, ‘resulühü’ kelimesinden önce gelmiştir. Yani Peygamber Efendimizin (asm) kulluğu, resûllüğünden önce gelir.

O (asm) kul olmasaydı, resûl olmazdı. O kendisine risâlet verilmeden önce de, verildikten sonra da önce kulluğunu yaşadı, kulluğunu bildi, kulluğunu gösterdi ve kulluğunda örnek oldu.

Çünkü risâlet sadece O’na mahsus bir istihdamdır.

Kulluk ise, bütün insanların içinde bulunduğu, bulunması gerektiği, bulunmakla yükümlü olduğu ve bu sebeple de Mahkeme-i Kübra’ya çıkacağı, hesap sorulacağı ana caddedir.

Herkes kulluktan hesap verecektir.

Bu sebeple onun (asm) önce kulluğu gelir.

Ardından, kulluk zemininde risalet abidesi yükseliyor.

Bu sebeple bizim için de ubudiyet, yani kulluk sıfatı her sıfattan önce geliyor.

Önce kul olduk mu, Cenâb-ı Hak duâmızı kabul eder ve bizi katında yükseltir. Bizi korktuklarımızdan emîn, umduklarımıza nail eder.

Peygamber Efendimiz (asm) buyurmuyor mu; “Kim ki mütevazı olursa, Allah onu yükseltir.” diye.

İşte, tevazuun kemali Allah’a kullukla yaşanır ve gösterilir.

Merhametin kemali Allah’a kullukla yaşanır ve gösterilir.

Vefanın, emniyetin, emanete riayetin, ilmin, hikmetin, doğruluğun, sadakatin, yükümlülüğün kemali Allah’a kullukla yaşanır ve gösterilir.

Güzel ahlâkın kemali Allah’a kullukla yaşanır ve gösterilir. Kur’ân bu sebeple ona (asm), “Sen pek büyük bir ahlâk üzeresin.” 2 buyuruyor.

Keza bunun için Kur’ân “Sizin için Resûlullah’ta bir güzel numune-i imtisâl vardır.” 3 buyuruyor ve bizi O’nun (asm) güzel ahlâkını öğrenmeye ve yaşamaya dâvet ediyor.

Arsız bir kadın vardı. Sözleri diken gibi insanlara batardı. Konuştu mu edepsizce konuşurdu. Ona buna lâf atmaktan pek hoşlanırdı.

Bu kadın bir gün Resulullah’ın (asm) yanından geçiyordu.

Resulullah (asm) ise o anda bir seki üzerinde bir taşın üzerine oturmuş; sulu et yemeği yiyordu.

Kadın arsızca:

“Şuna bakınız! Nasıl da oturuyor! Bir kulun oturduğu gibi oturmuş, kulun yediği gibi yiyor!” diye çattı.

Peygamber Efendimiz (asm) ise:

Benden daha kul bir kul var mıdır?” buyurdu. Kadın: “Kendisi yiyor da bize yedirmiyor!” dedi.

Peygamber Efendimiz (asm):

Gel; sen de ye!” buyurdu. Kadın:

O halde kendi ellerinle bana ver! ” dedi.

Peygamber Efendimiz (asm) ona kendi eliyle yemek yedirdi.

Kadının arsızlığı devam ediyordu:

O ağzındaki lokmayı benim ağzıma koy!” dedi.

Resulullah Efendimiz de (asm) mübarek ağzındaki lokmayı kadının ağzına koydu.

Kadın bu lokmayı yedikten sonra hayâ ve edep timsâli bir kadın oldu. Ölünceye kadar artık hiçbir edepsizlikte ve hayâsızlıkta bulunmadı. 4

Bu örnekte geçen, “Benden kul bir kul var mıdır?” sözü kulaklarımızda küpe olmalıdır.

Onun kulluğunu kendimize rehber kabul etmeye Sünnet-i Seniyye diyoruz. Nitekim Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “Sünnet-i Seniyye edeptir. …Edebin envâını, Cenâb-ı Hak, Habibinde cem etmiştir.” 5

DUÂ

Ey Rabb-i Rahim! Bizi Kendine kul eyle! Nefsimize kul eyleme! Bize Resulullah’ın (asm) örnek olduğu kulluğu, edebi ve ahlâk-ı hamideyi öğret! Bizi edepsiz ve ahlâksız kılma! Taksiratımızı affet! Hatalarımız dolayısıyla bizi tecziye etme! Âmin!

Süleyman KÖSMENE

Dipnotlar:

1- İsra Sûresi: 1.

2- Kalem Sûresi: 4.

3- Ahzab Sûresi: 21.

4- Heysemi, IX/21 (Taberani, Ebu Umame’den); Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/112.

5- Lem’alar, s. 59.

Kaynak: NurDergi.com

Lawrence: Kur’an, bütün ruhları tedavi edebilecek güçte

Dost İslam’a Hizmet Ödülleri törenine katılmak için İstanbul’a gelen Amerikalı profesör Bruce Lawrence, 17 yaşından bu yana İslam tarihi üzerine araştırmalar yapıyor. Duke Üniversitesi’nde ders veren Lawrence, bugüne kadar ses getiren çok sayıda esere imza atmış. Ona göre Kur’an, “her dönemde çekiciliğini koruyan büyüleyici bir kitap“.

Amerikalı Prof. Dr. Bruce Lawrence, 17 yaşında öğrenmeye başladığı Arapça vesilesiyle İslam’a ilgi duyar. Hakkında hemen hiçbir bilgi sahibi olmadığı bir dini araştıran, Yüce Kitab’ını okuyarak günlerini geçiren bu genç, şimdi 70 yaşında. İslam dini üzerine yaptığı araştırmalar, yazdığı sayısız makale ve kitaplarla dünya çapında hatırı sayılır bir isim yapan Bruce Lawrence, geçtiğimiz haftalarda düzenlenen Dost İslam’a Hizmet Ödülleri törenine katılmak için İstanbul’a geldi. 2006 yılında yayımlanan ‘Kur’an: Bir Biyografi‘ isimli kitabıyla ödüle layık görülen Lawrence, gecede bir de konuşma yaptı. Kur’an’ın insanlığa gönderilen bir mesaj olduğunu ifade etti. Kendisinin de bu mesaja gönülden inandığını söyledi. Kur’an’ın tatmin ve teskin edici yönüne dikkat çekerek, ‘Ben Kur’an’ın şiirselliğini çok seviyorum.‘ dedi.

Lawrence’in yazdığı kitap, 20’ye yakın dile çevrilmiş ve milyonlarca kişi tarafından okunmuştu. Macar bir baba ile İskoç bir annenin en büyük çocuğu olan Bruce Lawrence, 40 yıldır Duke Üniversitesi’nde İslam tarihi dersleri vermeye devam ediyor. “53 yıldır İslam’ı öğrenmeye çalışıyorum.” diyen Lawrence, kendini hâlâ genç bir öğrenci olarak görüyor. Lawrence, aralarında Fas, Mısır, Ürdün, Yemen ve Suudi Arabistan’ın da bulunduğu 12 farklı ülkede yaşayarak hem Müslümanların sosyal hayatlarını yakından tanıma fırsatı bulmuş hem de İslami ilimler üzerine ihtisas yapmış. Ayrıca Hindistan’daki farklı dinler üzerine de araştırmalar yapmış. Bruce Lawrence’e göre Kur’an’ın gücü gizeminden geliyor. Bu cümlesini, Mevlânâ’nın, “Kur’an, her dönemde çekiciliğini koruyor.” beyanıyla destekliyor. Bütün ruhların Kutsal Kitap’tan tedavi olabileceğini söylüyor. 2006 yılında yayımladığı Qur’an: A Biography (Kur’an: Bir Biyografi) adlı kitabını 3 yıllık yoğun bir çalışma sonrasında tamamlayabilmiş. Bu eser, 14. kitabıymış. Kitap çalışmaları sırasında, Kur’an’ın derinliklerine indiğini söyleyen yazar, “Bu süre zarfında büyülendim. Her öğrendiğim yenilik bana başka kapılar araladı. Kutsal Kitap’ın insanlığa yol gösteren sembollerine, gizemlerine tanık olmak heyecan vericiydi.” ifadelerini kullanıyor.

Bruce Lawrence’e göre Kur’an’ın insanlık tarafından tanınmasına katkıda bulunmak hiçbir maddi menfaatle ölçülemez. İslam’ın en son ve mücadeleci İbrahimi din olduğunu anlatan Lawrence, “Son dindir; çünkü Hz. Muhammed gibi yüce bir peygamberi vardır.” diyor. Özellikle Amerika ve Avrupa’da yıllardır süregelen İslam karşıtlığını ise şu cümlelerle değerlendiriyor: “Özellikle Batı’da başka kültürlerin dinlerinden söz edilirken insanlar özgür düşüncelerine bir limit koyabilmeli. Bu konuda hoşgörü ve diyalog en önemli unsur olmalı. Ben tüm dinlere karşı derin bir saygı duyuyorum. Ayrıca Amerika ve Avrupa’daki gazeteciler de İslam’ı anlayabilmek için daha iyi soru sormasını öğrenmeli.” diyor.

Bünyamin Köseli / Zaman Gazetesi

Bedeli en yüksek para: İsraf

Bu zamanda israfta harcanan para çok pahalıdır. Karşılığında bazen haysiyet, namus rüşvet olarak alınabiliyor. Bazen de dinin kutsal değerleri alınıyor, sonra değersiz bir para veriliyor.

Nasıl ki, içki ve uyuşturucu gibi haram olan israflara girmek beden sağlığını bozuyorsa, ihtiyaç fazlası tüketim de kainatın dengesinin bozulmasına sebep oluyor. Gereksiz yere tüketilen her litre su, alınan fazladan her kıyafet, küremizi daha fazla ısıtıyor ve hem onda yaşayanlara hem de o yaşayanları Yaratan’a karşı büyük bir zulüm oluyor. Efendimiz’in (a.s.m.) lüks içinde yaşadığı için bir sahabenin namazını kılmayacak kadar önem verdiği israf hem Kur’an’da hem de hadislerde katî bir şekilde yasaklanmıştır.

İsraf, “yeme, içme, giyim kuşam, alış veriş, uyku ve istirahat, hatta konuşup yazmak gibi her türlü hâl ve davranışta sınırı aşmaktır” diye tarif ediliyor. Âyet ve hadislere baktığımızda, bütün israfların yasaklandığını, bazılarının haram, bazılarının da mekruh sayıldığını görüyoruz.

Peki, israf neden yasaklanmış ve bu yasağın hikmetleri nelerdir? Başta Üstad Bediüzzaman’ın İktisat Risalesi olmak üzere İslâmî kaynaklarda özetle şu cevaplara rastlıyoruz:

İsraf, öncelikle kâinattaki hikmete zıttır. Çünkü kâinat tam bir hikmetle yaratılmış ve hiçbir şeyde asla israfa yer verilmemiştir. Meselâ, kafamıza o kadar çok organ ve parça yerleştirilmiş ki, sayısız görevleri başarıyla görüyorlar. Şayet her birine tırnak kadar bir yer verilseydi, kafamız Ağrı Dağı gibi büyük olurdu. Hâlbuki öyle olmamış, her biri maksada ne kadar yarayacaksa, ona o ölçüde yer verilmiş. Hiçbir şekilde israfa gidilmemiştir.

İşte bizden istenen de, kâinata konan bu hikmete uymak. Meşru maksatlarımızı görecek ölçü ne kadarsa, o ölçüde tüketmek ve sınırı aşmamak.

İsraf nimeti küçümsemektir

İsraf, şükre de zıttır. Bunu vicdanımızla da hissedebiliriz. Meselâ, birine bir hediye verilse, o da verenin gözü önünde onu çöpe atsa; hiç şüphesiz o hediyeyi küçümsemiş olur. Hatta diliyle teşekkür etse bile, bu tavrıyla teşekküre zıt bir davranış sergilemiş olur.

Cenâb-ı Hakkın sonsuz rahmetiyle verdiği nimetleri israf etmek de, o nimetleri küçümsemek anlamını taşır. Hem israf kanaatsizliği doğurduğu için çalışma şevkini kırar. İnsanı tembelliğe atar. Şükredeceği yerde devamlı şikâyetçi olur.

Ayrıca israf, Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği nimeti küçümseme anlamını taşıdığı için de, o nimetten mahrum olmaya sebep olur.

Sonra israf, nimetlerdeki İlâhî rahmete karşı bir saygısızlıktır. Çünkü insanlar bile, acıdığı muhtaç birisine bir miktar para verse, o da o parayı kumara verse, elbette onlar bundan hoşlanmazlar. “Acıdık, para verdik. O da bizim merhametimizi kötüye kullandı, saygısızlık etti” derler.

İsraf, aynı zamanda bereketsizliğin de sebebidir.

Manevî bir dilencilik

Ayrıca israf, beden ve çevre sağlığını da bozan sebeptir. Nasıl ki, fazla yiyip içmek, içki ve uyuşturucu gibi haram olan israflara girmek beden sağlığını bozuyorsa, ihtiyaç fazlası tüketim de çevre dengesinin bozulmasına sebep olur (Aşırı tüketimin çevre dengesini ne kadar bozduğunu, artık ilim adamlarından sıradan insanlara kadar herkes tartışıyor).

Hem israf, manevî dilencilik zilletine düşüren bir sebeptir. Yani insan, gelenek görenek gibi sebeplerle zorunlu ihtiyaç olmayan şeyleri alıp tüketmeye başlarsa, gelir gider dengesi bozulur. Başkalarından borç para almaya kendini mecbur hisseder ve manevî dilenciliğe ve sefalete düşer.

Efendimiz müsrifin namazını kılmadı;

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir süre, zorunlu ihtiyaçların üstüne çıkarak tereffüh (lüks) için borç alan ve bu borçla ölen kimselerin cenaze namazlarını kılmamış, Sahabelere “onun namazını siz kılın” buyurmuştur.

Özellikle bu zamanda israfta harcanan para çok pahalıdır. Karşılığında bazen haysiyet, namus rüşvet olarak alınabiliyor. Bazen de dinin kutsal değerleri alınıyor, sonra değersiz bir para veriliyor.

  • İsraf, sefahatin, sefahat de sefaletin kapısıdır.
  • İsraf, nimet içindeki lezzetleri hissedememenin sebebidir.
  • İsraf, nimetlerdeki lezzetin tadını alamamanın da sebebidir.

Daha bunlar gibi pek çok sebep ve hikmet sıralanmıştır ki, bunlardan israfın ne kadar şer olduğu ve insanı şerre götürücü önemli bir sebep olduğu açıkça anlaşılıyor. Kur’ân ve Sünnet her türlü şerri yasakladığı gibi şeytanların at kişnettiği israf alanını da yasaklamıştır.

İsraf şeytanların kardeşidir

Kur’ân şöyle buyuruyor:

Ey âdemoğulları! Yiyin için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.” Çünkü “israf edenler şeytanların kardeşleridir.

Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) şu sözlerle israfı, ihtiyaç fazlası tüketimi yasaklamıştır:

Yiyiniz, sadaka veriniz, giyiniz. Fakat bunları yaparken israfa ve tekebbüre kaçmayınız.

Bu hadis-i şerifte sadakada bile israf olabileceği belirtilmiştir. Şayet insan başkasına muhtaç olacak ve sefalete düşecek kadar sadaka verirse, bunun da israf olabileceği belirtilmiştir.

İnsan ne kadar zengin olursa olsun ve ne kadar bol nimetler içinde bulunursa bulunsun, yine de ihtiyacını giderecek kadar harcama yapmalıdır. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şu uyarısı, israf alanının ne kadar geniş olduğu konusunda oldukça dikkat çekicidir:

Resulullah (a.s.m.), abdest almakta olan Sa’d’a uğramıştı. ‘Bu israf da ne?’ buyurdular. Sa’d, ‘Abdestte de israf olur mu?’ dedi. Aleyhissalâtu vesselâm, ‘Evet! Akan bir nehir üzerinde olsan bile!’ cevabını verdi

İsraf hem candan hem maldan ediyor

İmam Nevevi’nin de ifade ettiği üzere, İslâm âlimleri bu ve benzeri hadislerden hareketle, abdest alırken fazla su kullanılmasını, deniz kenarında bile olsa “mekruh” saymışlar ve bu konuda görüş birliğine varmışlardır.

Hanefî mezhebinde, kişinin kendisine ait olan veya kullanılması mubah olan suda israfın tahrimen mekruh, mescitlere vakfedilen sularda ise, israfın haram olduğuna hükmetmişlerdir. Bu yasakta İslâmiyet’in başka maksatları bulunduğu için, suyun nehirde bedava akması gibi fevkalâde bolluğu, ondan ihtiyaç fazlası harcamanın mekruh olmasını ortadan kaldırmıyor. Buradaki İlâhî maksatlardan biri, kişiye, günde beş defa israfın kötülüğünü hatırlatmak, bir değeri de tabiata olan saygıyı gönüllere yerleştirmektir diyebiliriz.

Günümüzde bu saygının gönüllerden silinmesi sebebiyle çevreye ne kadar zarar verildiğini, yaşanan çevre felâketleriyle artık daha iyi anlıyoruz. İhtiyaç fazlası tükettiğimiz her şey bize bütün zararlarıyla geri dönüyor. İklim değişikliğinden hava ve toprağa karışan zehirlere kadar birçok şey hayatı olumsuz etkiliyor. Bazen de hem candan hem de maldan oluyoruz.

Hem varlığa hem de Allah’a karşı zulüm

Şu hadis-i şerif de, israfın bir kötülük, bir haddi aşma ve bir zulüm olduğunu belirtmesi bakımından ibretlidir:

“Hz. Peygamber (a.s.m.), kendisine abdest hususunda soru soran bir bedeviye, organlarını üçer defa yıkamak suretiyle abdest almayı fiilen gösterdikten sonra, ekler, ‘Abdest böyle alınır. Kim buna ilâvede bulunursa kötü yapmış, haddi aşmış ve zulmetmiş olur.’”

Hadiste geçen “zulmetmiş olur” tabiri düşündürücüdür. Bu hadisi açıklayanlar “sevaptan mahrum kalmakla kendine zulmetmiş olur” anlamını çıkarırlar. Bizim de, israfa girdiği için varlığa zulmetmiş, emanete ihanet ettiği için de mülkün gerçek sahibi olan Allah’a karşı bir zulüm işlemiş olur anlamını çıkartmamız mümkündür.

Evet, abdest alırken bile suyu israf etmek kötülük, haddi aşmak ve zulüm olursa, başka şeylerde yaptığımız harcamalar, elbette daha fazla dikkat gerektiren hususlardır.

Kenan DEMİRTAŞ