Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Bediüzzaman ve Risale-i Nur Hakkında Yazmak ve Bediüzzaman’dan Ders Almak

Bediüzzaman ve Risale-i Nur Hakkında Yazmak ve Bediüzzaman’dan Ders Almak

Bediüzzaman ve Risale-i Nur Külliyatı ile alâkalı veya onun fikriyatı ve hatt-ı hareketi hakkında herhangi bir şey yazmak kolay olmadığının farkındayım.

Çünkü bir çok okuru, muhibbanı ve müntesibi ve münekkidi olan bir isim Bediüzzaman. Resmi tarih tarafından bir çok bilgi belge ya sümen altı edilmiş veya imha.

Çarpıtılmış bir yorum veya yazı veya iddia ortaya atıldığında buna cevap verecek her yerde, her şehirde ve meslekte ‘talebe-kardeş-dost’ sıfatlarına haiz, ehl-i tahkik bir okuyucu kitlesi mevcut.

Evet, Bediüzzaman hakkında yazılmış epey biyografi ve kitap var. Ancak daha kronolojik ve tarihî hadiseleri de nazara alarak bilinenlerden hareket ederek saklı ve sırlı kalan noktalara temas edecek bir çalışma ortada tam manasıyla bulunmamaktadır. Resmi tarihin hemen her günü zapturapt altındayken Bediüzzaman gibi bir dâhiyi adeta yok sayarak hareket etmesi de bazı parmaklar tarafından Bediüzzaman’ın tanıtılmak istenmemesi adeta hiç tarih sahnesine çıkmamış gibi gösterme gayretidir diye düşünmekteyim.

Abdulkadir Badıllı, Ahmet Akgündüz, Necmeddin Şahiner ve Ömer Özcan gibi ağabeylerimizin tahkikli olarak Tarihçe-i Hayat ve Risale-i Nur üzerine olan çalışmaları bu sahada en kapsamlı çalışmalardır. Neredeyse Anadolu’yu adım adım dolaşarak vücuda getirilen “Ağabeyler Anlatıyor” serisi ise en güncel çalışma olarak müdakkik nur talebelerini beklemektedir. Tabi tadat ettiğim eserler benim mesmuatıma göredir, bilmemem yoktur manasına da gelmemektedir.

Mesela, 31 Mart Hadisesi, İstanbul Hayatı, Esaret Günleri, Talebelik Yılları… Şu an için resmi tarihçe gün yüzüne çıkmayan ve hakkında da çok fazla malumat olmayan dönemlerdir.

Risale-i Nur sahasında da Hizmet Düsturları ve Risalelerin hayata tatbikinin ders verilmesi de gayet mühimdir. Nasıl ki, din camiye mahsustur anlayışını reddediyorsam, Risale-i Nur’un da sadece kıraat edilecek mübarek bir evrad kitabı anlayışını da reddediyorum.

Risale-i Nur bu zamanda bizlere dinin yaşanabilirliğini, iman ve İslam hakikatlerini tevhid ve istikametten sapmadan/saptırmadan bizlere ders vermektedir.

Bakın nur talebelerine almış oldukları nur dersleriyle içtimai hayatın her sahasında bulunup kendilerini muhafaza ederek çevrelerine elden geldiği kadar bu nurları anlatmaktalar.

Hülasa, Bediüzzaman ve Risaleleri hakkında yazmak kolay değildir. Ama nur risalelerinden istifade etmek kolaydır. Çünkü her an üstad Bediüzzaman Hazretlerinden ders alınabilir.

Bunun usulünü ve yolunu gelin Risale-i Nur’dan dinleyelim.

“Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Bizler manen her zaman görüşüyoruz. Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel, Nurdan elinize geçen hangi risaleyi okusanız veya dinleseniz, benim âdi şahsım yerine Kur’anın bir hâdimi haysiyetiyle beni o risale içerisinde görüp sohbet edersiniz. Zâten ben de sizinle bütün dualarımda ve yazılarınızda ve alâkanızda hayalimde görüşüyorum ve bir dairede beraber bulunmamızdan her vakit görüşüyoruz gibidir.” (Şualar (489)

“Benim ile hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benim ile değil, hâdim-i Kur’an olan üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.” (Tarihçe-i Hayat (285)

“Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zâten benimle görüşmek; âhiret, iman, Kur’an hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için, dünya hesabına görüşmek manasızdır. Âhiret, iman, Kur’an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış. Hattâ hizmetimdeki has kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum. Yalnız bazı Risale-i Nur’un fütuhatına ve neşriyatına ait bazı hizmetler için bazı zâtlarla görüşmek isterim. Ne vakit bu noktalar için görüşmek istesem o zaman görüşmek caiz olabilir ve bana sıkıntı vermez.

Bu noktayı bilmeyen ziyarete gelenlere haber veriyorum ki; birkaç senedir ceridelerle ilân etmişim ki, benimle görüşmek isteyenleri hususan uzak yerden gelerek görüşmeden gidenleri, hususî dualarıma dâhil ediyorum. Her sabah da dua ediyorum. Onun için de gücenmesinler…” (Tarihçe-i Hayat (703)

“(Benimle görüşen veya görüşmek arzu eden dostlara bir düsturdur ki, uzakta bulunan bir kısım kardeşlere yazılmıştır.)

Benimle görüşmek arzunuzu hissettim. Kardeşlerim, benimle görüşmek iki cihetle olur.

Ya dünya cihetiyle, yani hayat-ı içtimaiye-i insaniye itibariyledir. Şu cihetteki kapıyı kapamışım.

Veya hayat-ı uhreviye ve hayat-ı maneviye cihetiyledir.

O da iki vecihledir.

Biri: Şahsıma haddimden fazla hüsn-ü zan edip, şahsımdan bir istifade-i maneviyeyi niyet etmektir.

Şu vechi de kabul etmem. Çünkü ben Kur’an-ı Hakîm’in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellâlıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünkü Kur’an-ı Hakîm’in kudsî elmaslarının kıymetlerine şübhe îras etmemek için, perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam; hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellâllık vaktinde elimde gördükleri elmaslara da şişe nazarıyla bakabilirler, zihinlerine bir iltibas, bir şübhe gelir. Onun için şahsî dükkânımı kat’iyyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı yeter. Müflis bir hizmetkâr olsam, daha hoşuma gidiyor.

İkinci vecih şudur ki: Kur’an hesabıyla ve dellâllığı ve hâdimliği noktasında benimle görüşmektir. Şu vecihte gelenleri alerre’si vel’ayn kabul ediyorum. Fakat bu görüşmek için şark ve garb mâni olmaz. Belki yerin üstü ve altı dahi birdir. Sureten görüşmeye o kadar lüzum yok.

Şu münasebetin de ve manevî görüşmenin de üç meyvesi var:

Birincisi: Dellâllık ettiğim mukaddes dükkânın mücevheratını benden almaktır. İşte o dükkândan şimdilik oniki küçük cevherleri size gönderdim.

İkinci meyvesi: Beş farz namazını kılan ve yedi kebairi terk eden zâtları şu manevî münasebet ve görüşmek neticesi olarak âhiret kardeşliğine kabul ediyorum. Ben her sabah manevî kazancım ne ise, o âhiret kardeşlerimin sahife-i a’maline geçmek için Cenab-ı Hakk’ın dergâhına niyaz edip hediye ediyorum. Onlar dahi beni manevî hayratlarına ve dualarına hissedar etmelidirler. Tâ hisselerini kazancımızdan alsınlar.

Üçüncü meyvesi: Onları yanımda -ya hakikaten veya hayalen- hazır edip beraber dergâh-ı İlahîye el açıp dua ederek ve Kur’anın hizmetine dair el-ele, kalb-kalbe verip gayet ciddî bir surette rabt-ı kalb etmektir. İşte kardeşlerim size şu üç meyve şimdiden hâsıldır. (Said Nursî (Barla Lahikası (270)

* * *

“Risale-i Nur’un esas mesleği hakikî ihlas olmak cihetiyle şimdiki tezahür, sohbet etmek, fazla hürmet etmek; bu enaniyet zamanında bir nefisperestlik, riyakârlık, tasannu’ alâmeti olmak cihetiyle ona şiddetle dokunuyor. Çünki der: “Benimle görüşmek isteyen, eğer âhiret için, Risale-i Nur için ise; Risale-i Nur bana kat’iyyen ihtiyaç bırakmamış.

Milyonlar nüshası her birisi on Said kadar faide veriyor. Eğer dünya cihetiyle ve dünyaya ait işler için görüşmek ise: O, dünyayı şiddetle terkettiği için, dünyaya dair şeyleri malayani, vakti zayi’ etmek olduğu için cidden sıkılır.

Eğer Risale-i Nur’un hizmetine, intişarına ait olsa; bana hizmet eden hakikî fedakâr talebelerim ve manevî evlâdlarım ve kardeşlerim benim bedelime görüşmeleri kâfi, bana hiç ihtiyaç yok. Uzun yerlerden uzak memleketlerden gelenlerle beraber başka kardeşlerimizin de hatırları kırılmasın. Çünki, on seneden beridir her sabah okuduğu ve başkaları onu tevkil ettiği evrad okumasında sevabı bağışladığı vakit der ki:

“Ya Rabbi! Benimle görüşmek için gelip görüşmeden dönenlerin defter-i a’maline de yazılsın.” diye ruhlarına hediye ediyor. Üstadımızın bu halini kardeşlerimize beyan ediyoruz.” (Emirdağ Lahikası-2 (214)

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Mesuliyet Şuuru

Mesuliyet şuuruyla insan hareket ederek öncelikle kendimize çekidüzen vererek hayatımıza/kaderimize irademizi olumlu kullanmalıyız, bu hayati bir öneme sahiptir.

Hayat akışımızın gerektirdiği ihtiyaçlarımız dünyanın her köşesinde mevcuttur. Çünkü, “İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.. Hattâ hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider. Orada da hacet vardır. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır. Elde bulunmayan ise hadsizdir.” [1]

Halife-i ru-i zemin olan insanın özelliklerinden birisi de, kendisindeki değerleri başka insanlarla paylaşmasıdır. Bir nevi ilmin zekâtını vermesidir. Zaten ilmin zekatı, ilmi olarak açlık/ihtiyaç hissedenlere tebliğ ve temsildir. Zaman itibariyle kimse tam manasıyla alim değildir. Kısmi olarak herkes bir meselede kendini geliştirmiştir. Bizler de yetkin olan bu insanlardan o sahada bilgiler alarak kendimizi inşa etmeliyiz.

“Mabudun vücuduna üç türlü delil vardır: Âfâkî, nefsî, usûlî.” [2]

Bu değerlerin paylaşımı da din ve maneviyat rehberliğiyle hem insanın şahsi hem de toplumsal hayatının sağlıklı olmasına bağlıdır. Bu bütün peygamberlerin ortak özelliğinin tebliğ ve temsil olduğunu düşünecek olursak bizler de onların yolunda yürüdüğümüzü iddia ediyorsak tebliğ ve temsil yolundan yürümekle mükellefiz.

 

Asrımızda bir Asr-ı Saadet Müslümanı olarak nitelendirebileceğimiz Peygamber varisi olan üstad Bediüzzaman da bu tebliğ ve temsil vazifesini hayatıyla bilfiil bizzat yapmıştır. Yakın olan talebeleriyle görüşerek uzak olanlara lahikalar yazarak, muhataplarına latif, nazik, hasbi hitaplar kullanmıştır.

 

Üstad Bediüzzaman hazretlerinin lahikalarda sadece talebeleriyle sınırlı kalmayıp, talebesinin aile efradı, küçük büyük herkesi muhatap alması çok dikkate değerdir. Lahikalara bakarsanız bir şahsa yazılmışken o şahsın çevresinde olan irtibatlı olduğu kimselerle alakasını mektup içinde görebilirsiniz. İman, Kur’an, İslâmiyet ve insanlık için yapılan en küçük bir adıma/atılıma değer, takdir ve tebriklerin harika numunelerini görebiliriz.

Risale-i Nur’lardaki bu hakikati de tefekkür edip okuyup ehemmiyet verilmesi gereken bir husus olarak altını çizmek istiyorum. Bu eserlerin, Türkiye, âlem-i İslâm ve dünya çapında gündemde kalmasının sebebi bu olsa gerektir. Kırmadan, dökmeden ruhları tamir etmektedir Asrın Doktoru Bediüzzaman, Risale-i Nuruyla.

Teknolojik bağımlılık, sokağın ahlaksız tasallutu, musibetlerin şokunu giderecek, kendimizden başlayarak, çevremizle birlikte bu mesuliyet şuuruyla hareket etmeliyiz. Bu aynı zamanda manevi bir cihattır. Peygamber yolu olan sünnet-i seniyyedir. Afaki ve enfüsi dairenin tatmin olması, tecrübe ve mehasini/güzelliklerin paylaşmanın yolu ve tarzıdır.

İmanlı, mesuliyet şuuruna sahip insan olmamızın gereğini yapamazsak, sıkıntıların tetikleyicisi oluruz. Birlikte aynı gemide olduğumuz insanlarla yaşadığımız dünyanın nimetlerini ortak paylaşamazsak olumsuzluklara sebep oluruz. Problemlere çözüm üreterek yaşamak, hayatın sırrıdır.

Netice itibariyle, şahsî kemalâtımızı geliştirmek, Allah’a karşı kulluk borcumuzdur. Sosyal hayatın kemale ermesi için toplumsal sorumluluğumuz da ciddi bir vazifemizdir.

Sakın unutmayalım, yarının mesuliyeti, rengi, şekli, şemali bugün bizim elimizde.

Ne mutlu mesuliyet şuuruyla hareket edene.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Sözler (211)
[2] İşarat-ül İ’caz (94)

Enfüsi Kudüs’ün İşgal Edilmiş! 

Enfüsi Kudüs’ün İşgal Edilmiş! 

            Her şeyin bir zahiri bir batını bir evveli bir ahiri var. Kudüs, Filistin ve Benî İsrail arasındaki meseleler dünya gündemine 1900’lerin ortalarından itibaren gelmeye başlamıştır. 

İngilizlerin Filistin’i işgal edip zorla evlerinden, yerlerinden, yurtlarından çıkartılıp boşalttıkları bu yerleri getirilen Yahudilere işgalci olan İngilizler tarafından hediye edildi. Asıl toprak sahipleri olan Filistinlilerde muhacerete tabi tutulmuştur. Yüksek miktarda emlak vergileri getirerek adeta Filistin toprakları haczedildi İngilizlerce. Yahudilere de peşkeş çekildi.

         “Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını”[1] yedikleri halde kendi bu sinikliklerini izale etmek için de insan hayatına giren veya girmesini istedikleri her şeyi ürettiler ya bizzat kendileri ya da adamlarına ürettirerek hayata müdahale ediyorlar. Bu üretim de işin garibi mevcut olan ürünler içinde ya en lezzetlisi ya da kalitelisi olarak karşımıza çıkmakta. Bunlara muadiller üretilerek Yahudi mallarıyla boykot etmemiz gerekmekte.

Sadece gıda üzerinden değil herşeyle insanlara hücum ediyor 

            Genç beyinleri, körpe dimağları kendi istedikleri şekilde şekillendirmek için de diziler, filimler, oyunlar, uygulamalar üretmekteler. Bunun temelinde yatan sebepse kendileri Cehennemlik oldukları için kendilerine zor zamanlarda kucak açan başta Müslümanlara ve darbesini yemiş oldukları Hristiyanların da kendileriyle beraber  Cehenneme gitmeleri.. ve tüm maddi ve manevi terakkilerini durdurmak için var güçleriyle çabalıyorlar.  

            Filistin’e gemiyle geldiklerinde “Almanlar ailemizi mahvetti siz de umutlarımızı mahvetmeyin” şeklinde pankart asan ve kendilerini acındıran bu Yahudiler bugünse tüm insanlığın kanına, DNA’sına girerek adeta herkesten hınçlarını alıyorlar. 

            Bu şekilde çalışan Yahudiler, istisnasız her ülkeye yerleşmiş ya açıkça Yahudi kimliğiyle veya o ülkenin kimliğine bürünüp Sabatay şekilde yaşamlarını sürdürmekteler. 

            Bu Yahudi çalışmalarının bugün neticelerine bakıyoruz ki, kendisi Hafız olan ama namaz ve niyazda gözü olmayan, ismi Müslüman; fakat itikad ve amelde çok yalpalar yapan, haramları da helal sayan veya İslami bir hassasiyeti kalmamış bir insan kitlesi türedi. 

            Uzun zamana yayılmış olan insan tahrip planları küçük adımlarla ilerleyerek karşımıza çıkmakta. Ahlâksız, edepsiz, hayasız, arsız bir şekilde karşımıza çıkan yeni neslin mimarı doğrudan ve dolaylı olarak Yahudi lobilerinin faaliyetleridir. Bu faaliyetlerle şu anda hemen hemen herkesin enfüsi Kudüs’ü işgal altında az veya çok olarak herkesin Filistin’i ele geçirilmekte. İslami hassasiyetimizi arttırarak ve Yahudileşme temayüllerinden uzak kalarak ancak kendi Kudüs’ümüzü ve harici Kudüs’ümüzü işgalden kurtarabiliriz. İslami hassasiyetler olmazsa zaten iman ve islama ait olan şeylerde sıradan, değersiz bir hale gelecektir. 

            Hülasa, İslamiyet’in gerektirdiği şeylerden uzaklık nispetinde enfüsi Kudüs’ümüz işgal edilmiştir. 

            Ne mutlu farkındalığını arttırabilene.. 

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL 

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.com

Tebliğ ve Temsil

İnsanın her iki dünya hayatı, maddi ve manevi hayatta dengeli yaşaması, istikametli ve sağlıklı düşünmesiyle mümkündür. Aksi taktirde dünya ve ahiret sağlığını kaybedecektir.

Sağlığını korumak için öncelikle insan olduğunu unutmamalı ve insanlığa yaraşır/yakışır bir hayat tarzı olmalıdır.

İnsan olarak fıtrat ve yaratılış gayemiz başta ibadettir. Ve toplumsal hayat içindeki varlık ve düzen de ancak ibadet şuuruyla mümkün olacaktır. Her bir insan itikadını yaşamakla ancak dengede kalabilir. Öncelikle kendimizle başlayıp çevremizde örnek insan olarak gösterilme gayretinde olmalıyız. Bunu riya olarak düşünmemek gerekiyor. Çünkü bu şekilde bir insan Salih bir kuldur.

Buna dair Hadis-i Şeriflerden birkaç nakil şu şekilde;

1. “Allah’ın kullarından en hayırlı olanları görüldükleri zaman Allah hatıra gelir. Allah’ın kullarından en kötüleri ise, fitnecilik için söz gezdiren, birbirini seven kimselerin arasını açan ve masum insanları günaha ve sıkıntıya sokmak isteyen kimselerdir.” [1]

2. “Hangi kimselerle beraber olmak daha hayırlıdır?” diye sordular. Peygamberimiz buyurdular ki: “Görülmesi Allah’ı hatırlatan kimselerle.” [2]

 

3. “Ümmetimin en hayırlıları, görüldüklerinde Allah hatırlanan kim­selerdir. En şerlileri ise, söz götürüp getiren, birbirini seven insanla­rın arasını açan, suçsuz ve masumlara sıkıntı vermeyi meslek edinen kimselerdir.” [3]

 

4. “Allah’ın veli kulları kimlerdir?” diye sorulduğunda Peygamberimiz (asm) şu cevabı vermişlerdir: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah Celle Celaluhü Hazretleri hatıra gelir.” [4]

5. “Kendileriyle oturduklarımızın hangisi daha hayırlıdır, ya Rasulallah?” diye soruldu. Rasulullah da buyurdu ki “Görüldüklerinde size Allah’ı hatırlatan, konuştuğun­da ilminizi arttıran ve ameli size ahireti hatırlatan kim­selerdir” dedi. [5]

Hadis-i şerifte belirtilen özellik, İslamiyeti hayatın her safhasında/sayfasında ilk sırasına almış demektir. Kişi her işini Allah’ın rızasına uygun olarak yapmaya çalıştığında, onu görenler o kimsenin bu halinden Allah’ı hatırlarlar. Tebliğin en kuvvetli vasıtalarından birisi de lisan-ı haldir; yani hal diliyle tebliğ yapmaktır. Temsil, zaten en büyük tebliğ aracıdır. İslamiyeti yaşantıya aksettirmek, sosyal yaşantıda İslamiyet’i göstermek lisan ile anlatmaktan daha üstündür desek abartmış olmayız. Lisandan ziyade hal daha etkilidir. Sadece lisanla tebliğ edip yaşantısında anlattıklarını gösteremezsek sadece iddia olarak karşımıza çıkıyor.

“Kavl ve amel ortasında uzun bir mesafe açıldı…” [6] ikazı da aklımıza geliyor.

İşte iman ve amellerden ibaret olan İslamiyetin emir ve yasakları Allah’ı hatırlattığı gibi, o kimseler Allah’ın emir ve yasaklarına öyle riayet ederler ki, söz ve davranışlarıyla öyle bir kulluk timsali/abiddesi olurlar ki, onları gördüğünüz zaman Allah’ı hatırlamamanız mümkün değildir. İşte bu insanlar muhlis kul olmuşlardır.

 

Kulluğun iki tarafı vardır: Bir yönü Allah’a bakar, bir yönü kullara bakar. O halde, en hayırlı kullar, bulundukları her yerde öyle bir kulluğun gereğini sergilerler ki, hemen Allah akla gelir. Hadiste, mana olarak “Allah’ın kulları” ifadesinin yer alması, bu söylediklerimize işaret etmektedir.

 

“İman, insanı ebediyete, Cennet’e lâyık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir.

Küfür ise, lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lübb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.” [7]

Rabbim Mulis ve Muhsinlerden eylesin.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mecmau’z-Zevaid, h. no: (13140)
[2] Mecmeuz Zavaid, (1/226)
[3] Müsned, (4/277)
[4] Taberi, (4/2731)
[5] Abd b. Humeyd, İbn-i Hacer el-Askalani, Metalibu Aliye, Tevhid Yayınları: (3/123)
[6] Muhakemat (96)
[7] Mesnevi-i Nuriye (69)

Toplumsal Tehditlerin Temeli

Ahlâk bozulması, insan ve toplum için bir tehdittir.

Ahlâk, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen, toplumsal değerlerin tamamına verilen bir isimdir. Toplumun sağlıklı bir şekilde işlemesi için ahlâkî değerlere ve etik kurallara sıkı sıkıya bağlı olunması gerekmektedir. Her toplumun ahlâk kuralları değişkenlik gösterebilir lakin dünya genelinde ortak bir ahlâk tabiri var. Ancak, günümüzde dünya genelinde ahlak bozulması giderek artan bir sorun haline gelmiştir. Bu da toplumsal yozlaşma ve erozyonları beraberinde getirmektedir.

Ahlâkî değerlere saygı gösterilmemesi, toplumun huzurunu ve uyumunu tehdit etmektedir günümüzde. Ahlâk yoksunu insanların hiçbir toplumda yeri olmadığını ve sevilmediklerini de belirtmemiz lazım.

İnsan, fıtrî, ahlâkî değerlere sahip bir varlıktır. Zaten İslam toplumu fıtrat toplumudur. Fıtrata uygun olmayan şeyleri reddeder.

Ahlâkî davranışlar, insanın toplum içinde kabul görmesini ve diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlar. Yani ahlâk her insanın toplumsal vazifesidir. Ahlâkî olmayan davranışlar ise toplumsal çatışmalara, güvensizliğe ve hoşgörüsüzlüğe sebep olur. Bunun neticesinde ötekileştirmeler, yaftalar, üstten bakmalar toplumda yayılmaya başlamasıyla adeta ahlâk hicrete başlar.

Ahlâkî değerlere olan bağlılık, fertlerin vicdani sorumluklarının farkında olup, toplumun refahı için çalışmalarını sağlar. Bu cihetle ahlâk vicdanı ihtizaza getiren, uyandıran erdemler bütünüdür.

Ahlâk bozulması, bireyin kişisel çıkarlarını toplumun çıkarlarının üzerine koymasıyla ortaya çıkar. Örneğin, dürüstlük, saygı ve adâlete dayalı ahlâkî kuralları ihlal etmek, insanın kısa vadeli çıkarlarına hizmet edebilirken, uzun vadede toplumda güvensizlik ve haksızlık ortamı oluşumuna yol açabilir. Bu dolaylı olarak insanın başına sıkması gibi bir intihar eylemidir.

Ahlâksızlık, insanların birbirlerine olan güvenini zedeleyerek, insanlar arasındaki ilişkileri zayıflatır ve toplumun birlik ve beraberliğini sarsar. İnsanlar beraberken bile tam manasıyla bir ve beraber olamamalarını netice verir. Günümüzdeki “Toplumsal Yalnızlık” ahlâksızlığın meyvesidir. Toplumun ahlâkî bozulmadan etkilenmemesi neredeyse imkânsızdır. Zamanın hızı, konfor ve zevk düşkünlüğü de bu bozulmayı hızlandırır. Çünkü hız ve haz asrına dönüş durumda zaman.

Ahlâkî değerlerin önemsenmediği bir toplumda hoşgörü, hürmet ve sorumluluk kavramları geri plana itilirken, bencillik, kıskançlık ve hırs gibi olumsuz duygular öne çıkar. Bu durum, insanların birbirlerini istismar etmesine, haksız kazanç elde etmesine ve başkalarının haklarını ihlal etmesine ve toplumsal güvensizliğe zemin hazırlar.

Ahlâk bozulmasıyla mücadele etmek, toplumun birlik ve beraberliğini korumanın temel yoludur. Bu cihetle herkes ahlâk kurallarını pekiştirmek, geliştirmek ve daha üst seviyeye çıkartmakla mesul ve mükelleftir. Ahlâkî eğitim: ailede başlar. Eğitim ve öğretim süreciyle gelişir. İnsanların ahlaki prensiplere vakıf olmasını sağlar ve etik değerlere dayalı davranışların teşvik edilmesini sağlar.

“O derece ahlâk bozulmuş ve metânet ve sadâkât kaybolmuş ki, ondan belki yirmiden birisine îtimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, fevkalâde sebât ve metânet ve sadâkât ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır, zarar verir.”[1]

Toplumun liderleri, ahlâkî değerleri benimseyen ve uygulayan rol modeller olmalıdır. Ayrıca, hukuk sisteminin ahlâkî değerlere uygun olarak düzenlenmesi ve ahlâkî ihlallerin gereken cezalarla karşılanması önemlidir.

Sonuç olarak, ahlâk bozulması insan ve toplum için ciddi bir tehdittir. Ahlâk değerlerine uygun davranışlar göstermeyen insanlar, toplumun huzur ve düzenini tehlikeye atar.

Ahlâkî değerlere saygı duyarak, insanlar arasındaki ilişkileri güçlendirebilir, toplumda hoşgörü ve dayanışmayı sağlayabiliriz. Unutmayalım ki, ahlâk bozulması toplumun geleceğini olumsuz etkiler ve ileriye dönük bir sorun olarak kabul edilmelidir. Bugün belki biz etkilenmeyebiliriz ama bizden sonraki toplum ve nesil kesinlikle etkilenecektir. Bu sebeple ahlâkî görevleri korumakla herkes mükelleftir.

Peki ahlâk nasıl düzelir dersek bunun cevabı:

“Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teali eder.”[2]

Bir atasözü ile bitirmek istiyorum yazımı. “Dedesi limon yer, torununun dişi kamaşır.”

Ne mutlu ahlâkî erdemlere sahip olanlara.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat (291)
[2]Divan-ı Harb-i Örfi (52)