Etiket arşivi: müslüman

Amerikalı Öğretmen Barbara Ann Neden Müslüman Oldu?

Barbara Ann Lawrence, Çukurova Müftülüğü’nde düzenlenen törende İlçe Müftüsü Abdullah Demir nezaretinde Kelime-i Şehadet getirerek, Müslüman oldu. Demir, ‘Şahika‘ ismini alan Lawrence’a İngilizce Kur’an-ı Kerim, dini kitaplar hediye edip, ihtida belgesi verdi.

İlçe Vaizleri Zeki Uyanık ve Fadime Taş’ın da şahit olarak hazır bulunduğu merasimde konuşan Çukurova Müftüsü Abdullah Demir, Müslüman olmuş birinin geçmiş günahlarının affolunarak annesinden yeni doğmuş bir bebek gibi tertemiz olacağını söyledi.

Bir kolejde öğretmenlik yapan Barbara Ann Lawrence ise kendi rızası ile İslam dinini seçtiğini ve bu kararından dolayı son derece mutlu olduğunu kaydetti. Lawrence, ‘İslam’ı araştırırken, insana verilen değeri, sevgiyi, ahlakı ve yardımlaşmanın önemini gördüm. Bu güzelliklerden çok etkilendim. İçim huzurla doldu. Allah’a çok şükürler olsun ki bana imanı mübarek üç ayların başlangıcında nasip etti. Temennim başka insanların da bu dinle müşerref olmasıdır.‘ dedi.

Cihan

İslamiyetten Etkilenen Japon Al Miki, Müslüman oldu

Japonya’da tanıştığı Konyalı bir Türk ile evlenmeye karar veren Ai Miki, Konya İl Müftüsü Şükrü Özbuğday’ın yaptığı ‘ihtida’ merasimi ile Müslüman olarak Aynur ismini aldı.

Japonya’ya 4 ay önce dil öğrenmek için gittiğini ve orada Nişanlısı Aynur Miki ile tanıştığını anlatan Erhan Özbay (31), Miki’yi ailesiyle tanıştırmak ve evlenmek için Türkiye’ye geldiklerini söyledi.

Evlendikten sonra Japonya’ya tekrar geri döneceklerini anlatan Özbay, “Nişanlım Aynur, Müslüman olduğu için ailem evlenmemizde bir sakınca görmüyor, bizi destekliyor.” dedi.

Konya İl Müftüsü Özbuğday, Japon Miki’nin İslam’ı tercih etmesinin Hz. Muhammed’in doğum yıl dönümü olan Kutlu Doğum Haftası’na denk gelmesinin güzel bir tevafuk olduğunu dile getirdi. Özbuğday, “Başka bir din mensubu iken İslam’ı kabul edenlere mühtedi diyoruz. Bu olaya da ihtida denilir.

Bunu belgelemek için de kendisine ihtida belgesi veriyoruz. İhtida belgesinin dünyevi yönden de faydaları var. Mesela hac için Suudi Arabistan’a gitmek istediği zaman bu belge olmadan vize alması mümkün değil. ”diye konuştu.,

Cihan

Azınlıklar, Müslümanlara emanet, mabetleri yıkılamaz!

İslam dünyasının tarihte şahit olunmayan bir dönemden geçtiğini söyleyen Görmez, İslamafobia, ırkçılık gibi söylemlerle yüreklerde oluşan nefreti ortadan kaldırmak gerektiğini söyledi. İnsanlığın yeni bir durumla karşı karşıya kaldığını söyleyen Diyanet İşleri Başkanı “Dünyanın her yerinde Müslümanlar, başka medeniyetin mensupları ile birlikte yaşamaya başladılar. Bunun için bizim tarihte gerçekleştirdiğimiz birlikte yaşama tecrübelerini yeniden keşfetme zorunluluğumuz var.” ifadelerini kullandı.

Suudi Arabistan Baş müftüsünün ülkedeki kiliselerin yıkılması ile ilgili sözlerini eleştiren Görmez, “İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar, Müslümanlara emanettir. Hiçbir Müslüman’ın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur.” dedi. Batı’da İslam’ın uç yorumlarının kendisini hissettirmesinden yakınan Görmez bu durumun İslam’ın yanlış anlaşılmasına neden olduğunu söyledi. Heybeliada Ruhban Okulunun açılmamasının bu topraklarda inşa edilen medeniyete yakışmadığını dile getirdi. Yeni eğitim sistemine de değinen Diyanet Reisi, bunun yeni bir çatışma alanı haline getirilmemesini isteyerek, Kur’an-ı Kerim’in öğrencilerin yaşı dikkate alınarak öğretilmesi ve lafsının yanı sıra manasının da okutulması çağrısında bulundu.

– Bir kesim medeniyetler çatışması derken, Türkiye’yi temsilen Diyanet Reisi olarak Çin, AB ülkeleri ziyaretleriyle dünyanın değişik ülkeleriyle temaslar kuruyorsunuz. Buralarda İslam dünyasına nasıl bakılıyor?

Bundan 50 sene önce dünyanın büyük bir kısmında herhangi büyük bir Müslüman topluluktan söz etmek mümkün değildi. Bugün öyle bir dünyada yaşıyoruz ki içinde herhangi bir Müslüman azınlığın olmadığı ülke yok. Dünyanın her yerinde İslam kültürünün mensupları, başka medeniyetin mensupları ile birlikte yaşamaya başlamışlardır. Bunun için bizim tarihte gerçekleştirdiğimiz birlikte yaşama tecrübelerini yeniden keşfetme zorunluluğumuz var. Bizim elimizde olmadan birileri bir çatışma kültürünü besliyor, bir çatışma dili oluşturuluyor. Bu çatışma kültürünü de ortadan kaldıracak bir çabaya ihtiyaç var.

Diyanet olarak henüz yeterli olduğumuzu söyleyemeyiz ama çabamızın önemli olduğunu düşünüyorum. Birileri kültürler arası çatışmadan yangın çıkarmak istiyor. Bazı yerlerde bu yangın çıkmış vaziyette. Biz de Hz. İbrahim’in ateşine su götüren karınca misali bir şekilde yüreklerde oluşan nefreti ortadan kaldırmak için elimizden geleni sarf etmemiz gerekiyor.

– İslamofobia, ırkçılık nefret suçları gibi uluslar arası anlamda suç teşkil eden hastalıklar toplumlar arasında yaygınlaşıyor. Bunun önlemek için neler yapılmalı?

Maalesef İslam dünyasında bazı kesimler eczacı yöntemiyle tedavi olmayı deniyor. Eczaneden ilaç alarak tedavi olmayı denediğimiz zaman kendi sorunlarımızı çözmek bir yana, yeni sorunlar ortaya çıkarırız. Bütün İslam dünyasının bilgi kaynaklarını ve bilgi üretme düzeneklerini, metodunu ve İslam âlimi yetiştirme düzeneklerini gözden geçirme zarureti var. Bugün bizim sahip olduğumuz İslam müktesebatı hem İslam dünyasında kendi aramızda ortaya çıkan sorunlarımızı hem de dünyada ortaya çıkan yeni verili durumun üstesinden gelebilecek güç ve kuvvette değil. Dolayısıyla İslam dünyasının bütün bu sorunları çözümü için mevcut olan müktesebatını yeniden gözden geçirmeye ihtiyacı var.

– Yine Suriye, Irak, Afganistan gibi İslam coğrayasında iç çatışma görüntüsü var. Bunun önlenmesi adına diplomatik olarak ve kardeşlik hukuku açısından neler yapılabilir?

Müslümanlar arasındaki çatışma o kadar can yakmaya başladı ki birbirimize diplomasi uygulayarak sorunları çözebileceğimiz kanaatinde değilim. Bütün kardeşlerin yüreklerini birbirine açarak bunu ele almaları gerekiyor. Kutlu doğum haftasında bu başlığı seçme amacımız; İslam kardeşliğini yeniden nasıl bir retorik, bir söylem olmaktan çıkarıp bir ahlak ve hukuk haline getirebiliriz çabası. Gerçekten çok zengin bir İslam irfan geleneği var ve bu gelenek ‘Yaratıcı‘ eksenli bir kardeşlikten o kadar söz etmiştir ki bugün insanlığın buna ihtiyacı var. Ama biz Müslümanlar bunu ihmal ettik.

Özellikle irfan geleneğini, bazı anlayışlar gayri İslami ilan ettiler. Onun doğurduğu boşluk şuan pek çok sorununa yol açmıştır. İslam’ın daha çok tarihi, kültürü ve yaşanmışlıkları yok sayan, sadece dini metinleri bir kanun metnine dönüştürerek hüküm çıkarmaya çalışan bir anlayışın, modernizmin bir eserin olarak İslam dünyasını kuşatmaya çalıştığını hepimiz biliyoruz. Bu uçlar özellikle birbirleriyle mücadele ettiği için de ana yol dediğimiz yani Kur’an ve sünnetin bir şekilde dışlandığını görüyoruz. Bugün Batı İslam ikileminde İslam’ın kendisi görünürde yok. İslam’ın uç yorumları görünürde. Bu da İslam’a ve tüm Müslümanlara ve İslam’ın kitabına ve peygamberlerine mal edilmek isteniyor. Bu doğru değil.

– Suudi Arabistan’ın baş müftüsünün kiliselerin ortadan kaldırılabileceğine yönelik açıklamaları oldu. Kur’an, Sünnet ve İslam devlet ve topluluklarının müktesebatı açısından baktığınızda bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir açıklamanın, İslam’ın kendi asli kaynaklarıyla, Hz. Peygamber’in (sas) kendi çağında Müslüman olmayan topluluklarla imzaladığı bütün anlaşmalarla, İslam Medeniyetinin tarih boyunca en büyük rüçhaniyeti olan farklı dinleri, kültürleri, mabetleri yanyana yaşatma tecrübesiyle hiçbir ilişkisi yok. Zayıf, üzerine hiç hüküm bina edilemeyecek olan ve doğrudan Hz. Peygamber’in ana uygulamalarına aykırı denilebilecek bir rivayeti esas alarak böyle bir açıklama yapmak doğru olmaz. Böyle bir şey söyleyebilmek için Kuran’ı Kerim’in din özgürlüğü ve farklı din mensuplarına verdiği hakları, Hz. Peygamber’in hayatındaki bütün uygulamaları bir kenara bırakmak lazım. Böyle bir fetva için, Hz. Peygamber’in Necran, Eyle, Yemen, Hicaz Hıristiyanlarıyla yaptığı ve bugün orijinal metinleri hala elimizde olan vesikaları yok saymak lazım. İstanbul’da, Endülüs’te, Bağdat’ta, Şam’da Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları tecrübeleri yok saymak lazım. Fatih Sultan Mehmet’in Galata ve Bosna’daki Hıristiyanlarıyla yaptığı sözleşmeler keza aynı. Bütün bunları yok sayarak ancak böyle bir şey söylenebilir. Ben açıkça ifade edeyim: Ortadoğu’da İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar İslam medeniyetinin her bir Müslüman emanetidir. Hiçbir Müslümanın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur. Biz batıda herhangi bir ırkçı ayrılıkçı kimsenin içindeki nefreti ortaya koymak için caminin duvarına ırkçı bir yazı yazmasından ne kadar rahatsız oluyorsak, İslam dünyasının herhangi bir yerinde asırlarca varlığını sürdürmüş olan deyr, manastır, kilise, havra yada herhangi bir mabet herhangi bir Müslüman tarafından en küçük bir yanlışa maruz kaldığında da aynı rahatsızlığı hissetmesi, bizatihi inancımızın bize yüklediği bir sorumluluktur.

– Yani İslam dini bunun hukukunu da oluşturmuş durumda…

Evet. Yüce dinimiz bizimle beraber yaşayan gayrimüslimlere nasıl davranacağımızı bize bırakmamış, hak, hukuk ve ahlak çerçevesinde prensiplere, ilkelere bağlamıştır. Düşünebiliyor musunuz bir Peygamber; “Müslümanlarla beraber, Müslümanların emanı altında yaşamayı kabul etmiş bir gayrimüslime eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur.” buyuruyor. Geçenlerde Lübnan Maruni Kilisesi papazları beni ziyaret etti. Onlara Osmanlı arşivinden 4 belge hediye ettim. 1890 da Lübnan Marunilerinin başındaki Papaz Yohanna Efendi, Cebeli Lübnan Mutasarrıflığı’na bir yazı yazıyor: “Biz Roma’da din adamı yetiştirmek üzere papaz mektebi açmak istiyoruz. 10 bin altına ihtiyacımız var. Lütfen bize yardımcı olun.” Yazı İstanbul’a geliyor. Sultan Abdülhamit’e takdim ediliyor. Sultan 10 bin altının tahsis edilmesini istiyor. Ve en zor zamanımıza denk gelmesine rağmen Beytülmalden yardım gönderiliyor. Bizim tarihimiz bunun çok büyük örnekleriyle doludur.

KUR’AN ÇOCUKLARIN YAŞLARI DİKKATE ALINARAK ÖĞRETİLMELİ

– 4+4+4 eğitim sistemi ile Kur’an-ı Kerim ve Siyer seçmeli hale geldi. Bu eğitimi kimlerin vereceği ve eğitim içeriğin kaliteli ve müktesebata uygun şekilde verilmesi için neler yapılmalı?

Bu tartışmaların başladığı günden itibaren üzerinde en çok durduğum husus Türkiye’de din üzerinden bir ayrışma meydana gelmemesi yönünde. İnsan kaynağına gelince, Türkiye eş zamanlı olarak bu açığını kapatacak ölçüde ilahiyat fakülteleri açtı. Yani 23’ten 53’e çıktı ilahiyat fakültesi sayısı. Zannediyorum 53’le de yetinilmeyecek. Dolaysıyla Türkiye’de üniversite sisteminin çok kısa sürede bunun üstesinden gelebileceği kanaatindeyim.

– Yaygın eğitimde siz de Kur’an eğitimini milyonlara taşıyorsunuz…

Diyanetin görevi yaygın din eğitimidir. Milli Eğitim Bakanlığı daha çok örgün eğitim, hatta din eğitiminin de örgün kısmı tamamen MEB’in uhdesindedir. Eğer bize bir işbirliği çerçevesinde sorulursa, benim kanaatim: Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayla birlikte mutlaka belirli yaş seviyelerine göre Kur’an’ın içeriği hakkında da yani Türkçe anlamlarından da çocukların haberdar olması, en azından belli ünitelerin de bu konuya tahsis edilmesinin daha faydalı olacağı yönünde. Avrupa’dan Batı muhitlerindeki din eğitiminde, İncil eğitiminde bu çok gelişmiş bir konudur. Kur’an’ın muhtevasının yanı sıra çocukların yaşları da dikkate alınarak, içindeki muhtevasını tasnif etmek ve onu lafzını ve nazmı ile birlikte anlamını da çocuklara vermek mümkündür. Bunun gelişmiş dünyada çok güzel teknikleri vardır. Bunu Diyanet İşleri Başkanı olarak önemsiyorum.

– Gayrimüslimlerin sıkça dile getirdikleri Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasıyla ilgili düşünceleriniz nedir?

Anlayış itibariyle Türkiye’de yaşayan Ortodoks vatandaşların kendi din adamlarını yetiştirmek için Selanik’e, Yunanistan’a, yahut Ermeni vatandaşların din adamı yetiştirmek için çocuklarını Ermenistan’a göndermek zorunda kalmasının, bizim bu topraklarda inşa ettiğimiz medeniyetin büyüklüğüne yakışmadığına inanıyorum. Daha 6-7 sene önce üniversite bünyesinde böyle bir imkanın tanınması için çalışmaların başladığını biliyorum. Ancak azınlık cemaatler böyle bir yapıyı kabul etmediler. Geleneksel yapı içerisinde bunun olması gerektiğini ifade ettiler. Dolayısıyla onların da bu isteklerini dikkate alarak en güzel şekilde bu sorun çözülmeli. Din, inanç ve dini eğitim özgürlüğü e insan hakları konusunda ben uluslararası ilişkilerde egemen olan muadelet prensibinin doğru olmadığını düşünürüm. Yani “Başka ülkelerde veya yanı başımızdaki bir Müslüman azınlığa şu yapılıyor, öyleyse ben de bunu yaparım.” demeyi bir ilim adamı ve Diyanet İşleri Başkanı olarak doğru bulmam.

 FATİH UĞUR, CİHAN YENİLMEZ / Zaman Gazetesi

Suudi Arabistan’ın baş müftüsünün kiliselerin ortadan kaldırılabileceğine yönelik açıklamaları oldu. Kur’an, Sünnet ve İslam devlet ve topluluklarının müktesebatı açısından baktığınızda bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir açıklamanın, İslam’ın kendi asli kaynaklarıyla, Hz. Peygamber’in (sas) kendi çağında Müslüman olmayan topluluklarla imzaladığı bütün anlaşmalarla, İslam Medeniyetinin tarih boyunca en büyük rüçhaniyeti olan farklı dinleri, kültürleri, mabetleri yanyana yaşatma tecrübesiyle hiçbir ilişkisi yok. Zayıf, üzerine hiç hüküm bina edilemeyecek olan ve doğrudan Hz. Peygamber’in ana uygulamalarına aykırı denilebilecek bir rivayeti esas alarak böyle bir açıklama yapmak doğru olmaz. Böyle bir şey söyleyebilmek için Kuran’ı Kerim’in din özgürlüğü ve farklı din mensuplarına verdiği hakları, Hz. Peygamber’in hayatındaki bütün uygulamaları bir kenara bırakmak lazım. Böyle bir fetva için, Hz. Peygamber’in Necran, Eyle, Yemen, Hicaz Hıristiyanlarıyla yaptığı ve bugün orijinal metinleri hala elimizde olan vesikaları yok saymak lazım. İstanbul’da, Endülüs’te, Bağdat’ta, Şam’da Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları tecrübeleri yok saymak lazım. Fatih Sultan Mehmet’in Galata ve Bosna’daki Hıristiyanlarıyla yaptığı sözleşmeler keza aynı. Bütün bunları yok sayarak ancak böyle bir şey söylenebilir. Ben açıkça ifade edeyim: Ortadoğu’da İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar İslam medeniyetinin her bir Müslüman emanetidir. Hiçbir Müslümanın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur. Biz batıda herhangi bir ırkçı ayrılıkçı kimsenin içindeki nefreti ortaya koymak için caminin duvarına ırkçı bir yazı yazmasından ne kadar rahatsız oluyorsak, İslam dünyasının herhangi bir yerinde asırlarca varlığını sürdürmüş olan deyr, manastır, kilise, havra yada herhangi bir mabet herhangi bir Müslüman tarafından en küçük bir yanlışa maruz kaldığında da aynı rahatsızlığı hissetmesi, bizatihi inancımızın bize yüklediği bir sorumluluktur.

– Yani İslam dini bunun hukukunu da oluşturmuş durumda…

Evet. Yüce dinimiz bizimle beraber yaşayan gayrimüslimlere nasıl davranacağımızı bize bırakmamış, hak, hukuk ve ahlak çerçevesinde prensiplere, ilkelere bağlamıştır. Düşünebiliyor musunuz bir Peygamber; “Müslümanlarla beraber, Müslümanların emanı altında yaşamayı kabul etmiş bir gayrimüslime eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur.” buyuruyor. Geçenlerde Lübnan Maruni Kilisesi papazları beni ziyaret etti. Onlara Osmanlı arşivinden 4 belge hediye ettim. 1890 da Lübnan Marunilerinin başındaki Papaz Yohanna Efendi, Cebeli Lübnan Mutasarrıflığı’na bir yazı yazıyor: “Biz Roma’da din adamı yetiştirmek üzere papaz mektebi açmak istiyoruz. 10 bin altına ihtiyacımız var. Lütfen bize yardımcı olun.” Yazı İstanbul’a geliyor. Sultan Abdülhamit’e takdim ediliyor. Sultan 10 bin altının tahsis edilmesini istiyor. Ve en zor zamanımıza denk gelmesine rağmen Beytülmalden yardım gönderiliyor. Bizim tarihimiz bunun çok büyük örnekleriyle doludur.

KUR’AN ÇOCUKLARIN YAŞLARI DİKKATE ALINARAK ÖĞRETİLMELİ

4+4+4 eğitim sistemi ile Kur’an-ı Kerim ve Siyer seçmeli hale geldi. Bu eğitimi kimlerin vereceği ve eğitim içeriğin kaliteli ve müktesebata uygun şekilde verilmesi için neler yapılmalı?

Bu tartışmaların başladığı günden itibaren üzerinde en çok durduğum husus Türkiye’de din üzerinden bir ayrışma meydana gelmemesi yönünde. İnsan kaynağına gelince, Türkiye eş zamanlı olarak bu açığını kapatacak ölçüde ilahiyat fakülteleri açtı. Yani 23’ten 53’e çıktı ilahiyat fakültesi sayısı. Zannediyorum 53’le de yetinilmeyecek. Dolaysıyla Türkiye’de üniversite sisteminin çok kısa sürede bunun üstesinden gelebileceği kanaatindeyim.

– Yaygın eğitimde siz de Kur’an eğitimini milyonlara taşıyorsunuz…

Diyanetin görevi yaygın din eğitimidir. Milli Eğitim Bakanlığı daha çok örgün eğitim, hatta din eğitiminin de örgün kısmı tamamen MEB’in uhdesindedir. Eğer bize bir işbirliği çerçevesinde sorulursa, benim kanaatim: Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayla birlikte mutlaka belirli yaş seviyelerine göre Kur’an’ın içeriği hakkında da yani Türkçe anlamlarından da çocukların haberdar olması, en azından belli ünitelerin de bu konuya tahsis edilmesinin daha faydalı olacağı yönünde. Avrupa’dan Batı muhitlerindeki din eğitiminde, İncil eğitiminde bu çok gelişmiş bir konudur. Kur’an’ın muhtevasının yanı sıra çocukların yaşları da dikkate alınarak, içindeki muhtevasını tasnif etmek ve onu lafzını ve nazmı ile birlikte anlamını da çocuklara vermek mümkündür. Bunun gelişmiş dünyada çok güzel teknikleri vardır. Bunu Diyanet İşleri Başkanı olarak önemsiyorum.

Vahiysel Yolun Üçüncü Suvarisi: Hazret-i Ömer

Hz. Ömer fil vakasından on üç sene sonra Mekke’de doğdu, 582.Pehlivandı, iyi bir binici idi, iyi hatipti, iyi silah kullanırdı, devletin bir bakanıydı.

Hz. Hamza’nın Müslüman olması Kureyş’i tedirgin etti, peygamberi öldürmeye karar verdiler.

Ömer hiddetle yerinden kalktı, hışımla yola koyuldu, kaderinden habersiz, yapacağı işten emin yola koyuldu. Eniştesi Said ile Kız kardeşi Fatıma’nın Müslüman olduğunu yolda öğrendi, onları ortadan kaldırmak için evlerine gitti, eve yaklaştığında Kur’an seslerini duydu. Ömer içeri girdi yumruğunu eniştesine vurdu, kanlar içinde yere uzandı, sonra kardeşine vurdu. Kız kardeşi bugüne kadar büyük saygı gösterdiği kardeşine karşı “Ey Ömer Allah’tan kork, biz Müslüman olduk, ne yapsan Müslümanlıktan vazgeçmeyiz. Bir kadının böyle yiğitçe kendisine mukabele edişini Ömer acaip karşıladı, bunu değiştiren ne idi, bu nasıl böyle cesurca mukabele ederdi. Fatma’nın imanının tesiri onun küfrünü birden bire eritti, inceldi, yumuşadı. Okunan şeyi istedi, Hadid suresinin ilk yedi ayetini okudu, “şimdi bu yer gök sizin rabbinizin mi dedi” evet öyle dediler. Bizim Kâbe’de bu kadar putumuz var hiçbirinin bir karış toprağı yok” dedi. Kalbinin derinliklerinde küfür yerine iman lem’aları parladı, birden “Beni Muhammed’e ASM götürün” dedi.

Hz. Hamza “iyi niyetle gelmişse ne ala, yoksa kendi bilir”

Kulağı arşı dinleyen Nebiler Nebisi büyük trajediyi hissetmişti, bir okyanus yön değiştiriyordu. “Bırakın gelsin” dedi.

Bir sonsuz azametin karşısında bir büyük dağ eğildi, diz çöktü, ağladı, sevinç içinde şehadet getirdi.

Ömer bir dönüm noktasıydı Müslümanların hayatında. Sebeplere büyük riayet gösteren hülasatül alem birden onun “neden Kabe’de namaz kılmıyoruz,” deyişine makul karşılık verdi.

Hep birlikte Kabe’ye doğru yola çıktılar, tam kırk kişi , büyülü bir rakam kırk belki de o günden sonra bu büyüyü kazandı.

Kırk rakamında ne kadar büyük manalar var, o ayrı bir konu.

Ann Mari Şimnel onu Rakamların esrarında izah eder.

Başlarında Hz. Nebi yürüdüler, dünyanın en büyük değişim sahnesi , büyük zulüm karşısında hiçbir şey beklemeden tevhidi kabullenmek, kainat ve bütün mafiha , edyan-ı sabıka, sabık salihin bu kırk kişi ile mukabele edilmez.

Bir gece vakti Bediüzzaman’ın arkasından gitmeyi kabullenmiş, kalpleri altın, suretleri fakir ül hal insanlar, zulüm ve istibdadı devlet diye dikmiş bir güruh tarafından gece vakti katledilmeye götürülür, başlarındaki büyük insan insafa gelir, bu büyük katliam gerçekleşmez. O yürüyüş bugünkü büyük değişimin çekirdeğidir.

Kureyş “Ömer onları önüne katmış getiriyor” derler. Ama Ebu Cehil gelişin manasının farklı olduğunu anlar. Ömer yanlarına varır, “Beni bilen bilir, La ilahe İllallah der” Bütün ladini felsefenin belini kıran Bediüzzaman “küfrün bel kemiğini kırdım” der, Ömer de küfrün bel kemiğini kırmıştır. Artık küfür sarsılmış, tezelzüle uğramıştır.

O günlerde açıkça ilk namaz kılınır, ilk namazı Hz. Hatice ve Ali ile Peygamberimiz kılmışlardı, Cebrail onlara öğretmişti. Şimdi kapalı mekânlardan namaz açıkça kılınır hale gelmişti. Toprağın altından dışarı çıkmış, sonra bütün dünyaya “Hayyalel felah” diye ses vermiş ve kalplerde azametin belirtisi, bedenlerde haşmetin alameti olmuştu.

Hz. Ömer İslamı kabul ettiğinden ruhunu teslim ettiği ana kadar İslam yolunda hiçbir fedakârlıktan çekinmedi. Ensardan olan kardeşi bir gün Peygamberimizin huzuruna gider, diğer gün Hz. Ömer gider. Böylece Efendimizin her sözünü öğreniyor, her gün indirilen ayetlerden haberler alıyordu.

Bediüzzaman Hz. Ali’yi müfritane sevenlerin, Hz. Ömer’den teberrilerini yerinde bir muhabbet olarak yorumlamaz, zararlı görür.

Bediüzzaman onun şahid olduğu mucizelerden bahseder.

Resul-i Ekrem ASM “Ahmes kabilesinden gelen dört yüz atlıya yolculuk için zad ü zahire ver!” Hz. Ömer dedi “Ya Resulallah mevcut zahire birkaç Sa’dır. Kümesi oturmuş bir deve yavrusu kadardır. Ferman etti. “Git ver” O da gitti yarım yük hurmadan dört yüz suvariye kifayet derecesinde zad ü zahire verdi. Ve dedi “ Hiç noksan olmamış gibi eski halini aldı”

Tebük savaşında Hz. Ömer nakleder. “Susuz kaldık, hatta bazıları devesini keser, susuzluktan içini sıkar, içerdi. Ebubekir-i Sıddık Resul ü Ekrem ASM dua etmek için rica etti. Elini kaldırdı , daha elini indirmeden bulut toplandı, yağmur öyle geldi ki kaplarımızı doldurduk, sonra su çekildi. “

Ömer’in kadri yücedir, Peygamberimizin elinde zikreden taşlar onun elinde de zikreder.

Dağ taş onlarla alakadardır, Peygamberimiz ve dört büyük halife Uhud dağının tepesinde iken dağ neşelenir ve titrer.

Peygamberimizin vefatından sonra Hz.Ömer amcası Hz Abbas’ı şefaatçi olarak kabul edip “ Bu senin Habibinin amcasıdır, onun hürmetine yağmur ver der. Yağmur gelir.

Hz. Ömer Cebrail’i Peygamberimizin huzurunda Dıhye suretinde görür.

Yine Hz Ömer Hame adında bir cinninin Peygamberimize biat edip inanmasını görmüştür. Hz. Ömer İslam’dan önce de bir saneme kesilen kurbanın tevhide açıkça işaret eden kelimatını duymuştur.

Hz. Ömer Tebük savaşı öncesi malının yarısını İslama bağışlamıştır.

Resulullah fazilette Hz. Ebubekirden sonra Ömer’in geldiğin söylemiştir.

Kadisiye ve Nihavent savaşlarında İslam galip gelmiş İran devletine son vermiştir.

Vaktiyle Peygamberimizin müjdelediği Kisra’nın beyaz köşklerini ele geçirdiler, Müslümanlar. Hesaba gelmeyecek miktarda ganimetler, miktarı bine ulaşan develerle Beytül mal’a götürüldü. Hz Ömer İran devletinin inhidamı sonrası şükür namazı kılar, Allah’a dua eder. Ateşe tapanların saltanatı gidince Hz Ömer Müslümanlara hitap eder “Ey Müslümanlar dikkat ediniz ibret alınız. Ateşe tapanların hükümdarları gitti, üstünlükleri sona erdi, devletleri yok oldu. Allah onların yerine beldelerine, evlatlarına sizleri varis kıldı. Cenabı Hak bundan sonra sizin davranışlarını denetleyecek gözetecektir. Uyanık olunuz, şuurlu olunuz, dikkatli olunuz, iyi halinizi değiştirmeyiniz, eğer siz iyi halinizi değiştirirseniz, Cenab-ı Hak sizi başka bir milletle değiştirir. Ben şu ümmet üzerine başka bir şeyden değil kendi tarafınızdan ve kendi içinizden gelecek tehlikelerden korkarım”

Hz. Ömer’in o gün söyledikleri bugün de Müslümanlar için geçerlidir. Davanın menfaat ile mübadelesi yine Müslümanlara büyük zararları ve toplumsal nefretlere neden olabilir.

Kudus’e girerken süslü gösterişli elbiseler giymesini teklif edenlere “ Hak Teala Müslümanlıkla bize en büyük şerefi bahşetmiştir. Şeref olarak bize bu kâfidir. Kendimiz için ise sadeliği tercih ederiz”

Onun adını duyanlar kendine hemen çeki düzen verirlerdi. İsmi kıyamete kadar adaleti haykıracak bir büyük insandır. Adalet hissini yitiren insanlar için Ömer iyi bir ilaçtır. Peygamber ve arkasındaki dört büyük insan yolunu şaşıran insanlara her zaman rehber olacak niteliktedirler.

Aile fertlerinin sıkıntıya düştüğü kendine hikaye edilince , insanlık tarihi boyunca büyük bir rehber söz söyler. “ Hz Muhammed ASM Ebu Bekir ve Ben bir yola düşmüş üç suvari gibiyiz. İlk ikisi menzili maksuda istenilen hedefe ulaştılar, ben de onların yolundayım. Ne olur kimse beni onların yolundan ayırmaya çalışmasın. Medine’nin kenar semtlerinde bir çadır içinde yoksul bir kadına rastlar. Kadına “Ömer’den haberin yok mu ? diye sorulduğunda kadın “Allah belasını versin . Halifeliği süresince beş para alamadım , sürünüyorum” demiş, bunun üzerine Ömer ”İyi ama sen uzak bir yere çekilmişsin bir çadırın içinde tek başına yaşarken Ömer senin durumunu nereden bilsin ?” deyince de kadın “Beni bulamayacaksa devletin başına gelmeseydi” cevabını verince . Bu cevaba Ömer duygulandı gözlerinden bulgur gibi yaşlar döktü, kendisine gereken mali desteğin sağlanacağını bildirdi. Mahkeme salonunda sanık sandalyesinde oturması gerekirken kendisine saygı gösteren hakime “Senin huzurunda halktan biri ile Ömer eşit olmazsa sen hiçbir zaman hakimliğe layık olamazsın” der.

Ölümü öncesi cennetle müjdelenenlerden kalan altı kişiyi halifeyi seçmeye vekil bırakır.
Ona ilk defa Ömer ül Faruk diyen Peygamberimizdir (Asm.)

Peygamberimiz onun için “ Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki ey Ömer şeytan asla seninle karşılaşmaz. Sen bir yola giderken o muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelir gider” der.

Bir gün hutbeyi okumaya gecikir, yirmi bir yamalı bir gömleği vardır, bir tek fanilası onu yıkamıştır, kurumasını beklerken daha kurumadan koşarak hutbeye gelmiş ve bir fanilası olduğu için onun kurumasını beklediğinden geciktiği yolunda özürde bulunur.

Hz. Ömer adaletin bir şahsa giydirilmiş bir karakteridir. Bediüzzaman ism-i Adli anlatır, âlemdeki bütün dengenin bu fiilin denetiminden doğduğunu ifade eder.

Adaletten hareketle de Haşir risalesinde âhiretin varlığını anlatır.
Onların izahı da bir başka sefere!

Prof. Dr. Himmet Uç

Kur’an-ı okuyup Müslümanlığı öğrenmek istiyorum

Müslümanlığı araştırıyor

Hristiyan bir aileye mensup olduğunu, kendisinin de bu dine göre yaşamanı şekillendirdiğini bildiren Moritz, şöyle konuştu:

Ben, kilisenin söylediği her şeyi tam olarak kabul eden birisi değilim. İncili okudum. Ama kilise benim okuduğum İncil’den daha farklı şeyler söylüyor. Ben normalde çok inançlı birisiyim. Tanrı ve İsa inancı bende çok yüksek. Türkiye’ye geldiğimde herkes Müslüman olduğu için Kur’an-ı Kerim’i merak ettim. Kur’an-ı okuyup Müslümanlığı öğrenmek istiyorum. Şu sıralar İncil’i tekrar okuyorum ve bitirmek üzereyim. Ardından Kur’an-ı Kerim’i okumaya başlayacağım. Çünkü çok merak ediyorum.

Portekizce, İspanyolca, İngilizce ve Türkçe’yi akıcı bir şekilde konuşabilen Moritz, kendisi gibi ailesinin de Türkiye’yi çok sevdiğini, bu yüzden onların da sık sık Türkiye’ye geldiğini sözlerine ekledi.

Türkiye Gazetesi