Etiket arşivi: NEVZAT TARHAN

Gençlik İntiharları

Ülke Almanya, 70 yaşın üzerinde yalnız yaşayan iki eş, bir gün bir not bırakıyorlar ve birlikte ölümü seçiyorlar. Notta , “34 yıldır kapıcıdan başka kapımızı çalan olmadı, artık yaşamak anlamsızdır” cümlesi yer alıyordu.

Ülke Türkiye, yer İstanbul. Bir kutu ilaçla yaşamına son veren 17 yaşındaki genç şu notu bırakıyor: “Beni sevmediniz, beni anlamadınız, bana yardım etmediniz, hep kendiniz için yaşadınız. Şimdi bensiz kalın ve görün.

Dünya Sağlık Örgütü ( WHO ) intiharları geleceğin sağlık sorunu olarak ilan etti. Sanayileşmiş ülkelerde intiharla gelen ölüm, ilk üç ölüm nedeni arasına girdi.

İntihar olayları ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile ters orantılı bir tablo çiziyor. Batılı düşünürler bunun nedenini araştırma konusunda ciddi arayışlar içerisindeler. Modernleşme ve aydınlanma ile insanlık ilerleme ve gelişmeyi çok hızlandırdı. Fakat buna paralel olarak mutluluk , doğru orantılı gitmedi. Toplumsal düzenler insanın mutlu olması için oluşturulur. Son iki yüz yıldır oluşturulan toplumsal düzen ve kabullenilen yaşam felsefesinde hangi yanlışlar vardı? Postmodernizmde bunun sorgulaması yapılıyor. İnsan odaklı yaşam felsefesi diyebileceğimiz postmodernizm şu sorulara cevap arıyor. “Hayatın ve ölümün sırrı nedir?, ne için yaşıyoruz?, hayatımın sonu ne olacak?, sonsuzluğun sonu nedir?” Bu sorulara verilen cevap “Hayat yaşamaya değer veya hayat bir anlamsızlıktır” sonucuna götürür.

İNTİHAR HIZI ARTIYOR MU?

Son yıllarda intihar olaylarında rastlanan artış tesadüfi değildir. Biyolojik, psikolojik ve sosyolojik pek çok nedenleri vardır.

İntihar olgularındaki artış sadece Türkiye’de değil bütün dünyada birinci sağlık sorunu olmaya başladı. Genç yaş grubunda olması dikkati çeken diğer özelliktir.

İntihar hızı Japonya, Almanya, Finlandiya, İsviçre’de 100.000 de 25 , ABD. ve İngiltere’de 100.000 de 12 iken Türkiye’de 100.000 de 2 civarındadır. Bu, senede 1300 intiharlı ölüm demektir.

Bugün intiharla ölüm İngiltere’de trafik kazalarında ölümden fazladır.

Türkiye’de bir yılda 5-14 yaş arası 40-50 çocuk canına kıymaktadır.

PSİKOLOJİK NEDENLER

Gençlik döneminin psikolojisi intihar eylemi için önemli risk oluşturmaktadır.

Gençlik dönemi hızlı büyüme çağıdır. Hormonal fırtına yaşayan gencin duyguları aklının önünde gider. Heyecanlı, riski seven, cesaretli, macera heveslisi, tatlı hayaller, ilk sevgililer bu dönemin özellikleridir. Kolayca hayal kırıklıkları yaşarlar.

Böyle duygusal fırtına içerisinde genç duygusal desteğe ve ahlaki norm’a sahipse dönemi kazanımla aşabilecektir.

Ahlaki norm ve duygusal desteği binci derecede verecek ailedir.

AİLE KURUMU VE MODERN YAŞAM

Aile kurumundaki yapısal değişiklik, şehir hayatının getirdiği yalnızlık çok önemli iki etkendir.

Bu gün ABD’de boşanmalar %52 civarındadır. 1955 yılında yapılan bir araştırmada bu oran %10 civarında idi. Bu artışın en önemli nedeni 1960’ lı yıllarda başlayan nikah karşıtı cinsel özgürlük taraftarı akımlar oldu. İnsanlar daha çok bencilleşmeye başladılar. Çocuk büyütmek fedakarlık isteyen bir çaba olduğu için bencil ve çıkarcı bireyler çocuk büyütmenin külfetinden kaçmaya başladılar.

Anne-Babanın çocuğa duygusal desteğinin az olması genci yalnızlığa itti. Özellikle ekonomik destek varken duygusal destek yoksa genç ,kolaylıkla uyuşturucu kullanımına yönelir.Hemen ardından gençlik depresyonu oluşur.

GENÇTE DEPRESYON

Gençlik depresyonu intiharın en önemli nedenidir. Genç bir insanın depresyonu genellikle klasik elem-keder tepkisi şeklinde çıkmaz.

Hırsızlık, yalan söyleme, tik, tırnak yeme, evden-okuldan kaçma, ders çalışmama, sinirlilik, isyankarlık, yalnızlık hissi, sürekli iç sıkıntısı çekme, uyumsuzluk, aşırı hayaller kurma, otoriteye karşı gelme birer depresyon belirtileri olabilir.

Gençlik döneminde ölümlerin iki ana sebebinden biri intihar, diğeri araba kazalarıdır. Bu durum gencin duygusal iniş çıkışı ile ilgilidir.

Bocalama ve kimlik karmaşası yaşayan genç çok kırılgandır, depresif olur.

Bu dönemde gencin üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşan yakınları onu hayata bağlayan ipler olacaktır. Bunun için gencin en önemli psikolojik ihtiyacı duygusal destektir.

TEHLİKE İŞARETLERİ

Depresyondaki bir gencin bazı davranışları intihar riski açısından tehlike işaretleridir.

Birincisi, sürekli ölümden söz etmesi, ölümü düşünmesi, içine kapanması.

İkincisi, önem verdiği şeylere ilgisinin azalması.

Üçüncüsü, yakınları ile arasındaki psikolojik duvarın gittikçe büyümesi.

Son ana belirti de uzun bir yolculuğa çıkacakmış gibi davranması, eşyalarını dağıtması ve önemli kişileri ziyaret etmesidir.

DEPRESYON-İNTİHAR İLİŞKİSİ

Depresyon bir moral bozukluğu veya zayıflık, güçsüzlük değil,bir hastalıktır. Depresyondaki gencin beyninde özellikle serotonin olarak adlandırılan hayattan zevk alma ile ilgili kimyasal iletici azalmıştır. Mamafih intiharlı ölümlerde yapılan otopsilerde beyin omurilik sıvısında normal ölümlere göre serotonin 10 misli daha düşük çıkmıştır.

Depresyon tedavisinde kullanılan serotonin enerjik sistemi tedavi eden ilaçlar iyileşmeyi sağlamaktadır.

BİYOLOJİK TEMELLER

Depresyon klinik tablosunu gösteren gencin, beyin kimyası bozulmuştur. Hayattan zevk alma duygusu içerisindeki bir genç çıkış yolları arayacaktır. Eğer depresyondaki bir gencin ailesinde daha önce intihar eylemi yaşanmışsa çok dikkatli olmak gerekir.

Depresyonun bazı türlerinde genetik yatkınlık önemli rol oynar. Böyle kişilerde psikososyal bir stres kolayca beyin kimyasını bozar ve depresyon gelişir.

İntihar otu!

Srilanka’ya Birleşmiş Milletler 110 milyon dolar destekte bulundu. Geçtiğimiz yıl sağlanan bu desteğin amacı bu adadaki intihar otu neslini tüketmek idi. Çünkü gençler bu otu çiğneyerek kolayca intihar ediyorlardı. İnsan davranışı ile biyoloji arasındaki ilişki öğrenildikçe daha kolay çözümler bulunabilecektir.

İNTERNETİN ROLÜ

Bilgisayar oyunları ve internet bir çok olumlu etkisinin yanında gerçeklik sınırlarını bozmak, yanlış modeller oluşturmak, şiddet ve saldırganlığı özendirmek gibi sakıncalar getirdi.

Gençlerin duygu dünyasını önemli güçler sınırsız arzular oluşturur. Sınırsız arzularını ifade ettiği hayal dünyasının nesneleri de oyunlardır.

Bilgisayar oyunları gençleri sakinleştirir, onlarda hoş bir kontrol ve üstünlük duygusu uyandırır.

Bilgisayar oyunları, insana gergin anlarda soğuk kanlı kalmayı başarmak gibi bir beceri kazandırabilir.

Ölçülü ve paylaşımlı bilgisayar kullanımı çocuğun gelişimine katkı sağlayıcıdır.

Ancak tüm bunların yanı sıra intihar eğilimindeki bir genç, intiharı özendiren sitelere girip chat’ler yaptığında yanlış arkadaş gurubuna adım atmış demektir.

Böyle sitelere girerek yanlış arkadaşlar edinen bir gencin, üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşmayı başaran kişiler ancak onları iyi yöne yönlendirebileceklerdir.

MEDYANIN ETKİSİ

Medyanın yaşamsal gıdası çarpıcı olaylardır. İntiharlarda çarpıcı olaylar olduğuna göre bu medyatik ilginin olması doğaldır.

Medyanın etik sınırlar içerisinde, olayları abartmadan ve çarpıtmadan olduğu gibi vermesi toplumu doğru bilgilendirmesi demektir. Bu durum uyanık olmayı sağlar. Fakat özendirici, yanlışı tasvir edici yayınlar olumsuza teşvik ve öğretici etki yapar.

MORAL DEĞERLER ve KÜLTÜREL KİMLİK

Depresyonun öznel belirtilerini gösteren bir genç kendisini çıkmazda hissettiğinde “yaşamak anlamsız, ölsem daha iyi” düşüncesi yerleşmeye başlar. Çektiği acı, sıkıntı ve ızdırap gerçekten dayanılması zor bir duygudur.

Bu duygu durum içerisindeki kişi “Bu çektiğim acıyı ve mutsuzluğu bütün hayatım boyunca çekeceksem, şimdiden bu hayatı bitirmeliyim” düşüncesi ile karşı karşıya gelecektir.

Eğer bu kişide ümitsizlik duygusunu yenecek ahlaki normlar, inanç ve kültürel değerler varsa şöyle diyecektir.”Gerçi şu anda çok sıkıntı çekiyorum, fakat ölüm ve sonrası için yanlış şeyler yapmamalıyım. İnsan ölür ama hayat ölmez. Hem benim çok merhametli bir yaratıcım var . O bana bir çıkış yolu bulur” düşüncesi ile dayanma ve katlanma gücünü kazanır.

Gençlik arasında gittikçe yaygınlaşan intihar olguları ile gençliğin manevi değerden uzaklaşması arasında nedensellik ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz.

EĞİTİM SİSTEMİNİN ROLÜ

Eğitim örgütünün, psikolojik destek ve intiharı önleme konusunda danışmanlık faaliyetleri içerisinde olması çok önemlidir.

İntiharı düşünen depresyondaki bir genç, aile ve yakınları ile üzüntü ve sevinçlerini paylaşmıyorsa da bir psikologla paylaşmasının alışkanlık haline gelmesi yerinde ve fevkalade doğru bir uygulamadır.

Eğitimin genel politikasında mutluluğa götürecek ahlaki normlar ve manevi desteklerin özendirilmesi tek çıkış yolu gibi gözükmektedir. Aksi takdirde önüne doğru seçenek sunulmayan gence kızmaya hiç hakkımız olmayacaktır.

Vicdan,insana neyi yapması ve ne yapmaması gerektiğini söyleyen zihinsel bir süreçtir. Vicdan duygusu genci yanlıştan koruyan bir bekçidir. Bu iç disiplin hem aile hem de okulda kazandırılmalıdır.

ANNE–BABALAR NE YAPMALI ?

Sürekli aşağılayan, istismar eden, baskıcı ailede veya ilgisiz, parasal destek çok ama duygusal ve sosyal destek olmayan ailelerde sağlıklı gençler yetişmez.

Gencin egosunu güçlendirmek, kişiliğinin sınırlarını çizmek, kendilik duygusunu geliştirmek için büyüklerin yardımına çok ihtiyacı vardır.

Sosyal çekinik içindeki içine kapanık gence veya gülmeyi unutmuş, öfkeli gence sevgi dolu bakış, güler yüz, tatlı birkaç söz yaşamsal manevi gıdalardır.

Gençlik sorunları yaşayan aileler suçlu aramak yerine kendilerini sorgulamalılar.

Suçlu aramak yerine sorunu çözmek için sorumluluk almaya çalışmalılar.

Suçlu aramak yerine çocuğunuzla ifade kanalları açmaya çalışın. Omzuna el atıp ona değer verdiğinizi hissettirin.

Bunalımdaki gence iki hediye veriniz.

Birincisi sevginizi

İkincisi esnekliğinizi

Çünkü gencinde hata yapma hakkı vardır. Fakat sonunda sığınacağı sıcak ailesi de vardır.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Ruh ve Güneş İlişkisi

Ruh insanda bir özellik olarak görülen, kütlesiz bir enerjidir. Güneş, söndükten ancak sekiz dakika sonra kaybolur. Işığı dünyaya, saniyede 300.000 km hızla gelir. Onun dışındaki farklı bir enerji türü de ruhtur. Ruh, zaman ve mekan kavramından uzaktır. Güneş bu anlamda yarı nurani diyebileceğimiz bir özelliğe sahipken ruh, tam anlamıyla nuranidir; hiçbir maddesel kayda-zaman kaydı da dahil-tabii değildir. Oysa foton enerjisi, kütlesi olmasa da ve çok minimal düzeyde kalsa da, güneş zaman ve mekandan kopuk değildir.

İnsan beynindeki bir bölge, evrendeki dalgalarla etkileşen bir özellik göstermektedir. Her enstrümanın bağımsız olduğu bir orkestrada orkestra şefinin bulunması halinde bütün enstrümanlar, şefin komutlarıyla çalar. Mesela, ayrı üç gitar çalınıp, üçü de aynı sesi verdiğinde bu üçünün osülasyonu birbiriyle örtüşür ve büyük bir ses ortaya çıkar. Ama gitarlardan birisi farklı bir ses verdiği zaman orkestradaki ahenge uymadığı için onun sesi, diğerlerinin arasında sırıtacaktır.

İnsan beyninde de evrendeki salınım ve titreşim vardır. O titreşimle buluştuğumuzda, beynimiz adeta Yaratıcıya ulaşır. Hayatın anlamını kavramaya çalışan insanın beyinde Yaratıcının beklentisine uygun olan osilasyon üretimini başarmak için, evrendeki akılla ortak bir etkileşime girmesi gerekir. Dindar insanlar, bunu başarmışlardır. Beyinde evrendeki dalgalarla etkileşen bölge, aslında ruh denilen akıllı bir enerjinin, evrendeki akılla etkileşime girmesi sonucunda, bir anlamda otonom yani kendi başına çalışan, yemek, içmek, üremek ve korunmak için yaşayan bir varlığın ötesine geçerek, bir bütünün parçasına dönüştüğünü gösterir. Bu, insanın kendisini güvende ve rahat hissetmesine yardımcı olur.

İnsan, Yaratıcıyla etkileşime girmediği ve beyin bölgesi onu hissedemediği takdirde kendisini yalnız hisseder. Yalnız bu noktada şu soru bir tartışma konusu olmuştur: İnsandaki bu güven duygusu mu beyindeki o bölgeyi aktif hale getirmektedir, yoksa evrendeki enerji ile etkileşime girdiği zaman mı beyin bu duyguyu aktif kılar? Bu bilimsel tartışma konusu, ne derece sebep sonuç ilişkisiyle değerlendirilir bilinmez ama insan beyninin bir bölgesi harekete geçtiği zaman, kişinin kendisini mutlu ve güvende hissettiği açık bir gerçektir. Bunu başarabilmek için akıl, duygu ve ruh arasındaki tanımlamaları iyi bilmek gerekir. Ruh, insandaki iç gerçeği araştırırken, akıl daha çok dış gerçeklerle uğraşır. Ruh, insanın içinden gelen duygu ve heyecanlara karşı daha duyarlıdır. Sonuçta insana yaşama sevinci veren şey, bu üç melekenin ortak sonucudur.

Nevzat Tarhan

Sevgi, Foton Enerjisi Gibidir

İnsanı kendi içinde bir radyo istasyonuna benzetirsek, elektrik enerjisinde saklı olan egosunu görebiliriz. Bu radyo istasyonunun içinde teybe kaydedilmiş olanlara benzer bilgiler yer almakta ve bu da insana yetmektedir. Ancak bağlanabilirlik özelliğinin aktif olması için, üzerindeki ‘açma’ tuşunun anahtarıyla oynanması gerekir. Aksi halde insan, içindeki mevcut bilgilerle yaşadığında bir hesap makinesinin sınırlarında yaşamış olacaktır. Fakat içinde televizyon kartı da bulunan bir bilgisayarımız olduğunda; internete bağlanmak bir yana dünyadaki diğer kanalları da izleyeceğimiz bir güce kavuşuruz.

Hayvanlar, insanlardan farklı olarak tıpkı bir radyo ya da teyp gibi, elektrik olduğu sürece çalışan ve içine kaydedilmiş bilgileri kullanan bir yapıdadır; yeyip içerler, cinselliklerini yaşarlar ve temel ihtiyaçlarını karşılarlar. Ama evrendeki bilgiyi alabilecek bir FM bantları yoktur. Oysa insan, megahertz üzerinden gelen titreşimle RF, Radyo Frekansı dalgaları ile ilahi radyoya bağlanır. Bu bağı oluşturan sevgidir. Sevgi gönlün enerjisi, kalbin özüdür. Buradaki kalpten kasıt, bir uzuvdan öte gönül boyutudur. Tıpkı foton ışınları gibi…

Elektronlar, kütlesi olan ışınlardır ve elektrik bu ışınlardan üretilir. Fotonlar da ışık benzeri her tarafa yayılabilen kütlesiz ışınlardır. Sevgi, foton enerjisinden oluşmuş gibidir. Hatta son yıllarda ışık hızından daha hızlı bir enerji parçacığından söz edilmekte ve ismine ‘psikon’ denilmektedir. Vücudumuzdaki elektrik devrelerini çalıştıran elektron özellikli bir enerjiyken; sevgi, foton özellikli kütlesiz bir enerjidir. Kalp ise bir ‘baz istasyonu’ gibi vericilerle bağlantı kurar. İçindeki duyguları ve fikirleri gönderir; yahut dışarıdan gelen bilgileri alır. Bu özelliği ile uyduya çıkma imkanı doğar.

Hayvanlar sadece elektronik bir alete benzerken; insan bilinçli belleği olan, elektromanyetik bir cihaz gibidir. Çünkü hayvanlar içlerindeki programa birebir uysalar da, onlarla ‘online’ bağlantı kuramazlar. Zira onların yaratılışları ancak bu kadarına izin vermiştir. Yaratılışın sınırlı tutulduğu yerde, gelişim de yavaştır. Oysa imkanlar verildiği ölçüde, programın içi doldurulur, geliştirilir ve iyi yolda kullanılırsa, sistemin iyi tarafları ön plana çıkar.

İnsanda biri sabit biri değişken olmak üzere iki program vardır. Hayvanlarda ve diğer canlılarda geliştirilme özelliği bulunan ikinci bir programdan söz edilemez. İnsanın ayrıcalığı, beyninde doğuştan var olan işletim sistemindeki bu programın, yüklenebilir halde bulunmasıdır. Bu durum diğer canlıların yoksun oldukları, kabiliyetleri ve sınırları çok geniş bir işletim sisteminin, insan beyninde mevcut olduğuna işarettir.

İnsanın yeteneklerini keşfederek kendini geliştirmeye çalışması, onun Yaratıcı ile muhatap olma melekesini ilerletir. Zaten insanı insan yapan özelliklerin başında; kendisini, hayatı, yaratılanları sorgulayabilme ve cevaba ulaşma özelliği vardır. Mesela, psikiyatri alanında çalışan hekimler olarak beyindeki hücreleri birbirine bağlayan elektronik devreleri inceleyip, bu devrelerdeki arızaları düzeltmeye uğraşırken; insandaki sabit programın varlığı ve buna yeni programlar ekleme özelliğimizin olduğu gerçeğiyle tekrar tekrar karşılaşmamız söz konusudur. ‘İnsan bilgisayarına neden ruh programı yüklenmiştir ve daha da önemlisi ruhu yükleyen dış güç kimdir?’ sorusu, İlahiyat alanının cevaplayacağı bir sorudur. Pozitif bilimler ise, ‘mevcut işleyişin nasıl vücuda geldiğini ve ne şekilde çalıştığını’ izlemeye yoğunlaşır.

Nevzat Tarhan

Risale-i Nurları neden tekrar tekrar okuyoruz? (1)

RİSALE-İ NUR ESERLERİNİ TEKRAR TEKRAR OKUMAYA NEDEN İHTİYAÇ DUYUYORUZ ?

Ben her zaman Risale-i Nur eserlerinin okunmasını tavsiye etmişimdir. Çünkü bu eserlerden 50 senedir çok istifade ettim. Kendimde tecrübe edip faydasını gördüğüm için size de tavsiye ediyorum. Buna mukabil biliyorum ki, çeşitli sebeplerle bu eserlerin kıymetini öğrenemeyenler veya herhangi bir sebeple yanlış bilgi alma neticesinde onlara karşı önyargılı davrananlar diyebilirler, “Başka kitap yok mu ki devamlı onları tavsiye ediyorsunuz”.

  • Muhterem Kardeşlerim! Risale-i Nurlara, Uluslararası kariyere sahip çeşitli dallarda ihtisas yapıp bin civarında ilim adamı, hayran kaldıkları için tavsiye ediyoruz.
  • Risale-i Nur külliyatı, 50 yabancı dile tercüme edilmiş eserlerdir. Dünyada Kur’an-ı Kerimden sonra en çok satılan eserler seviyesine ulaştıkları için tavsiye ediyoruz.

Memleketimizdeki profesörlerden Nevzat Tarhan Bey bir sempozyumda demişti ki: “Araştırdık, on milyon kişi bu eserleri okuyormuş“. Ülkemizde fen felsefe tahsil edip, şüphe ve inançlarını muhafaza edebilenlerin % 90′ ının bu eserlerden yararlandıklarını biliyoruz.

Çünkü bu eserler materyalist felsefeye fikren karşı gelebilen tek dini eserlerdir. Şimdi bu eserlerin tekrar tekrar okunmasının ana sebeplerini 20 madde de sıralamaya çalışacağım:

1) Kaynağı dışta olan ve Müslümanların çoğunu imansız bırakan ateist felsefe karşısında bugünkü insanlar ancak Risale-i Nur sayesinde imanlarını kurtarabiliyor. İnsanları çeşitli şüphelerden kurtarıp, ikna ettiği gibi, inkar rüzgarlarına karşı de insana dayanma kuvveti bu eserler temin eder.

Bugün toplum hayatına karışanlar ancak bu eserler sayesinde hakiki imana sahip olabiliyor. Yine o cevher sayesinde insan Allah’ın rızasını kazanarak bu dünya büyüklüğünde bir cennete sahip olma lütfüne mazhar olur. Böylece cennette ebediyen mutlu yaşama şansını kazanır.

Yanmaya başlayan bir evin sahipleri canlarını kurtardıktan sonra, onların ilk yapacakları iş mevcut olan paralarını veya altınlarını kurtarabilmektir. Öteki eşyaların sırası sonra gelir. Bir adamın parası çok azsa, o adam parasını ancak gıdası için koruyacağı muhakkaktır. Aynen bunun gibi, İman da gıda hükmünde olduğu için, ayırabileceğimiz en kıymetli vaktimizi imanımızın takviyesine harcayacağız. Bugün vaktimiz abluka altına alınmıştır. Kitap okumaya çok az vakit ayırabiliyoruz. Ayırdığımız o vakti, ancak imanımızı kurtarmak için Risale-i Nur eserlerini okuyabilme imkanını elde edebiliyoruz. Bu sebepten onları okuyoruz. Çünkü “İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir”.

2) Pozitivizmin hakim olduğu bu devirde, taklidi imana sahip olanlar, imana saldıran felsefe karşısında dayanamıyor. Çünkü Allah’ın (c.c) Âyet-i Kerimeleri ve Peygamberimizin (a.s.m.) Hadisi Şeriflerini doğrudan doğruya anlama imkanımız olmadığı için maneviyattan haberi olmayıp, okullarda yalnız materyalist felsefe ile yoğrulanlara, Kur’an ve Hadis-i şeriflerin ve Allah’ın büyük kitabı olan kâinat kitabı ile birlikte tefsir ve izah edilmesi gerekir. Bu işi de bugün 14 cilt ve 6000 sahifeden ibaret olan Risale-i Nur külliyatı, kâinat kitabından delil toplayarak imanın altı esasını, en inatçı inkarcılara da ispatlıyor.

3-Risale-i Nurlara olan okuma ihtiyacının bir sebebi de, üç asra yakın bir zamandır Müslümanların imanlarının zayıflaması neticesinde, hocalar, tarikatçılar ve fenciler biri diğerine küs bir vaziyette olmalarıdır. Risale-i Nur okuyucularına, ihtiyaç duyulan dini ilimleri, tarikatçıların ibadetlerinin özünü ve lazım olan fen bilgileri ile birlikte değerlendirerek ilmin özünü veriyor.

Rahmetli Ali Ulvi Kurucu Hoca efendi bir ifadesinde, tarikatçılarla hocaların neden araları açık olduğunu bir zata sormuş? O da: Ali Ulvi Efendiye: “Hocalar Peygamberimizin (a.s.m.) ilmini, tarikatçılarda amelini aldıkları içindir, halbuki bu iki haslet bir bütünün iki parçasıdır, ayrılmamaları lazım” demiş. Onlardan her iki gurup, tamamını değil yarısını aldıkları için bu hale düşmüşlerdir. İşte Risale-i Nur ilim ile ameli birleştirerek okuyucusunu her iki konuda doyurmuştur.

4- Bediüzzaman Said Nursi hazretleri daha 14 yaşında iken o zamanın âlimleri tarafından ona zamanın harikası manasında, Bediüzzaman ünvanı verilmesidir. Bu ünvanı alan bir alimin eserleri elbette çok okunmalıdır.

5- İlmin hakim olduğu bu devirde, o eserler sayesinde Müslümanlar, entelektüel tabakayla da rahat konuşabiliyorlar. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri din ve fen ilimlerin tümünü tahsil etmiş bir şahsiyettir. Hatta İstanbul’un o zamanki Şekerci Hanı’nın dış duvarına “Burada her soruya cevap var, kimseden soru sorulmaz” yazarak, sorularına cevap almak için gelen tüm ilim adamlarına müspet cevap verince, ilim dünyası görülmemiş bir hadise ile karşılaştıklarını, o zaman ki gazeteleri baş yazıları ile ilan etmişlerdir. Böyle bir zatın eserleri tekrar tekrar okunmaz mı hiç?!

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com