Etiket arşivi: paylaşmak

Paylaşmak Güzel (mi) dir?

Son dönemde bütün çocuklardan ve annelerden “ Paylaşmak güzeldir” cümlesini duyar oldum. Kızlarla tiyatroya gidiyoruz, tiyatroda oyuncağını paylaşmayan bir kahraman diğer kahramana bunu söylüyor. Dahası sahnedeki çocuklar da oyuncağını paylaşmayan kahramana “ Paylaşmak gü-zel-dir” diye bağırıyorlar.

Parkta anneler çocuklarına sürekli bu cümleyi hatırlatıyorlar. Okulda bir çocuk elindeki şeyi vermezse, hemen “ Paylaşmak güzeldir” hatırlatmasına maruz kalıyor.

Ailelerin mottosu olmuş durumda “Paylaşmak güzeldir” cümlesi…

Tdk da paylaşmak fiilinin anlamını;

  1. Aralarında bölüşmek, pay etmek, üleşmek
  2. Benimsemek, onaylamak

Olarak okuyoruz. Doğrusu paylaşmak eyleminin yetişkin dünyasındaki karşılığı ile çocuktan beklediğimiz karşılığı hususunda benzer düşünceleri paylaşmayan biri olarak, çocuklarımıza paylaşmanın anlamını yeterince içselleştirerek veremediğimizi düşünüyorum.

Çocuk, büyüklerin kendisinden beklediği paylaşmak eylemiyle, yaptığı eylemi sorgulamaya başladığında, bu sıkıcı sloganların da bir anlamı kalmayacak bana kalırsa.

Benliği ve onuru düşünülmeden sürekli erdemli bir paylaşma davranışı beklenen küçükler, sokakta yardım isteyen minik mültecilere “ Bunlardan çok var.” Diyen bir yetişkini duyduğunda çocuk olmaktan kurtulmak isteyecektir bence. Zira bizim paylaşmaktan anladığımız ve çocuğun paylaşmaktan anlamasını istediğimiz oyuncağını diğer çocuklara vermesi üzerine kurulu sadece. Böylece sokakta ve eve misafir geldiğinde kendimizi mahcup hissetmeyecek ve çocuk sesiyle uğraşmamış olacağız. Yani bu cümle de çocuğa bir davranış kazandırma eyleminden çok, çoğunlukla anı kurtarmak ve problem çözmekten kaçmak üzerine kurulu bir inşaa ile yer alıyor zihnimizde.

Ben bir bilgiyi çocuğa vermeye çalışırken genelde yetişkin dünyasında o kavramın gerçeğine bakarım. Çocuktan beklediğim tavır, eylem, hal bizim dünyamızda nasıl yer ediyor düşünürüm. Paylaşmak hususunda da böyle bir çelişkimiz olduğunu düşünüyorum. Evdekilerin kullanılmayanını, paranın en azını ötekine veren yetişkinler olarak, çocuklardan sürekli en sevdiği şeyi paylaşmasını istiyor, vermek istemediğinde de “Paylaşmak güzeldir” hatırlatmasının yanında, “Cimri olacak galiba?” , “A ne kadar ayıp” yargılamalarını yapıyoruz.

Oysa bir arkadaşımız evdeki fincan takımını beğenip istese, pek çoğumuz “paylaşmak güzeldir” deyip vermeyiz. Ya da en sevdiğimiz kıyafetimizi çıkarıp paylaşmayız. En sevdiğimiz kitabı bile, okumak için vermekte zorlanırız pek çoğumuz.

Çocuk olmak bu yüzden zor işte. Güzel bir davranış öğretisi bile yetişkinlerin “ ego”larının içinde kayboluyor. Oysa gerçek paylaşmayı bizzat yaşayarak göstermek gerekiyor çocuklara. Kaldı ki biz bir ülkeyi bile paylaşmaktan aciz yetişkinleriz…

Paylaşmak konusunun en kısır döngü hali eve gelen misafir çocuklarının, çocuklarımızın oyuncaklarını aldığı zamanlarda yaşanır. Paylaşmak güzeldir cümlesi de o anlarda söylenir zaten. Ben bu konuda her iki çocuğun da onurunun korunmasından yanayım her daim. Vermek istemeyenin de, oyuncağı isteyenin de onuru korunmalı.

Oyuncak paylaşımı konusunda duyduğum en iyi öneri Çocuklarla El Ele Ebevynlik Eğitimlerinde Pam Leo ‘nun önerisiydi. Pam Leo misafirler için ayrı bir oyuncak kutusu hazırlamayı çözüm olarak sunar. Burdaki hassas nokta misafirler için oluşan oyuncak kutusu, çocuğun oyuncaklarından oluşmuş olmamalı elbette.

Bense bu anlamda kendi oyuncaklarımı kızlarıma vererek ve sonrasında bana ait olduğunu ifade edip geri alarak bir ilişki sürdürmenin faydasını görüyorum. Anahtarlık koleksiyonum var ve küçük kızım onlara benim oyuncaklarım muamelesi yapıyor. Zaman zaman benden oyuncaklarımı istiyor. Oynaması için veriyorum ve sonra alıyorum. Dolayısıyla aidiyet zihinlerinde çok daha net oturmuş oluyor. Başka çocuklarında kendilerine ait eşyaları olduğunu daha rahat kavrayabiliyorlar.

Paylaşmak elbette güzeldir. Ama çocuklara sunulan haliyle olmadığına inanıyorum tüm kalbimle.

Kendi gerçeğimizle anlatmadığımız her bir bilgi çocuğa geçmeyeceği için her defasında olduğu gibi yine kendimize dönüp “paylaşmanın” karşılığının bizim dünyamızdaki yerini sorgulamalıyız.

Ondan sonra paylaşmayı çocuğa anlatmaya başlayabiliriz bana kalırsa.

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net

Tüketim Ahlakı Nedir?

İslam dini, hayatın birçok alanında olduğu gibi tüketim konusunda da – birçok hikmetlere bağlı olarak- belirli bir sınırlandırma yapmıştır. Helal-haram ölçüsü, israf etmemek ve gösterişten kaçınmak gibi manalar bu sınırlandırmayı ifade eder.

Sınırsız-kayıtsız bir hayat ve sonsuz özgürlük gibi kavramlar, ne dinsel anlayışla ve de insani yaşayışla bağdaşmayan kavramlardır.

İnsan, ne kadar özgür olursa olsun sonuçta Abdullah’tır yani Allah’ın kulu ve kölesidir. Dolayısıyla O’nun çizmiş olduğu dairenin dışına çıkamaz. Çıkarsa nefsin esiri olup şeytanın tuzağına düşer. Zaten “Helal dairesi geniştir. Keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”(Bediüzzaman)

Tüketim konusunda da insan, sonsuz bir hürriyet sahibi değildir. Meşru olmayan yiyecek ve içecekleri tüketemez. Savurgan davranamaz. İhtiyaç fazlası harcama yapamaz. Yaparsa israf etmiş olur. Ve israfın dinimizdeki hükmü ise haramdır.

Kısacası tüketim ahlakı; tasarrufu, paylaşmayı ve yardımlaşmayı gerektirir. Özellikle de milyonlarca insanın sefil ve aç yaşadığı bu yüzyılda…

Diğer bir yandan ideal bir İslam toplumunda, ihtiyaç sahiplerine yardım,-imkânı olanlara- bir mecburiyettir. Gerçek bir İslam hayatında zengin ile fakir arasında -ekonomik ve insani anlamda- derin bir uçurum olmaz. Çünkü inançlı bir insan, sosyal sorumluluk sahibidir.

Örneğin; zekât ve sadaka gibi mali ibadetlerle zenginin fakire şefkat ve merhamet; fakirin zengine ise saygı ve hürmet duyguları gelişir. Ayrıca zengin, Allah’ın rızasını kazanmakla beraber fakirin kin ve öfkesinden kurtulup tam aksine dua ve dostluğunu kazanır. Bu örnek, İslam denizinin güzelliklerinden sadece bir damla…

Kısacası İslam dini, günümüz insanın aradığı ideal bir mutlu yaşam biçiminin tek adresidir. Cenab-ı Hak, doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e yakışır doğruluğu yaşayan, bilinçli, ölçülü ve faziletli Müslümanlardan eylesin… Âmin…

İbrahim Yardım / İlahiyatçı – Yazar

Kaynak: www.NurNet.Org

Gerçek Dost Nasıl Olur ve Gerçek Hayat Nasıl Yaşanır?

Şam’ın büyük alim ve velisi Bilal’in babası Saad, sahabedendi.

Efendimiz (sas) Hazretleri, baba Saad’ın Medine’de başını okşayarak dua etmişti. Bu duadan sonra Saad’ın oğlu Bilal’in Şam’daki manevî hayatı kısa zamanda inkişaf etmiş, ‘Şam’ın Hasan Basri’si’ diye söylenir hale gelmişti.. Şam’daki evini öğrenci yurdu haline getiren Hazret-i Bilal’in bir dost tarifi vardır. İşte bu dost tarifine bir bakalım isterseniz. Gerçek dost nasıl olurmuş bir görelim. Çünkü gerçek dosta ihtiyacımız var gerçekten de. Yetiştirdiği öğrencilerine gerçek dostu şöyle tarif ediyordu Şam’ın büyük velisi:

Her karşılaştığında senin avucuna bir altın koyan değildir gerçek dost. Her karşılaştığında senin dindarlığını bir kat daha artıran kimsedir gerçek dost!..

Bu tarifin açıklamasını da şöyle yapıyor:

– Çünkü diyor, dünyada avucuna konan bir altın, ahirette geçer akçe değildir. Ama gerçek dostunun sana kazandırdığı dindarlık, ahirette geçer akçedir. Orada seni altınların değil dindarlığın kurtarır. Öyle ise, dindarlığınızı kuvvetlendiren gerçek dostlar yetiştirin, faydaları ahirete kadar uzanan gerçek dostlar kazanın, sonra da kazandığınız böyle gerçek dostlara ömür boyu sahip çıkın, kaybetmemeye bakın!..

Ne dersiniz, bizim de her görüştüğümüzde dindarlığımızı bir kat daha kuvvetlendiren gerçek dostlara ihtiyacımız var mı? Bu konuyu bir düşünsek mi?

****

Şimdi bir de Hicri 200’de yine Şam’da vefat ettikten sonra da tasarrufu devam eden yedi büyük veliden biri olan Maruf-u Kerhi’ye bakalım. Hayatımızı değerlendirme konusunda neler anlatıyor bir de onu dinleyelim. Ariflerin kutbu Maruf-u Kerhi diyor ki:

1- Hayatımızı İslam’a hizmet ederek yaşamaya öylesine adamalıyız ki, bu sırada dünyamızı kaybetsek de üzülmemeli, kazansak da sevinmemeliyiz. Çünkü diyor, bu hayatın hedefi, dünyayı değil ahireti kazanmaktır! Ahiretini kazanan hiçbir şeyini kaybetmemiş demektir. Kaybeden ise hiçbir şeyini kazanmamış sayılmaktadır!..

2- İslam’a sadece sözle değil, halle yaşayarak da hizmet edileceğine dikkat çeken Maruf Hazretleri, bu konudaki ikazını da şöyle yapar:

-Bir kul niyetini düzeltir de ihlaslı yaşamaya yönelirse, Allah ona halle örnek olma kapısını açar, dilinden önce hali konuşur! Zaten insanı kurtaran da ‘sadece diliyle iddia ettiği değil; haliyle de ifade ettiğidir!’ Bu sebeple yaşayarak örnek olma hizmetinin önceliği hiç unutulmamalıdır!.

3- Maruf-u Kerhi, hizmet hayatı boyunca maruz kaldığı sıkıntıları tevekkül ve teslimiyetiyle yendiğini anlatırken de şu tavsiyede bulunur:

Hayatınızda Allah’a öylesine tevekkül edin ki, bütün sıkıntılarınızda dayanak ve desteğiniz yalnız Allah olsun. Kullar bundan sonra sizin desteğinize koşar.

4- Çok mütevazı yaşayan Maruf Hazretleri bir gün yol kenarına oturmuş elindeki ekmeğini yerken karşısına dikilen bir aç köpeğin gözlerini kendisine diktiğini görünce ekmeği tek başına yemekten utanır da, bir ucundan kendisi ısırır, öteki ucunu da gözünü dikmiş bekleyen aç köpeğe uzatır, birlikte yemeye başlarlar. Bu sırada uzaktan yaklaşan bir adam:

-Utanmıyor musun elindeki ekmeği köpekle birlikte yemeye, der.

-Utanmaz olur muyum der, utandığımdan dolayı tek başıma yiyemedim de onunla birlikte yemeye başladım. Şöyle sorar:

-Sen olsan utanmaz mıydın aç bir köpek karşısında iştiha ile karnını doyururken onun açlığına ilgisiz kalmaktan?

5- Hayatını İslam’a hizmete adadığından dolayı dünya malı adına hiçbir şeye sahip olmayan büyük veli, meşhur talebesi Seriyyü’s-Sakati’ye son anda vasiyetini şöyle yapar:

Vefatım kesinleşince hemen gömleğimi çıkarıp bir yoksula verin, dünyaya nasıl geldi isem ahirete de öyle gitmek istiyorum, hesabını vermek zorunda kalacağım bir gömleğim dahi olmasın üzerimde!.

– Ne dersiniz, düşünmeye değer mi bu örnekler?

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

a.sahin@zaman.com.tr