Etiket arşivi: Peygamberimizin Sünneti

Peygamberimizin Konuşma Sünneti

Her konuda ölçümüz ve örneğimiz Hz. Muhammed (asv) Efendimiz olduğu gibi, konuşma konusunda da yine ölçümüz ve örneğimiz Odur. Ne konuşmuş, nasıl konuşmuş, ümmetinden bu hususta neler istemiş şimdi hep beraber bunları hatırlamaya çalışalım. Bu yazı uzundur ama, kaybettiğimiz ölçüleri kazandıracağından dolayı da okunmaya değer bir yazıdır.
Peygamberimizin Konuşma Sünneti
Allah’ın Rasulü (sav) ağır ağır, tane tane konuşurdu. Onu dinleyen söylediğini derhal ezberlerdi.[1] Bazı sözlerini, çok iyi anlaşılsın ve üzerinde düşünülsün diye üç defa tekrar ederdi.[2]
Peygamberimizin hüznü çok, düşüncesi daim idi. Sükutu uzundu. Gerekmedikçe konuşmazdı. Sözüne bismillah ile başlardı. Cevamiulkelimdi. Az sözle çok şey ifade ederdi. Sözünde ne fazlalık vardı, ne eksiklik. Katı değildi. Hiç kimseyi küçümsemezdi. Nimete hürmetkardı. Sevdiğini yerdi, sevmediğini ayıplamazdı. Nefsi için kimseye kızmazdı ve nefsi için kimseden intikam almaya kalkmazdı. (Kızmasında bile merhamet ve adalet vardı.) En çok gülüşü tebessümdü.[3]
Peygamberimizin Şakalarında da Çirkin Söz Yoktu
Şakaları da tatlıydı. Enes’e: “Ey iki kulaklı” derdi. Ebu Hüreyre Peygamberimize demiştir:
-Ey Allah’ın Rasulü! Siz de bizimle şakalaşıyor, şakalar yapıyorsunuz? Peygamberimizin cevabı şu olmuştur:
-Doğrudur, ben de şaka yapıyorum; lakin ben haktan (doğrudan) başka bir şey söylemiyorum.”
Bu şu demektir: Siz de şaka yaparken yalan söylememek, alay etmemek ve kırıcı olmamak şartıyla bu tür şakalar yapabilirsiniz.
Bir misal:
Biri geldi, Peygamberimizden bir binek hayvanı istedi. Peygamberimiz, “tamam seni ben bir deve yavrusuna bindireyim”, dedi. Adam: Ey Allah’ın Rasulü, ben deve yavrusunu ne yapayım, o benim işimi görmez, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Bütün develer, bir devenin yavrusu değil mi?” buyurdu.
İkinci bir misal:
Yaşlı bir kadın Peygamberimize:
-Ey Allah’ın Rasulü! Allah’a dua et de beni cennete koysun, dedi. Peygamberimiz:
-Ey falanın annesi! Şüphesiz cennet yaşlıların giremeyeceği bir yerdir, buyurdu. Kadın ağlayarak geri dönüp giderken Efendimiz, haber verin ona o, yaşlı bir şekilde cennete girmeyecek. Çünkü Allah buyuruyor: “Biz onları gençleştireceğiz, yepyeni taptaze bir şekilde yaratacağız. Onları eşlerine düşkün bakire kızlar haline getireceğiz.”[4]
Peygamberimiz,“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi, ya hayır söylesin ya da sussun!”[5] sözüyle hep hayır söylememizi ya da susmamızı istemiştir.
Peygamberimizin konuşması da hikmetliydi, susması da. Susması dört şekilde tecelli etmiştir:
1-Söylenenlere tahammül göstererek sabretme,
2-Başkalarına sataşmaktan kaçınma,
3-Takdir etme,
4-Tefekkür etme.
Hz. Peygamber konuştuğu zaman yanındakiler, sanki başlarında kuş varmış gibi başlarını eğerlerdi.[6] Veya kuş kaçar korkusuyla kımıldamadan dururlardı.
Önemli bir Hatıra
Dört ay gibi kısa askerlik dönemini yaşayan yüksek tahsillilerden biri de bendim. Hepsi üniversite mezunu birçok kimse küfürlü ve argolu şakalar yaparken ben, çok rahatsız olur ve sıkılırdım. Onların bu halini beğenmediğimi olumlu tepki vermemekle ve suskunluğumla hissettirirdim. Bu durum birinin dikkatini çekmiş olacak ki, sordu:
-Hayatında hiç mi bu tür sulu şakalar yapmadın ve argo kelimeler konuşmadın?
-Hayır, dedim. Şaşkınlığını saklayamadı da bu sefer şu soruyu sordu:
-Nasıl böyle temiz kalabildiniz? Cevap:
-Kur’an sayesinde ve Peygamberimizi örnek almak suretiyle.
Kur’an bana diyor ki: “İnsanın yanında, söylediği her sözü kaydeden kameraman melekler bulunmaktadır.”[7] Bu kaydetme bana ahirette bir hesap gününü hatırlatmaktadır. Çünkü muhafaza (arşivleme) muhasebe içindir. Yaşadıklarımın ve konuştuklarımın beni ahirette utandırmasından korkuyorum. Yine Kur’an diyor ki: “Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme. (saygı duyma).”[8] “İnsanları çekiştirenlere, kaş-göz işaretiyle onlarla alay edenlerin bütününe yazıklar olsun.[9]
Peygamberim de bana diyor ki: “Söz taşıyıcılar, ihbarcılar (haklarına tecavüz ettikleri kimselerden helallik almadıkça ve Allah tarafından affedilmedikleri müddetçe) cennete giremezler.”[10]
Bu ayet ve hadislerden anlaşılmaktadır ki kötü söze, kötü düşünceye yer ve izin yok Peygamberimizin ahlakında ve sünnetinde.
Bunları benden duyan arkadaşın itirafı şu oldu:
“Vallahi bravo” dedi, biz de güya Müslümanız, ama bunları hiç düşünmüyoruz.”
-Estağfirullah, dedim, arkasından da şunu ekledim sözlerime: Bendeki bu hali fevkalade bir şey sanma. Bu, her Müslümanda olması gereken normal bir haldir. Böyle olmama rağmen hala ben, İslam’ı ve Peygamberimizi tam yaşayamadığımdan dolayı muzdaribim, Allah’ın af ve yardımına sığınıyorum.
Müslümanlık, dil değil sadece, aynı zamanda haldir. Tebliğ değil sadece aynı zamanda, temsildir, yaşamaktır.
İslam aleminde bu hal dilini ve temsil keyfiyetini yeterince göremeyen Akif:
Kaç hakiki Müslüman gördümse hepsi makberdedir,
Müslümanlık bilmem amma, galiba göklerdedir.
Demiş. Ya günümüzü ve bu günkü halimizi görseydi, ya elimizle yahut dilimizle Müslümanların birbirlerini nasıl yaraladıklarına ve paraladıklarına şahit olsaydı Akif kim bilsin daha neler söylerdi neler!
İyi Söz Cennet Meyvesine, Kötü Söz Cehennem Zakkumuna dönüşecek.
Ağızdan çıkan “Elhamdülillah” gibi her bir güzel söz, ahirette cennet meyvesi olacağı gibi, yalana, gıybete, iftiraya, ayıplamaya, lakapla çağırmaya, küçük görmeye yönelik her bir çirkin kelime de cehennem zakkumu olacaktır.
Öyleyse çok korkmalıyız, bin düşünüp bir konuşmalıyız.
Cehennem zakkumu, günaha dadanmışların cehennemdeki yemeğidir. Kur’an’da bundan şöyle bahsedilir: “Şüphesiz zakkum ağacı günahkarların cehennemdeki yiyecekleridir. Zakkum ağacı erimiş maden gibidir. İnsanların karnında tıpkı sıcak suyun kaynaması gibi kaynar.”[11]
Ondan bir damla dünyaya düşse idi, dünyadaki bütün yiyecekleri ve içecekleri zehir etmek için yeterdi.[12]
Bu zehire ve yiyeceğe can mı dayanır? Öyleyse kalemimizden ve kelamımızdan başkalarının onur ve şerefini rencide eden zehirli kelimeler çıkmamalıdır. Kalemden ve kelamdan damlayan zehirlerin cehennem zakkumuna dönüşeceğinden korkulmalıdır.
YA KARŞIMIZDAKİLER LANETE LAYIK İSELER?
-Ama hocam falanlar ya bu çirkin sözleri ve daha ağırlarını hak ediyorlarsa?
-Kardeşim, bu sözler, o sözleri hak edenlere de söylenmez diyorum. Bu çirkin ve onur kırıcı sözleri hak etmeyenlere söylemeniz zaten külliyyen haramdır. Marifet ve fazilet, çirkin bir sözü, hak etmişe bile söylememektir.
-Neden?
-Çünkü Peygamber’in sünnetinde çirkin söz yok. Çünkü senin ağzın temiz, gönlün temiz. Çünkü sen müminsin. Senin o temiz ağzın, temiz gönlün, o pis ve çirkin sözlere layık değil; neden ağzını ve gönlünü kirletiyorsun?
“HEY KÖR, HEY KAFİR DEMENİN FAYDASI YOK”
Gerçek bir köre dahi: “Hey kör”, gerçek bir kafire dahi: “Hey kafir” demenin bir anlamı, bir faydası yokken;[13] gerçekten kör ve gerçekten kafir olmayana kör demenin, kafir demenin faydasını bir tarafa bırakın, yüzde yüz zararı vardır. Bir, eziyet etmiş oluyorsun, iki, eğer hakaret ettiğin adam, gerçekten, kafir değilse, o kafirlik sıfatı sana dönüyor.
Hazreti Peygamber buyurmuşlar ki:
“Kim (birine veya bir mümin) kardeşine kafir derse, ikisinden biri mutlaka kafir olmuştur. Eğer suçlanan kafir değil ise, küfür suçlayana döner.”[14]
Allah, Musa ve Harun gibi iki peygamberini Firavun’a gönderirken bir tenbihte bulunuyor: “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.”[15]
Hadisde: “Kim bir zımmiye (Müslüman olmadığı halde Müslümanların yönetiminde yaşayan kimseye eliyle, diliyle) eziyet etse, şüphesiz ben onun hasmıyım (düşmanıyım).”[16] buyurulmuştur.
Bir gayr-i müslime eliyle-diliyle eziyet edenin ben hasmıyım, diyen bir Peygamber, hiç Müslüman’a eziyet edilmesine razı olur mu? Eziyet edenler, bilmiyorlar ki eziyetleriyle hem Allah’ı ve hem de Rasulullah’ı gücendirmiş olmaktadırlar.
Peygamberimiz davet ve tebliğini, hikmetle ve güzel öğütle, tatlı ve yumuşak sözlerle yapıyordu. Kur’an’ın ona emri bu idi.[17]
Mekki bin İbrahim diyor ki: Biz, İbni Avn’ın yanında oturuyorduk. Bu arada birinden bahsettiler ve kendisine lanet okudular. Aleyhinde atıp tuttular. İbni Avn da susmuştu. Dediler ki:
“Ey İbni Avn! Biz ancak bunun sana yapmış olduğu zulümden dolayı aleyhinde konuşuyoruz! Sen niçin sükut ediyorsun?”
İbni Avn cevap olarak dedi ki:
“Benim amel sahifemden ‘La ilahe illallah’ın çıkması ‘Allah filana lanet etsin’ sözünün çıkmasından daha iyidir. Öyleyse neden lanet okuyayım, çirkin söz söyleyeyim de ben de çirkin olayım?”

YEZİD’E LANET OKUMAK CAİZ Mİ?

İmam-ı Gazali hazretlerine, Yezid’e lanet okumak caiz midir? diye sordular. Şöyle cevap verdi:
Yezid’in Hz. Hüseyin’i öldürmesi veya öldürülmesini emrettiği sabit değildir. Bu bakımdan böyle yaptığı sabit olmadıkça ‘Yezid, Hz. Hüseyin’i öldürdü’ veya ‘Onun öldürülmesini emretti’ demek bile caiz değildir. Bu caiz değilse ona lanet okumak nasıl caiz olur? Ancak, İbn Mülcem Hz. Ali’yi, Ebu Lü’lü Hz. Ömer’i öldürdü’ demek caizdir. Çünkü bu olaylar tevatür yoluyla sabit olmuştur. Bu bakımdan hiçbir Müslümana fısk veya küfür sıfatını, tahkik ve tetkik etmeksizin yakıştırmak caiz değildir.[18]
Emirdağ Lahikasında Bediüzzaman da Seyyid Şerif Cürcani ve Ehl-i Sünnetin allamelerinden gelen şu tesbiti dikkatlerimize sunar: “Gerçi Yezid ve Velid zalim, gaddar ve facirdirler; fakat sekaratta imansız gittikleri gaybidir. Kati derecede bilinmediği ve kesin delil bulunmadığı için lanet okunmaz. Olsa olsa genel olarak Allah’ın la’neti zalimlerin ve münafıkların üzerine olsun, denilebilir, aksi halde yani isim vererek lanet okumak zararlı ve lüzumsuzdur.[19]
İlm-i kelamın büyük allamesi olan Sadeddin-i Taftazani de, “Yezide lanet caizdir” demiş ise de; fakat “Lanet vaciptir, hayırdır ve sevabı vardır” dememiştir.[20]
Bugün bu ölçülere sahip ve saygılı olanlar, görüyorum ki, fitne ateşini körükleyenlere inat, onlar, çok kere susmayı tercih etmekte; küfür, inkar, tekfir, sövme, alay etme, iftira atma, karalama, yalan, hakaret, haksız ihbar ve dedikodu furyasına katılmamaktadırlar. Nemmamlıktan, söz taşıyıcılığından uzak durmaktadırlar. Böyle insanlara bin teşekkür ve kalbi hürmetlerimi arz ediyorum.
Dedikoduya dalanlar, Allah’ı unuturlar. Allah’ı unutanlar da zaten dedikodu yaparlar. Dindar insan, takva sahibi insan dünyasına ve ahiretine zarar veren şeylerle (malayaniyatla) uğraşmaz. Yalana, komploya, iftiraya, hakarete, ikiyüzlülüğe, darbeye, ihbara, söz taşıyıcılığına, şiddete tenezzül etmez. Bunlara tenezzül eden de Allah’ın razı olduğu bir Müslüman olamaz. Allah’ın razı olmadığı bir insan da cennete giremez.
Söz ola kese savaşı, / Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, / Yağ ile bal ede bir söz.
Sözleriniz, baş kestiren değil, baş kurtaran,
Savaşı patlatan değil, savaşı bitiren,
Ağulu aşları yağ ile bal eden sözler olsun.
Dr. Vehbi Karakaş – Risale Ajans
[1] Tirmizi, Ebu İsa Muhammed, Tercüme ve şerh: Hüsamüddin en-Nakşibendi, Sad: M.Sadık Aydın, Şemail-i Şerife, 248
[2] Aynı yer, 248; bkz. İmam Ebü’l-Fida İsmail İbn-i kesir, Şemailü’r-Rasul, 70-73
[3] Aynı yer, 249-250
[4] Aynı yer, 264
[5] Buhari, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, İman 74, Lukata 14
[6] Iyaz, el-Kadi, Kitabü’ş-Şifa bita’rif-i hukukı’l-Mustafa, 107
[7] Bkz. Kaf, 50/18; İnfitar, 82/ 10-12
[8] Nun, Kalem, 68/10-14
[9] Hümeze, 104/1-2
[10] Salih, Subhi, Menhelü’lvaridin Şerh Riyazu’s-Salihin, 2, Tahrimü’n-Nemime, 739
[11] Duhan, 44/43-46
[12] es-Sabuni, Muhammed Ali, Muhtasar Tefsiru ibn-i kesir, III, 302
[13] Bkz. Nursi, Said, Münazarat.
[14] Buhari, Edep, 73; Müslim, İman, 26
[15] Taha, 20/44
[16] el-Hindi, Kenzu’l-Ummal, IV / 618; el-Camiu’s-Sağir, I / 1210
[17]Bkz. Nahl, 16/125
[18] Bkz. mumsema.org/misafir-sorulari/207847-muaviye-ve-yezide-lanet-etmek-caiz-midir.html
[19] Emirdağ Lahikası, I, 190-191
[20] Emirdağ Lahikası, I, 188

Tehlikeli Yol

“Andolsun ki Allah’ın rızasını ve âhiret gününün saadetini umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Resûlü’nde, sizin için, pek güzel bir örnek vardır.” (Ahzab suresi 21. âyet-i kerîme)

Allah’ın Resûlü, Sevgili Peygamberimizin sünneti seniyyesi ve hadis-i şerîfleri yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecektir. Ne mutlu kıymetini bilenlere… Salat ve selam O’na ve yolunda gidenlere olsun.

Allah Resûlü’nün kıymetli sözleri hadis-i şeriflerle ilgili iki tehlike var günümüzde.

Birinci tehlike: Hadis diye internette dolaşan ve kaynağı belli olmayan sözler. Söz güzel olabilir, bir alim söylemiş olabilir fakat peygamberimizin söylemediği sözü o söylemiş diye kaynağına bakmadan, araştırmadan kabul etmek ve paylaşarak yaymak büyük bir vebaldir. Allah resûlü “Kim bile bile bana yalan isnat ederse ateşteki yerini hazırlasın.” (Buhari ilm 38) buyurmuştur. Bu yüzden hadis paylaşırken dikkat etmek ve kaynağını belirtmek gerekir. Sahih hadisleri de paylaşmaktan çekinmemek gerekir. Çünkü Allah Resûlü hadislerin ezberlenmesini ve öğretilmesini teşvik etmiştir.

İkinci tehlike: Sahih hadislerin reddedilmesi. Ne zaman yazılarıma hadis-i şerîf alsam “Hadisler güvenilir değilmiş, vahiy bize yeter.” diyen mesajlar geliyor. Oysa ben hadisleri güvenilir kaynaklardan alıyorum ve kaynağını belirtiyorum. Maalesef ki son yıllarda sahih hadis-i şerifleri reddeden Allah Resulünün sözlerinin çoğunun güvenilir olmadığını iddia eden, vahyin (âyetlerin) yeteceğini söyleyen hocalar ve gruplar türedi.

Yaşar Nuri Öztürk’le yayıldı bu akım. Özellikle dini iyi bilmeyenlerin pek işine geldi Yaşar Nuri Öztürk’ün sözleri. Cahil insanlar kandılar; fakat dindar insanlar onu ciddiye almıyorlardı. Fakat Yaşar Nuri ile kısıtlı kalmadı. Yaşar Nuriler ve Nuriyeler çoğaldı. Belli bir dönem kanal kanal gezen Yaşar Nuri görevini başarı ile yaptı. Yaşar Nuri tarzı hocalar ve takipçileri arttı. Hem de dindar insanlar arasında. Ve bu tehlikeli yol her geçen gün genişliyor. Rabbim bizleri muhafaza eylesin.

Allah Resûlü’nün sözlerini reddedenlerin iddiaları:

1-Hadis-i şeriflerin pek çoğunun sahih yani güvenilir olmadığını iddia ediyorlar, elimizde çok güvenilir hadis kitapları var iken. Öncelikle Allah onlardan razı olsun sahabeler hadis rivayetlerinde çok titiz davranmışlar. Allah Resûlü zamanında bir kişi “Ben Resulullah’ın şöyle dediğini duydum.” dediğinde gidip bir de peygamberimize sormuşlar, teyit etmişler. Hadisler aynı zamanda yazılıyormuş. Peygamberimiz sadece hadislerin ve ayetlerin aynı sayfaya yazılmasına izin vermemiş hadis ve ayetlerin karışması tehlikesine karşı böyle bir önlem alınmasını uygun görmüş.

Hadis rivayetinde titizlik ve ihtiyat dört raşit halife döneminde ısrarla uygulanan bir devlet politikası olmuş. Hiç kimsenin naklettiği hadisi onun halini araştırmadan dürüst bir insan olduğuna emin olmadan, haberin doğruluğunu ve ravinin düşünce ve yaşantısındaki istikameti öğrenmeden kabul etmemişler. Şahit istemişler, yemin ettirmişler, bir zaman sonra aynı hadisi tekrar söylemesini isteyerek hafızasını kontrol etmişler.

Hatta Hz. Ömer bir dönem ihtiyaten var olan hadisleri ve sünneti korumak için yeni hadis rivayetini yasaklamış. Tabiin döneminde de aynı titizlik devam etmiş.

Hicrî üçüncü yüzyıl hadis tasnifinin altın çağı olmuş. Alimlerin çoğunluğu tarafından sahih kabul edilen Kütüb-i Sitte adıyla meşhur olan altı büyük alimin bir araya topladığı altı sahih hadis kitabı en güvenilir kaynaklar olarak kabul edilmiş. Altı kitap: Buhârî ve Müslim’in el-Câmiu’s-Sahih’leri ile Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî ve ibn Mâce’nin Sünen’leridir.

Bu kitaplar sahih hadisleri ihtiva etmek, konulara göre tasnif edilmek gibi ortak özelliklerinden dolayı ilmî çevrelerde büyük bir kabul görmüştür.

Altı kitap çok büyük bir emek neticesi ortaya çıkmış. Mesele bu alimlerden biri olan Buhari diye bildiğimiz Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhârî 40 yıl süren ilmî seyahatler esnasında toplamış olduğu engin hadis malzemesini 16 yılda tasnif ederek, “el-Câmiu’s Sahîhu’l-Müsnedü’l-Muhtasar min Umûri Rasûlillahi (s.a.s) ve Sünenihi ve Eyyâmih” adlı eserini yazmıştır.

Buhari kitaba en güvenilir hadisleri almak için 40 yılını harcamış. Buhari’nin ahlakı, takvası, hafızası, çok meşhurmuş. Bakıyorsunuz günümüzde ilmiyle kibir abidesi haline gelmiş alim geçinenler ya da üç beş kitap okuyarak çok şey bildiğini zannedenler Buhari’nin naklettiği hadisleri reddediyorlar. Diğer beş alimin aktardığı hadisleri reddediyorlar. Kırk yıl ömrünü hadis ilmine adamayan birinin Buhari’nin naklettiği hadisleri kabul etmemesi üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.

Ayrıca bu altı kitapta olmayan diğer hadislerin de hepsi şüpheli hadisler değildir; onların içinde de pek çok büyük alimin sahih kabul ettiği kitaplarına aldıkları hadisler vardır fakat bu altı imam çok titizlikle hadisleri eleyerek seçtikleri için onlarınki ortak kararla sahih kabul edilmiş. Mesela on dürüst insanın rivayet ettiği bir hadiste içlerinden birinin herhangi bir konuda bir kez yalan söylediği tespit edilmişse o dokuz doğru kişinin naklettiği hadis rivayet zincirinde aksaklık var diye kabul edilmemiş. Bu kadar dikkat edilmiş. Fakat hadisleri reddedenlerin maksadı başka. Çünkü Buhari’ deki hadisleri bile reddediyorlar. Sebep bir sonraki madde de.

2-Hadis reddedenlerin bir bahanesi de bazı hadislerin Kur’an-ı Kerime uymadığı iddiası. Sahih hadisler mutlaka Kur’an-ı Kerime uyuyordur da sen onu anlamaktan acizsindir ya da ilmin henüz ona yetmiyordur, ya da sen kötü niyetli olduğun için uyduğunu göre göre inkar ediyorsundur ya da kibrin yüzünden ferasetin kapanmıştır göremiyorsundur. Senin görememen ömrünü ilim yolunda harcamış pek çok büyük alimin kabul ettiği hadisleri yok saymayı gerektirmez. O senin eksikliğindendir.

3-Hadislere ihtiyaç olmadığı vahyin yani Kur’an-ın insana yeteceğini iddiası. Bu iddia bile insanın imanını tehlikeye düşürür. Sanki Kur’an-i Kerimi yüceltiyorlarmış gibi görünerek Allah resulunun sözlerini değersizleştirmeye çalışıyorlar. Oysa hadisi şerifler olmadan dinimizi tam olarak anlayamayız. Mesele Kur’an-ı Kerim de namaz kılınması emredilir fakat nasıl kılınacağı açıklanmaz. Namazların nasıl kılınacağını peygamberimiz öğretti. Peygamberimizin görevi sadece Kur’an-ı Kerimi tebliğ etmek değildi, yaşayarak örnek olmak, öğretmenlik yapmaktı.

Sahih hadis reddedenlerin derdi nedir? Allah Resûlü’nün sözleri Kur’an-ı Kerîm’i işimize geldiği gibi yorumlamamıza engeldir. Hadisleri kabul etmediğinizde âyetleri kafanıza göre yorumlayabilirsiniz. Kur’an-ı Kerîm’e kendi kafalarından daha modern açıklama getirmek isteyenler hadisleri reddediyorlar.

Bir kısım insanlar ise kendileri kötü niyetle olmasalar da sevdikleri, sözleri ile etkisi altında kaldıkları bazı hocalar hadisleri kabul etmediği için kabul etmiyorlar. Bu kişiler Peygamber efendimizi sevdiklerini söylüyorlar fakat sözlerini kabul etmiyorlar. Sünneti seniyyeyi ve hadisleri reddetmek öncelikle Allah’ın emrine karşı çıkmaktır. “Sadece ayetler bize yeter.” diyenler şu ayetleri dikkatlice ve defalarca okusunlar.

Vahyi kabul eden herkesin Peygamber Efendimize itaati gerekir. Bakınız Rabbimiz Kur’an-ı Kerîm de ne emrediyor:

“Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, (bilin ki) Resûlümüz’ün üzerine düşen ancak apaçık bir tebliğdir (artık sorumluluk size aittir.) (Tegubun suresi 12. âyet-i kerîme)

“Kim Allah’a ve Resûl’e (cân u gönülden) itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle beraber olacaklardır. İşte onlar ne güzel arkadaştırlar! ” ( Nisâ sûresi 69.âyet-i kerîme)

“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan da vazgeçin. Allah’a saygılı olup emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr sûresi 7.âyet-i kerîme)

(Allah Resûlü’nün verdiği/emrettiği ve nehyettiği ne varsa âyette geçen “mâ” ism-i mevsûlünden dolayı, özel ve genel emrettiği ve nehyettiği her şeyi içine alır. Bundan dolayı hadisler ve sünnetler mü’minlere şer’î delildir. ) Feyzü’l Furkân Açıklamalı Kur’an-ı Kerîm Meali.

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de… Herhangi bir şey hakkında çekişir (anlaşamaz)sanız, eğer gerçekten Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu, Allah’a ve Resûlü’ne arz edin (Kur’an ve Sünnet’le halledin). Bu, sizin için daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa sûresi 59. âyet-i kerîme)

“Allah ve Resûlü bir meselede hüküm verdiği zaman, inanan bir erkek ve kadına, artık o işte, kendi (arzu ve heves)lerine göre (başka) tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelir (onlar tarafından verilmiş hükümleri beğenmez, kendi tercihlerine önem verir)se, kesinlikle o, apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.” (Ahzab sûresi 36. âyet-i kerîme)

“Hayır! Öyle (dedikleri gibi) değil. Rabbine andolsun ki (onlar) aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı (ve şüphe) duymadan, (sana) tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa sûresi 65. âyet-i kerîme)

(Allah’ın ve Peygamber’in hükümlerinden bir şeyi ister beğenmeyerek, ister küçümseyerek kasten reddetmek İslâm’dan çıkmaktır.” denilmektedir.) [Râzî, III, 960; Elmalılı, V, 21-22, 449]

“Hakikaten Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulundu da: Kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyan, onları (fena huy ve günahlardan) temizleyen ve onlara Kitab’ı, hikmeti[42] öğreten bir Resûl gönderdi. Halbuki onlar, bundan önce hiç şüphesiz açık bir sapıklık içinde idiler.” Âl-i İmrân sûresi 164. âyet-i kerîme)

(Âyet-i kerîmedeki “hikmet”, Allahu Teâlâ’nın Resûlü’ne indirdiği Kur’an’ın hükümlerini, gizli ve ince mânalarını anlama, onu yaşama, onunla hükmetme ve onu uygulama ilmidir; bunu da Resûlullah (sas.), sünnetiyle ortaya koymuştur. Kendisi de, “Şüphesiz bana bir Kitab ve onunla birlikte bir benzeri (açıklama ve uygulama ilmi) verilmiştir.” buyurmuştur (Ebû Davud (Koçaslı), V, 4604). Buhârî’de de Resûlullah (sas.), “Bütün ümmetim cennete girecek, ancak sünneti hesaba katmayanlar giremeyecekler.” buyurmuştur. Yüce Allah da Kur’an’da ona itaati emretmiştir (bk. 2/269, 3/32; 4/59-60, 80; 33/21). İmran b. Husayn (v. 52/672), “Kur’an’dan başkasından bahsetmeyin.” diyen adamı, “namaz, zekât vb. hükümleri nereden öğrendin?” diyerek meclisten kovmuştur (Şâtıbî, IV, 26). Feyzü’l Furkân Açıklamalı Kur’an-ı Kerîm Meali.

“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin, (emirlerinin aksini yapmayın; yoksa) siz, bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.” (Enfal suresi 27.âyet-i kerîme)

“Ey Peygamber! Muhakkak biz seni, bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hem de Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb suresi 45-46. âyet-i kerîme)

“Şüphesiz sen mükemmel bir ahlak üzeresin.” (Kalem suresi 4. âyet-i kerîme)

“Şüphesiz ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât eder (onu kutsar/övgü ve iltifatla anar)lar! Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selam edin (kutsayın, onun şanını yüceltmeye ve ona tam bir teslimiyete özen gösterin).” (Ahzab sûresi 56. âyet-i kerîme)

Kainatın yaratıcısı yüce Rabbimizin ve meleklerin övdüğü, nur saçan kandilimiz o yüce Resûle salat ve selam olsun. Allah (c.c) O’ nun ve kıymetli sözlerinin değerini bilmeyi hepimize nasip etsin. Bu kadar âyete ve uyarıya rağmen O’na sırtını dönen münafıkların şerrinden Rabbim bizleri muhafaza eylesin.

“O gün o (her inkârcı) zalim, ellerini ısırıp: “Keşke ben, peygamberle beraber kurtuluş yolunu tutsaydım.” diyecek.” (Furkan suresi 27. âyet-i kerîme)

Sema Maraşlı – cocukaile.net

Bazen “Kıssadan Hisse”nin İnsana Çok Faydası Olur

Bistam’ın büyük velisi Hasan-ı Harkani Hazretleri şöyle sesleniyor cemaatine:

– Ey Müslümanlar! diyor, günlük hayatınızı Peygamberimiz’le birlikte yaşamayı ister misiniz?

Dinleyenler hep bir ağızdan sesleniyorlar: ‘O’nunla birlikte yaşamayı kim istemez?‘

– Öyle ise diyor, sabah erkenden günlük hayatınıza başlarken ‘Ben bugün Peygamberimiz’le birlikte olmayı istiyorum. Onun için şimdiden günahsız bir gün yaşamaya niyet ediyorum.‘ diyerek başlayın günlük hayatınıza. ‘Çünkü‘ diyor, ‘Peygamberimiz de günlük hayatını günahsız yaşar, günahsız yaşayan ümmetiyle birlikte olacağını da haber verirdi. Öyle ise güne başlarken ilk hedefiniz, günlük hayatınızı günahlara bulaşmadan tamamlamak olmalı ki, Peygamberimiz’in ruhaniyeti de bütün gün sizinle birlikte olsun. Böylece günlük hayatını günahsız tamamlama sünnetini de ihya etmiş olasınız hiç olmazsa!

Bistam’da yapılan bu konuşmayı dinleyenlerin içinde o günün Türk hükümdarı Sultan Mahmud Gaznevi de vardı. (930) O da artık günlük hayatını günahsız tamamlamaya niyet ederek yaşıyordu. Bu sebeple Muhammed adındaki hizmetçisine sarayında her defasında çok sevdiği Muhammed adıyla hitap ettiği halde bu defa Muhammed adıyla değil de babasının adıyla çağırınca endişeye kapılan hizmetçisi:

– Sultanım dedi, bir kusur mu işledim acaba ki çok sevdiğiniz Muhammed ismimle değil de babamın adıyla çağırdınız beni?.. Sultan gözyaşlarıyla açıkladı bu değişikliğin sebebini:

Seni Muhammed isminle çağırdığımda hep abdestli oluyordum. Bu defa ise abdestim yoktu. Hep yanımda tasavvur ettiğim Efendimiz’den utanarak O’nun yüce adını abdestsiz ağzıma almaya cesaret edemediğimden dolayı babanın ismiyle çağırdım. Kusur senin değil benimdir evladım, sen beni affeyle! dedi.

Burada bir de Osmanlı yoksuluyla Osmanlı paşasının Peygamberimiz’le birlikte yaşama niyet ve sevgilerine de bakalım isterseniz.

Yoksul bir Osmanlı genci, gündüz hep hayaliyle yaşadığı Peygamberimiz’i bir gece rüyasında görür, içine düştüğü yokluk sıkıntısını yana yakıla anlatır. Efendimiz (sas) Hazretleri de ona der:

– Sen hep günahsız yaşama niyetiyle başlıyorsun günlük hayatına. Ben seninle birlikte oluyorum. Senin halin bana meçhul değildir, diyerek buyurur ki: Sabah erkenden abdestini alıp doğruca Hekimoğlu Ali Paşa’nın camisine git, Ali paşaya benden selam söyle, sana yüz altın versin, sıkıntıdan kurtul!..

Heyecanla uyanan yoksul genç hemen abdestini alıp camiye koşar. Hekimoğlu Ali Paşa‘yla (1758) camisinde buluşup:

Efendimiz’in selamı var.. diyerek rüyasını aynen anlatır. Ne var ki, heyecanlanan Paşa’nın eli cebine bir türlü gitmez de, ‘Bir daha anlatır mısın?’ diye tekrar eder. “Efendimiz’in selamı var..” diyerek bir daha anlatır. Paşa ‘bir daha, bir daha..’ diye tekrar anlatmasını isteyince:

Paşam der, vermeyeceksen verme, neden bir daha, bir daha!. diye selamı tekrar ettiriyorsun?

– Evladım der, tekrarladığın her selam benim için o kadar kıymetli ki, her bir selama yüz altın vermeyi düşünüyorum. Şimdiye kadar yedi defa selamı var, dedin yedi yüz altını hak ettin, al gönül huzuruyla harca, diyerek 700 altını yoksulun avucu içine saydıktan sonra sözlerini şöyle bağlar:

– Bir daha görecek olursan, yeni selamlarını beklediğimi ve ne emrederse başım gözüm üstüne hepsini de yerine getirmeye hazır olduğumu da duyur olur mu? der.

Ahmed Şahin /

Yâ Resulallah Ne olur Bu yanan gönüllere Cemalini göster de bizleri FERRAHNAK etki gönüllerimiz, gözlerimiz, zerrelerimiz, Aşkınla  KOR  hale gelsin. Ne olur Ya Resullallah. Biliyoruz Senin Cemalini (s.a.v) görmek için hazır değiliz günahlarımızın hacaleti ağır basıyor, Size (s.a.v) yeterince ümmet olma likayati gösteremedik. Ahir zamanda görmeyi arzuladığınız kardeşlerinin arasında olma liyakati gösteremedik, Ancak şurası mutlakki bizler onca günah ve kusurlarımıza rağmen, Ya Resulallah, Sizi ANAMIZDAN BABAMIZDAN EVLATLARIMIZDAN TORUNLARIMIZDAN ve HERŞEYDEN ÇOK SEVİYORUZ. 

Ne olur bu yangını her zerrelerimde KOR HALİNE GELMESİ İÇİN ÖNCE KARDEŞLERİME sonra bu en günahkar abdullaha da göster. Ne olur ne olur bizleri FERAHNAK eyle,

Ömrümüzü bu aşk-ı Resul ile korlanmayı nasip eyle.

Ya Rabbi Bizlerin bu muhabbet-i Resulumuzu biliyorsun. Bu aşk-ı Resul hatrına , Habib-i Zişan hatrına bizlere Efendimizin (s.a.v) cemali ile müşerref eyle, O’nun(s.a.v) şefaatine mazhar eyle,

Ne olur Ne olur yalvarıyoruz. Ne olur ver ver ver , Ve bu zamanda Allahın ve Senin yolunu bizlere hakkıyla gösteren Risale-i Nur Yolundan bizi ayırma O eserleri okumakta sadik olmayı şefâatını bizlerden eksik etme. Allah rızasını ve Rızanı kazanmak yolunda bizlerden Şefâatını eksik etme Ey Fahri Âlem (a.s.m.) Âmin bihürmetike Ya Seyyidil  mürselin…

El açıp dua eden: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org