Etiket arşivi: politika

SİYASET ARENASI

SİYASET ARENASI

Bediüzzaman’a göre siyaset arenasına, din adına çıkanlarda, temel gaye İslamiyet aşkı ve dine hizmet gayreti olmalıdır. Fakat bu arenaya atılmak için harekete geçenlerde güç veya öne geçen sebep, siyasetçilik ya da tarafgirlik ise tehlikedir. Çünkü tarafgirlik damarı din namına hareket edenler için çok tehlikelidir. Nitekim bu tarafgirlik damarını din düşmanları çok defa istimal edip adeta Müslümanları birbirine kırdırmışlardır, fitne üreterek. Çok küçük bir fiille fitne hareketleriyle büyük başarılar elde etmişlerdir.

            Bunu Risale-i Nur’un tefsir mukaddemesinde şu şekilde ifade etmektedir Bediüzzaman Hazretleri;

“Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habîs olur. Aldatıcı olursa fesâdı daha şedit olur. Dâhilî olursa zararı daha azîm olur. Çünkü dâhilî düşman; kuvveti dağıtıyor, cesareti azaltıyor. Haricî düşman ise bilakis asabiyeti şiddetlendirir, salabeti artırır.

   Nifakın cinayeti, İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslâm’ı zelzeleye maruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki Kur’an-ı Azîmüşşan, fazlaca onlara teşniat ve takbihatta bulunmuştur.”[1]

            Bu sebeple nifak daima Müslümanlar arasında tel’in edilen bir tutum olmuştur. Aslında nifak insanın duyguları, hisleri ve amelleri için de tehlike arz etmektedir. Bunu şöylece ifade edebiliriz. Bir his, duygu, düşünce, davranış insanda ağır basarsa diğer şeyler o insan da gerileme bu ağır basan diğerlerini baskılamaya başla ve insan bu ağır basan şey neyse onda hassasiyeti artarak müfrit bir hale gelir. Müfrit olmamak için nifaktan kaçıp her şeyimizi orantılı olarak ilerletmemiz gerekmektedir.

            Bunu takva meselesinde şu şekilde ifade edildiğini görmekteyiz ki;

“Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan iradezihinhislatife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır.

Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.”[2]

            Takvanın insanda olması ancak bu dört latifenin beraber ve birbiriyle ittifak ederek hazıl olacağını anlıyoruz.

BEDİÜZZAMAN, DİNİN SİYASETE ALET EDİLMESİNE KARŞIDIR.

Emirdağ Lâhikasında Eşref Edip (Sebilürreşad), Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu’dan bahsederken “…onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil. Çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Hâlbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır”[3] demiştir.

            Tarafgirlik hakk ve hakikate taraftarlıktır. Hak ve hakikatlerse hiçbir şeye alet edilmemesi gerektiği ancak tercihlerimizi belirlemede, hayatımızda rehber olmasında daima devrede olması gerekmektedir.

            Hakka tarafgirliği Nurun birinci talebesi Hulusi Yahyagil’de şu şekilde görmekteyiz. Ki bu da bizler için bir misaldir.

            Bulunduğu ortam ve kendisini de müsbet birisi olması sebebiyle Büyük Doğu’cular beraber hareket etmeyi teklif eder kendisine. Sonrasını kendisinden dinleyelim.

 “Büyük Doğucuların bu fakiri kendi zümrelerine katmak hususundaki tekliflerine:

-“Büyük Doğuculuk siyasî bir teşekkül müdür?” diye sordum.

– “Evet” dedikleri için, “Sizin yalnız imanî ve Kur’anî mesaildeki müşkillerinizi ve izahını arzu ettiğiniz noktaları Risale-i Nur’un yardımı ile halle çalışırım. Benim mesleğim, ihtiyar ve şuurum taalluk etmeden Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir. İman ve Kur’an mes’elelerinize hemfikrinizim. Fakat siyasetle iştigal edemem.” mealinde cevap verdim. Yalnız bu zümreden Nurlarla alâkadar olanlar var. Onların el ele vererek hem eserleri okumalarını ve anlayamadıkları yerleri sormalarını, Kur’anî hattı öğrenmeye gayret etmelerini rica ettim..”[4]

Nur hizmeti, iman hizmetidir, hizmet sahasının temelini bu alan teşkil eder. Siyasi oluşumlarla illa karşılaşacaktır. Onlara da ancak nurun prensipleriyle tavsiyelerde bulunur. Münferiden bazı şahıslar bu oluşumlara destek verebilir veya karşı olabilir bu başka meseledir.

Nurculuk, siyasi bir teşekkül olmadığı için tesiri büyüktür. Şahsın veya grubun hareketi siyasallaşırsa artık hizmetin mecrası yavaşça değişmeye başlamış demektir. Bu durumda artık tarafgirlik damarının mecrası da kaymaya başlar, ihlas da kaybolursa rekabet ortaya çıkar.

           

BEDİÜZZAMAN, DİN ADINA SİYASET YAPAN KİŞİYİ MESUL EDECEK HALLERİ ŞÖYLE İFADE EDER:

-Kim fâsık siyasettaşını, mütedeyyin muhalifine, sû’-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki [harekete geçiren] siyasetçiliktir. Hem umumun mal-ı mukaddesi olan dini, inhisar [kendine sahiplenmek, tekel] zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharrik-i tarafgirliktir.”[5]

Aslında Risale-i Nur‘da, din adına çıkan siyasi cereyanlara nasıl bir tavır sergilenmesi gerektiğine dair misalleri görmekteyiz. Bunlara kısaca temkinli yaklaşmaktadır nurculuk. Çünkü din adına çıktığı ve siyasi olarak hareket ettiği için inhisar zihniyeti ağır basmaktadır. Bu da hakka tarafgirliği değil hizbe tarafgirliği netice vermesi sebebiyledir.

BEDİÜZZAMAN, RİSALELERİN SİYASETE ALET EDİLMEMESİNE MEMNUNDUR.

“.. benim ve Nur şakirdlerinin namına şimdi bu mecmuaları göndermek, herhalde inkişafa başlayan İslâm birlik fikri ve ittihad-ı İslâm siyaseti, Risale-i Nur’u kendine bir kuvvet, bir âlet yapmağa çalışacaktı ve bizleri siyaset-i İslâmiyeye bakmağa mecbur edecekti. Hâlbuki Risale-i Nur’un mesleğindeki sırr-ı ihlas; iman, Kur’an hakikatlarından başka hiçbir şeye âlet, tâbi’ olmadığı…”[6]

İnsan yönetme sanatı olarak bakıldığında İslamiyet bir siyasettir; ama gündelik dilde kullanılan siyasetle sadece kelime benzerliği vardır. Birisi insanları Kur’an ve sünnetle yönlendirmek diğeri de gündelik politikalar uğruna net olmayan kurallarla yönlendirmek demektir.

Siyasi mevzulara dair, Beyanat ve Tenvirler eserini okumanızı tavsiye ederim.

Beyanat ve Tenvirler’in kısa tarihçesi:  1969 yılından sonra din adına kurulan bir partiyle, Nurculuk ciddî bir problemle karşı karşıya gelecekti. Kurulma aşamasında Maraş Senatörü Tevfik Paksu, Isparta Milletvekili Hüsamettin Akmumcu, Yeni Türkiye Partisi Adıyaman Milletvekili Süleyman Arif Emre gibi Nur Talebesi kökenli bazı parlamenterler fiilî olarak yer almaktaydı. Nur Talebelerini kendi saflarına çekmeye çalışırlar. Tehlikenin farkında olan Zübeyir Gündüzalp, hemen sür’atli bir şekilde tedbirlerini alır. Risale-i Nur’un tamamınında Bediüzzaman’ın siyasî görüşlerini bir araya getirir. Çalışma hemen tamamlanarak “Beyanat ve Tenvirler” adıyla da neşredilir. Böylece bu siyasî hareket onun ciddî bir direnişiyle karşılaşır.

Cenab-ı Hak, Risale-i Nur’u ve talebelerini ve insanları meslek-i nuriyenin zararına ve muhalifindeki cereyanlara taraftar olmaktan korusun. Âmin

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL


[1] İşarat-ül İ’caz (82)

[2] Hutbe-i Şamiye (136)

[3] Emirdağ Lahikası-2 (36)

[4] Emirdağ Lahikası-2 (147)

[5] Sünuhat – Tuluat – İşarat (53)

[6] Emirdağ Lahikası-1 (257)

www.NurNet.org

İdareye Talib Olmak Müsbet Hareketi Parçalar

İdareye Talib Olmak Müsbet Hareketi Parçalar

 “Biz, kudsî hizmetimizde daima müsbet hareket ediyoruz.”[1]

            “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” [2]

“Hemen umumiyetle, Risale-i Nur hizmetinin yegâne maksadı olan imanın kuvvetlenmesinin vatan ve milleti tehdit eden dinsizlik ve komünistlik tehlikesine mâni olduğunu; şimdi en elzem vazifenin, fertlere ve cemiyete düşen hizmetin imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek bulunduğunu; zamanın en büyük dâvâsının Kur’âna sarılmak olduğunu, Risale-i Nur bütün kuvvetiyle bu meseleye hasr-ı nazar ettiğinden, vatan ve millet düşmanları, gizli dinsizler, bahanelerle hücuma geçip aleyhte tahriklerde bulunduklarını; “Fakat biz müsbet hareket etmeye mecburuz. Elimizde Nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak Nura kâfi gelir” diyerek Nur’un din düşmanlarını mağlûp edeceğinden müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğundan, Risale-i Nur’un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını; mesleğimizin en büyük esasının ihlâs olduğunu, rıza-i İlâhîden başka hiçbir maksat ittihaz edilemeyeceğini, Nur’un kuvvetinin işte bu olduğunu; ihlâsla, müsbet hareket etmekle inayet ve Rahmet-i İlâhiyenin Risale-i Nur’u himaye edeceğini.. ilâ âhir.. beyan ederdi.”[3]

            Nur talebeleri okuduklarını günlük hayatın her sahasında göstermekle mükelleftir. Okumak, anlamak ve yaşamak üç mühim meseledir. Hani şimdi kombin diyorlar ya hani.. farklı parçaların bir bütünlük oluşturması manasında. İşte bu üç kelime de bir bütünlük arz etmektedir.

            Nur talebelerinin vazifesi devleti idare etmek değildir. Çünkü Nurcuların bir şiarı şudur “bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanı kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.” [4] hakiki nurcular var olan tüm gayretlerini buna sarf ederler. Devlet idare etmeye talip olmazlar. Holigan tarzında bir partinin peşinde de gezmezler. Çünkü nurcuların gayesi siyasi değildir. İmani ve islamidir.

            Peki nurcuların siyasi ölçüsü nedir denilirse kısaca buna da değinelim.

            Nurcular, siyasette merkeze Halk Partisini koyar. Bunun karşısında, Halkçılara göre daha müsbet ve demokratik olan, nur hizmetine daha az zarar veren veya az müsaadekar ve müsamahakar olanlara ehven’ü-ş şer olarak destek verirler. Çünkü Halk Partisinin mazisi karanlık ve kanlıdır. Bu sebeple Halkçıların karşısıdaki yukardaki özelliklere sahip olan partiye destek verirler.

            Seçim zamanı menfi yani olumsuz eleştiriyi ehven’ü-ş şer olarak gördükleri partiye yapmazlar. Seçim sonrası ise müsbet yani olumlu eleştiriler veya tavsiyelerde ihtiyaca göre bulunarak ehven’ü-ş şer olarak gördükleri partinin müsbet hizmetlerinin artmasını temenni ederler.

            Yat, kat, arsa için değildir bu destekleri. İman, Kur’an, vatan ve milletin selameti içindir. En büyük müfessir olan tarih göstermiştir ki, yönetime talip olanlar ya istediklerini elde etmişlerdir ama dini kimliklerinden uzaklaşmışlardır. Ve bir süre sonra ekalli kalil olmuşlardır.

Nurcular ise, tarihi iyi okumuş ve siyasiler tarafından rakip olarak anılıp, milletçe bunlar siyasidir imajını vermemek için idareden uzak kalmış olup destek açıklaması yapmıştır ehven’ü-ş şer olarak gördükleri partiye. Tabi ki destek verirken bütün bütün her şeyini tasvib ederek değil.. müsbet manadaki hizmetlerini tebrik etmiş ve müstakim hizmetlerinin artması için dua edip yol gösterici tavsiyelerde bulunmuşlardır.

     “birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.” [5] kaidesini de iyi okumuşlarve mizansız mücadele tarzında bir boğuşmaya, itiş kakışa girişmemişlerdir nurcular, idare ile.

“daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek…” [6]temel gayeleri olan islamiyetin ihyası için toplumda şeair-i islamiye için gayret etmişlerdir.

Başka meslek ve meşreblerin hareketleri veya yanlışlarıyla, tüm işlerini bırakıp onlara hücum etmemişlerdir. Yanlışları izah edilerek gene kendi hizmetleriyle meşgul olmuşlardır. Çünkü, “Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.” Kaidesini hizmetlerinin temel prensiplerindendir.

Nur talebelerinin kanaat önderleri mesabesinde bulunan, Bediüzzaman hazretlerinin varisleri ve talebeleri cemaatin nabzını tutarak ve bu kadar kalabalık bir cemaatin vahdetini muhafaza etmek için dönem dönem beyanatlarda bulunmaları da bu sebepledir. Şimdilerde bazıları Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimizin beyanlarından rahatsız olmaktadır. Tabir-i caizse hadd-i buluğundan itibaren Bediüzzaman hazretlerinin yakınlarında ve nezaretinde hizmet dersi almış olan Hüsnü BAYRAMOĞLU ağabeyin beyanatları nurlardan ve Üstadımızdan aldığı derse binaendir. Çünkü nurun sahipleri, naşirleri, erkanlarının istikameti muhafaza etmek için bayanda bulunmaları elzemdir. Üstadımız da ve sonrasında erkan ağabeylerimizin hepsi bu vazifeyi ifa ettiler.

Hüsnü ağabey hakkında menfi konuşanlar, eminim ki, üstadımızın Menderes için beyan vermesini ve talebelerine Demokrat/Ahrarlara destek vermesini de tenkid ediyorlardır. Bu tenkid bir hastalıktır. Kalb ve ruha sirayet ederse her şeyde bir tenkid kapısıarıyorlar. Öyle ki belki Efendimiz (a.s.v.) zamanında ols

a O’nu da tenkid edecek kadar ifrat bir hal alacaklardı.

Bizler nur talebesiyiz ve mizanımız ise, Kur’an, Sünnet, icma’ ve kıyastır. Kıyası kafa fenerimize göre değil nurlardan aldığımız derslere göre yaparız. İşte ehven’üş-ş şer de böyledir.

Bizler bir partiye destek verirken tüm icraatlarını destekleyerek değil, var olan mevcud içerisinde – bizce – en müsbet ve iyisini seçeriz.

Hüsnü BAYRAMOĞLU ağabeyimizin de beyanatları yerinde ve muvafıktır. Yanlış adım atılmaması için lahikalar yayınlayarak Nur cemaatinin vahdetini muhafaza etmek emelindedir.

Rabbim kendisine sıhhatli ve istikametli hayırlı ömürler ihsan etsin inşaallah.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mektubat ( 419 )

[2] Emirdağ Lahikası-2 ( 241 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 463 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 482 )

[5] Mektubat ( 268 )

[6] Lem’alar ( 151 )

 

Kaynak: RisaleHaber 

 

www.NurNet.Org

Hangi adam var ki, bütün ahvâli şeriata mutâbık olsun?

Sual: Bazı adam, “Şeriata muhâliftir” diyor?

Cevap: Ruh-u meşrutiyet, şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilcâ-i zarûretle teferruat olabilir, muvakkaten muhâlif düşsün.

Hem de, her ne hâl ki, meşrutiyet zamanında vücuda gelir! Meşrutiyetten neş’et etmesi lâzım gelmez.

Hem de, hangi şey vardır ki, her cihetle şeriata muvâfık olsun; hangi adam var ki, bütün ahvâli şeriata mutâbık olsun?

Öyle ise şahs-ı mânevî olan hükûmet dahi mâsum olamaz; ancak Eflâtûn-i İlâhînin medîne-i fâzıla-i hayaliyesinde mâsum olabilir. Lâkin, meşrutiyet ile sû-i istimâlâtın ekser yolları münsed olur; istibdatta ise açıktır.

Sual: İtiraz ettiğin şeye nasıl cevap veriyorsun?

Cevap: Ben libâsa ilişiyordum. Hükûmet iyi bir adamdır. Pislerin libâsını giymişti. Biz o libâsı yırtmak ve yıkamak istiyorduk, olamadı. Zamana bıraktık; ta yavaş yavaş yırtılsın. Evet, namazı kılıyordu, kıbleyi tanımıyordu; sonra tanıdı veya tanıyacaktır.

Ehvenüşşerreyn, bir adalet-i izâfiyedir. Fakat kemâl-i telehhüf ile bağırıyorum ki, şiddete inkılâp eden fikr-i intikâmın tedâhülü ve heyecânâtı intâc eden tecrübesizlik, üzerimize emri şiddetlendirdi, pahalaştırdı. Muvakkaten, bir nevî karanlık çöktü. Emin olunuz ki, çekilecektir.

Sual: Neden makine-i ahvâl güzelce işlemiyor?

Cevap: Zira tecrübe, hamiyet, nûr-u kalb ve nûr-u fikri cem’ edenler, vezâife kifayet etmezler. Bazı ehl-i gayret ve hamiyette de meyl-i tahrip meleke olmuş; tâmire pek alışık değildir. Bazı ehl-i tecrübe ve tâmir ise, eskisine bir derece meyil ile, istidatları pek müsâit değildir. Demek, bize bir nesl-i cedîd lâzımdır.

Bunu da cidden söylüyorum: Eğer, meşveret şeriattan bir parmak müfârakat ederse, eski hâl yüz arşın ayrılmıştır.

Sual: Neden?

Cevap: Bir ince teli, rüzgâr her tarafa çevirebilir. Fakat içtimâ ve ittihat ile hâsıl olan hablü’l-metin ve urvetü’l-vüskâ değme şeylerle tezelzül etmez. İcmâ-ı ümmet, şeriatta bir delil-i yakînîdir. Rey-i cumhur, şeriatta bir esastır. Meyelân-ı âmme şeriatta mûteber ve muhteremdir.

İşte, bakınız: Eski padişahların iradesini, Ermeni rüzgârı veya ecnebî havası veya vehmin vesvesesi esmekle çevirebilirdi. O da, sükûta rüşvet-i mâneviye olarak, birçok ahkâm-ı şeriatı feda ediyordu. Şimdi kapı açıldı; fakat, tamamı ileride. Üç yüz ârâ-i mütekâbile ve efkâr-ı mütehâlife hak ve maslahattan başka birşey ile musâlâha etmez veya sükût etmezler. Hak ve maslahat ise, şeriatta esastır. Fakat 1 اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kâide-i şer’iyesince bâzan haram bildiğimiz şey, ilcâ-i zarûretle vâcip olur.

Taaffün etmiş parmak kesilir; ta el kesilmesin. Selâmet-i millet, cevher-i hayata tevakkuf etse, vermekten tevakkuf edilmez; nasıl ki, edilmedi. Dünyada en acîb, en garibi, rûhunu iftiharla selâmet-i millete fedâ edenlerden, bâzan garazında menfaat-i cüz’iye-i gurûriyesinde buhl eder, vermiyor.

Demek, şeriatı isteyenler iki kısımdır: Biri, muvâzene ile zarûreti nazara alarak, müdakkikâne meşrutiyeti şeriata tatbik etmek istiyor. Diğeri de, muvâzenesiz, zâhirperestâne, çıkılmaz bir yola sapıyor.

1 : Zarûretler haramları mübah kılar.

 

Bediüzzaman Said Nursi
(Asar-ı Bediyye| Münâzarat – 314)

www.NurNet.Org

Politize Mi Olduk ?

Politize Mi Olduk ?

 

“İman hizmeti, iman hakaiki, bu kâ­inatta her şe­yin fevkindedir hiç bir şeye tâbi’ ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve da­lâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki el­masları şişeye tebdil eden gafil in­sanlar naza­rında o hizmet-i ima­niyeyi ha­riçteki kuvvetli cereyanlara tâbi’ veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil et­mek endişesiyle, Kur’an-ı Hakîm’in hizmeti bize kat’î bir surette si­yaseti yasak et­miş. [1]

 

Size, kâinatın en bü­yük mes’elesi olan iman hizmeti ye­ter. [2]

Şu zamanda ülkemiz olarak bir seçim senesi yaşamaktayız. O, bu, şu partilerin çekişmesi piyasada aşikare görünmektedir. Her meslek ve meşreb sahibi olan kimseler de bu siyasi hadiseler karşısında bir şeyler yapmaktadır.

Herkesin bir ölçüsü var. Ölçü sağlam ve cari ve umumi olmayanın ölçüsü ise heva ve hevesi ve çevresinden duyduklarından ibarettir. Hal bu ki her duyulana inanmak tetkik etmemek, tahlil etmemek durumu her sakallı dedemdir demek gibidir.

“Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. [3]

 Bediüzzaman Said Nursi gibi bir dahi, hem muvazzaf, hem müceddid, hem allame bize bunu söylerken biz ölçüsüzlüğü veya sağlam olmayan ölçüleri kendimize ölçü almamız akıl tutulması ve fikri bir kabz haletinden öte bir şey değildir.

Nur Talebeleri kendisine ölçü olarak Risale-i Nur kıssaları olan Lahikalardan hisse alarak nurculuk yapar. Nitekim her mesleğin ölçüleri, prensipleri var. Bu prensiplerle sair mesleklerden ve meşreplerden ayrılır, farkını ortaya koyar.

Nur Talebelerini ise sair mesşlek ve hizmetlerden ayıran Lahikalardır. Lahikasız olanlarla şunu sormak isterim ki; sair mesleklerden senin farkın nedir? Şayet nurcu isek lahikaya uymak zorundayız. Lahikasız nurculuk iddia edenlerin bu idiaları kuru bir söz, tedavülde olmayan paradan bir farkı kalmamaktadır. Nurcuyu sair mesleklerden ayıran lahikadır. İman hakikatleri zaten her meslekte var.

Hiçbir cemaat/meslek din olmadığı gibi Risale-i Nur da bir din değildir. Bir anlayıştır. Bu sebeple her hangi bir meslek/cemaat bizden ayrılırsan mürted olursun, kafir olursun, dalalete düştün diyorsa o lafı eden kimse kendisini enaniyetin katmerli haline kendisini teslim etmiştir demektir. Şayet o meslekte bu hakimse o mesleğin istikametinden şüphe edilir. “Hülâsa; tarîkat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarîkattan düşen şeriata düşer, fakat -maazallah- şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır. [4]

 istikamet en büyük nimetler ve kerametler arasındadır. Doğru istikameti olmayan kimselerin hayatı ve hizmeti ve kendisine müteallik olan şeylerde zikzaklar çizmesi gayet normaldir. Çünkü elinde doğru istikametin malzemeleri bulunmamaktadır. Birisi hata yapınca onu tenkid etmek ise yanlıştır. Çünkü o hata yapan kimse, o hatayı gören kimse kadar bilmemektedir. Şayet o hatakar da hata yapmayan kimsenin bildiklerini bilse idi o hatayı yapmaya bilirdi.

Birisi duvara bir yazı yazmış. Şimdi ki aklım olsa idi şu, şu hataları yapmaz idi.

Başkası altına şöyle yazmış: o hataları yapmasa idin şimdi ki aklın olmazdı.

Bizler de hata yapanı görünce hemen hücum etmek yerine bu nazarla baksak güzel olacak. Hata ya cehilden yani bilmemezlikten veya gafletten veya dalaletten kaynaklanmaktadır.

Şeyet cehil ve gaflet ise ikazlarla uyandırılabilir; fakat dalaletten geliyorsa ne yaparsan yap vazgeçmez.

Nur Mesleğimizce zayıf damarlardan sayılan cah ve şöhretin en revaclı olan şeyi siyasettir. “Risale-i Nur şakirdleri dünya siyase­tine ve ce­re­yanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve te­nezzül etmiyorlar. [5]

 “Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatlarıyla bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebeb çıkar (Haşiye) o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak.

Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi’ ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur.

Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir. [6]

“Evet, bu zamanda siyaset, kalbleri if­sad eder ve asabi ruhları azab içinde bırakır. Selamet-i kalb ve isti­rahat-ı ruh istiyen adam, siya­seti bırakmalı. [7]

“Gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve ha­kiki vazife-i in­saniyeti ve âhireti unuttu­racak olan en geniş daire ise, siyaset da­ire­sidir. [8]

 Tüm bu mehazlara nazara alınıp hareket edildiğinde siyaset mana-i ismi ile olunca ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî değildir. [9]

 

  • Peki mana-i harfi ile ile olursa?
  • Din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-İ Sâlihînden başka siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. [10]

 

“Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. [11]dindarlar da siyaset yapsa etrafında mana-i ismi ile yani menfaat için siyaset yapanlar olacağı için tam manası ile muvaffak olamayacaktır.

Bir de mütedeyyin dindar kimseler tarafından destek görmezse bütün bütün zarar edecektir. Bu sebeple radikal islam veya ılımlı islam fikrine sahip olan yerlerden uzak durup orta halli olan bir yerle beraber olmak elzemdir.

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Emirdağ Lahika mekrublarında geçen ve hayatta olan varis ve talebelerinden halen hayatta olan 5 Talebesi vardır. Bunlar; Abdullah Yeğin, M. Said Özdemir, Ahmet Aytimur, Hüsnü Bayram ve Salih Özcan ağabeylerimizidir.

Nazarımızda üstadımızın ashabı olan bu ağabeylerimiz diğer talebeler içerisinde muvazzaf kılınmıştır. Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. [12] bu tavzif ile muhakkak ki bu vazife sahipleri daha teyakkuzda ve yollarda yön ve tehlike belirten yol işaretleri gibi bir vazife omuzlarına konulmuştur. Üstadımızın bu varis ve talebeleri tanımamak ise üstadın vasiyetlerini kabul etmemek manasına da gelmektedir.

Üstadımızın tayin ettiği bu ağabeylerimiz ise bizlere muhtelif zamanlarda ve mevzularda mektub yazarak bazı şeyleri söylemekteler. Bu sebeple zekası aklının önüne geçen zekiler vekil-i Bediüzzaman’ı, şahsın “Kendisinde bulunan sû’-i ahlâkı, sû’-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin.

 Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin. Binaenaleyh eslaf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû’-i zandır. Sû’-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler. [13] su-i zanlarla ve su-i ahlakla hikmetini bilmediği hareketlerinde tenkid ederek madi ve manevi tesanüte ve sadakatına zarar veremektedir.

Zeki olan kimseler hikmetini bilmediği ve kendi kurgusunda ve “tahayyül ve tasavvurunda [14] giydirdiği ve renk verdiği şekilde süşünüp hareket etmesi neticesinde hasıl olan hatalar mesuliyet getirir.

Şahsi ve umumi hukuklar  bu siyasi meselede de ortaya girmektedir. Her şeyde şahsi ve umumi hukuk söz konusudur. Mesela birisi x şahsına sözse bu şahsi hukuk olur. Lakin islamiyete sözse bu umumi hukuk olur. Veya biri dershaneye geliyor orada birisi ile arası bozuk bu şahsi hukuk olur. Ama orada umumi bir huzursuzluk yapacak olursa bu umumi hukuk olur.

Umumi hukuka tecavüz ise herkesle helalleşmekten geçer. Ve söylemek makamında olupta susanlar bu suskunluktan mesuldürler. Susmakla piyasayı bilmeyenlere bırakmış olurlar. Bilmeyenler konuşması şu misale benzer Şayet tilki vaaza başlamışsa kümesten endişe edebilirsiniz. İşi ehline vermezsek her şey elden gidebilir.

Ağabeylerimiz siyasi çalkantı ve bir sürü yaygaranın ortada gezdiği bir zamanda toplumda huzurun ve refahın bozulup maddi ve manevi terakkiyatın tekrar geriye dönmesi ve hizmetlere elfreni çekilmesine mani olmak için iktidar partisini lehinde alenen renk verip tafaf belirmeleri bazı çevrelerce abiler politize oldu gibi bir akıl tutulması sözlerini söyletmekteler.

Keskin virajlarda ki tabelayı sökerseniz çok kimsenin helaketine sebep olursunuz. Ağabeylerimiz de bu çalkantıda bu tedbiri uygulayarak savrulmaları önlemek istemişlerdir.

Türkiyede kalabalık olan ve eski adamlar; fakat en yeni meşreb ve neşriyata sahip Bir grup ise ağabeyler için politize oldu ve 0 siyaset gibi bir şeyler söylemekteler ve ağabeyleri hakikatte dinlememekte zahirde beraber görünmekteler.

“küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır manevî bir ecnebi olur. Evet, ben kendim gördüm: Lüzumsuz bir merak ile, mütedeyyin iken âmî bir adam -beride ilme mensubiyeti varken- eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlubiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytten Seyyidler Cemaatinin bir kâfire karşı mağlubiyetinden mesruriyetini gördüm.

 Böyle âmî bir adamın, alâkasız bir geniş daire-i siyaset hatırı için, böyle kâfir bir düşmanı mücahid bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acib bir misali değil midir? [15]

 Ağabeyler politize oldu diyenler kendileri nerede ise politika ve siyasetle hem hal olmuş olan bir güruhtur. Ağabeyleri saf dışı bırakıp yeni sahte abicikler türetip milleti o sahte abiciklerin çevresinde toplamaya çalışmakla hizmette farklı bir çığır ve yön açmak emelini gütmekteler.

Piyasada bir abi var birde kur-abiye var. Yani tasannu sahibi ve kendisini abi göstermek isteyen makam-ı kazip sahibi olan ehl-i cerbeze var. Bu cerbezeli kimseler hakkı batıl, batılı hak göstermek zekasına sahip olan kmselerdir. Bu cerbeze sahiplerinin ipleri, yularları nerede kimin elinde bu ise bizce aşikârdır.

“gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular.

 O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. [16]

 

Dost ve talebe kılığına bürünmüş sahte nurcu gibi duranlar çeşitli desiseler çevirirler. Hadiselerle kimin kaç ayar olduğu belli olmaktadır. Sadakat imtihanı şiddetli olur. Çok büyük zannedilenleri yutar devirir.

Lahikası Olmayan kimseler içtimai hadiselerde savrulmamaları imkansızdır. Bir ağaç eğer toprağı derin değilse kök salması imkansızdır. Toprağı derin olmayan yerdeki ağaçlar devrilirler. Lahika bu ağaç toprağının kök salması için var olan toprak gibidir.

Ağabeyler politize oldu diyenler kendileri politize olmuştur.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

(Haşiye): Demokrat çıktı, bir derece kırdı.

___________________________

[1] Kastamonu Lâhikası ( 137 )

[2] Kastamonu Lâhikası ( 193 )

[3] Münazarat ( 14 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 19 )

[5] Şualar ( 271)

[6] Emirdağ Lahikası-1 ( 160 )

[7] Kastamonu Lâhikası ( 123 )

[8] Emirdağ Lâhikası- 1 ( 57 )

[9] Mesnevi-i Nuriye ( 92 )

[10] Emirdağ Lahikası-1 ( 57 )

[11] Tarihçe-i Hayat ( 263 )

[12] Emirdağ Lahikası-2 ( 233 )

[13] Mesnevi-i Nuriye ( 66 )

[14] Sözler ( 287, 633, 634, 682, 706 )

[15] Kastamonu Lahikası ( 38 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 690 )

 

www.NurNet.Org