Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

Testi Kırılmadan Dostlara Hatırlatmak İstediklerimiz

  1. Haziran 2015 seçimleri, Türkiye’deki istikrara zarar vermemeli; tam tersine istikrarı pekiştirmeli; aksi takdirde maddi ve manevi zararlar arka arkaya gelir.
  1. Amerika’daki karanlık güçler, avrupa’daki bazı devletler ve maalesef bunalara alet olan bazı ahmaklar, islamofobiyi, türkofobiye ve hatta erdoğanfobiye çevirme niyetindeler. Her türlü provakasyona hazır olmalıyız.
  1. İktidar partisi, çok ihtiyatlı olmalı; herkesi kucaklamalı; özellikle adayları tesbit ederken dürüst, ehliyetli ve dindar olanları esas almalı. Şöhretini milletvekilliğine çevirmek isteyenlere iltifat etmemeli.
  1. Doğu ve güneydoğuda, müslüman halkımızı temsil eden ve ırkçı olmayan insanlara meyledilmeli.
  1. Saf müslümanlar, bazı şahısların hatalarıyla kandırılmak ve chp gibi dindarların ezeli düşmanı olan partiye kaydırılmak istenmektedir. Hatta hdp’ye bile destek veren saf müslümanlar bulunmaktadır.
  1. İttihadçıların sultan Abdülhamid’e yaptığı hataya, biz Türkiye müslümanları düşmemeliyiz. Sonradan ağlamaları fayda vermemiştir. Cumhurbaşkanımızın, asrımızın en az sultan Abdülhamid’i olduğuna inanıyorum. O da Abdülhamdi’in, cüz’i de olsa, hatalarına düşmemelidir. Hem sıhhatine ve hem de siyasetine dikkat etmelidir.
  1. Cumhurbaşkanı yalnız kaldı diyenlere sözümüz şudur: cumhurbaşkanımızı, sisiler, esedler, merkeller, hefterler, coniler ve bunların oyunlarına gelenler sevmiyor. Bununla iftihar ediyoruz. Ancan müslüman milletimizin % 52’si, islam aleminde ve avrupa ile amerika’da yaşayan ümmet-i muhammed’in kahir ekseriyeti seviyor ve dua ediyor.

Son cümlem şu hadis-i şeriftir: “birşeyi sevdiğinde bir dereceye kadar sev; zira bir gün gelir ona öfke duyabilirsin. Bir şeye öfke duyduğunda ise, bir dereceye kadar öfke duy; zira bir gün onu sevmek mecburiyetinde kalırsın.”

“Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kal’a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!.”

Mektubat ( 270 )

YARAB MEMLEKETİMİZİ VE MİLLETİMİZİ MADDİ VE MANEVİ MUSİBETLERDE KORU!

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

Bediüzzaman’ın Avrupa’ya Ve Hristiyanlara Yaklaşımı Ve Bazı Ahmaklara Cevaplar

Aziz olan Allah’ın rezil bir kulu, İslamoğlu denilen cahilin kanalında (Hilal TV) yine Bediüzzaman’a dil uzatmış. “Ahmakın cevabı sükuttur” ama, ama bazı şeyler söylemek de dostlar için zaruridir.

En temel iddiası şu:

“Bununla beraber Fethullah Hoca ve Cemaati ortaya çıkan sivrisineklerdir. Sivrisineklerle uğraşmaktansa, bataklığı kurutmak gerekir. Asıl bataklık ise, Bediüzzaman’ın kendisi ve onun talebeleri olan diğer Nurculardır. Çünkü Badiüzzaman Said Nursi, Ahir zamanda Hz. İsa’nın din-i hakikisi hâkim olacaktır, diyor. Bütün dünyayı Hıristiyanlara bırakıyor. Hâlbuki başta bu 3/81. Ayet, olmak üzere birçok ayet, İslamın dünyaya egemen olacağını ve İslamın dışında olan diğer bozulmuş dinlerin yeryüzünden silineceğini söylüyor. Bence Hükümet, Fethullah Hoca ve Cemaatiyle uğraşacağına Bediüzzaman ve diğer Nurcular ile uğraşmalı!”

BU AHMAK ULEMA-İ SU GRUBUNA CEVABIMIZ ŞUDUR:

  1. MEKTUB’DA AÇIKÇA “HURAFELERDEN VE TAHRİFATTAN KURTULACAK OLAN HAKİKİ HRİSTİYANLIK İSLAMİYETE KATILACAK; İSLAMİYET METBU’ VE HRİSTİYANLIK İSE İSLAM TABİ OLACAK” DİYEN BEDİÜZZAMAN’IN AÇIKLAMALARI VARKEN, BU DİL BİLMEYEN ADAMLARIN SÖZLERİNE KIYMET VERMEMEK GEREKİYOR.

AYRICA RİSLAE-İ NUR KÜLLİYATININ TAMAMI İSLAMI YÜCE HAKİKATLARINI İSBAT VE MÜDAFAA İEL DOLUDUR. ŞU SÖZ BUNUN İÇİN SON SÖZDÜR:

“Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!” Tarihçe-i Hayat ( 133 )

ŞİMDİ BAZI KONULARI İNCELEYELİM:

1        AVRUPA’YA BAKIŞIMIZ NASIL OLMALI?

Burada Müslüman ve Hıristiyanların dikkatlerini bir noktaya daha çekmek istiyorum. Bize göre Avrupa ikidir:

Birincisi, başta İslamiyet olmak üzere dinlerden ilham alan ve bütün insanlığa yararlı bilim ve teknolojiye beşiklik yapan Avrupa’dır ki, biz bu Avrupa’nın alkışlayıcıları ve hayranlarıyız. Bu noktada olumsuz bir düşüncemiz olamaz.  Hz. Peygamber’in “Hikmet Mü’minin yitik malıdır; nerede bulursa onu almaya en layık olan Mü’mindir.” Manasındaki hadisi bizim için çok önemli rehberdir.

İkincisi ise, Avrupalıların kendilerinin de şikâyet ettiği ve sakat bir kısım görüşlerle ahlaki çöküntünün çehresini teşkil eden Avrupa’dır ki, Batılı aklı başında insanlar da bundan şikâyetçidirler. TAHRİF EDİLMİŞ HRİSTİYANLIK DA BUNA DAHİLDİR.

Burada özellikle Kur’an’ın bir çağrısını hem Müslümanlara ve hem de gayr-i Müslimlere hatırlatmak istiyorum. Kur’an-ı Kerim Bakara Sure-sinde şöyle buyuruyor: “Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.” . Bu ayeti açıklayan Bediüzzaman Hazretleri meseleyi şöyle açıklamaktadır:

“Ey ehl-i kitap! Geçmiş olan enbiya ve kitaplara iman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile Kur’ân’a da iman ediniz. Zira onlar, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) gelmesini müjdeledikleri gibi, onların ve kitaplarının doğruluğuna olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur’ân’da ve Hazret-i Muhammed’de (a.s.m.) bulunmuştur. Öyleyse, Kur’ân Allah’ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (a.s.m.) de resulü olduğunu evleviyetle ile kabul ediniz ve etmelisiniz.” (..)

“Ey ehl-i kitap! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, inançlarınızı ikmal ve yanınızda bulunan dini esaslar üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’ân, bütün geçmişteki bütün mukaddes kitapların güzelliklerini ve eski dinlerin temel esaslarını cem etmiş olduğundan usulde muaddil ve mükemmildir. Yani, tâdil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın değişmesi tesiriyle değişmeye maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur.”

2          HIRİSTİYAN-MÜSLÜMAN İLİŞKİLERİNE GENEL BAKIŞ

Ben inanıyorum ve İslamiyet de bunu böyle mütalaa ediyor ki, insaniyet bir ailedir. Herkesin aslı birdir, herkes Allah’ın kulu ve Hz. Âdem’in ise çocuklarıdır. Bundan dolayıdır ki, Efendimiz (ASM) Veda Hacc’ında çok net bir üslupla bunu beyan etmişlerdir ve buyurdular ki: “Ey insanlar, sizin Rabbiniz birdir ve sizin babanız da birdir. Siz hepiniz Âdem’den geldiniz ve Âdem ise topraktan halk edildi. Kimse kimseden üstün değildir, Allah yanında en üstün olanınız takva sahibi olanlardır.”

On dört asır önce, dünyada görülmemiş olan en büyük evrensel çağrıyı İslam yaptı. Kuran-ı Kerim Ehl- i Kitaba şöyle sesleniyor (Hiristiyan ve Yahudiler): ‘De ki: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmayalım. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun biz Müslümanlarız”.(Allah’ın emirlerine teslim olanlar)”.

Kur’an’ın bu manadaki bir kısım ayetlerini daha sizlere takdim etmek isteriz:

“8. Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.

  1. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır”.

“İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuzdur”.

Avusturya Kardinal’i König’inde Viyana İslam Akademisi’nin açılışında ifade ettiği gibi, bugün insanlık, alabildiğine yayılan ahlaksızlık ve bir o kadar hızla artan dinsizlik karşısında, aradaki bazı farklılıkları bir tarafa bırakarak belli meselelerde ittifak etmek mecburiyetindedir.

Bu iki önemli tehlikeye karşı, Müslümanlarla Hıristiyanların ittifak edeceklerine, bizim Peygamberimiz şöyle işaret buyurmuşlardır: ‘Gelecekte siz Hıristiyanlarla barış içinde olacak ve müşterek düşmanınız olan dinsizlik ve ahlaksızlık ile mücadele edeceksiniz’ . ‘Müminler, sadece Müslüman kardeşleriyle değil, ayrıca ihtilaflı meseleleri bir tarafa bırakarak, dinsizlik ve ahlaksızlık tehlikelerine karşı dindar Hıristiyanlarla dahi ittifak kurmalılar’ şeklindeki bir İslam Allamesine ait olan beyan da bu hadise dayanmaktadır.

Bize göre bütün dünyada ve Avrupa’da doğru İslam’ın anlaşılmasına mani olan birçok maniler vardır. Avrupalıların doğru İslamiyet’i bilmeyişleri, Ortaçağda her din mensubunun aşırı taassubu sebebiyle İslamiyet’in anlaşılamayışı, din adamlarının meseleye tahakkümle yaklaşmaları, halkın bunları körü körüne taklit etmeleri ve İslamiyet’in bazı emirleri ile müspet bilimin arasında var olduğu iddia edilen bazı tezatlar, bu engellerin başında gelmekteydi. Bu engelleri bertaraf edebilmek için, şu üç kuvveti kullanacağız:

– Bütün insanlıkta filizlenmeye başlayan gerçeği ama sadece gerçeği arama arzu ve meyli.

– İster Müslüman ister Hıristiyan, bütün din mensuplarının farklı görüş ve dindeki insanları insafla dinlemesi.

– Hümanizm diye ifade edilen ve Kur’an’ın işaretine uygun olarak insanı sevmek.

3          HZ. PEYGAMBERİN MÜJDESİ

Ahmed ibn- Hanbel Müsned adlı hadis kitabında, Ebu Davud, İbn-i Mace ve İbn-i Hibban Sünen adlı eserlerinde Ahir zaman ile alakalı çok önemli bir hadis nakletmektedirler ki, bu hadisi belli yerlerde Bediüzzaman da kullanmaktadır: “Bir gün gelecek Hıristiyanlarla (Rum ile) tam bir emniyet içinde barış yapacaksınız. Siz ve onlar yani Müslümanlar ve Hıristiyanlar, kendilerinin dışında müşterek bir düşman ile birlikte savaşacaksınız. Galip gelecek ve çok kazanımlar elde edeceksiniz. Sonra tepeli bir çayıra konaklayacaksınız.”

Bir kısım İslam Âlimleri bunun Har-Magedon veya Armageddon adıyla Hıristiyan âlemi tarafından bilinen ve hayır ile şerri birbirinden ayıracak ve dünyanın sonunu getirecek savaş olduğunu açıkladıkları kıyamet alameti olay kastedildiğini zikretmektedirler. Bunu bazıları Avrupa ve Amerika ile Müslüman âlemi arasında çıkacak büyük bir savaş olarak da izah etmektedir. Ancak biz bunlara katılmıyoruz. Bediüzzman’a göre bu ortak düşman dinsizlik cereyanıdır. Doğru yorumun Bediüzzaman tarafından yapıldığına inanıyoruz . O şöyle özetliyor:

“İşte böyle bir sırada, dinsizlik cereyanı pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın ma’nevî şahsiyetinden ibaret olan hakîki İsevîlik dîni ortaya çıkacak, yâni Rahmet-i İlâhîyenin semâsından nüzûl edecek; hâl-i hazır Hıristiyanlık dîni o hakîkata karşı tasaffi edecek, hurâfelerden ve tahrifattan sıyrılacak, İslâmın hakikatleriyle ile birleşecek; ma’nen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâb edecektir… Ve Kur’ân’a iktidâ ederek, o İsevîlik şahs-ı ma’nevîsi tâbi’; ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; Hak Din bu iltihak neticesinde büyük bir kuvvet bulacaktır.

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûb olan İsevîlik ve İslâmiyet; ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak isti’dâdında iken, göklerde cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinâd ederek haber vermiştir. Mâdem haber vermiş, haktır; mâdem Kadir-i Külli Şey’ va’d etmiş, elbette yapacaktır.

Hazret-i İsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakîki İsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun manevi yakınları ve havassı, nûr-u îman ile O’nu tanır. Yoksa açık bir şekilde herkes onu tanımayacaktır”.

Kanaatimize göre bu birleşmenin vakti çok yakındır. Bu sebeple alabildiğine müsbet hareket etmek ve İslam’ın güzelliklerini gayr-i Müslimlere anlatmak bizim vazifemizdir.

BİRAZ ÖNCE NAKLETTİĞİMİZ ÜÇ PARAGRAFI ANLAMAYACAK KADAR CAHİL OLANLARA BAŞKA SÖZÜMÜZ YOKTUR.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

İUR Aleyhindeki Haberler ve Zaruri Bir Açıklama

Muhterem Dostlar

Son günlerde rektörlüğünü yürüttüğüm Rotterdam İslam Üniversitesi aleyhinde, bir Türkçe Haber sitesinde ve bazı Hollanda gazetelerinde, çarpıtılmış haberler yer aldığını üzüntüyle takip ediyoruz. Bu münasebetle bazı noktaların açıklanmasını zaruri görüyorum:

1. Türkçe haber sitesinde sonradan tashih edilen ancak Türk kardeşlerimize zehirini kusan haber, tamamen yalan ve kasıtlı …yapılmıştır.

2. Hollanda basınındaki haberler ise, her İslami kurum hakkında olduğu gibi abartılarak ve temcid pilavı gibi daha önce yaşanmış olaylar hatırlatılarak çarpıtılmış haberlerdir. Gezi olayları sebebiyle, ülkemizi Mısır’a çevirme gayretlerini ifşa eden makalemiz üzerine Hollanda Meclisinde hakkımızda iki Meclis Soruşturulması açıldığı ve bizim Hollanda’nın kurumları tarafından açılan soruşturmalar hakkında en ince ayrıntılarına kadar haklı ve doğru cevaplar verdiğimiz de doğrudur. Hazırlanan raporlar elimizdedir ve olumludur. Olay bu soruşturmaların Bakanlık tarafından kamuoyuna açıklanması olayıdır.

3. Hollanda bir hukuk devletidir. Bir Üniversitenin açılıp kapanması, uluslararası kurallara ve standartlara bağlıdır. Bu konudaki iddialar asılsız ve yalandır.

4. Rektör olarak Akgündüz, hem vatandaşı olmakla iftihar ettiği ve canı gibi sevdiği Türkiye’yi ve hem de 14 yıldır içinde oturduğu Hollanda’yı haksızlıklara ve her türlü teröre karşı fikren ve ilmen savunmayı vazife bilmektedir. Hakkın hatırı alidir; hiçbir hatıra feda edilmez.

5. Bize yapılan haksız saldırılara karşı sözümüz şudur: Biz İUR olarak doğru İslamiyeti ve İslamiyete layık doğruluğu talebelerimize öğretme gayesini güdüyoruz. “-İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.” Münazarat ( 9 )

Saygılarımla

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

Rector & President

Islamitische Universiteit Rotterdam

Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam

T +31 (0)10 485 47 21

F +31 (0)10 484 31 47

E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl

facebook.com/Prof. AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz

www.NurNet.Org

Milletimiz Bir Bedduadan Daha Kurtarılıyor!

MİLLETİMİZ BİR BEDDUDAN DAHA KURTARILIYOR
NAKİT PARA VAKIFLARININ OSMANLI VE CUMHURİYET DÖNEMLERİNDE BAŞLARINA GELENLER VE YENİ YATIRIM BANKACILIĞI PROJESİNİN ÖNEMİ

Vakıf paraların Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir kredi müessesesi olduğunu ve Devletin böylesine önemli bir müesseseye karşı lakayd kalmadığını da görüyoruz.

Nakit para vakıflarından elde edilen gelirler, vâkıfların şart koştukları çeşitli hayır işlerine harcandığı gibi, çeşitli kamu hizmetleri de bunlarla görülüyordu. Bunların başında bugün başta belediye ve sosyal güvenlik kurumları olmak üzere birçok kamu kuruluşlarının gördüğü hizmetleri ifa etmek için teşkil olunan ve “avarız akçesi” denilen yardım sandıkları gelmektedir. Bunların sermayesi tamamen vakıf paralardı ve mu‘âmele-i şer‘iye ile işletilerek geliri mahallenin ihtiyaçlarına, Ebüssuud’un ifadesiyle “techîz-i guzâta” ve mabedlerin anî ihtiyaçlarına sarfedildiği gibi, mahalledeki dullara, yetimlere ve kimselere de maaş verilirdi. Hatta mahallede işi iyi gitmeyen esnafa buradan kredi de verildiği olurdu. Askerî yardım ve asker ailelerinden muhtaç olanlara bakmak için de Yeniçeri kışlalarında “tasarruf ve yardımlaşma” sandıkları kurulmuştu. Bunların da sermayesi vakıf paralardı. Her esnaf kendi arasında, önceleri “esnaf kesesi” denen bir vakıf sandığı kurmuştu. Buna “esnaf vakfı” ve “ esnaf sandığı” da denirdi. Mütevellinin murakabesi altında idare edilen bu sandığın vakıf paraları, esnafa kredi olarak verilirdi. Mütevelli de Loncaya karşı sorumluydu ve her sene muhâsebesini kontrol ettirmek mecburiyetindeydi .

Osmanlı Devleti, vakıf paralara ilk müdahalesini, para vakfını câiz gören ferman ile yapmıştır . Daha sonra vakıf paralarla ilgili kâr hadlerini belirleyen ferman ve hükümler çıkarılmıştır . Kurulan vakıf idarî teşkilatları ise, her çeşit vakıflar gibi, para vakıflarına da nezâret etmektedir.

27 Safer 1255/1839 yılından evvel evkaf memurlarına verilen ta’limatta bazı esaslara riayet edilmesi istenmektedir. Şöyle ki: Osmanlı Devlet-i Aliyye’sinde bulunan vakıf paraların mütevelli ve bazı kimselerin zimmetlerinde İslâm Hukukuna uygun olarak, rehin veya kefil karşılığında kâr getirmek üzere işletilmesi amacı güdülen (istirbah olunan) paraların, sene sonunda meydana gelen nemaları, vakıflarının muhâsebeleri iyice tetkik edilerek bekayaya bir kuruş bırakılmadan gelir kaydolunacaktır. Gelir-gider hesapları yapıldıktan sonra artan gelirler, gelecek seneye irad olarak devredilecek ve vakfın alacağı sonradan ortaya çıkarsa mutlaka tahsil edilecektir. Vâkıfın şartları çerçevesinde, nakit para vakıflarına “asla halel gelmemek ve bir akçesi telef ve zayi olmamak” hususlarına dikkat olunması ve bunlardan hazine için “maaş-ı muharrer” namıyla akçe alınmayıp fakat muhâsebe harcı olarak binde 10 kuruş alınması ve muhâsebe kayıtlarının imzalı olarak hazineye gönderilmesi gerektiği belirtilmektedir .

Tanzimattan bir iki ay önce çıkarılan 27 Safer 1255/1839 tarihli “Taşrada Bulunan Müsakkafât Ve Müstegıllât-ı Vakfiyye Muâmelâtına Dair Ta’limname” ile , daha sonra çıkarılan 26 Zilhicce 1256/1841 tarihli ve 13 Zilhicce 1258 tarihli Ta’limname de ayni esasları çok cüz’î farklarla tekrarlamışlardır. 19 Cemâziyelahire 1280/1863 tarihli Evkaf Nizâmnâmesi ise, bu ta’limnamelerin ihtiva ettiği hükümleri daha ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Tekrar olmaması için bu Nizâmnâme hükümlerini zikretmiyoruz.

Tanzimattan sonra vakıfların idaresini Evkaf Nezâreti tamamen üstlendiği için, vakıf paralarla ilgili olarak da Hazine-i Evkaf-ı Hümâyûn’da bir komisyon teşkil olunmuştur. Hayır sahipleri “idane=kâr getirmek üzere mu‘âmeleye vermek” için vakfettikleri paraları hazineye teslim etmeye ve onlar namına hazine bu işi yürütmeye başlamıştır. Ancak hazine bu işi yürütememiş ve “idane” için hazineye yatırılan paralar âtıl hale gelmiştir. Bunun üzerine bir irade-i seniyye ile tekrar vakıf paraların işletilmesi (istirbahı), İslâm hukukunun kâidelerine uygun olmak şartıyla mütevellilere veya mütevelli kâim makamlarına terkedilmiştir. Hazineye yatırılan nakit paralar ise, komisyonun nezâretinde toplanacak ve zayi edilmeden işletilmesi için gayret gösterilecektir . Ayrıca vakıf paralardan borcu olup da ifasında bahaneler ilerı sürenler süresiz olarak hapsedilecektir.

1286/1869 yılında ise, evkaf tarafından yönetilen “avarız akçesi sandıkları”nın şehirlerde olanları evkafın üzerinden alınıp belediyeye verildiğini görüyoruz. Ancak diğer vakıf paraların işletilmesi yine evkafın kontrolünde yapılmaktadır. Hayır sahiplerı tarafından, bazı hayırlı hizmetlerin ifası için vakfedilmiş olan vakıf paralar ve avarız akçelerinin suiistimal edilmemeleri için, bunların miktarını ve adetlerini gösteren her vilayet ve livaya mahsus defter ve cedvellerin, daha sıkı takip edilmesine dair Evkaf Nezâretinin Tahrirat-ı Umumiyeleri mevcuttur. Bu tahriratlar mûcibinde “nükûd-u mevkufe” ve “avarız akçesi” tahsilatlarına itina olunacak ve hesapları çok sık tutulacaktır.

Çıkarılan Mürabaha Nizammnameleri ile % 9’luk faiz nisbeti kanunî ve serbest sayıldığı halde, yine de vakıf paraların halk tarafından “devr-i şer’î” veya “mu‘âmele-i şer‘iye” denilen usul ile işletilmesi ve faize itibar edilmemesi, halkın vicdanında meşrûiyyet bulmayan kanunların geçersizliğini ve “mu‘âmele-i şer‘iye” usulünün ise, fâiz şüphesi bulunsa da, tamamen fâiz mu‘âmelesi olmadığını göstermektedir .

3 Cemaziyel evvel 1332/1914’de merkezi İstanbul’da bulunmak ve idare Meclisinin kararı ve Evkaf nezâretinin tensibiyle diğer şehirlerde de şu’beler açabilmek üzere Evkaf Bankası adıyla bir banka kurulmuştur . Evkaf Bankasının görevleri şunlardır: Hisse senetleri, tahviller, menkul ve gayrımenkul malları karşılık tutarak yahut maaş veya vazifeler karşılığı borç verebilecek (ikraz); mevduat toplayabilecek; kiracı ve kiralayan olabilecek; hariçten ikraz olunan paraları kabzedebilecek; hisse senedi, tahvil ve diğer menkul mallar˝ alıp satabilecek, icâreteynli malların ve mîrî arazinin ferağ ve teminat işlemlerini yapabilecek; havale akdi başta olmak üzere ticarî mu‘âmelelerde aracı olabilecek, ziraî, ticarî ve sınaî şirketler kurabilecek; emre yazılı sened, poliçe ve diğer ticarî senedleri icra edebilecek; kâr karşılığı borç para verebilecek (ilzam-ı rıbh), kendisi de kâr karşılığı borç para alabilecek (iltizam-ı rıbh) ve her çeşit kâr ve zararı sahiplerine ait olmak üzere hisse senedleri tahvillerinin ücret karşılığında işlemlerini yürütebilecektir . Evkaf Bankasının sermayesi 500.000 Osmanlı lirasıdır. Bu sermaye hisse senetleri ile te’min edilecektir. Evkaf Nezâreti paralar ve avârız akçeleri ile bu senetlerden istediği kadar satın alabilecektir. Hisse senetleri nama yazılı ve sahipleri Müslüman olacaktır .

Bu kanunda dikkatimizi çeken en önemli nokta faiz mu‘âmelesinin bulunmayışıdır. Faiz değil yine mu‘âmele-i şer‘iye usulü mevcuttur (ilzam ve iltizam-ı rıbha yetkilidir). Mahiyet itibariyle faize benzese de bu kelime kullanılmıştır .

Devr-i şer‘î yoluyla vakıf paralardan rıbh-ı mülzem veya sadece rıbh denilen kâr temini usulü Nükud-u Mevkufe idaresinin teşekkülünden sonra da 1340/1921 tarihine kadar devam etmiştir. Evkaf Nazırı Hayri Efendi zamanında tesis edilen Nükud-u Mevkufe Müdürlüğü ile ikrâzât işleri bir dereceye kadar emniyet altına alınmış ve senetsiz ikraz yapılması yasaklanmıştır. Ancak evkaf memurları ve mütevelliler, yine de ikraz yapabiliyorlardı. 1924 senesi Evkaf Bütçesi Kanunu ile ikrazın devr-i şer‘î ile yapılması kaldırıldı. Mütevellilerden bu yetkiler alındı. Vakıf Paralar İdaresi, vakıf paralara el koydu ve yeni Medeni Kanunun hükümlerine göre 1926’dan itibaren idare edilmeye başlandı .

1954’e kadar vakıf paraları ve gelirlerinin çoğunluğu çarçur edildi ve gayeleri dışında kullanıldı. Vakıf paralarıyla Halkevleri binaları inşa edildi ve hatta dans salonları yapıldı. Merak edenler, Bediüzzaman Said Nursi adlı çalışmamızın II. Cildinde belgelerini görebilirler.

1954 yılında, vakıf kaynaklarını ekonomik kalkınmanın ihtiyaçları doğrultusunda en iyi biçimde değerlendirmek amacıyla VakıfBank kuruldu. Ancak bu bir faizli kurumdu ve vakfın ruhuna aykırıydı. Vakfedenlerin bedduası devam ediyordu.

Şimdi yeni bir müjde duyduk ve şöyle ifade ediliyordu:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Topkapı Müzesi’nin restorasyonu tamamlanan bölümlerinin açılış töreninde Vakıflar Bankası’nın katılım bankası kuracağını duyurdu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Vakıfbank’taki hissesini almak suretiyle bir katılım bankası haline getirme düşüncesinde olduklarını söyleyen Erdoğan, “Katılım bankasını kurmasıyla birlikte kendi yıllık kârından belli bir kısmını eserlere ayırması, restorasyonda kullanması, burslarla kredilerle bunun yanında birçok yerlerde aş evleriyle aynen ecdadımızın o akarları nasıl değerlendirdiyse, bizim vakıf medeniyetimizi çok daha güçlendireceğine inandığım bir anlayıştır o. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün hissesi yüzde 60, bugünkü rakamla 10 milyar doları aşıyor. Bu çok ciddi bir güç.” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.Org

Rector & President
Description: LogoIslamitische Universiteit Rotterdam
Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam
T +31 (0)10 485 47 21
F +31 (0)10 484 31 47
E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl
facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz

İslamda Mukaddes Değerlere Hakaretin Hükmü Nedir? Bir Müslüman Diğer Dinlere Hakaret Edebilir mi?

1. İSLAMİYET, HERHANGİ BİR PAYGAMBERE VE MUKADDES KABUL EDİLEN ŞEYLERE HAKARETİ YASAKLAR

Önemle ifade edelim ki, medeniyetler ve kültürler arası diyaloğun prensipleri ve halklar ve milletler arası barış içinde yaşamanın düsturları, akıllı insanların harekete geçerek, aradaki ihtilafları asgariye indirmeyi ve mümkün ise tartışmaları sona erdirmeyi gerektirir.

Bu sebeple bütün Avrupa hükümetleri, ırkı yahut dininden dolayı insanların hakaret ve baskıya maruz kalmalarını kınamaları gerekir. Bugün Müslümanlara ise, yarın sıra başkalarına gelecektir. Hoşgörü, karşılıklı saygı ve diyalog, modern toplumların temelini teşkil etmektedir.

Batı ve Amerika’da bazı kimseler, İslam’a ve Müslümanlara yapılan hakaretleri, ifade hürriyeti içinde göstermeye çalışarak yanılmaktadırlar. Hâlbuki böyle bir vahşî hürriyet, ırkçılık ve insan haklarını ihlal sonucuna götürür. Bu bir çifte standarttır. Bizler bir taraftan diyalog ve hoşgörüye davet ederken, birilerinin Müslümanların mukaddes değerlerine ve Peygamberlerine hakaret etmesi, insanlık âlemi için bir yüz karasıdır.

Biz bütün insanlığı Kur’an’ın şu temel prensibini dinlemeye davet ediyoruz:

Allah’tan başka ilahları çağıranlara hakaret etmeyiniz; ta ki onlar da intikam duygusu ile cehâletle hakaret etmesin.” (Kur’an, 6: 108).

Medeniyetler ve kültürler arası diyalog, dünya tarihinin yol haritasında önemli bir teşkil etmektedir. Uluslararası toplum, birlikte yaşamak için başka çare bulamamıştır. Dünyadaki bu kadar gerginlikler ve krizlerin bertaraf edilmesi için başka da çare bulunmamaktadır. Avrupa’da yaklaşık 25 milyon Avrupa vatandaşı Müslüman yaşamaktadır.

Biz entelektüel şahısları ve kültürlü şahsiyetleri, medeniyetler arası diyaloğa davet ediyor; bunların devletlerdeki kanun yapıcılar üzerinde de etkili olmalarını istiyoruz. Yoksa dünya barışı tehlikededir ve savaşları netice verecek ihtilaflar kapıda değil içimize bile girmiş durumdadır. Dünyanın kıyametini koparma potansiyeline sahip bir tehlike durumundadır.

2. İSLAM HUKUKU MUKADDES ŞEYLERE HAKARETİ MÜRTEDLİK OLARAK GÖRMEKTEDİR

İritidad kelimesi Kur’an’da kullanılmaz; ancak inandıktan sonra küfre girme; haktan yüz çevirme ve benzeri manalarla irtidad anlatılmıştır. Hadisden öğreniyoruz ki, İslam’a hakaret edenler, mutlaka cezalandırılmalıdır; ancak tevbe kapısı bunlara da açıktır. Ceza çeşitleri farklıdır.

Eğer bir Müslüman kendi dinine hakaret ederse yahut başka bir dine girerse mürted olur. Bunlar sorgulanır ve tekrar Müslüman olması birinci hedeftir. Ancak ısrarcı olursa, erkek mürtetlere idam cezası uygulanır. Diğer tarafdan kadın mürtedler, tekrar İslam’a dönünceye kadar hapis cezasına çarptırılır. 1839 tarihli Tanzimat Fermanından sonra bu cezaların kaldırılması için Avrupa çok siyasi baskı uygulamıştır.

İrtidad, sözle yahut fiille İslam’ı reddetmek diye tarif edilen bir suç olup Hukuk Mezheplerinin tamamı cezasında ittifak halindedirler. Ancak suçun unsurları oluşması gerekir.

Bu suçun mahiyeti hakkında iki yaklaşım bulunmaktadır: Hukukçuların ekseriyeti bu suçu had suçları arasına sokmaktadır. İmam Şafii ayeti böyle yorumladığı gibi, Hz. Peygamber’in tevbeye yaklaşmayan bazıları hakkında idam kararı verdiğini ifade eden hadisler de vardır. İmam Şevkânî hadisi zayıf bulsa da, İbn-i Abbas’ın naklettiği hadis şöyledir: “Kim dinini değiştirirse onu öldürünüz.” İkinci bir grup ise, irtidad suçunun siyâset-i şer’iye yani tazir cezaları arasın da sayılacağını ileri sürmüşlerdir.

Şi’anın İsmailiye kolu ve bazı modern bilim adamları, idam cezasını kabul etmemektedirler. Bediüzzaman Hazretleri dininden çıkan bir Müslümanı şöyle tasvir etmektedir:

Ecnebi dinsizleri gibi de olamaz. Çünki onlar, peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah’ı tanıyabilirler. Allah’ı bilmeseler de kemalâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir müslüman; hem enbiyayı, hem Rabbini, hem bütün kemalâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan daha hiçbir peygamberi (A.S.) tanımaz ve Allah’ı da tanımaz. Ve ruhunda kemalâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünki peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti umum nev’-i beşere baktığı için ve mu’cizatça ve dince umuma faik ve bütün nev’-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip, ondört asırda parlak bir surette isbat eden ve nev’-i beşerin medar-ı iftiharı bir zâtın terbiye-i esasiyelerini ve usûl-ü dinini terkeden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemal bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur.” (Sözler 144 )

3. PEYGAMBERE HAKARET EDENLERİN HÜKÜMLERİ

Bütün İslam hukuçuları, Hz. Peygamber’e hakaret eden bir Müslüman’ın mürted olacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Hz. Muhammed’e hakaret ile diğer Peygamberlere hakaret arasın da hüküm farkı da bulunmamaktadır. Kur’an-ı Kerim bu manayı teyid etmektedir. (Kur’an, 9: 64-66). Kısaca Allah’ın peygamberlerine hakaret eden kâfir olur. Bu konuda uygulama örnekleri sayılabilecek hadisler de mevcuttur.

Açıkça belirtmeliyiz ki, kim İslam’ın iman esaslarından birini alaya alır yahut inkâr ederse, gayr-ı Müslim ise kâfir ve Müslüman ise Mürted olur. Bazı İslam hukukçuları, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e yahut Ka’be’ye hakaret edenlerin de aynı hükme tabi olacağını söylemişlerdir. Gayr-i Müslimlerden İslam’ın mukaddes değerlerine hakaret edenlerle, bütün sosyal ve ticârî münasebetler kesilmelidir.

4. MUKADDES DEĞERLERE HAKARET EDENLERİN TEVBESİ

Bütün İslam hukukçuları, mukaddes değerlere hakaret edenler, samimi olarak tevbe etmeleri halinde, ahirette bunun faydasını görebileceklerini ve Allah’ın onları affedeceğini kabul etmektedirler. Ancak dünyada bunlara uygulanacak hukukî hükümler konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Malikî ve Hanbelî hukukçular, tevbe etseler de, irtidad suçunun cezasının tatbik edilmesi gerektiğini savunurken; bazı hukukçular, bunların tevbelerinin dünyada da kabul edileceğini savunmaktadır.

5. MUKADDESLERE HAKARET EDENLERİN İSLAM’DA BELİRTİLEN SUÇLARINI KİM UYGULAYACAKTIR?

Bu sorunun cevabı konunun özünü teşkil etmektedir. Müslüman bireyler, İslam hukukunun koyduğu cezaları uygulama hakkına sahip değildir. Mürtedin de cezasını ancak ve ancak bir Müslüman Devletin uygulaması mümkündür. Bunun için de Şer’î Mahkemeden karar alınması zaruridir Bu sebeple Bediüzzaman şöyle demektedi:

Şeriatta yüzde doksandokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü-l emirlerimiz düşünsünler. (Tarihçe-i Hayat 66 )

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

www.NurNet.Org

Rector & President
Description: LogoIslamitische Universiteit Rotterdam
Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam
T +31 (0)10 485 47 21
F +31 (0)10 484 31 47
E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl
facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz