Etiket arşivi: virus

Koronavirüs ile imtihanımız

Bu dünyanın ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil olmadığı, insanların imtihan için bu dünyaya muvakkaten gönderildiği, bu dünya hayatında onların karşılaştığı her halin onlar için bir *”imtihan sorusu”* ve o haller karşısındaki düşünüş, yorumlayış ve davranışlarının da o “imtihan sorusuna cevapları olduğu, her insanın bu dünya imtihanının neticesinin, “dünyevî ölüm”leri sonunda gidecekleri “ebedî âhiret hayatlarında” görüleceği; Kur’an âyetleri, Peygamberimiz’in (asm) hadisleri ve bunları kaynak alan yazılı ve sözlü tebliğlerde açıkça bildirilmektedir.
Meselâ: Kur’an- ı Kerîm’de, Mülk Sûresi’nin ilk âyetleri (mealen) şöyledir:
“1. Mutlak hükümranlık yalnız kendisinde olan Allah ne yücedir! O, her şeye kâdirdir!
2. O (Allah), hanginizin daha iyi amelde bulunacağını imtihan etmek için, ölümü ve hayatı yarattı. O güçlüdür, bağışlayandır.”
İnsanların dünyada birbirlerine yaptıkları imtihanlarda imtihan olanların defter-kitap açıp, imtihanı yapana veya ayni imtihanı olan diğerlerine imtihan sorusunun cevabını sorup, kopya çekip imtihan sorularını cevaplandırmaya çalışması “kesinlikle yasak” olmasına rağmen; onların Allah tarafından yapılan “dünya imtihanlarında” bunların tümü “kesinlikle serbest” ve hattâ “ısrarla tavsiye de edilen”dir.
Hem de bu imtihanı kazanmanın faydası, insanların birbirleri arasındaki imtihanları kazanmanın faydasıyla da asla kıyas edilemeyecek kadar büyüktür: EBEDÎ CENNET VE ONUN NİMETLERİ…
 
“Bu en mühim dünya imtihanımızda” karşılaştığımız her hâlin “bize sorulmuş bir imtihan sorusu” olduğunu düşünüp; o hâl karşısındaki düşünüş, yorumlayış ve davranışımızla “doğru cevap” verebiliyor muyuz?
—————————————————————————————————————————————————
NOT: Halen bütün dünya halkının gündeminde olan “korona virüs salgını” da, Allah’ın bu“dünya imtihanımızda” bize mühim bir sorusudur. Allah muvaffak etsin. Âmin.
Prof. Dr. Mustafa Nutku

Günümüzdeki koronavirüs sebebiyle hatırıma gelen bazı bilgiler

Muhterem Kardeşlerim, Görün: Allah’ın Ayeti Kerimesini: Nasıl isabet ediyor Koronavirüse:

Sebe Suresi: Sebe 34/ “…Dabbetül’erdu Te’kû min s-e-teh…” “دابة الارض” Dabbetü’l-arz ebcedi olarak 1441 ederek koronavirüs çıkış tarihine tam işaret ediyor. 

(اللە اعلم بالصواب) Doğrusunu ancak Allah bilir.

د : 4 ا : 1 ب : 2 ب : 2 ة : 400 ا : 1 ل : 30 ا : 1 ر : 200 ض : 800

Yekûn: 1441.

Evet Kur’an harflerinin her birinin bir değeri var: Elif 1 DAD 800 ve saire…Onlar Latin harflerine benzemezler… 

Değerli okuyucular: Koronavirüs hadisesi bütün dünyayı sarstı. Enteresandır, hiç kimse virüsün gelişinden bahsetmiyor. Bu virüs nereden geldi nasıl meydana geldi demiyorlar. Ama onunla beraber; İnsanların çok büyük bir kısmı Materyalist, Maddiyyun, Maddeci oldukları için yaptığımız günahlardan ötürü yaptıklarımız günahlarımızdan ötürü Allah bizi cezalandırdı hiç kimse demiyor, rast gele gendi kendine oldu diyorlar.

Zavallılar bir kısmı Dünyevi ilmin zirvesine çıkmış; fakat zavallılar Allah’ın varlığından hiç bahsetmeden, Maneviyatsız, problemi çözmeyi çalışıyorlar. Medyada bilgi beyan ederken: Koz kabuğuna sığmaz. Bu tesadüfen olmuşa havale ederken. Bu dertten nasıl kurtuluruz düşüncesi ile, vakit geçiriyorlar. Halbuki: Ağaçların tek bir yaprağı Allah’ın izni olmadan sallanamaz. Bunun bir delili de yukarıda ortaya koyduğum Allah’ın Ayetinin Virüs hadisesini teyid eden bir delil.

Hatta Ayeti Kerime: Olacak derken; Cifir-Ebcet hesabi ile tam 2020 senesine ile isabet ediyor. Hatta ve hatta çok daha enteresandır: Ateizm Komünizm adı altında yayılırken: Başta Çin, sonra Rusya’da ki, Stalin ve Lenin’in idaresi altında olan devletler, Halka Zoraki Ateizmi kabul etmiştiler. Fakat Rusya ve çevresindeki devletler işte 60-70 senedir Komünizmi terk ettiler;  Çin terk etmedi. Fakat, Koronavirüs ilk olarak onlarda zuhur etti. Bu hadisede, Akıllı olanlara imansızlığın kötülüğünü gösteriyor. Bunu da anlatayım: Medyada seyrettim: İlk olarak Çin de virüs isabet ettiği zaman: Yalnız Ateistlere isabet etmiş oradaki Müslümanlara asla isabet etmemiş. Akıllı Çinlilerde 10 milyon Nüfus Müslüman olmaya karar vermiş ve Hocadan Müslüman olma hallerini seyrettim.    

Bakın Üstadımız ne diyor: ” İman insanı insan eder belki de insanı Sultan eder. Küfür ise insanı Canavar bir Hayvan eder.” Bundan anlıyoruz ki  “Koronavirüs imansızları ve imanı zayıf olanları çok sarstı.” İmanlıyı virüs değil, hiçbir dert ve sıkıntı kolay kolay sarsmaz. Hastalık derdi şöyle dursun, Ölüm bile imanlı mümini sarsmaz. Çünkü: Ölüm onu çok sevdiği Allah’ına kavuşturmaya bir sebeptir. O bilir ki: Bu dünya bir misafirhanedir. Fırtına, sel, zelzele ve bu gibi virüs gibi taunlar müslüman için: Başta günahlara karşı istiğfar edip, sonra daha fazla dua, Kur’anı Kerim ve cevşen okumakla Allah’ına yalvarmasına bir sebeptir. Halbuki: siz söyleyin? Bu virüs hadisesi kaç tane imansızın imana gelmesine sebep oldu? Hayır. Peygamberimiz a.s.m. Buyuruyor: “Bir Müslüman başka dinden olana kıyafeti ile benzese, o onlardan olur.” Halbuki: toprağı şehid kanıyla yoğrulan Türkiye’mizde en az yüzde altmışı Avrupa gavurlarına benziyor. Aman Ya Rabbi onlara hidayet ver.   

Evet: Bu virüs hadisesinde imansızlar ve imanı zayıf olanlar ne kadar çok sarsıldı, onların o halinden Müminler iyi ders alırlar. Ölüm mümin için cennete gitmeye bir sebeptir. Kafir için de sonsuz cehennem ateşinde yanmaya götüren bir vasıtadır.

Yanlış anlaşılmasın! Devletin talimatına uyacağız. Koronavirüse karşı hem maddi tedbirlerimizi alacağız. Hem de: Ölüme hazır mıyız günahlarımız varsa bağışlanmamız için el açıp Allah’ımıza yalvaracağız. Mademki evde kalmak mecburiyetimiz var hiç boş durmayacağız, nafile namaz, Kur’an, cevşen ve bildiğimiz duaları okuyup Allah’ımıza yalvarmakta bulunacağız, bu vaziyetlerde devam edeceğiz. Mümin bu iki servetin kıymetini bilip onları katiyyen boşa harcamayacak. Sıhhat ve vakit.      

İmansızlar kanuna uymaktan çok, ölüm korkusu ile yaşıyorlar. Aman bu virüs canımızı alıp bizi yok edecek. Onların çoğu öldükten sonra dirilmeye inanmazlar. O zavallılar ölümden herkesten fazla korktukları için, sokağa çıkmıyorlar. Onlara da Allah hidayet versin…

İşte bu sebeplerden Allah’a inanmayanlar, bu hadiseler tesadüfen oldu derler; Allah’ın varlığını kabul etmeyenlerin vay haline!

Aşağıda göstereceğim: Tıp uzmanlarının serdikleri deliller ile: Her şey Allah’ın kudreti ile olduğunu göreceksiniz? Siz ister inanın, isterseniz inanmayın. Fakat bu delilleri ehli insaf katiyyen inkâr etmez ve edemez. 

İşe; Tıp uzmanlarının ifadelerini size sergileyeceğim:

Peygamberimiz a.s.m buyurmuş: “Kendini tanıyan Allahını tanır”

Akıllı insanı hayrette bırakır insanın yaradılışı. Dünyayı versen sana hiç kimse gözlerini vermez ama ibadetten kurtulmak için, yapılışını tesadüfe havale ediyorlar. Allah yalnız insana değil hiçbir mahluka: Tek göz vermemiş çift vermiş, kazara birini kaybetsen öteki ile idare edersin. Kulakları da çift vermiş, ne dersiniz o kulak içinde ne var ki çoğunun sesini fark ediyor. Bu ses annemin sesi bu babamın sesi bu oğlumun sesi ve onun sesi, bunun sesi ve saire. İnsanın beyni en kıymetli bir organ olduğu için, Allah onu sert bir kemikle sarmış ve çok zararlı şeyler ona tesir edemiyor.

Ellerimize parmaklar koymuş.  Her hangi şeyi tutabilmek için her parmağa üçer adat menteşe koymuş ve ilim adamları diyorlar ki baş parmağımız olmasa idi: bu günkü bütün ilerlemelerin ancak %10 una erebilirdik. Çünkü baş parmaksız neyi tutabilirsin? Kollara menteşe, bacaklara menteşe, boynumuza menteşe, hatta başımızı çevirmede görebilmek için: Gözlerimize de menteşe koymuş. Bütün bunlar annenin karnındaki hücrede yöneten kim? Ya diyeceğiz, bunu Allah’tan başka hiçbir varlık yapamaz. Ya diyeceğiz aptal, sağır ve kör olan tabiat yaptı?  Halbuki tabiat dedikleri şey, rast gele kendi  kendine oldu, demektir.   Tesadüfen oldu demektir.

Görün  bir saniyede vücudumuzda neler oluyor? İnsanın beyni, dışarıdan ve vücudun içinden gelen 750 milyon uyarıyla ilgilenirmiş. Retina, beyne saniyede 10 milyon “bit”lik bilgi gönderir. Her hücre bölünmesi sırasında 3 milyar harften oluşan 1 milyon sahifelik bir kütüphane oluşan DNA kopyalanır. Evet bir hücrede ne var? Hücrede 1 milyon Protein, 8 bin Amino asit, 5 element, 40 bin Atom, 25 bin DNA ve 25  RNA Molekülleri. Tıp dalında tahsil gören ilim adamları diyorlar ki: RNA ve DNA moleküllerin vücudumuzda yaptıklarını, eğer yazabilsek, 1 milyon sahife yazı oluşacaktır.

Kalp 100 mililitre kan pompalar ve vücumuzdaki kan 200  metre yol kateder. Vücudumuzda saniyede 50 milyon hücre ölür ve hemen 50 milyon hücre dirilip oluşur.

Ey insan! Sen kendi kendine malikmisin? Saniyede vücudunda olup bitenlerden haberin varmı? Senin kudretin ilmin, iradeden, gücün buna yetmez! Sen kendine malik değilsin, bu işlere malik olan “tesadüfler” olduğunu mu sanıyorsun?

Şimdi, bakın vücudumuzun Allah tarafından antika ve çok hassas yaradılan aza ve duygularımıza: Ortalama 10 cm büyüklükte olan bir böbrekte: 1.200.000 süzgeç ve süzgeçleri birleştiren 34 km uzunlukta süzgeç kanalı bulunmaktadır. Küçük olmasına rağmen, günde 4 arabanın harcadığı benzin kadar, yani günde 200 litre kanı süzüyor. Kanda bulduğu 3000 farklı kimyasal maddeyi  test ediyor ve faydalılarını bırakıp, zararlı olanları da süzerek idrar yoluyla vücuttan atıyor… Tüm bu özellikleriyle İnsan Böbreği, asla taklit edilmesi mümkün olmayan Yaratılış harikası bir  makinedir. Halbuki böbrekleri çalışmayanlar: İnsan yapısı olan, Diyaliz makinesine gidiyorlar. O makine 90 kilo ağırlığında olduğu halde, 300 gram ağırlıkta olan böbreğin yaptığının, Diyaliz makinesi ancak %30 unu yapabiliyor.                    

1.200.000 filitreye sahip olan böbreklerimiz. 2.5 milyon GB kuvvetindedir hafızamız. 576 megapixel gücündedir gözümüz.

Ömrü boyunca 250 milyon kere atar kalbimiz. Vücudumuz 100.000 km damar ağıyla donanmış. İnsanları eşrefi mahluk olarak Allah yaratmış. Evet paha biçilmeyecek kadar değerli olan organlarla Allah bizi donatmış. Bütün bunları topraktan yaratan Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Bütün bunları: Sağır, kör, aptal olan tabiat mı yarattı? Zerre kadar insafı olan biri kesinlikle bunu tabiat yaptı diyemeyecektir.               

Bunu da ilave edeyim:  Üzerinde yaşadığımız Dünya: saatte 1670 km hızla kendi ekseni etrafında döner ve 108.000 km hızla da güneşin etrafında döner. Güneş sisteminin,  galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati saatte 720.000 km. iken, samanyolu galaksisinin uzaydaki hızı saatte 950.000 km.dir. Durmaksızın devam eden hareket öylesine yoğundur ki, dünya ve güneş sistemi her sene bir önceki sene bulunduğu yerden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.

Acaba böyle intizamlı bir hareketin tesadüfen olması hiç mümkün müdür?

Düz yolda giden bir arabanın intizamlı hareketine hayretimiz olursa? Basit bir intizamı dahi, şoförün maharetine bağlamak zorunda olan insan: Nasıl olur da kâinattaki şu intizamı tesadüfe ve sebeplere havale ediyor.

Bu yazı insaflı tabiatçıları Tabiatçılık fikrinden kurtardığı gibi imanlı kimselerin de imanlarına kuvvet verir ümidindeyim.

Paylaşan Abdülkadir Haktanır

İlahi bir ikaz: Koronavirüs!

Koronavirüs üç aydan beri dünya gündeminden düşmedi, gün gittikçe daha fazla korku ve paniğe sebep oluyor. Dünyayı tekniğiyle, silâhıyla korkutan, hâkimiyetinin üstünlüğünü biçare İslâm devletlerinin üstünde tatbik eden zalim devletler üstün teknolojisilerine rağmen koronavirüse karşı yenik düşmüşlerdir.

Çin’den çıkan virüsün dünyaya yayılması sebepsiz değildir. Orada bulunan Müslüman Uygur halkına yapılan zulmün acısı arş-ı âlâyı titretti. Bu zulme insanlık âleminin sessiz kalması da bir zulüm değil midir? Beşer zulmeder, kader adalet eder. Bu gün dünyayı saran koronavirüs korkusundan insanlar evlerinden çıkamaz olmuşlardır.

Dün peçesiyle evin önüne çıkamayan Doğu Türkistan Müslümanları, bugün Çin halkı maskesiz yani peçetesiz sokağına çıkamaz hâle gelmiştir. Kudret sahibi Allah’ın adalet hükmü böyle tecelli eder. Hemen bütün dünya devletleri koronavirüsü tehdidi altındadır. Koronavirüsün tehdidi neticesinde kuru gıda, temizlik malzemesi ve maske marketlerde tükendi…

Tarih boyunca virüsler insanlara, hayvanlara hatta bitkilere musallat olmuş ve olmaya da devam ediyor.  Virüsler birer canlı mahlûkturlar, birer âlemdirler. Başıboş değildirler. Cenab-ı Allah’ın birer muti emirberleridirler. Her şey daima Allah’ı tespih ediyor. O’nun emirlerine göre hareket ediyor. Koronavirüsü de bugün görevli bir memurdur, görevi bittikten sonra her mahlûk gibi o da göç edecektir.

Yapılan tesbitlere göre dünyada her gün 500 bin insan ölüyor. Bu ölümden korkmuyoruz veya aklımıza pek getirmek istemiyoruz. Bu güne kadar koronavirüsden ölenlerin sayısı 5000 olduğu söyleniyor. 7 milyar dünya nüfusuna karşı bir orantı kursak yüz binde 0,7’ye tekabül eden bir ölüm ihtimali için insanlık âlemi titriyor. Amma, her verdiğimiz nefesin arkasında bizi bekleyen ölümü nedense hatırlamak istemiyoruz. 

Evet tedbirimizi alacağız, maddî manevî duâmızı yapacağız. Gerisi Allah’a havale edip, kadere teslim kederden emin olmalıyız… Risale-i Nur’un penceresinden konumuza ışık tutan bir cümle ile bitirmek istiyorum.

Şöyle ki:

“Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan ta taun ve tufan ve kaht (kıtlık) ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri, O Rahim-i Hâkimin elindedir. O’ Hâkim’dir, abes iş yapmaz, Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.” Bütün mahlûkat ile beraber virüslerin de, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın” Kabza-i tasarrufunda” olduğunu bilmeliyiz. Virüsler, musîbetler hepsi de birer ikazdır. Önemli olan bu ikazlardan ders ve ibret almaktır.

Mü’min, ne koronavirüsden, ne de başka virüslerden korkmaz ve korkmamalıdır… Mü’minin korkusu gıybet virüsü, haset virüsü, kin ve garaz virüsü, makam virüsü, mal virüsü ve hırs virüsüdür….

Cenab-ı Allah (cc) belâ ve musîbetler başımıza gelmeden önce günahlarımıza tövbe etmeyi, halimizi düzeltmeyi, emir ve yasakları istikametinde yaşamayı nasip eylesin.

Bizleri el-Hafiz, sığınanları koruyan, saklayan isminin hürmetine belâ ve musîbetlere karşı korusun. Âmin…

19.03.2020

Rüstem Garzanlı

Korona Virüs

Çin’in Vuhan kentinde başlayıp dünyayı saran virüs korana (COVID-19).  Dünyada milyonlarca insanı tehdit eden hastalık binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. İnsanlar evlerinden çıkmaz oldular, birçok ülke sokağa çıkma yasağı koydu, ülkeler arası tüm ulaşımlar iptal oldu, bütün bunların yanında Kâbe’de tavaf ve namazlar yasaklandı, mescidi nebevide ziyaretler yasaklandı, ülkemizde tüm camilerde Cuma namazı dâhil tüm ibadetler yasaklandı.

Zerreden şemse her şeyin dizgini elinde olan Allah (cc) böyle bir musibeti tüm dünyaya neden vermişti?

Koronavirüs bize ilk önce ne kadar zayıf ve aciz olduğumuzu hatırlattı. Bediüzzaman “Sen öyle bir za’fiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür..” buyurmuş.

Bu hadiseyi Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerim bir zâtın tasarrufunda tasavvur etmeyenler bütün bunları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, elem çekerler, korku içinde titrerler. Müslümanlar “Allah birdir, mülk Onundur, vücud Onundur, her şey Onundur.”der.

İnanan insanlar sarsılmaz bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, her şeyin üstünde Cenab-ı Hakk’ın sikkesini görür ve her şeyin cebhesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede dalalet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.

Evet hastalıkların bir kısmı var ki; eğer ölümle neticelense, manevî şehid hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir hark ve taun ile vefat eden de, şehid-i manevîdir, bu hastalar velayet derecesini ölümle kazanır.  Müslüman “Hâlık ve Rezzak, Hem Rahîm’dir; ihsanı, merhameti çoktur” diye itikad ettiğinden her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur o kapıyı dua ile çalar.

Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karşı korunur. İmanı, ona bir emniyet-i tamme(tam bir güven) verir.

Ebcet karşılığı hicri 1441 miladı 2020 ye denk gelen “dabbetülarz” hakkında Bediüzzaman’ın yazdıkları oldukça ilgi çekici.

Amma “dabbetülarz”: Kur’anda gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ Nasılki kavm-i Firavun’a “çekirge âfâtı ve bit belası” ve Kâ’be tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe’ye “Ebabil Kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe bir nev’dir. Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak.

Belki ُهَتَاَسْنِمُ لُكْاَتِ ضْرَاْالُ ةَّابَٓدَّ لاِا âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbetülarz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû’-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.”

Üstadımız bu konunun tafsili hakkında “ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum” dediği için bizlerde bir kanaat belirtmiyoruz. Bizler bu musibetin manevi sebepleri ve bizim nasıl mukabele edeceğimiz mevzusu (Maddi-Manevi Tedbirler) hakkında Bediüzzaman ne demiş ona kulak verelim.

Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Kâfir yıllarca Suriye’de Myanmar’da Libya’da dahası dünyanın neresinde mazlum Mümin varsa öldürdü, başlarına bomba yağdırdı, vatansız bıraktı, ceza gelecekse kâfirin başına gelmeli.

Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir. Lut kavmi helak olurken yirmi bin zakir zikir çekip teheccüt namazı kılıyormuş, melekler Yarabbi yanlış mı geldik deyince Allah(cc) onlardan başlayın buyurmuştur. Bir çok Müslüman olaylara sessiz kaldı, o çocukların kadınların çığlıklarına kulak tıkadı.

Bu kadar mı? Tebliği vazifemizi terk ettik bir derste konuşmacının “Kıyamet, vazifesini yapmayan Müslümanlar yüzünden kopacak” dediğini hatırlıyorum. Buluğ kökünden gelen tebliğ akıl buluğa gelen her Müslümana farzdır. Devletler bunu eliyle yaparken diğer Müslümanlarda diliyle yapar, en zayıf olanı da kalbiyle buğz etmektir, ama gelin görün ki işveren işçisine tebliğde buğz etmeyi seçti, ana baba komşusuna, evladına bir şey anlatmaktan geri durdu.

Üstadın dediği gibi ekseriyet hata yaptı bütün bunlar Gayretullaha dokundu, bazı Müslüman geçinenler zalimlerin fiillerine manen de olsa iştirak etti, böyle olunca musibet bir yol buldu Müslümanlarında canını yaktı. Küfranı niğmet edildi, şükür edilmedi, nimeti ilahiyenin kıymetini takdir etmedik, haramlar açıktan işlendi, kul hakkı yendi, Allah’a kullukta Peygamber (sav) ümmetlikte çok kusurlar yaptık, ibadetten geri durduk ramazanlarda ümmetin hali ağlattırıyordu kâmil Müminleri, umre turistik gezi olmuştu, Kuranı Kerimin ayetlerine yanlış mana veriliyor Peygamberimizin(sav) hadisleri yok sayılmaya başlanmıştı. Müslüman kızlarımızın tesettürü farzdan çok modacıların tarzına göre olmuştu. Maddiyyunluk, bir taun-u manevîdir diyor ya Üstad maddecilik çok öndeydi maneviyat yara almıştı.

“Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müdhiş tokatlar yiyecekler.” diyen Bediüzzaman haklı çıktı. Âyette vardır: Öyle musibetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” Çünki musibet-i âmmeden masumlar hârika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünki din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da bela çekerler.

Bu musibete karşı ne gibi tedbirler almalıyız, onunla nasıl mücadele etmeliyiz?

Maddi olarak devlet yetkililerin almış olduğu tedbirlere tam riayet etmeliyiz doktor ve konunun uzmanlarının sözlerine eksiksiz uymalıyız. Müslüman şunu iyi bilmeli, dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. Ve beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitlerde aczini anlar, dua ile niyaz ile Kadîr-i Mutlak’ın dergâhına iltica eder, ağlayarak gözyaşı dökerek ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiğfar etmeli ve sünnet-i seniye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlahiyeye iltica etmeli. Hem bilinmeli ki böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, kısmı azamı tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle defolur.

Camilerden yapılan dualar, yakarışlar, okunan salatı selamlar, getirilen tekbirler bu manayı yerine getirmiş olur inşallah. Evet, Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebeptir. Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilasına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.

Zenginler aç ve fakirlere zekât ile yardım etmeli, onların dilenmesine ve anarşi çıkarmalarına müsaade etmemeli, nefsini şımartanlar; Kardeşini komşusunu gözetmeli, hastaya, yaşlıya bilhassa ana babasına hürmette saygıda kusur etmemeli, onları huzursuzluk evlerine bırakıp gönüllerini kırmamalı üç kuruşluk dünya malı kazanacağım diye kadınlarımız İslami kuralların hiçe sayıldığı işlerde çalışmamalı, anneler bilhassa küçük çocuklarını belli bir yaşa gelinceye kadar kendileri bakmalı, unuttuğumuz müspet adetlerimiz, örflerimiz hayata geçirilmeli, helal harama dikkat edilmeli, ibadetlerimiz ihmal edilmemeli.

Madem elimizden kazaya rıza ve kadere teslim ve hizmet-i imaniye ve Kur’aniye ve Nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî teselliden başka bir şey gelmiyor; elbette bize en elzem iş, telaş etmemek ve me’yus olmamak ve birbirinin kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve korkmamak ve tevekkülle bu musibeti karşılamak ve habbeyi kubbe yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermemektir. Bu dünya hayatı, hususan bu zamanda, bu şerait altında kıymeti yoktur. Başa ne gelse gelsin, hoş görmeli.

Bu hengameden, selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatla girenlerdir. Çünki bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlahiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar.

Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler. İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur’un imanî ve Kur’anî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.

Yâ Rab! Kusurumuzu afvet, bizi kendine kul kabul et, bu bela ve musibeti bizden ailemizden İslam aleminden, insanlık aleminden, dünyadan kaldır Allahım, bir daha böyle musibetler verme Allahım emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl Allahım. Amin.

Çetin KILIÇ

Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçmak

“Buharî ile Müslim’in ittifakla naklettikleri bu hadis, salgın hastalıklar karşısında tedbirli davranmanın ve yetkililerce bu meyanda alınan tedbirlere itaat etmenin kesin ve açık bir mükellefiyet olduğunu, bu konuda gösterilecek ihmalin ise insanların hayatını tehlikeye atmak anlamına geleceğini ve kişiyi Allah katında büyük bir sorumluluk altına sokacağını gösteriyor”

İbni Abbas (r.a.) anlatıyor:

Ömer b. Hattab (r.a.) Şam’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Serğ denilen yere vardığında, Hz. Ömer’i ordu komutanları (Ebû Ubeyde b. Cerrah ve arkadaşları) karşıladılar ve ona Şam’da salgın hastalığın başgösterdiğini haber verdiler.

Hz. Ömer bana “İlk Muhacirleri çağır” dedi.

Onları çağırdım. Hz. Ömer Şam’da salgın hastalığın başgösterdiğini bildirerek onlarla istişare etti. Onlar ihtilâf ettiler. Bazıları “Sen bir iş için yola çıktın; geri dönmen için bir sebep görmüyoruz” dediler. Diğerleri ise “İnsanların kalan kısmı ile Resulullah’ın ashabı seninle beraber; onları tehlikeye atmanı uygun görmüyoruz” dediler.

Hz. Ömer onlara “Siz gidin” dedikten sonra bana da “Ensârı çağır” dedi.

Ensârı çağırdım, Hz. Ömer onlarla da istişare etti. Onlar da Muhacirlerin yolunu tutup ihtilâf ettiler.

Hz. Ömer onlara da “Siz gidin” dedikten sonra bana dönüp şöyle dedi:

“Bana Mekke’nin fethinden önce hicret eden Kureyş’in yaşlılarından burada bulunanları çağır.”

Ben de onları çağırdım. Onlardan iki kişi bile bu konuda ihtilâf etmedi. Hepsi birden “Biz senin insanlarla beraber geri dönmeni ve onları vebâ salgınına atmamanı uygun görüyoruz” dediler.

Hz. Ömer bunun üzerine halka seslenerek “Sabahleyin ben bineğimin sırtında olacağım; siz de bineklerinize atlayın” dedi.

Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a.) “Sen Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi.

Hz. Ömer “Keşke bunu senden başkası söylemiş olsaydı Ebû Ubeyde” dedi. Onun muhalefetinden Hz. Ömer hoşlanmamıştı. “Evet,” dedi. “Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Söylesene, senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler, bu vadinin iki tarafından biri verimli, diğeri de çorak olsa, sen develerini verimli yerde de otlatsan, çorak yerde de otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?”

O sırada, bir süredir bazı ihtiyaçları için ortalıkta görünmeyen Abdurrahman b. Avf (r.a.) çıkageldi ve “Benim bu konuda bilgim var,” dedi. “Resulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işitmiştim: Bir yerde veba olduğunu işittiğiniz zaman oraya girmeyin. Siz oradayken bulaşıcı hastalık başgösterecek olursa hastalıktan kaçmak için oradan çıkmayın.”

Bunu işiten Hz. Ömer Allah’a hamd etti ve Şam’a girmeden geri döndü.

Buharî, Tıb: 30; Müslim, Selâm: 98

Ümit Şimşek

https://yazarumit.com/allahin-kaderinden-allahin-kaderine-kacmak/