Halil İbrahim DEDE tarafından yazılmış tüm yazılar

SEN RABBİNDEN RAZI MISIN? RABBİN SENDEN RAZI MI?

Bir akrabamı ziyaret için gittiğim bir evde, duvarda asılı, çerçevelemiş şöyle bir yazı gördüm: ALLAH’IM BEN SENDEN RAZIYIM; SENDE, BENDEN, RAHMETİNLE RAZI OL!” altında da ev sahibin ismi..

Çok yüksek manalar içerdiği için üzerinde düşünmeye, tefekküre dalmış düşünürken, birden ev sahibi ile muhabbet etmem gerektiği geldi aklıma; tefekkür on saniye kadar sürdüğü halde, bende saatlerce düşünmüş, tefekkür etmişim gibi bir etki ve feyiz bıraktı.

Ev sahibi ile muhabbet etmeye, hasbihâl etmeye başladık. Sohbet ilerledikçe ilerledi. Bu sohbet esnasında, yüksek manalar içeren bu yazının sahibinden, bu yazıdan dolayı, beklemediğim sözler ve şikâyetler işittim. Şaşırdım. Bu yazıyı yazanın bu şikâyetleri etmemesi, edememesi gerek, dedim kendi kendime. Bu düşünceler içerisindeyken, tutamadım kendimi ve ev sahibine, duvarda asılı yazıyı nasıl bir niyet ile yazdığını sordum. Bana, “Allah’ın bana verdiği dine şükrediyorum, bu verdiği dinden, imandan ötürü ben, Rabbimden razıyım dedi.” Ben ise çok farklı şeyler anlamış, o ise çok farklı bir niyet ile yazmıştı o yazıyı. Ben ne mi anlamıştım? Anlatayım;

Allah’ım, ben senden razıyım demek, verdiğin-vermediğin ve hatta verip de sonradan aldığın her şeyden sana karşı razıyım, gönlümde, dilimde ve halimde sana karşı hiçbir isyan yok demek.

Allah’ım, ben senden razıyım diyenin, dilinden keşke sözcüğü çıkmaz; zira keşke demek Allah’ın verdiklerinden ve vermediklerinden, hatta verip de geri aldıklarından razı olmamaktır. Kaçırılmış hayırlar için denen keşke bahsimizin dışındadır.

Allah’ım ben senden razıyım diyebilmek, çok yüksek bir iman ve teslimiyet gerektiriyor. Tıpkı Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın kıssasında gerçekleştiği gibi;

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm çok zenginken, sahip olduğu tüm varlığını kaybeder; evi yıkılır, sadece eşi kurtulur, tüm çocukları vefat eder; hastalanır, vücudunda yaralar çıkar ve bu yaralar iyileşmez, bedeninin her tarafına yayılır, insanlar bize de bulaşır korkusu ile Eyyub peygamberden uzaklaşır, yalnız bırakır. Bütün bu musibetler esnasında Eyyub peygamber hep bir rıza, hep bir şükür ve sabır içerisindedir.

Mal varlığı telef olup gittiğinde “Allah verdi, Allah aldı.” der. Birden bütün çocukları vefat edince yine “Allah verdi, Allah aldı” der. Hastalandığından vücudundaki yaralar kurtlanır, Eyyub peygamber yine aynı tevekkül içerisinde, yine aynı sabır içerisinde, Rabbine şükür halinde, isyanın en ufak belirtisi bile yok, hastalıktan kurtulmak için dua bile etmiyor. Ta ki hastalığı öyle şiddetlenip, ibadetlerini yapamaz hale gelene ve Allah’ı anmaya engel olana dek. Üstad Bediüzzaman Said NURSİ hazretlerinin ifadesiyle: kendi istirahati için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş: “Yâ Rab, zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor” diyor ve Allah şifa veriyor. Her durumda Rabbinden razı olduğunu haliyle, lisanıyla, niyetiyle ve ameliyle ispat ediyor Eyyub aleyhisselam.

Şöyle bir düşününce başka misaller de geliyor aklıma. Örneğin; İbrahim Aleyhisselâm evladını kurban etmekle emrolunuyor, onda da aynı sabır, aynı teslimiyet; o zaman henüz bir çocuk olan İsmail Aleyhisselâm da aynı şekilde…

Meşhurdur, İmam-ı Âzam Ebu Hanife (rh.a.) Hazretleri malumunuz tüccardı, talebelerine ders verdiği esnada biri gelir ve İmam-ı Âzama mallarının yüklü olduğu geminin battığı haberini getirir, İmam-ı Âzam bir an duraksar ve elhamdülillah der. Bir süre sonra aynı adam tekrar gelir ve müjdeler olsun, batan gemi sizin geminiz değilmiş der. İmam-ı Âzam yine biraz duraksar ve yine elhamdülillah deyince, haberi getiren adam İmam-ı Âzam hazretlerine “geminiz battı dedim elhamdülillah dediniz, sonradan batmadığı haberi geldi, size batmadı dedim, yine elhamdülillah dediniz. Bunun hikmeti nedir?” diye soran adama, İmam-ı azam, her durum ve olay karşısında nasıl da Rabbinden razı olduğunu ifade eden şu sözleri söyler. “Bana gemi battı haberini getirdiğinde kalbime baktım, en ufak bir teessür hissetmedim, bu halime şükrettim elhamdülillah dedim; batan geminin benim mallarımın bulunduğu gemi olmadığı haberini getirdiğinde de yine kalbime baktım, en ufak bir sevinç görmediğim için yine bu halime elhamdülillah dedim.”

İman ve teslimiyette ilerlemiş ihlâslı, samimi kulların hayatlarına baktığınızda, her fiillerinde Allah’tan razı olduklarını görürsünüz.  Bu zatlar halleri ve yaşantıları ile bizlere Allah’tan razı olduklarını anlatıyorlar; adeta bizlere hayatları, halleri ve amelleriyle bunu ders veriyorlar.

Her durum ve olay karşısında, Allah’tan razı olabilen, Allah’ın razı olduğu kullarından olmamız duası ile..

 

Halil İbrahim DEDEFacebook

10/08/2015 – Çorlu

NurNet.Org

SUİZAN

Suizan etmekte ne kadar da korkusuz davranıyoruz değil mi? Ahirette yaptığımız her kötülüğün hesabını vereceğimizi bildiğimiz halde, suizan etmekte nasıl oluyor da bu kadar fütursuz olabiliyoruz?
Ben, insanda zannın şöyle geliştiğini düşünüyorum: Kişi gördüğünü, duyduğunu, kendi kalp, ruh ve karakter tezgâhından geçirip aklına gönderir, aklı kabul ederse buna inanır ve zannetmeye başlar. İnandığı şey kötü ise suizan, iyi ise hüsnüzan olur. Şu ayrıntıya da dikkat çekmek istiyorum ki kişi duyduğunu yada gördüğünü, kalp, ruh ve karakter kalitesine göre işler, yapılabilir olarak gördüğünü aklına gönderir. Yani kötü kalpli, kirli ruhlu, zayıf karakterli olan, suizan eder; iyi kalpli, temiz ruhlu, güçlü karakterli biri de hüsnüzan eder.
Suizannını kişi içinde bırakmaz, açığa vurursa; yani başka kişilerle paylaşırsa iftira günahına, en iyi ihtimalle gıybet günahına girmiş olur. Her iki ihtimalde de kul hakkına girmiş olur. Günahını ikiye katlamış olur.
Edebiyat hocamın yaklaşık olarak on yıl önce suizan ile ilgili anlattığı bir hikâyeyi içine kendi üslubumu ve fikriyatımı katarak anlatmak istiyorum. Şöyle ki:
Bahar aylarında, sıcak bir günde, hikmet ehli, hakperest bir Kadı ve yardımcısı Kâtibi ile geniş kırlar ve türlü türlü çiçeklerin bulunduğu bir yere, tefekkür ve tenezzüh için gitmişler. Çiçekler arasında gezip, Allah’ın yarattığı sanat eserlerine bakıp “ne güzel yaratılmışlar, sübhanallah, berekellah” diye diye gezerken yanlarından koyunlu kuzulu bir sürü geçmiş. Sürünün yaşlı çobanı da arkadan gelmiş. Çoban, kadıyı görünce tanımış, selamlaşmışlar ve sürü ve çoban bir tarafa; Kadı ve Kâtibi bir tarafa gitmişler.
Çoban, koyun ve kuzuları ile beraber ilerlerken bir an gözü uzakta duran iki kişiye ilişmiş. Biraz dikkat edince yerde bir kadın ve bir adamın olduğunu görmüş. Namüsait bir durum, deyip atlamış atına, koşmuş tek nefeste Kadıya. Mevzuyu açmış, anlatmış olanları heyecan, hayret ve korkuyla. Kadıyı da yanına alarak gitmişler o iki kişinin olduğu yere. Çobanın anlattığı iki kişi uzakta belirmeye başlayınca parmağını uzatıp işaret ederek eklemiş çoban “görüyorsunuz dimi kadı efendi rezilliği?!”
Kadı dur hele, iyice yaklaşıp bir anlayalım demiş ve yanlarına biraz daha yaklaşmışlar ki birde ne görsünler.
Yerde yatan bir kadın üstünde de bir adam.
Tam yanlarına gelince yerde yatanın yaşlı, bayılmış bir kadın olduğunu üzerin de duran adamında genç bir çocuk olduğunu fark etmişler ve kötü bir durum olmadığını anlamışlar.
Genç çocuk, Kadı, Kâtip ve Çobanı görünce “Sizi, bize Allah gönderdi, annem sıcaktan bayıldı, başına güneş geçmesin, gölge olsun diye duruyordum öylece, çaresizce; çok dua ettim biri gelsin diye, çok şükür sizler geldiniz.” demiş ve yaşlı kadın böylece kurtulmuş.
Velhasılıkelam, “Bazen her şey göründüğü gibi değildir.”
Rabbim bizleri suizan etmekten, suizan edilmekten ve suizan etmekten korkmayan insanlardan muhafaza etsin!
Selam ve dua ile..
Halil İbrahim DEDE
11/06/2015 – Çorlu

Halil İbrahim DEDE – Facebook

NurNet.Org

Camiye Çorapsız Girilmezmiş! Yok, Daha Neler!

Bundan birkaç ay önce Tekirdağ / Çorlu’da bulunan Süleymaniye Camii’ne öğle namazını kılmak için gittim. İçeri girdiğimde hoca efendinin cami adabı üzerine cemaate vaaz veriyordu, oturdum ve dinledim. Sırasıyla güzel güzel cami adabını anlatırken, camide cemaate rahatsızlık verilmemesi gerektiğini belirten maddeye sıra geldi. Hoca efendi bunun üzerine konuştu ve sözü camiye çorapsız girilmemesi gerektiğine getirdi, bu maddeyi kendince öyle yorumladı. Gerekçe olarak ta, cemaat çıplak ayaklı olan insanların ayaklarının altını görüp rahatsız olurmuş.. Bunu anlatırken de aynen şu ifadeyi kullandı “bazı mezheplerde çıplak ayakla namaz kılmak daha faziletli olabilir; bu mezhepten olanlar bunu yapacaksanız evinizde yapın” dedi.  Bunu söylerken de öyle sert bir ses tonu ve yüz ifadesiyle söyledi ki Türkçe bilmeyen biri herhalde hoca efendinin, Süleymaniye Camii’nin hemen karşısındaki binaların üzerine bulunan barlara, sefahat yerlerine yahut hemen karşısındaki kumar oynanan yerler üzerine konuştuğunu, onlara kızdığını zanneder.

Hatta Tekirdağ Merkezde (Süleymanpaşa) bulunan Gazi Murat Bey Camiin’de de, ayağında çorap olmayanlara çorap veriliyor. “Lütfen bu çorapları giyin, geri vermenize de gerek yok” deniyor.

Camiye çorapsız girilmemesi gerektiğine inanan hoca ve cemaat tarafından çorapsız olanlara adeta buğz ediliyor ve tepkiler verilerek insanlar rencide ediliyor. Bu tepki ve kötü muamele neticesinde insanlar bu tepkilerin verildiği camilere uğramamaya başlıyor, belki de cemaati terk ediyorlar.

Birçok kaynaktan araştırmalar yaptım. Cami adabında camiye çorapla girilmesi gerektiğini belirtir hiçbir şey bulamadım. Muhtemelen de yoktur. Varsa kaynak göstersin hocalarımız. Eğer yok ise buradan başta Çorlu Müftülüğü ve Tekirdağ Müftülüğü olmak üzere bu uygulamanın yapıldığı Müftülüklere hatta Diyanet İşleri Başkanlığına sesleniyorum, bu uygulamayı camilerimizden lütfen kaldırsınlar. Zira bu uygulama farklı mezhepten olan yada yaz aylarında çorap giymeyi tercih etmeyen Müslümanlara rahatsızlık veriyor. Bu uygulamanın insanları camiden, cemaatten soğutmaya sebep olduğunu düşünüyorum.

Halil İbrahim DEDE – Facebook

25/12/2014 – Çorlu

www.nurnet.org

 

Bir Müslüman’ın Facebook ve Twitter Hesabı Nasıl Olmalı?

Bilinçli her Müslüman, günün her saniyesinde haramlara ve helallere dikkat eder ve etmelidir. Yediğinden içtiğine; giydiğinden, söylediğine kadar her durum ve halde Müslüman kişi yaptığının Allah katında karşılığının ne olduğunu düşünür ve düşünmeli ve ona göre hareket eder ve etmelidir.

Sosyal paylaşım sitelerindeki profil ve paylaşımlarımızın bir Müslüman’a yakışır şekilde, yani Allah’ın razı olacağı şekilde olmalıdır. Bu konuda biz Müslümanlar olarak gevşek ve dikkatsiz olduğumuzu düşünüyorum. Sosyal paylaşım sitelerini kullanış şeklimiz ile ilgili, dilimin döndüğü kadar bir bölümüne değinmeye çalışacağım şöyle ki:

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (asm) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Hayra delalet eden o hayrı işlemiş gibidir. Şerre delalet eden de o şerri bizzat işlemiş gibidir.” Yani; sevaplı bir işe sebep veya vesile olan bir kişiye, o sevaplı işi yapmadığı halde o sevabı yapmış gibi sevap yazılır. Haram bir işe sebep veya vesile olan kişiye de, o haram işi yapmamasına rağmen, bizzat yapmış gibi günah yazılır.

Bu hadis-i şerife dayanarak şunu söyleyebiliriz; biz sosyal medya hesaplarımızda haram içerikli bir fotoğraf, video, yazı; yani haram olan herhangi bir şeyi paylaştığımız zaman, günaha gireriz. Günaha girmekle beraber bir günaha girilmesine sebep olduğumuz için, haram paylaşımımızı gören kişi sayısınca günah, günah defterimize yazılır. İşlenen bir günah, birden gören kişi sayısınca artar. Bu haram içerikli paylaşımlarımız sayfamızda durduğu ve insanlar gördüğü sürece günah defterimize günah yazılmaya devam edilir.

Bu, sevaplı işler için de aynıdır. Mesela Peygamber Efendimizin bir hadis-i şeriflerini paylaştığımız zaman, bu hadis-i şerifi görüp faydalanan kişi sayısınca da sevap yazılır. Sosyal paylaşım siteleri olan Facebook ve Twitter vb. siteleri günahlarımız arttırmak için değil de sevaplarımızı arttırmak için bir vesile yapmalıyız.

Haram içerikleri hesaplarında bulunduran kişileri takip etmekte de bu yönden tehlike olduğunu düşünüyorum; zira bu tür kişilerin paylaşımları da bu yönde olacağı için, sizin günaha girmenize sebep olabilirler. Bu tür kişileri takip etmemeliyiz, takibe aldığımız kişileri bu yönden de mutlaka değerlendirmeliyiz.

Diğer bir başka hususta, kişilerin birbirlerine karşı hakaret ve küfürlü ifadelerin kullanmalarıdır. Hakaret eden kişi, hakaret ettiği kişinin hakkına girmiş olur; yani kul hakkına girmiş olur.  Bu günahtan, ancak hakarete uğrayanın hakaret edene hakkını helal etmesi ile temizlenilebilinir. Müslüman kişinin ağzına bu tür sözlerin yakışmadığını zaten sizler de biliyorsunuz. Bizler Müslüman’a yakışır, yani Allah’ın razı olacağı şekilde yazmalı, konuşmalı ve paylaşımlarda bulunmalıyız.

Diğer bir başka husus ise şu ki; Dünyada yaklaşık olarak 1 Milyar insan açlıktan kıvranırken, sağlık su içme imkanı bulamayan yaklaşık olarak 1.2 milyar insan varken, dışarıda insanlar bir lokma ekmek için dilenirken. Bizler yaptığımız enfes yemeklerin, dumanı tüten ızgaraların ve üzerinde kaymağı akan tatlıların önünde mutlu mutlu pozlar verip, bunları dışarıdaki ve dünyadaki aç insanları düşünmeden paylaşmamızı cidden yadırgıyor, garipsiyor ve ümmet anlayışımıza ve de insani değerlerimize oturtamıyorum.

Sosyal paylaşım sitelerini kullanış şeklimiz ile ilgili söylenecek daha çok şey var ama şimdilik bu kadar yazalım. Rabbim nasip ederse devam ederiz. Sosyal paylaşım hesaplarımızın Allah’ın rızasına uygun, haramlardan uzak ve arınmış bir şekilde olması duası ile.

Halil İbrahim DEDE

18/11/2014 – Çorlu

www.nurnet.org

 

Edepsiz Reklamlar

Bir zamanlar İslam topraklarıydı bu topraklar. Hilafet Sancağının dalgalandığı ve İslami esaslara göre yönetilen topraklardı bu topraklar.  Ahlak seviyesi oldukça yüksek, dinini bilen ve yaşayan dindar Müslümanların yaşadığı topraklardı bu topraklar. Şimdi ise, hâlihazırdaki nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, televizyon kanallarında, internet sitelerinde ve diğer yayın organlarında, ahlaki kuralları ayaklar altına alan, edepsiz, ahlaksız, hayâsız ve de dinimizin yasakladığı, haram içerikli reklamlar yayınlanıyor maalesef.

Amacı, gayesi, hedefi, misyonu insanımızı yozlaştırmak olan, sahipleri Yahudi, Mason, yada satılmış Müslümanlar olan, televizyon kanalı ve internet sitesi sahiplerinin bu reklamları bu amaç, gaye ve misyon gereği yayınlıyorlar ve yayınlamaları da beklenen bir durum.

Ancak, dindar olarak bilinen, dini yayın ve programlar yapan, dine hizmet etme gayesinde olan, bazı televizyon kanalı ve internet sitelerinde. Ekonomik kaygılar gözetilerek, İslami hassasiyetler göz ardı edilerek, bu tür reklamlara yer veriliyor maalesef.

Bu tür reklamlara yer veren dindarlara birkaç hususu hatırlatma ihtiyacı hissediyorum, şöyle ki;

Birincisi: Haram bir reklamdan elde edilen reklam geliri de haramdır.

İkincisi: Bu yol ile kazanılan paranın haram olması hasebiyle bu paradan hayır ve bereket beklemeyin. O para ile dine hizmette olmaz.

Üçüncüsü: “Sebep olan işleyen gibidir” hadisine dayanarak; yayınlanan haram içerikli reklamları izleyip, günaha giren kişi sayısınca, bu reklamı yayınlayanların günah hanesine de günah yazılır.

Dördüncüsü: Bu tür reklamları yayınlayan internet sitesi ve televizyon kanalı sahipleri vefat ettikten sonra bile bu reklamlar yayınlandığı sürece günah defterlerine günahlar yazılmaya devam edilir.

Reklamlarda oynayan kişiler için de aynı durum geçerlidir. Oynadıkları haram içerikli reklamlar yayında olduğu sürece, günaha giren kişiler adedince günah, o reklamda oynayanın günah defterine günahlar yazılır. Bu reklam bu site ve kanallarda gösterildiği sürece günahlar yazılmaya devam edilir. Reklamda oynayan kişi ölse bile öldükten sonra günah defteri açık kalır ve günahlar yazılmaya devam edilir.  Bu reklamda oynama karşılığında aldığı para da haramdır.

Allah’tan korkan, ahret gününe inanan, televizyon ve internet site sahipleri, biz Müslümanları ciddi manada rahatsız eden bu reklamları yayınlamasınlar istiyoruz. Bu Reklamların karşılığından ne verilirse verilsin bu reklamları Allah rızası için almasınlar ve yayınlamasınlar.

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE

23/09/2014-Çorlu

www.NurNet.org