hamitderman tarafından yazılmış tüm yazılar

Öğretmen Olmak! (Öğretmenler Gününüzü Tebrik Ederiz!)

Her nedense öğretmenler günü geldiğinde öğretmenler hatırlanır.Son zamanlarda  öğretmenler, özellikle eğitim üzerinden süren tartışmalarda günah keçisi konumundadır.Ne kadar kendileri bu tür meseleleri  düşünmek istemese de yine de düşünmek zorunda bırakılmaktadırlar.

Birileri bu mesleğin değerini olduğundan daha düşük göstermeye çalışsa da öğretmenlik dünyanın en kutsal mesleğidir.Peygamberlik mesleğidir.Herkes hakkıyla bu mesleği kaldıramaz.Bu meslek çok ağır bir meslektir.Çünkü bu meslek;” Her kişinin değil Er kişinin” işidir.

Öğretmen, yeri geldiğinde annedir, babadır.

Yeri geldiğinde kardeştir, bacıdır.

Yeri geldiğinde, acıyı bal eyler. Çocuklara hissettirmez.

Öğretmen, toplumun geleceğini gören gözdür.

Öğretmen, hakikati söyleyen sözdür.

Öğretmen, irfan bahçesinin bahçıvanıdır.

Öğretmen, Doktor Mehmet’i, Öğretmen Ayşe’yi ,Kaymakam Mustafa’yı yetiştirendir.

Öğretmen çağ açıp kapatan Fatihi, Avrupa’yı titreten Kanuni’ye irfan verendir.

Öğretmen, ruhlara şekil veren, hakkı öğretendir.

Öğretmen, Firavunlar kucağında Musalar yetiştirendir.

Öğretmen, medeniyet yürüyüşünde en önde gidendir.

Öğretmen, özgürlük fikrini ruhlara ekendir.

Kısacası  öğretmen; sevgiyi, şefkati, fedakarlığı yaşayan, yaşatan ve gelecek nesillere aktaran sevgi bahçesinin bahçıvanıdır.

 Hamit Derman

www.NurNet.Org

NOT: Bütün öğretmen arkadaşların  öğretmenler gününü kutlar. Hayırlara vesile olmasını dilerim.

Dünyevi Makamlar ve Vali Umeyr’in Dünyalığı

Uzun zamandır yazı yazamıyordum.İnsanda bazen bir inkıbaz hali oluyor.Bir şeyler yazmak istersin fakat kalemi eline alıp yazmak bazen sana çok ağır bir iş gelir.İşte böyle bir haleti ruhiyedeyim.Ancak etrafta yavaş yavaş siyasetin ısınmaya başladığı bir dönemde insanların siyasete olan merakı ve bu kadar siyasetin toplumda alıcı bulması bana bir kaç cümle yazmam gerektiği düşüncesine sevk etti.
İnsanlar maalesef kabiliyeti olan, olmayan,cahil,münevver herkes makam peşinde. Alacağı görevin manevi yükünü düşünmeden tartmadan göreve talip oluyor.İnsanların bu kadar siyasete meyil etmeleri ve makam hastalıkları geçen gün okuduğum Hz Ömer döneminde yaşanmış bir olayı hatırlattı.Olayı size aktarmak istiyorum:
Umeyr bin Sa’d el-Ensârî, Hz. Ömer’in Humus’a vali tayin ettiği kişi idi. Göreve başlamasının üzerinden bir yıl geçtiği halde ondan bir haber gelmeyince, Hz. Ömer “Ben Umeyr’in bize ihanet etmiş olmasından şüpheleniyorum” diyerek onu Medine’ye çağırttı. Gelirken, ganimetlerden toplayabildiğini de beraberinde getirmesini istedi.
Vali Umeyr, mektubu alır almaz yol azığını dağarcığına koydu, ibriği ile su kabını ve asâsını alarak yola koyuldu. Humus’tan Medine’ye kadar yürüyerek geldiğinde saçı sakalı birbirine karışmış, toz toprak içinde kalmıştı.
Halife Ömer ona “Durumun nedir?” diye sorduğunda, Vali Umeyr “Gördüğün gibi,” cevabını verdi. “Vücudum sıhhatli, kanım tertemiz. Dünyayı da boynuzlarından tutmuş, arkamdan sürüklüyorum.”
Hz. Ömer beraberinde ne getirdiğini sordu. Umeyr de elindekileri gösterdi. “Acıkınca dağarcığımdan yiyorum,” dedi. “Su kabında üstümü, başımızı yıkıyorum. İbrikten su içip abdest alıyorum. Allah’a yemin ederim ki dünya malı olarak yanımda bunlardan başka birşey yok.”
“Peki, Humus’tan buraya kadar yaya mı geldin?”
“Evet.”
“Sana bineğini verebilecek bir arkadaşın da mı yoktu?”
“Kimse vermedi, ben de istemedim.”
Halife Ömer “Yanından geldiğin Müslümanlar ne kötü insanlarmış!” dediğinde, Umeyr “Allah’tan kork, ey Ömer,” diye cevap verdi. “Yüce Allah sana insanların arkasından konuşmayı yasaklamamış mıdır?”
Hz. Ömer “Peki, senden istediğimiz şeyler nerede?” diye sordu.
“Eğer seni üzmekten korkmasaydım daha önce haber verecektim,” dedi Umeyr. “Beni gönderdiğinde oradaki iyi insanları bir araya getirdim; sonra da ganimetleri toplamaları için onların herbirini bir yere gönderdim. Getirdikleri malları da verilmesi gereken yerlere verdim ve elimde hiçbir şey kalmadı. Eğer kalsaydı mutlaka getirirdim.”
“Şimdi sen bize hiçbir şey getirmedin mi?”
“Hayır.”
“O halde seni yine aynı göreve getiriyorum.”
“Hayır,” dedi Umeyr. “Artık bitti. Bundan böyle ne senden, ne de daha sonra gelecek halifelerden hiçbir görev kabul etmeyeceğim. Allah’a yemin ederim ki, o kadar uğraştığım halde yine kendimi bu görevin kötülüklerinden koruyamadım; bir keresinde bir Hıristiyana ‘Allah seni seni rezil etsin’ demiş bulundum. Ey Ömer, bu felâketi benim başıma sen getirdin.”
Umeyr bu sözleri söyledikten sonra çıktı, Medine’nin birkaç kilometre uzağındaki evine döndü. Valilik görevini boşaltmak için tekrar Humus’a kadar gitmesine gerek yoktu; bütün eşyası zaten yanındaydı.
***
Umeyr gittikten sonra, Hz. Ömer’in içi yine rahat etmemişti. “Ben hâlâ onun ihanet etmiş olabileceğinden kuşkulanıyorum” dedi ve Hâris isminde birisini yüz dinarla Umeyr’in evine yolladı. “Git, onun misafiri ol,” dedi. “Eğer servet sahibi olduğuna dair bir belirti görürsen bize haber getir. Aksi takdirde yüz dinarı ona ver.”
Hâris, Umeyr’in yanında üç gün misafir kaldı. Bu süre içinde Hâris ve ev halkı, günde bir ekmeği paylaşmışlardı. Hâris evden ayrılırken Umeyr’e yüz dinarı vermek istediyse de o bunu kabul etmedi. “Benim bunlara ihtiyacım yok; sen o parayı yine Mü’minlerin Emirine götür” dedi. Sonra ısrar üzerine parayı aldıysa da, hemen fakirlere dağıttı.
Hâris’ten durumu öğrenen Halife Ömer, Umeyr’i çağırtarak ona yüz dinarı ne yaptığını sorduğunda, “Ne yaptımsa yaptım; niçin soruyorsun?” cevabını aldı. Allah adına yemin verdirerek ondan yüz dinarı fakirlere dağıttığını öğrenince, “Allah senden razı olsun” dedi ve ona bir yük yiyecek ile iki elbise verilmesini emretti.
Umeyr, “Yiyecekler kalsın, çünkü ihtiyacım yok” dedi ve sadece elbiseleri aldı. Çünkü elbiseye ihtiyacı olan birisini tanıyordu.
– Sade Hayat‘tan alıntı (Hayatü’s-Sahâbe’den naklen)
Evet Hz Ömer’in halifeliği döneminde yaşanan bu olayı okuyan bir insan bence mevki ,makam talep ediyorsa bir kez daha düşünür.Çünkü dünyevi makamlar bir Müslüman için manevi ağırlığı çok ağır olan bir yüktür.

Kömür Karası Değil; Yürek Yarası!

Her yıl ,mayıs ayı gelince içimi bir hüzün kaplar.Nedenini sorarsanız. Bundan tam 14 yıl önce bir mayıs akşamı ruh dünyamı yıkan bir haberdir. Soma’da yaşanan elim maden kazası bana o acı anları sanki bu gün yaşar gibi hatırlattı.

Çünkü; yıllar önce benim ve ailemin çektiği acıların aynısını 301 aile bizden daha ağır bir şekilde çekecekti. Somada vefat eden Maden Şehitleri ,kendileri inşallah manevi şehit oldular. Fakat arkalarında yüreği yaralı yüzlerce insan bıraktılar.

Arkalarında gözü yaşlı dul eşler,babasını ancak resimlerde ve rüyalarda görecek yetim çocuklar ve ayrıca gözü yaşlı derin yara almış anne babalar bıraktılar. Bu aileleri anlamak için bu tür acıları yaşamak gerekiyor. Ben de bu tür bir acıyı yaşadığım için Soma olayı beni derinden etkiledi.

Evet bir 17 mayıs akşamı en sevdiğim can kardeşim İsa’yı elim bir kazada kaybettim.Bundan dolayı her mayıs ayında içime büyük bir hüzün dolar. O yıl Manisa’da Üniversitede okuyordum.Mezuniyetime 1 ay kalmıştı. Kardeşim benim mezuniyetime katılmak için sabırsızlanıyordu.Onunla olaydan iki gün önce telefonla konuşmuştum.Ben onun mezuniyetime gelmesini beklerken onun bu dünyadan irtihal haberi bana ulaştı.

Vakitli ölümlerin acısı, sanki, daha kolay kabul ediliyor. Hatta bazısı için, ‘öldü, kurtuldu’ deriz. Fakat vakitsiz ve ansızın gelen ölüm başka oluyor. Hele de gencin ölümü daha acı oluyor. Ona alışmak zor. Sonuçları daha derin oluyor. Yüreğinizde derin bir yara açıyor.Bu yaranın kabuk bağlaması için yıllar geçmesi gerekiyor.Fakat bu yaranın yerinde yine de bir iz kalıyor.. Her hatırladığınızda yaranız canlanıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Doğduğu günü hatırladığınız,yıllarca birlikte oynadığınız,birlikte güldüğünüz can kardeşinizi 21 yaşında kaybediyorsunuz.

Böyle bir acıyı yaşamayan bilemiyor.Daha önce çevrenizde yaşanan genç ölümleri sizi etkiliyor. Fakat bu acıyı siz yaşadığınızda ruhen yıkılıyorsunuz. Hayatın anlamı kalmıyor.Birlikte oturduğunuz,birlikte gezdiğiniz,birlikte ağlayıp, birlikte güldüğünüz anlar gözünüzün önünden film şeridi gibi geçiyor.

Bir an yaşanan bu elim olayın bir rüya olduğunu düşünmek istiyorsunuz.Bu kötü kabustan uyanıp her şey eskisi gibi güzel bir şekilde devam etsin istiyorsunuz. Fakat nafile. Ölümün acı yüzüne zamanla alışmaya çalışıyorsunuz.

Dün,sizin hayaliniz olan Üniversiteyi bitirip göreve başlamak bile size boş geliyor.Sevinemiyorsunuz.Ölümlü dünyada makam ,mevki ,dünya malı gibi şeyler ölümü düşündüğünüzde gözünüzden çıkıyor.

Bütün bu acılarda insana en büyük teselli Ahirete İman oluyor.Ahiret’te tekrar birlikte olacağınızı düşündüğünüzde teselli buluyor ve Allaha şükrediyorsunuz.

Bu yazımız biraz duygusal oldu.Olsun. Bazen bu tür yazılar da yazmak gerekiyor. Yazar Hasan Kaçan, kardeşi vefat ettiği zaman, şunu yazmıştı: ‘Hayat, ölecek olanların, ölenlere ağlamasından ibarettir.’ diyordu.

Evet hasan kaçanın ölümle ilgili söylediği aslında her şeyi özetliyor.Bende son olarak ” Allah, herkese adil bir ölüm versin. Bizleri, doğru yoldan, yolundan ayırmasın.” diyerek sözlerimi bitiriyorum.VESSELAM.

HAMİT DERMAN

www.NurNet.Org

Dindar Gençliğin Yozlaşması

Geçen gün bir üniversitenin bahar şenliğinde basına yansıyan bir fotoğraf karesi dikkat çekti.
Türbanlı genç kızlar, erkek arkadaşlarının omuzlarında eğleniyorlardı.

Fotoğraf ve görüntüler medyada yer alınca bir çok kişiden tepki aldı.Fakat bu tepki gösterenler bu genç kızın nasıl bu ruha haline ulaştığını sorgulamadan eleştirmeye başladılar.
Halbuki daha düne kadar ve şimdide daha küçük alanlarda genç kızlar stadyumlarda dans ettirilerek sözde dine hizmet ediliyordu. Kimse de siz ne yapıyorsunuz ? diyerek eleştirmiyordu.İslam’ın kabul etmediği hareketler sıradan gibi gösterilmeye çalışılıyordu.Böyle olunca birilerinin istediği ve sözüm ona çağdaş Müslüman düşünceye sahip insanların yetiştireceği genç Müslüman kızı profili bu şekilde tezahür etmiş oluyordu.

Eğer suçlu aramak gerekiyorsa birileri bazı yanlış hareketleri bize dine hizmet diyerek sunarken susan insanlar suçludur.

Yaklaşık üç yıl önce yazdığım bir yazımda sanki bu günleri görmüş gibi bazı tespitler yapmışım.Son günlerde yaşanan bazı olaylarla bağlantılı olarak bu eski yazımı size aktarmak istiyorum.

Yıllarca dindar insanlar hep mücadele içinde oldular.Bu mücadele başta kendi inançlarını yaşamalarına engel olan şeytan ve nefisleri ile mücadele oldu. Rıza-ı İlahiyi kazanmak için çalıştılar.Bu fikriyat Üstad Bediüzzaman Hazretleri yirmi birinci lema da :
“Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.”Sözlerini hayata geçiren bir mücadele oldu.

Evet Üstad Hazretlerinin sözlerini tasdik eden bir çok hizmetlerde bulundular. Hakkın hatırını halkın hatırından üstün tutular. Allah-u Teala de bundan dolayı yüzlerini kara çıkarmadı. İhlaslı yaptıkları bu hizmetler çok güzel meyveler verdi.İnançlı nesiller yetişti.Fakat alan genişledikçe yaşam tarzlarında ülfet peyda etmeye başladı.

Bu genişleme ile birlikte artık mücadele ettikleri alanlar genişledi. Artık nefis ve şeytanın yerini başka tehlikeler almaya başladı. Bazı Müslümanlar bu tehlikeleri fark etmeden yaşamaya başladılar. Daha önce kabul etmedikleri yanlışları sırf birilerine hoş görünmek ve o birilerini saflarına çekmek bahanesi ile kabul etmeye başladılar. Taviz üstüne taviz vermeye başladılar.Bununla da yetinmediler.

Ebu Müslim Horasanin deyimiyle “Onlar zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşmanlar dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dostlar düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”Sözlerine musaddak oldular.

Daha önce birlikte mücadele ettikleri kardeşlerini bir kenara ittiler. Neden uzaklaştırdılar? El cevap bunlar zaten kazanılmış.Onlara ihtiyacımız yok. Biz ortada olanları kazanalım diyerek can ciğer kardeşlerini küstürdüler. Kazanmayı umdukları kişileri kazanmaya çalışırken çok şey kaybettiler. Onları kendilerine benzetmeye çalışırken onlar bu kişilere benzemeye başladı ve artık kendileri de dünyevileşmeye başladı.

Daha önce ahiret ön planda iken artık dünya ön plana geçmeye başladı.Dünyevileşme hızlandı.Daha önce hizmet için araba hayali kurarken artık kendileri Lüks arabalara binmeye,Lüks binalarda oturmaya, marka elbiseler giymeye, en acısı tesettürü bile modaya uydurmaya başladılar. Tesettür modası adı altında tamamen yozlaşmış ve tesettürü içi boşaltılmış hale getirdiler. Kısacası itibarsızlaştırdılar. Bunun adına da Çağdaş Müslümanlık verdiler. Sanki Müslüman daha önce çağdışıymış gibi!

Kısacası daha önce çok geniş bir bakış açıları varken artık çok dar ve bencil bir hayat yaşamaya başladılar.Daha önce biz derken artık ben demeye başladılar.Artık dindarlıkları maneviyattan çok şekilciliğe kaçmaya ve slogan dindarlığı olmaya başladı.Kısacası daha önce taşıdıkları misyondan ve gayeden uzaklaşmaya başladılar.

Bu yaşantı tarzı ile Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin : “Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenasi edilse; elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler. sözlerini tasdik etmeye başladılar.

Yavaş yavaş daha önce benimsedikleri insanların ahretini kurtarma meselesi artık kendi nefislerini kurtarma davasına dönüşmüş ve benlik esasına dayalı bir İslami yaşam ortaya çıkmıştır.Artık birilerinin onları dünyevileştirmesi ve yozlaştırmasına gerek kalmadı.Müslümanlarda dünya sevgisi, kalbi ve hayatı istilâ etmiştir. Dünya malını cebinden çıkarıp kalbine koymuş ve hayatının amacı hâline getirmiştir. Dindarlar kendi kendilerini gönüllü olarak yozlaştırmaya başladı ve bu yozlaşma devam da etmektedirler.Yozlaşmanın örneklerini görmek istersek sokaklara bakmamız yeter.

HAMİT DERMAN

www.NurNet.org

Toplumun Manevi Yetimleri

Toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen çekirdek ailedir.Aile, anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Aile, anne-babanın mutluğunu sağlayıp devam ettirmenin yanında, çocukların eğitilmesi ve topluma faydalı bireyler olarak yetiştirilmesinde çok önemli bir yere sahiptir.

Bediüzzaman Hazretlerine göre aile İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı(sığınağı) ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.(24.Lema, 2.Nükte)
Yani aile hem kadın ve erkeği hem de çocukları kötülüklerden ve sıkıntılardan koruyan en önemli sığınak özelliği taşır.
Peki günümüzde aile kurumu bu fikriyat üzerine mi kuruluyor ? Bana göre hayır.

Geçen gün odamda otururken dışarıdan sesler duydum.Pencereden baktığımda içimi param parça eden bir görüntüyle karşılaştım.
Bu görüntünün kahramanı 2-3 yaşlarında bir çocuk.Bu çocuk gördüğüm kadarı ile anne babası boşanmış ya da boşanmak üzere olan bir ailenin arasında kalmış talihsiz bir çocuk.Çocuğu bir annesi babasından zorla alıyor,Bir baba annesinden kolunu koparırcasına zorla çekiyor.Kendi aralarında çocuğu çekiştirip duruyorlar.

İşlek bir caddenin ortasında, milletin şaşkın bakışları arasında bir çocuk feleğin sillesini ömrü boyunca hiç unutmayacak şekilde yemiş oluyor.Bu çocuğun zihin dünyasında kim bilir belki hayatı boyunca onarılmayacak derin yaralar açılıyor.

Dünyada hayatı boyunca en büyük manevi dayanağı ve desteği olan anne ve babası birleşmeyecek şekilde ayrılıyor. Yani yüreği kan ağlayacak bir şekilde iki parçaya ayrılıyor.Kısacası yetim kalıyor.

Çocuk ileri yaşlarda bu boşluğu bazen ona değer veren yanlış arkadaşlarla doldurmaya çalışıyor.Bu durum hem kız çocuğu için geçerli hem erkek çocuk için hayatta onarılmayacak yaralar açıyor.
Öğretmenlik ve İdarecilikle birlikte yaklaşık 14 yıldır Eğitim camiasında görev yapıyorum.Binlerce öğrencim oldu.Bu yıllar bana çok büyük tecrübeler kazandırdı.
Özellikle idarecilikte karşılaştığım bir çok sorunlu öğrencim oldu. Sorunlu öğrencilerime ilk zamanlar kızıyordum.Fakat zamanla bu çocukları sorunlu hale getiren sebepleri öğrendikçe onlara kızmıyorum.Tam tersi çoğu zaman onlara kızdığım için kendimden utanıyordum.

Resmi Öğretmen kimliğinden sıyrılıp Hasbi öğretmen kimliğine geçtiğinizde artık bu çocukları kendi çocuklarınız gibi görmeye başlıyorsunuz.
Çünkü okul için sorun gördüğünüz bu çocukların çoğunun ailesinin sorunlu olduğunu görüyorsunuz.

Bu çocukların kimisinin annesi ,babası boşanmış,baba ve anne evlenmiş, dedesi veya nenesi bakıyor. Kimisinin annesi veya babası ölmüş.Kimisinin üvey annesi ile sorunu var.Kısacası hepsinin sorunlu olmak için kendince haklı bir nedeni var.

Bir de siz eğer bu halette olan gençlerin üzerine giderseniz.Ateşin üzerine benzin döker gibi onların gönül dünyalarını daha da yıkmış oluyorsunuz.Biz eğitimcilerin görevi bu çocuklara şefkatle yaklaşmak ve onlara manevi yönden destek olmaktır.Eğer biz destek vermezsek art niyetli insanlar onlara destek vererek onları hiç istemediğimiz şekilde topluma zarar veren birer hırsız,kapkaççı ,vb… bireyler olarak karşımıza çıkarır.

İşte bundan dolayıdır.Boşanan bir aile duyduğumda için yanar.Aklıma hep bu masum çocukların manevi yönden yetim kalışları gelir üzülürüm.
Allah kimseyi ailesinden ve çocuklarından ayırmasın…

Hamit Derman

www.NurNet.org