hamitderman tarafından yazılmış tüm yazılar

28 Şubat ”KAFAYA YENİLMİŞ BİR DARBE”

Her sene yazdığım gibi yine  28 Şubatın devri senesinde bir şeyler yazmak istiyordum.Zihnimden  o dönemi ve o dönemin etkilerinin günümüze yansıyan yönlerini anlatacak çok şeyler geçiyordu.
Fakat  e-mail kutusun da bana gönderilen yazıyı görünce fikrim değişti. Bana o dönemin etkilerini özlü bir şekilde anlatan o dönemi yaşamış bir genç kızın dilinden yazılmış çok güzel bir yazı gönderilmişti. Benim aktarmak istediklerimin tümünü içeren son zamanlarda yaşanan olaylara az da olsa atıfta bulunan çok güzel bir yazıydı. Bu yazıyı hiç bir ekleme yapmadan size aktarmak istiyorum.
” Orta ikinci sınıftayım. Yaş kaç oluyor… 13 mü? Öyle bir şey. Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesi. Kocaman başörtülü, ayağa kadar uzanan pardösülü ablalarımız var. Gruplar halinde davalarını anlatıyorlar. Kimisi Risale okuyor, kimisi Ali Şeriati okuyor, kimisi Erbakan hocayı anlatıyor, kimisi İsmet Özel, Sezai Karakoç okuyup edebiyat takılıyor. Çoğu dediklerini anlamıyorum ve anlamadığımı belli etmemek için akşam eve gidince deli gibi kitap okuyorum. İmam hatipten hatırladığım şey öğretmenler değil o kocaman ablalar. Devletin 100 kişilik sınıfları idare etsinler diye idareten gönderdiği kifayetsiz memurlar diye kodlamış beynim imam hatip öğretmenlerinin çoğunu. Eskiden öyle değillermiş. Ama artık devlet doğru düzgün hoca tayin etmiyormuş. Birkaç tane bir şeyler öğretmek için çırpınan hoca da 6.000 kişilik okula yetmiyormuş. Böyle anlatıyordu ablalar.
O kocaman ablalardan epey şey öğrendim. 16-17 yaşındaki kocaman ablalar.
Hafızlar vardı mesela aralarında. Bir tanesini hatırlıyorum, teneffüs aralarında diğer hafız arkadaşına tekrarını yapar, derse başlayınca da kırk yıllık akademisyen edasıyla hocayla münazaraya tutuşurdu.
Mesela bir grup kız vardı. Her öğlen arasında bir araya gelirler, akşamları evde okudukları edebi metinleri tartışırlardı.
İnanıyorlardı. Memleketi kurtaracaklardı. İnandırılmışlardı. Saflardı gerçekten. Hayatımda bir daha o kadar zeki, o kadar donanımlı, o kadar inançlı kızlar görmedim. Deli gibi çalışıyorlardı. Delilerdi gerçekten.
Okul vızır vızırdı. Öbek öbek gruplardan sesler gelirdi. Felsefe, tarih, edebiyat, Kur’an, siyer, dinler tarihi…
Muhtemelen şehrin başka bölgelerindeki deli olmayan akranları romantizm nedir onu keşfediyordu o sıralarda.
İşte tam o zamanlarda bir şey oldu. Ne olduğunu bilmiyorum. Sessizliğe büründü okul. Sadece okul değil genel olarak her yerde bir sessizlik peyda oldu. Fısıltılar sardı her yanı.
Bir tane hocamız vardı. Meryem hoca. Devletin tayin ettiklerinden değil, para almadan gelip bildiklerini öğretmek için çırpınan o numune hocalardan. Şu eskiden çok olan, artık kalmayanlardan. Parkta bir tane banka oturmuş, etrafını sarmışız. Artık gelemeyeceğini söylüyor okula. “Biz de gelmeyelim o zaman hocam, siz yoksanız biz de yokuz!” diyoruz.
Meryem hoca gitti tabii. Biz kaldık. Sonra biz de gittik. Sonra o deli kızlar da gitti. Kimse kalmadı.
Tamam olana çare yoktu. Ama olacak için bir şeyler yapmalıydı.
Babam, imam hatiplerde başı kapalı okunamayacağını öğrenince bir çare aramaya koyuldu o sıralarda. Sadece benimki değil binlerce babanın arayışı aynıydı. İmam hatiplerin yerine kolejler o zamanlarda keşfedildi. Bir de katsayı meselesi var.
Neyse oklar kolejleri gösteriyor. Okları takip edecek gücü olanlar takip ediyor. Ellerinden alınan dini eğitim yapan, muhafazalı okul imkanına mukabil, buldukları kolej fırsatından faydalanmak için evini, arabasını satan veliler biliyorum.
Dindar nesil yetiştirmeyi isteyenler onlardı. O zaman istiyorlardı. Tek dertleri buydu: Dindar nesil yetiştirmek. Henüz ayağa düşmemişti böyle şeyler.
Sonra ne oldu özetleyeyim.
Füru at diye biri geldi önce. Bütün teferruatlarımızdan arındık zamanla. Türkiye’nin dört bir yanına yayılan United states of cemaat’in bedelli askerleri olarak kıyafet inkılabına uyum sağladık. İnkılaplar bununla kalmadı elbette. Bazı kelimelere yasak geldi. Kitaplardan arındırıldık. Modernleşmek için elimizden geleni yaptık. Bunlar tedbirdi elbette. Başımıza bir bela gelmesin diye. Sorun şuydu ki, çok sevdik biz o modernleşmeyi. 13 yaşında teneffüslerde Hz. Hatice’nin ahlakını konuşan gençler, artık Titanic’le yatıp kalkıyordu, Lacoste’larını yarıştırıyordu.
Zira dindar nesil yetiştirmek için ev satan babalar da her fani şey gibi bitmişti. Artık moda cihat değil taahhüt idi. Güngören, Zeytinburnu, Fatih akın akın Florya’ya, Bahçeşehir’e hicret ediyordu.
Mide bulantılarımın başlangıcı tam olarak o zamanlara rast gelir.
Geçmedi hâlâ.
Hiçbir şey geçmedi.
16 yıl önce bugün yapılan o hareket başarılı olmuştur.
O dünyayı kurtaracağına inanan deli kızlar, delikanlılar o zaman da mazlumdu şimdi de mazlum. Kayboldular, kayıplara karıştılar, kaydılar.
Zalim sadece tebdil-i kıyafet yaptı.
Özetle 28 şubat, birçoğu için doğrudan kafaya yenilmiş bir darbedir. Yenilmişizdir.
Dindar nesil yetiştirmek meselesi var ya hocam…
Onu konuşuruz yine, şu ihalelere bakalım biz.”
Zeynep SEVDE

Toplumun Vicdanı Yazarlar

“Yazmak, hem konuşmak hem de susmaktır. Sessiz çığlıklar atmaktır.”  diyor  Marguerite Duras.

Bana göre  yazmak :

Sevindiğin de harflerin kahkahalara dönüşmesidir…koseler_0835

Üzüldüğünde  göz yaşlarının harf harf  damlamasıdır… yazmak.

Yazmak bazen insanın harflerle  dertleşmesidir…

Bazen de farklı alemlere yolculuktur… yazmak.

Evet ,yazmak en erdemli davranış olduğu gibi yazar da en erdemli insandır.

Yazarlık toplumun duygularını,düşüncelerini ,sorunlarını  yansıtan en önemli  araçtır.Kısacası yazar, bir toplumun vicdanıdır.

Kendini yazar olarak kabul eden bir insanın ,üzerine yüklenmiş olan sorumluluğun farkında da olması gerekir.Çünkü toplum onu, yeri geldiğinde gözü,kulağı yeri geldiğinde  de içinde haykırmak istediği haksızlıkları dışarıya yansıtan  vicdanı  olarak görür.

Toplumun vicdanı olan yazarlar, vicdanlı olmak zorundadır.Basit bir dünyevi menfaat için  kendi değerlerini düşürmemeleri gerekir. Bağımsız olmaları gerekir.

Evet son zamanlarda yaşanan olaylarla ilgili  özellikle bazı basın araçları ve yazarların   siyasi ve toplumsal olaylarda  göstermiş olduğu yanıltıcı ve yanlı tavır Bediüzzamanın sözlerinde ma’kes  buluyor.Sanki Üstad bu zamanımıza seslenmiş gibi durum ortaya çıkıyor.

Yazılı ve görsel basına  bakıyorsunuz.Hiç beklemediğiniz yazardan beklemediğiniz davranışı görüyorsunuz.

Kimisi kısa zaman önce yücelttiği insanları yerden yere vuruyor.Kimisi daha önce yerden yere vurduğu kişileri öve öve bitiremiyor.Bu durumu izliyor ve şaşkınlık içinde kalıyorsunuz.

Acaba nedendir ? ben yanlış mı düşünüyorum ? diye aklınıza sorular  takılıyor.

Sonra  bakıyorsunuz ki farklı beklentiler,farklı çıkarlar  ve  farklı duygular bu insanları söylemlerinden  farklı şeyler yazdırmış.

Üzülüyorsunuz ve yazmanın erdemini bu kadar itibarsızlaştıranlara  kızıyorsunuz. Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilenler, sonunda düz hat olup çiğnenmeye mahkumdurlar.” diyerek  yazıklar olsun diyorsunuz. 

Dershane Tartışmaları ve Gönül Kırgınlıkları

Hangi kanalı açsam dershane,sosyal medyaya baksam dershane, kısacası son günlerde kamuoyunun gündemini  dershaneler oluşturuyor.

Bu tartışmalar başta mutedil bir konumdayken şimdi kırıcı bir durum almaya başladı.Hatta sosyal medyada maalesef  belden aşağı hakaretlere kadar varmaya başladı. Her iki tarafta öz eleştiri yapma ihtiyacı his etmiyor.Yarın bir birlerinin yüzüne bakacaklarını düşünmeden kayıkçı kavgasına tutuşmuşlar. Bu tartışmaları izlerken üzülmemek elde değil.

Bu tartışmaları tahlil eden ve aklıselimle yaklaşan aydınlarımız da yok değildir.Bunların başında Prof.Dr Ahmet AKGÜNDÜZ hocamız gelir. AKGÜNDÜZ Hocamız  dershane tartışmalarına dair  içten ve tarafsız bir ruh haliyle yazdığı yazısını aktarmak istiyorum.

Son zamanlarda Dershane meselesi gündemi ve zihinleri allak bullak etti. Birileri ifrat ve tefrit derelerinde dolaşıyor. Benden fikrimi soruyorlar. Ben eğitim uzmanı değilim. Ancak genel manada bazı değerlendirmelerde bulunacağım.

Evvela: İslam alemi ve Türkiye tam bir buçuk asırdır, şu anda Türkiye’nin yaşadığı İslami inkişafı ve maddi refahı yaşamamıştır. III. Selim’den beri arzulanan hedefler, bugün birebir gerçekleşmektedir. Ne hizmet erlerine, ne Işık evlere, ne medreseler, ne Kur’an kurslarına ve ne de hiçbir İslami hizmete engeller çıkarılmak şurada dursun, kapıları aralanmakta ve destekler yağmaktadır.

Abdülhamid’den beri yapılmamış dini eserler ve vakıf eserleri tamirleri yapılmıştır.
– Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun.(Tarihçe-i Hayat 139)

İkincisi, Bu ihtilaftan dolayı ehl-i dalalet ve Geziciler keyif içinde ve yangına körükle gidiyorlar. Hocaefendi’nin maalesef ifratkarane beyanatını ve Zaman’ın kışkırtıcı manşetlerini çevire çevire zevkle yayınlıyorlar; yorumlar ekliyorlar. Bülent Arınç meselesinden alamadıkları menfi sonuçları bu meseleden almaya çalışıyorlar. Ehl-i iman ise ağlıyor ve kalpleri sızlıyor.

Üçüncüsü, Hocaefendi’nin beyanatını hissi, aşırı ve mübalağalı buluyorum. İmam Hatipleri hakkındaki beyanatı ne kadar yanlış ve hatalı idiyse, bu da öylesine hatalıdır. Dershaneler meselesini 28 Şubat ile ve hatta daha söyleyemediğim menfi şeylerle kıyaslamak kıyas-ı ma’al-farıktır. Hocamın ehlullah olduğunu kabul edenlerdenim ve hizmet için de dua ediyorum. Ama bu hatalı içtihada karşı fikrimi beyan etmeyi de vazife addediyorum. Buna dayanarak Zaman gazetesinin kışkırtıcı manşetlerini ise hayretle izliyorum ve üzülüyorum. Ehl-i imanın bilezikleriyle bu hale gelen bir gazete Sözcü ile mi yarışmalıydı tahrip ve kışkırtıcılıkta?

Burada şunu anlatırsam daha iyi anlaşılacaktır. İki sene evvel Kazakistan’a gidecektim ve Başbakan ile karşılaştım. Kısa sohbetten sonra bu ziyaretimi öğrenince, ben de sizden evvel gideceğim dedi. Sebebini sordum ve beni hayrete düşüren şu cevabı verdi:

Hocam! Putin’in etkisiyle Kazakistan’daki 25 okulumuza baskılar başladı. Kazakistan Başbakanı imanlı bir genç ve yakın arkadaşım. Bu meseleyi halletmek için gidiyorum.

Şimdi soruyorum: 100 yıllık tarihimiz içinde benzeri bir hadiseyi Merhum Özal’ın bazı hizmetleri dışında söylemek mümkün mü?

Dördüncüsü; Hükümetin yahut Hükümet bürokrasisinin içinde de yangına körükle gidenlerin olduğunu ve hatta hizmete karşı operasyon yürütenlerin bulunduğunu daha evvelki bir makalemde açıklamıştım. Ancak Zaman Gazetesini kuranlardan bir şahsiyet şu anda Milli Eğitim bakanıdır. Mesele çok rahat müzakere edilir. Kaldı ki, Avrupa ülkelerini hiç birinde dershane olayı mevcut değildir. Sadece ve sadece gençlerimizin maneviyat dersini aldığı bu yuvalar, şekil değiştirse bile, varlıklarına ve hizmetlerine asla zarar gelmeyecek bir hale gelmelidir.

Beşincisi; Ben konuşmayacağım. Bediüzzaman’ın dediklerini tekrarlayacağım.

Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hürmetine ve alâka-i Kur’aniyenizin hakkına ve imana hizmetinizin şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci’ ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur’aniyeye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi -şimdilik- ihtimali pek kavîdir. Şualar ( 512 )

İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal’an: Uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal’a-i İslâmiyeyi, küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak; ne kadar hilaf-ı vicdan ve ne kadar hilaf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl!..

Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kal’a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa; bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!..Mektubat ( 269 – 270 )

Amacından sapmış tartışmaların mahzurları zaman içinde bir bir ortaya çıkar. Yine zaman içinde çoğunlukla taraftarları mahcup oluyor.İlle de haklı çıkacağım diye milyonlarca yüreği param parça etmek, insanın varlık hikmetine uymaz. Çünkü insan hayatın en kıymetli varlığıdır. O kadar kıymetlidir ki, kâinat hayat için, hayat insan için yaratılmıştır.

Yaratıcı Kudret’e göre, bir insan öldürmek (maddeten ya da mânen), tüm insanları öldürmek gibidir!

Unutmayalım ki insan kalbi kırmak ise, inancımızda, “Kâbe’yi yıkmak”la eşdeğer sayılmıştır.

Hamit Derman

Zamanın Sahabeleri Muhabbet Fedaileri

Zaman çoğunlukla insanların kendi menfaatleri doğrultusunda hayatlarını dizayn ettikleri ve insanlara menfaatleri doğrultusunda yaklaştığı bir zaman. Bencilliğin, menfaatin ön planda olduğu insani değerlerin ve dürüstlüğün toplumda alıcı bulmadığı bir dönem.

Bu dönemde bu kadar olumsuzluğa rağmen olumlu yönde yaklaşan insanlarda yok değildir. Toplumun manevi dinamikleri olarak kabul edebileceğimiz bu insanlar Muhabbet Fedaileridir.

Bu insanlar kendileri için yaşamazlar. Başkaları için yaşarlar.

Alkışları duymaz, eleştirilere kulak asmaz, yaptıkları şeyi gösterişsiz yaparlar.

Onlar içinde bulundukları toplumu aydınlatıp insanlığı yükseltme uğrunda onlarla bütünleşip onlarla içli dışlı olurlar.

Onlar bir tohum gibidirler. Kendileri çürürken yüzlerce başakları yeşertirler.

Onlar bir ışık gibidirler kendileri yanarken başkalarınıda aydınlatırlar.

Bu insanlar dünyayı bir amaç değil bir araç olarak görürler. Ben demezler her zaman biz derler. Onlar fedakârlık abidesidirler.

Herkes gezip oynarken bu insanlar kitap okuma ve okutma derdindedir. Acaba bugün kaç sayfa kitap okurum ve kaç sayfa kardeşimin kitap okumasına vesile olurum.Kardeşimin imanını nasıl kuvvetlendiririm derdindedirler. İnsanların manevi kurtuluşunu bir ideal olarak görürüler. Bir insanın manevi kurtuluşunu bir insanın idam sehpasından kurtuluşu gibi görürler.

Bu insanlar meyve ağacı gibidirler sesiz sedasızdırlar. Hiç bir zaman sesleri sedaları duyulmaz. fakat verdikleri hizmetlerle insanlara en kıymetli, değerli meyveleri verirler. Kendilerini insanların manevi hayatını kazanacak hazineleri dağıtmakla mükellef görürler. Her zaman pozitif düşünürler.

Üstadları gibi ve Üstad Bediüzzaman’ın  yolunda :

‘’Biz muhabbet fedaileriyiz husumetle vaktimiz yoktur.’’ düşüncesi ile her insana ve her olaya pozitiftirler.

İnsanlara sevgi ve şefkat ile yaklaşırlar. Bir insanın kalbini kırmayı Kâbe’yi yıkmayla eş görürler. Halim selimdirler. Fakat hiçbir zaman korkak ve ürkek değillerdir. Kendilerine haksızlık yapıldığında haksızlığa sesiz kalmazlar.

Kısacası onlar Muhabbet fedaileridirler ahiretini ve başkalarının ahiretini kurtarmak için dünyasını ve dünya namına değerli bildiği bütün değerleri bir kenara atmışlardır. Yalnız bir şeyi gaye edinmişlerdir. Allah rızasını Allah’ı razı etmeyi gaye edinmişlerdir. Allah onlardan razı olsun.

Hamit DERMAN

Sana Gülmek Yasak Dostum

Nice insan vardır ki kendisi için değil toplum için yaşar.Bu insanlar bir idealin bir davanın uğruna hayatını adar.Bu insanların yetişmesi  kolay değildir.Bu insanlar mücevherin şekil almasında geçirdiği safhalar gibi; hayatları ibretlik safhalarla doludur.

Bunları yetiştiren büyük insanlar vardır.Bu insanlar etrafına ışık saçan deniz fenerleri gibidir.Yolda kalmışlara ve yolunu şaşıranlara yol gösterirler.Bu büyük insanlar dava adamlarıdır.

Şimdi bu büyük dava adamlarından birisi olan Bediüzzamanın Talebelerinden Zübeyir GÜNDÜZALP’IN talebesine gönderdiği ve her cümlesi  bizim içinde çok büyük dersler içeren mektubunu aktaracağım.

Sana daha önce “Ağlama ne olur gül artık. Gülmek senin hakkındır.”demiştim.
Şimdi ise “Sana gülmek yasak”diyorum. Sanma ki bu bir çelişki; sanma ki bunlar birbirine mâni. Aksine bunlar birbiriyle iç içe…
Gülmek,üzerine yüklenen ebedî dâvânın ağırlığından gafleti anlatıyorsa;o sana yasak!..
Eğer ebedî dâvânın bayrağını bir adım götürme nimetine nâil olmanın şükür ve sürûrunu temsil ediyorsa,elbet gülmek hakkındır.
Ağlamak bedbinliğe ve şevksizliğe alem olmuşsa ağlama!.. Yazıktır gözyaşlarına…
Eğer îman bayrağını ötelere götüremenin ızdırabı, gayrın dertlerini düşünme faziletinin ifâdesi ise ağla,hem de sel gibi gözyaşı dök!…O yaşlar bir gün rahmet bulutu olup seni gölgeler,hatta yağmur olup âb-ı hayat sunar.
Sen öyle bir duygu girdabındasın ki;kurtulamazsın.
Sen; gülmek -ağlamak,sevmek-sevilmek,konuşmak-susmak gibi zıtların belki de vefâsızlıkların,kadirşinassızlıkların sâhillerine uğrayan helezonik bir güzergâhın yalnız yolcususun.
Senin yolunda yalnız dikenler ve çakıllar değil,pusu kurmuş çakallar da var.
Senin yolunda maddî ve mânevî menfaatlerden de öte,bir ulu gaye için çırpınmak var.
Neylersin sen buna gönüllü tâlip olmuşsun.
Sen kâinâtı kucaklayan bir ulu ideale baş koyacak fıtratta doğmuşsun. Küçük hülyâlarla nasıl avunursun?
Sen her şeyin sâhibine gönül vermişsin,bir şeyde nasıl boğulursun?…
Sen kendini başkasıyla mukâyese edemezsin,çünkü sen farklısın!..
Sana bazen ağlamak yasaktır!
Kan kussan kızılcık şerbeti içmiş gibi duracaksın. Sana bakıp şevk alanları üzmemek için gözyaşlarını içine gömüp,bağrına taş basacaksın…
Sana bazen gülmek yasaktır!
Herkes şen şakrak iken,sende derin bir tefekkür hâli,bir ağırbaşlılık,bir vakar görülür.
Belki de tebessümünle iktifa edersin;çünkü sen zerre kadar zamanda kaybolmaz,asırlar ötesini düşünürsün.
Gün olur,bir ulu hizmetin peşinde yalnız koşturur,türlü fedâkârlıklara katlanırsın.
Belki umduğunu bulamaz, belki destek beklediklerini ilgisiz görürsün…
Nice zamanlar doğru bildiğin yolda yalnız yürümeğe mecbur kalırsın….
Sakın sakın, sana el uzatmayan zavallılar grubunun sahte saâdetlerine imrenme!
Onlara kızma,adâvet etme. Sadece acı…
Çünkü sen farklısın dostum! Allah sana başkalarının dertleriyle dertlenme fazileti vermiş.
Senin beynin enbiyalar ,evliyalar, sâlihler, sıddıklar ve mücahitlerin mefkûresiyle doldurulmuş.
O nuranî zincire bir küçük halka olmak,o ulvî kervanın peşinden koşmak,o mukaddes ayaklarına toz olmak istediğimiz dava ehlinin bir küçük ferdi olmak arzusu vermiş;ne diye küçük düşünüp,hislerini dünya için hebâ edeceksin?
Sen farklısın dostum çok farklı!
Ömründe seni bir kere dahi düşünmeyen,sana zerre kadar menfaati dokunmayan kişinin imanını kurtarmak için çırpınıyorsun.
Onun için çalışıyor,programlar yapıyor,diller döküyorsun.
Neylersin ki elinde değil,başkasını düşünmeden edemiyorsun.
“Boş versene” diyemiyorsun.
“Aldırma da geç git”diyenlere kulak asmıyorsun,
“Milleti sen mi kurtaracaksın?” diyenlere :
“Evet ben kurtaracağım! Var mı bir diyeceğiniz!”
diye haykırıyorsun…
Sen gönüllü bir mahkûmsun dostum!
Sâniyeleri Allah yolunda hizmetle geçen bir çelik duvarla örmüşsün çevreni.
Sen kendi mahpushâneni kendin yapmışsın,ne diye dışarıdaki aylaklara imreneceksin?
Sen seni seninle mukayese et. Sen başkalarına bakıp da “o niye böyle?Şu niye şöyle?”deme.
Sen kendi kabiliyetlerini,kendi duygularını aksa’l-gayâta çıkar. Sen kendinle yarış!..
Bu hükümet-i cumhuriyenin tek memuru ben miyim?”deyip el etek çekme! Bu senin davandır…
Unutma! Problemler küçük insanların şevkini kırar,büyük insanların azmini artırır.
Sen büyük insansın. Çünkü büyük ve ebedî bir davaya gönül vermiş,baş koymuşsun.
Sıradağlar gibi problemlerle çevrilsen takma kafana!
Bu dava büyükse sahibi de büyük.
Senin gibi ihlaslı,cevval kahramanları yalnız mı bırakır?….”

HAMİT DERMAN-ŞANLIURFA