Kategori arşivi: Aile Sağlık

Yaramaz çocuğun ilacı nedir?

Bir kadın vardı. Çocuğuna hiç laf geçiremiyordu. Kadın ne söylese, çocuk onun zıddını yapıyordu. Çocuğun okulu da kötü gidiyordu. Ne derslerini istekli takip ediyor ne de ödevlerini tam yapıyordu.

Annesi kızsa da, dövse de kâr etmedi. Babası odalara kapatıp cezalar yağdırsa da çocukla baş edemedi.

Çaresiz kadın, bir gün çocuğu okula götürürken yol üstünde ‘ayı oynatıcısı’ gördü.

İnsanların merak içinde etrafını sardığı ayı oynatıcısı, tef çalıyor, burnunda halka takılı ayı da zıplaya zıplaya oynuyordu. Kadın durdu, düşündü. Kendi kendine güldü: “Ben bir çocuğu terbiye edemezken adam ayıyı terbiye etmiş!”

Sonra ayı terbiyecisinin yanına yaklaşıp “Ben bir çocuğu terbiye edemedim, sen nasıl oldu da vahşi bir ayıyı terbiye ettin?” diye sordu.

Adam tebessüm etti: “Her işin bir kolayı var, o da bende gizli.”

Kadın, “N’olur bana yardım et. Çocuğumla başım dertte.” diye yalvardı.

Ayı oynatıcısı çocuğa baktı, “Zor değil. Sen bunu bana bir hafta getir, ben onu da söz dinler hâle getiririm.” dedi.

Kadın sevindi.

Çocuğu ayı oynatıcısına götürmeye başladı. Aradan daha birkaç gün geçmesine rağmen çocuktaki eski davranışlar yavaş yavaş düzelmeye başladı. Çocuk artık annesine karşı gelmiyor, itiraz etmiyordu. Bir hafta sonra çocuk tam da kadının istediği kıvama geldi. Kadın çok sevindi. Ayı terbiyecisine bolca dua etti.

Konu komşu bu duruma çok şaşırdı. O söz dinlemeyen asi çocuk gitmiş, yerine sessiz, sakin, akıllı uslu bir çocuk gelmişti. Öğretmeni çocuktaki bu değişikliklerden memnun oldu, kadına tebriklerini iletti.

Ancak çocuktaki bu değişiklik çok uzun sürmedi.

Eskiden olduğu gibi, sinirli, hırslı, öfkeli değildi belki ama bu sefer arkadaşlarının eşyalarını çalmaya, gizli işler yapmaya, göz göre göre yalanlar söylemeye başladı. Öğretmen çocuğun annesini çağırıp “Ne yapacaksınız bilmem ama çocuğunuz bir garip oldu. Artık hırsızlık yapmaya, yalan söylemeye başladı.” dedi. Kadın çok üzüldü. Yana yakıla yine ayı terbiyecisini aradı ama bulamadı. Adam oralardan gitmişti.

Kadının bu çaresiz hâlini gören, güngörmüş bir komşusu, “Üzülme” dedi, “Benim tanıdığım gönlü geniş bir âlim zat var. İstersen bir de ona durumu anlat.”

Kadın razı oldu. Çocuğunu aldı, bu âlim zata götürdü.

O zat, durumu dinledi, “Sen bir hafta bana bu güzel delikanlıyı getir, ben bir bakayım nesi varmış.” dedi.

Kadın razı oldu.

Çocuğu getirip götürmeye başladı. Daha iki görüşmeden sonra adam çok ürktü. Çocuğun annesine dönüp “Sen bu çocuğa ne yaptın! Ben çocukta hayvan siması görüyorum.” dedi.

Kadın şaşırdı, “Ben bir şey yapmadım.” dedi. Sonra hatırlayıp devam etti: “Ama bir zamanlar çok yaramazlık yapıyor diye bir ayı terbiyecisine götürüp çocuğu ona terbiye ettirmiştim.”

Adam çok üzüldü. “Be kadın, hiç hayvan terbiyecisine çocuk terbiye ettirilir mi! Hayvanlar korku ile, insanlar vicdanı ile terbiye olur. Bazen hayvanlar bağırılarak, dövülerek, cezalandırılarak, ayakları yakılarak terbiye olunur. Hâlâ sahibini dinlemiyorsa, karanlık odalara hapsedilip çaresiz bırakılarak terbiye olunur. Bunlar hayvana bile zulüm iken, sen nasıl olur da kendi çocuğunu hayvan terbiye eder gibi terbiye ettirdin?” dedi.

Sonra devam etti: “Hem unutma, çocuğuna laf geçirmek değildir çocuk eğitimi. Çocuğun kalbine girip ona şefkatle tesir edebilmektir asıl olan. Hadi sen al git çocuğunu, önce kendi vicdanını duyarsızlıktan kurtar, sonra da şeker şerbet içirir gibi onu koynuna al, kendini ona ver, sarmaş dolaş ol. Sen kendini ne kadar yumuşatabilir ve ‘kuzum’ diye kendini çocuğuna bırakabilirsen, çocuğun da o kadar yumuşayıp ‘annem’ diye sana kendini bırakır. Onun ilacı ne ayı terbiyecisi ne de benim, sadece sensin.”

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Maneviyat Eğitiminde Ailenin Önemi

Hayat standardının yükselmiş olması maalesef beklenen mutluluğu ve huzuru sağlayamadı insanlık için… Bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmesi, insanın pek çok alanda işini kolaylaştırırken bir taraftan da onu yalnızlaşmaya ve içine kapanık bir hale gelmeye itiverdi yavaş yavaş…

Artık çocuklar dışarıda arkadaşlarıyla oyun oynamak yerine bilgisayar başında “sanal” denilen ortamda hayal mahsulü oyunlarla neredeyse tüm vaktini “oyunda oynaşta” geçirmeye aday bir şekilde yetişiyorlar maalesef… Dahası, kendilerine sağlanan özel oda, özel eşya lüksü bile onları mutlu etmeye yetmiyor, aksine tatminsizlikleri bir anlamda mutsuz ve huzursuz kılmaya başlıyor. Ne dersiniz? Erken yaşlarda başlanan kötü alışkanlıklar, sebepsiz yere intiharlar, bir başka insana, canlıya ya da eşyalara verilen zararlar, maneviyat boşluğundan değil de başka nereden ortaya çıkıyor?

Değerli okuyucum,
İnsanoğlu orta şartların varlığıdır. Uç noktalar onu mutlu etmez, huzursuzlaştırır. Medeniyetin, yeryüzünde aşırı soğuk ve sıcağın hüküm sürdüğü kutuplar ve diğer mekânlarda değil ortalama şartların mevcut olduğu coğrafyalarda gelişmesi bile insan için her şeyin ölçülü olması gereğinin ortaya koyar. Ve insan ruhu ancak maneviyat ile huzur bulur, tatmine erer. Onun yokluğu ise hiçbir şeyin varlığıyla telafi edilemez. Bugün artık neredeyse tüm sosyal bilimciler, insan eğitimi için ahlak ve maneviyatın vazgeçilmez olduğunda hemfikirdirler. Ayrıca onlar bu eğitimin ne kadar erken yaşlarda başlanırsa o denli yararlı olacağı düşüncesindedirler. Bu bağlamda, ailenin söz konusu eğitimde en önemli görevi üstlenmesi gerektiğini söyleyerek bunun nasıl ve ne şekilde gerçekleştirilmesini aşağıdaki satırlarda bulabileceğini ifade etmek istiyoruz.

Ailenin Önemine Dair Birkaç Söz…
Kıymetli okuyucum,
Ailenin çocuk için ne derece önemli olduğu, yapılan araştırmalar sonucunda ortaya konulan ve herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Bebeklik çağından itibaren çocukluk yıllarının da bu kurum içinde geçirilmesi, aileye ayrı bir önem kazandırmaktadır. Çünkü çocukluk yılları, karakterin, tutum ve davranışların şekil kazandığı bir dönemdir. Dolayısıyla, bu yıllarda çocuğa verilecek eğitim tarzının, onun üzerinde hayatı boyunca etkili olacağını söyleyebiliriz.

Çocukluk dönemi böylesine bir önem taşıdığı için, bu yıllarda verilen maneviyat eğitimi de, kişiyi hayatı boyunca etkilemekte, onun duygu ve düşüncelerine, tutum ve davranışlarına yön vermektedir. Din ve ahlak eğitimi almış kişilerin eşya ve olaylara bakışlarındaki farklılık, kendisini hemen hissettirmektedir. Çünkü iman duygusunun insana sağladığı güven ve manevî huzur, değişen ve ağırlaşan hayat şartlarında, fertler için bir sığınak vazifesi görmekte, kavuşulan maddi imkânların onu şımartmasına engel olmaktadır.

İnsanoğlunu, mensubu bulunduğu toplumun dinine yönelten, ona kültürel ve terbiyevî anlamda büyük oranda tesir eden aile müessesesi, din ve ahlak eğitiminde ayrı bir önem taşımaktadır.
“Ağaç yaşken eğilir” atasözü, yerinde ve zamanında yapılması gereken eğitimin önemini dile getirmektedir. Çünkü, bir eğitimcinin ifadesiyle, “bir boya ile ilk defa boyanmış bir yün, boyanın rengini öyle sağlam bir tarzda emer ve alır ki; onu artık ikinci defa bir başka renge boyamak kolay olmaz. Bir yaş ağaç bükülerek kolayca çember haline getirilebilir; fakat kuruduktan sonra bu çemberi düzeltmek ve ağacı eski haline getirmek istersek kırılır. Tıpkı bunu gibi, ilk izlenimler insan ruhunda öyle sağlam, kuvvetli ve derin tesirler bırakır ki, onları beyinden söküp atmak âdeta imkânsızlaşır.”

Çocuk eğitiminde ailenin bu denli önemli oluşuna, gerek Kur’ân-ı Kerim’de gerekse Hz. Peygamber (sav)’in hadislerinde çeşitli vesilelerle dikkat çekilmektedir. Meselâ bazı ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: “Ey müminler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyunuz…” “Ey Peygamber! Ailene namaz kılmalarını emret; ve sen de bunda devamlı, sebatlı ol.”

Hz. Peygamber (sav)’in çocukların eğitimleriyle ilgili hadisleri de dikkat çekicidir. Nitekim bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Çocuğa güzel bir isim verilmesi ve güzelce terbiye edilmesi, onun anne babası üzerindeki haklarından biridir.”

İmam Gazâlî ise, ünlü eseri İhyâ’da şöyle demektedir:
“Çocuk ana babasının yanında bir emanettir. Onun her türlü şekli almaya hazır, temiz ve boş kalbi de âdeta bir cevherdir. O her türlü nakşa müsait olduğu gibi, meylettirildiği her şeyi almaya da kabiliyetlidir. Eğer çocuk iyiliklere yöneltilirse, hayır üzere büyür, dünya ve ahirette mesut olur.” İlk yıllarda alınan din eğitiminin çocuk üzerinde olumlu tesirler bıraktığı bugün artık bilinen bir gerçektir. Yeri gelmişken, burada Mehmet Kaplan’ın bir hatırasından bahsetmek yararlı olacaktır. Yazar, bir eserinde, askerlik yıllarında talim yaparlarken lise ve üniversite mezunu gençlerin, sahipsiz bahçelere sorumsuzca ve sürüler halinde hücum edip, haram malı güle kapışa yediklerinden söz ederek, şöyle devam etmektedir: “…O zaman, bize çocukluğumuzda telkin edilen “haram mala el uzatmama” düsturunun ulviyet ve derinliğini hissettim ve anladım ki, lâik terbiye asla insanlara, câhil Müslüman ailenin vermiş olduğu ahlâk terbiyesini veremiyor.”

Genel kanaate göre, çocukların çevrelerinden bu derece etkilenmeleri, zihnî yapılarının kendilerine verilen her şeyi kabullenmeye gayet elverişli olduğundandır. Çünkü çocukta büyük bir uyum gücü vardır. Bu özellik ise, onda göze ilk çarpan ve doğumundan olgunluk çağına kadar çocuğun ruhuna hâkim olan bir durumdur.

İşte bu uyum gücünün, iyi bir şekilde yönlendirilerek, din eğitiminin ilk çocukluk yıllarında en mükemmel şekliyle verilmesine çalışılmalıdır. Zira 10-12 yaşlarına kadar olan dönemde, din ve ahlâk değerlerinin büyük bir kısmı, çocuk tarafından özümsenmektedir. O halde, din eğitimi ve öğretiminin bu dönem içinde, büyük ölçüde tamamlanması gerekmektedir.

Oysa ülkemizde eğitim adına her şey okuldan beklenmekte ve çocuğun din eğitimi de okula bırakılmaktadır. Okullardaki din eğitiminin yetersizliği yanında, çocuğun Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersiyle ancak 10-11 yaşlarında karşılaşması, din eğitimi ve öğretiminde ortaya olumsuz bir tablo çıkarmaktadır. Bu nedenle, okul öncesi dönem anne babalar tarafından önemsenmeli ve çocuğun karakterinin önemli bir kısmının oluştuğu bu dönemde din eğitimi ve öğretiminde belirli bir mesafe alınmalıdır.

Çocukluk çağının ilk yıllarında, anne baba tarafından yerine getirilmesi gereken bu faaliyetin hangi yaşlardan itibaren başlaması konusunda kesin bir sınır yoktur. Ancak Hz. Peygamber (sav)’in “fıtrat” konusuyla ilgili hadislerinden birinde “Çocuğun bu (fıtrat) hali konuşma zamanına kadar devam eder. Sonra, artık ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsileştirir” ifadesini hatırlamamız, konuşmaya başlamasıyla birlikte çocuğun din eğitimine de başlamanın önemini ortaya koyacaktır. Nitekim Hz. Peygamber’in, konuşmaya başlayan çocuklara birtakım dinî nitelikli cümleler ve ayetler ezberlettiğine dair kayıtlar da vardır.

Bu bağlamda, çocukların konuşmaya başladıkları çağdan itibaren, din eğitimlerine başlanabileceğini ifade edebiliriz. Nitekim gerek öğretmenler ve gerekse öğrencilerin, üzerinde birleştikleri 3-4 yaşları da, hem Hz. Peygamber’in sünnetine, hem de pedagojik realitelere uygundur.

O halde, bu yaşlardan itibaren ölçülü, düzenli ve kararlı bir şekilde din eğitimine başlanabilir. Bunun aynı zamanda çocuk için oldukça gerekli bir konu olduğunu ve anne babaların bu görevi ihmal etmemeleri gerektiğini söylemeliyiz.

Prof. Dr. Mehmet Emin AY

Anne Babanın Egosu için Ders Çalışmak…

Toplumlumuzda genel olarak çocuklar, sorumluluk duygusu gelişmiş bireyler olarak değil de bağımlı kişiler olarak yetiştirilmektedir. Bunun sonucunda çocuklar, bağımlı kişiliğe bağlı olarak, sorumluluk almaktan korkan, kendi ayakları üzerinde duramayan, kendi kararlarını veremeyen çocuklar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Anne babalar çocuklarının her şeylerine o kadar çok müdahale ediyorlar ki giyeceği ayakkabıdan tutun da seçeceği mesleğe kadar her şeylerine karışmaktadırlar. Hatta çocukların ne zaman, nerde ve nasıl ders çalışacaklarına dahi anne babalar karar vermek istemektedirler.

Karar vermeyi bir adım daha ileri götürmek isteyen bazı anne babalar, ellerinden gelse ve müsaade edilse, çocuklar adına çocukların derslerine çalışıp sınavlarına dahi girmek isteyeceklerdir.

El bebek gül bebek büyütülüp her şeyleri anne babaları tarafında düşünülüp yapılan bu çocuklar, sorumluluk duygusu geliştiremeyeceklerinden kendilerine güvenmeyi de öğrenemeyeceklerdir.

Eskiden çocuklar düşe kalka büyür ayağa kalkmasını da bilirdi. Sorumluluklar küçük yaştan itibaren verilir çocukların kendilerine güvenleri de verilen sorumluluk oranında gelişirdir.

Bir bayram günü köyde yeğenin evinde yatılı misafir olmuştuk. Sabah kahvaltıya oturacağımız sırada yeğenin 3, 7 ve 11 yaşlarındaki üç çocuğu da üst başlarını giymiş halde geldiler. Yeğenin onları giydirmediğini biliyorum. Yeğene sorduğumda “Büyükler kendileri giyinirler küçüğü de ağabeyleri giydirirler.” dedi. Çocuklarda yardımlaşmanın ve sorumluluğun en güzel örneği sergiliyorlardı.

Günümüzde teknolojinin insan hayatına kattığı kolaylıkları ve ailelerdeki çocuk sayılarını da düşündüğümüz zaman anne babaların çocukların yetiştirilip eğitilmesi konusunda daha fazla zamanları olduğunu düşünüyorum.

Anne babalar, çocuk sayısının azlığı ve teknolojik imkânları çocuk eğitiminde bir fırsat olarak değil de şımartma olarak değerlendirmektedirler. Bunun içinde çocukları el bebek gül bebek olarak büyütmektedirler.

Şimdiki çocuklar; ana kucağından inmeden örümceklere, çocuk arabalarına bindirilmektedirler. Yani bu çocuklar, ayağa kalkmasını öğrenebilmeleri için düşe kalka büyümeleri gerekirken düşmeden büyümektedirler. Düşe kalka büyümeyen bu çocuklar, kocaman olmalarına rağmen kendi ayakları üzerinde duramamaktadırlar. Kocaman olmalarına rağmen üst başları anne babası tarafından giydirilen bu çocuklar, okula giderken okul çantalarını da anne babalarına taşıtmaktadırlar.

Çocuklar belli bir yaşa geldikleri zaman da “Kocaman oldun, bensiz sen hiçbir iş yapamıyorsun.” demeye başlarlar. Anne babaların tutumu, kanatları yolunmuş kuştan uçmasını istemeye benzemektedir.

Çocuklar Neden Ders Çalışmak İstemezler?

Birincisi sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, kendilerine güvenemedikleri için ders çalışmak istemezler. Kendilerini hedefe ulaştıracak cesareti olmayan bu çocuklar, böyle bir çaba içine girmeyeceklerinden bu kaygıyı da yaşamayacaklardır.

İkincisi, sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, sınavlara çalışma konusunda da sorumsuzdurlar. Küçüklükten beri her şeyleri ailesi tarafından karşılanıp yapılan bu çocuklar, yaşlarına ve seviyelerine uygun sorumluluklar verilmediği için bu kaygıyı yaşamazlar. Bu çocuklar her şeyleri tam olduğu halde yine ders çalışmak istemezler.

Üçüncüsü, anne babaların sürekli ders çalış demeleri, çocukları derslere karşı soğutur. Anne babaların, iyi niyetli olarak ders çalışma konusunda yaptıkları uyarılar, okul döneminde olduğu gibi sınavlara hazırlıkta da çocukları ilgisiz yapacaktır.

Bu çocuklar, anne babalarının sürekli ders çalış uyarılarını sanki anne babaları için ders çalışılacakmış gibi algılayacaklarından ders çalışmaya da pek yanaşmayacaklardır. Hiç kimse başkasının egosunu tatmin etmek için sıkıntıya girmeyeceğinden, bu çocuklar da anne babalarını memnun etmek için ders çalışmayacaklardır.

Dördüncüsü, bu çocuklara televizyon, bilgisayar, oyunlar, arkadaşlar, internet, cafeler… ders çalışmaktan daha hoş gelir.  Zamanını derslere çalışmak yerine eğlenerek geçiren bu çocuklar, yine bu kaygıyı yaşamayacaklardır.

Beşincisi, bu çocuklarla ders çalışma konusunda iletişim kurulurken; onları suçlayıcı, kıyaslayıcı ve fedakârlıklarını gündeme getirici konuşmalar da çocukların dersler çalışma isteğini azaltacaktır.

Ders Çalışmak İstemeyen Çocuklar için Ne Yapmalı?

Anne babalar, ders çalışmayan ve ders çalışmak istemeyen bu çocuklarla uğraşıp hem çocuğu hem de kendilerini sıkıntıya sokmamak adına çocuklar üzerindeki psikolojik baskıyı kaldırmak gerekir.  Eğer çocukta yetenek ve kapasite var; fakat ders çalışma yoksa bu konuyu çocuğun anlayacağı uygun bir dille, onu suçlamadan konuşmalı ve problemin kaynağına inilerek çözüm yolları aranmalıdır.

Çocukları okulda ve toplumsal hayatlarında başarılı olmaları isteniyorsa, çocuklar adına onların işlerini yapmaktan ve onların işlerini düşünmekten vazgeçilmelidir.

Çocukların yaşlarına uygun görevler verilerek cesaretlendirilmeli, çocuğun çabası ve yaptıkları takdir edilerek bazen ödüllendirilmelidir.

Çocukları başkaları ile kıyaslamak yerine dünü ile bugünü kıyaslanmalıdır.

Çocuğun olumsuz davranışları yerine olumlu davranışları görülüp benlik saygısı yükseltilmelidir.

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net

Şimdi Yapsın Büyüdüğü Zaman Nasılsa Yapamayacak!

Kız Çocuklarını Fıtrata Uygun Yetiştirememek-2

Günümüz kız çocuklarının giyimlerine bakıyoruz erkek çocukları gibi. Özelliklede kız çocuklarının hayatlarında etek diye bir şey yok. Oysa etek giyen çocuklar, oturmasına kalkmasına dikkat edeceklerinden uygunsuz oturmalardan da kendilerini sakınacaklardır.

Erkeklerin giymesi gereken pantolonları kızlar abartarak giymektedirler. Giydikleri de normal dikilmiş pantolon yerine daracık pantolonlar ya da moda diye jiletlenmiş pantolonlar. Bu da çocukların giydikleri giysilerle kendilerini bütünleştirmelerine neden olacaktır. Yani erkek gibi giyinen kızlar ister istemez erkek gibi rahat hal ve hareketleri olacaktır.

Çocukların giyinişleri, hal ve hareketleri böyle olunca annelerinde kendilerine göre bir savunmaları olacaktır. “Şimdi giysin nasılsa büyüdüğü zaman giyemeyecek!” “Şimdi yapsın büyüdüğü zaman nasıl olsa yapamayacak!” İşin garip tarafı dini hassasiyeti olmayan anne babalar, çocuğum daha küçük büyüyünce giysin ya da büyüyünce yapsın demiyorlar. Böyle bir kaygıları da yok. Alması gereken veya yapmaları gereken bir şey varsa daha küçük yaştan itibaren eğitimlerini aldırmaya çalışmaktadırlar. Piyano, bale gibi.

Daha küçük şimdi giysin şimdi yapsın düşünce ve anlayış, annenin kendini kandırmaktan başka bir işe yaramadığını sokak ve caddelere baktığımız zaman çok daha iyi görmekteyiz.  Anne kapalı, yanında yürüyen lise çağındaki İslami esaslara göre giyinmesi gereken kız çocuğu açık. Mevsim bir de yaz ise açıklık iyice abartıldığını görmekteyiz.

Atalarımızın  “Ağaç yaş iken eğilir.” atasözünde de olduğu gibi zamanında yapılmayan ve verilmeyen eğitim ilerde birçok sıkıntıyı da beraberinde getirecektir. Çünkü çocuğun hayatına arkadaşları, okul ve toplum girecektir. Önceleri çocuklar annelerini model alırken çocuğun büyümesiyle model aldığı kişiler ev dışında sevdiği, imrendiği kişi ve kişiler olacaktır. Şimdi yapsın ilerde nasıl olsa yapamayacak dediğimiz çocuklar; “Hayır ben yapmak istiyorum, giymek istiyorum onu yaparsan/giyersen bana gülerler. Ya da neyi giyip giymeyeceğime ben karar veririm siz bana karışmazsınız.” gibi tepkilerle karşımıza çıkmaktadırlar. Ailesinin zoruyla kapananlarda başları kapalı geri kalan kısımları erkek gibi. Başörtüsü olmasa arkadan baktığınızda rahatlıkla kızdır diyemezsiniz.

Ebu Hureyre anlatıyor: Allah’ın Resulü (s.a) şöyle buyurdu: “Ateş ehlinden /Cehennem halkından iki sınıf var ki henüz görmedim: Biri; yanlarında inek/sığır kuyruğuna benzeyen sopalar/joplar bulunan, onlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri ise;

1- Giyindiği halde açık olan (teni gösteren ince elbise giyinen veya bedenlerinin bir tarafı tamamen açık olan),

2- Erkeklere olan meyillerini yansıtan /veya omuzlarını sallayarak, çalımlı (kötü kadınların yürüyüşüyle) yürüyen,

3- Başları bir tarafa meyleden develerin hörgücü gibi olan kadınlar. Bu kadınlar cennete giremez ve –kokusu şu kadar/çok uzak mesafeden alınabilen- cennetin kokusunu dahi koklayamazlar.” (Müslim, Libas, 125)

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de de şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir giysi, bir de giyip süsleneceğiniz bir giysi indirdik. Takva örtüsü ise daha hayırlıdır. (A’raf7/26)

Mutfağa Sokulmayan Kızlar

Günümüzde çocuk eğitimi sadece akademik başarış üzerine odaklanmıştır. Çocuk eğitim sadece okul başarısı üzerine kurulunca çocukların sorumluluk adına yapması gerekenlerde anneleri tarafından yapılacaktır. Hal böyle olunca da çocuklar, aile içinde fıtratlarına uygun sorumluluk bilincini kazanamamaktadırlar.

Bırakın ilkokul ortaokula giden çocukları, liseye giden kız çocuklarının birçoğunu sabahları yataklarından anneleri kaldırmakta ve kahvaltıları anneleri tarafından hazırlanmaktadır.

Yine liseye giden kız çocuklarını birçoğu bırakın yemek yapmasını çay yapmasını dahi bilmektedirler. Üniversiteye giden kızlarında birçoğu doğru dürüst yemek yapmasını bilmemektedirler. Kız çocukları anneleri tarafından bütün ihtiyaçları ayaklarına götürüldükleri için birçoğu mutfağın yolunu bilmemektedirler.  “Aman kızım, git sen dersine çalış!” diyerek mutfağa sokulmayan kızlar, erkek çocuğu gibi sofra hazır olduğu zaman gelir yemeğini yer yine erkek çocuğu gibi yemeğini yedikten sofradan kalkıp odasına gider. Sofra kalkacak mı bulaşık yıkanacak mı diye bir dertleri yok. Gerçi anneleri de; “Bırak kızım, git sen dersine çalış! Ben kaldırırım, ben yıkarım!” diyerek girmek isteyen çocukları da mutfağa sokmamaktadırlar.

Okusun kariyer sahibi olsun diyerek ev işleri yaptırılmayan kız çocukları evlendikleri zaman evlilik hayatlarında sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bizim kültürümüzde yemek bulaşık kadının görevi denilerek hâlâ erkek çocukları mutfağa sokulmamaktadır. Erkeklerin mutfak diye bir dertleri olmadığı için işten geldikleri zaman annesinin evine gelmiş gibi doğruca oturma odasına geçmekte ve her şeyi ayaklarına beklemektedirler. Kızlarda işten geldikleri zaman mutfak, çocuk derken bütün ev işleri ona baktıkları için tüm yük onların üzerine kalmaktadır. Eşinden yardım istediği zamanda tartışma çıkmaktadır.

Yine evlilikte duygusal ilişkilerde de zaman zaman beklentilere bağlı olarak eşler arasında sıkıntılar yaşanmaktadır. Evin prens ve prensesleri olarak yetiştirilen bu çocuklar, annelerinden gördüğü fedakarlığı evlilik hayatlarında eşlerinden beklemektedirler. Burada gözden kaçırdıkları şey, birisi her fedakârlığı göze alıp katlanıp yapan anne, diğeri de hayatın sorumluluklarını paylaşma adına evlendiği eşi. Eğer eşler bu iki önemli farkı fark edemedikleri zaman sıkıntılar, ardından da kavgalar başlıyor. Sonrasında aileler tartışmaların içine girmekte ve evliliklerin temeli sarsılmaktadır.

Okusunlar Ancak…

Günümüzde kız çocuklarının yetiştirilmesi adına birçok değişikliklere uğradı. Kız çocuklarında bulunması gereken birçok güzellikler ortadan kayboldu. Her şey kariyer üzerine kurulduğu günümüzde, çocukların duygu ve davranışları göz ardı edilmektedir. Kız çocuklarının fıtratlarına uygun yeterince şefkat, merhamet ve sadakat verilemedi. Bunun yerine hayatın acımasızlığı bahane edilerek hırs ve rekabet duyguları öğretildi.  Bunun sonucunda da kızlar fıtrata uygun gerçek anlamda ne anne olabildiler ne de duygularını yaşayabildiler. Bugün birçok Avrupa toplumunun ahlaki anlamda yaşamış oldukları sorunların temelinde özellikle kız çocuklarını fıtratlarına uygun yetiştirememelerinden kaynaklanmaktadır.

“İlim müminin yitik malıdır onu nerde bulursa alır.” (Tirmizi, İlim,2687) hadisince kız çocukları okutulsun hem de sonuna kadar. Ancak ailede eğitim özellikle kız çocuklarının fıtratına uygun olarak yapılsın. Anneliği ikinci plana attırarak sadece kariyer için eğitim aldırmamak gerekir. Çocukları okuturken ilerde bir eş olacağını ve en önemlisi anne olacağını unutturmamak ve ona göre yetiştirmek gerekir.

“İlim tahsil etmek kadın-erkek her Müslümana farzdır.” (Camius Sağir,ilim, 409) hadisince kızlar okutulsun hem de sonuna kadar diyoruz. Ancak eğitimi sadece dünya hayatı için değil ahiret hayatı içinde alsınlar. Çünkü iyi yetişmiş ve iyi eğitim almış kız çocukları ilerde anne olduğu zaman kendi çocuklarını daha bilinçli yetiştirecektir. Bu da geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız fıtratına uygun ve iyi eğitim almış bir annenin elinden yetişmesi toplumun geleceği açısından daha güvende olacaktır

Sonuç olarak; kadınlar hangi meslekten olurlarsa olsunlar bir eştir. En önemlisi Rabbimizin Rahim isminin tecelli ettiği bir annedir.  Konumu ne olursa olsun ilerde Rabbim nasip ederse her şartlarda anne olacak kız çocuklarını yaradılışları gereği fıtrata uygun ilmek ilmek işleyerek yetiştirmek gerekir.

Kız çocukları yetiştirirken onları gereken bilgiyle donatmak, dini eğitimlerini eksik etmemek ve güzel bir ahlak ile terbiye etmek gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.v):

“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yan yana bulunacağız.” (Müslim, Bir, 149; Tirmizi Bir, 13)

“Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allah-ü Teâlâ’nın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.” (Taberani) buyurmaktadır.

Mehmet Emin Karabacak

Evlilik Sürecinde Yapılan Hatalar

Evlilik iki bireyin biz olabilme sanatıdır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de son 10 yılda 6 milyon 90 bin 212 çift de evlendi,1 milyon 151 bin 591 çift boşandı.
Gençler kendi aralarında ana babalarının haberi olmadan evleniyorlar.
Aileler; Gençler konuşurken, gezerken günaha girmesin düşüncesiyle nişanla beraber dini nikâh kıydırıyor.
Gençlerin arkadaşlarını şahit göstererek kıydıkları gizli nikâhlar, ileriki günlerde her iki tarafıda çok zor duruma sokmaktadır. 
Nikâh İlân edilmeli, denklik olmalı, mehir olmalı, en önemlisi anne babanın rızası olmalı.
Anne baba seni büyütsün yetiştirsin, tahsil için okula göndersin, sen onlara sorma tenezzülünde bile bulunma evlen, sonrada mutlu olacağını zannet.
Görücü usulü evlenmeyi çağ dışı buluyorlar, oysa birinde sizleri tanıştıranlar arkadaş çevreniz, birinde ise annen baban veya yakın akraban, hangisi güvenli? Hangisinin tavsiyesinin daha doğru olma ihtimali yüksek?
Hayatı paylaşmaya karar veren çiftlerin hem evlilik öncesinde hem de ileride sıkıntı yaşamamaları için alışverişte daha tutumlu davranmaları gerekmektedir.
Düğün alışverişleri, ağır bir yük getirmemeli, nişanlılık süresi haddinden fazla uzun olmamalı.
Düğün alışverişi adı altında abartılarak alınan birçok şey neredeyse bir kere bile kullanılmıyor.
Unutulmamalıdır ki, alınan evlilik kararı, gelenek ve göreneklere uygun olduğu kadar keseye de uygun olmalıdır.
“Tabi ki isteyeceksin, istemek en doğal hakkın” 
“Bana bu kadar mı değer veriyorsun?” gibi sözler süreci zorlu hale getirmektedir.

Ailenizi veya çevrenizdeki insanları mutlu etmek için evlenilmediği gibi, başkaları için de düğün yapılmamalıdır. Kendiniz için düğün yapın.

Evlenip mobilyacıları gezeceğinize dünyayı gezin.

3-5 parça tencere tava takımına neredeyse bir ev kirası kadar para verildiğine şahit oluyoruz.
1 milyar civarında insanın açlıkla karşı karşıya olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yılda 10 milyon insan açlıktan ölüyor, durum böyle iken hayatın boyunca görmediğin akrabaları binler lira harcayarak eğlendirmeye çalışmak hangi mantıkla izah edilebilir?
Eskiden çeyiz serilir evlenecek gençlerin yakınları buradaki eksikleri görür ve imkânları nispetinde tamamlamaya çalışırlardı.
Şimdi ise” görün beni” mantığıyla hazırlanmış lüzumsuz, gereğinden çok fazla, hiç kullanılmayacak bir sürü şey.
Kına gecesi yapmak, stüdyoda yapmacık, şekilden şekle girilen fotoğraflar
çektirmek, bir gece giyilecek gelinlik-damatlığa tonla para bayılmak.
Hangi birini sayayım be kardeşim ayağını yorganına göre uzat.
İsraf haramdır.
Allah mesut ve bahtiyar etsin.

Çetin KILIÇ