Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Evlenecek Gençle Bir Telefon Sohbeti

Meçhul gencin telefondaki ısrarlı sorusu şöyleydi:

-Okuldan arkadaşımla aramızda gizli dinî nikâh yaptırmak istiyoruz. Ailemizin haberi olmadan yaptıracağımız bu dinî nikâha nasıl bakıyorsunuz? Tavsiye eder misiniz?

Bu gibi gençlik sorularının arka planında yaşanan faciaları çok dinlediğimden dolayı cevabım belki de beklenmedik şekilde sert oldu:

-Ben, dedim, intiharın her türlüsüne karşıyım. Hayatının baharında bir genç kızın ailesinden habersiz gizli nikâhla hayatını baştan riske sokması, büyük ihtimalle intihar gibidir. Erkek için aynı derecede olmasa da kız için sonuç başka türlü olmayabilir!

-Bir kolay yanı yok mu bunun, diye ısrar edince, var dedim; hem de çok kolay. Heyecanlandı;

-Lütfen o kolay tarafı söyleyin! dedi.

-Tarafların haklarını kanunî teminat altına alacak resmî nikâh yaptırmak. Böylece evlilikten doğan haklarını emniyete almak, aileleri de sıkıntıdan kurtarmak..

-Ama şu anda buna imkan yoktur. Ne ailemiz buna razı olur, ne de bizim okul ve yaş durumumuz buna müsaittir!

– Demek hem yaş, hem okul, hem de aile durumu müsait olmadığı halde, siz yine de gizli nikâha cesaret edebiliyorsunuz. Bu kadar olumsuzluğu göze almanın, istikbalinizi riske atmanın sebebi ne ola ki?

-Baştan mahremiyet ölçülerine dikkat etmedik. Yüz yüze, göz göze gezdik, birbirimize âşık olduk. Şimdi de uzaklaşamıyoruz.

-Evet mahremiyet duvarlarını yıkıp yabancıyla yüz yüze, göz göze  gezmekten kaçınmamak, işte böyle sonucu düşünemez hale getirir tarafları!. Ömür boyu pişmanlık duyacakları yanlışı bile yaptırır. Çünkü yıkmışsınız bir defa aradaki koruyucu mahremiyet duvarlarını. Artık kendinizi mazur gösterecek kılıf hazır: Âşık olmak, ayrılamaz hale gelmek!. Kendini bu duruma düşüren genç, sinirsel öfkeye kapılarak tetiği çekip de gözünü kırpmadan adam öldüren gibi tetiği çeker, hedefini vurur, sonra da ömür boyu pişmanlık duyup feryat eder ama bu feryadın hiçbir faydası olmaz. Çünkü duygu kurşunu hedefini vurmuştur. Artık ortada sadece bir cenaze vardır. Kim üstlenecek bu cenazenin sorumluluğunu? Ayıkla pirincin taşını ayıklayabilirsen tabii?

-Kurtuluş çaresi yok mu bunun?

-Var, dedim. Duyguları alevlendirecek şekilde iki ikiye buluşmaktan kesinlikle uzak durmak. Tek cümleyle: Şaibeli davranışlardan kaçınıp kendini ‘mahremiyet sınırları içinde’ korumaya almak! Önce okulu başarı ile bitirmek, sonra mutlu olmanın ekonomik şartlarını hazırlayarak yuvayı resmî nikâhla kurmak..”

…….

Geçmişte bu soruları sorduran ortamın halen etkisini sürdürmekte olduğunu, gelen yeni sorularından da anladığım gençlere ilave olarak diyorum ki:

-Aziz gençler! Duygularınızın sizi sürüklemeye hazır olduğu bu devrelerde mahremiyet sınırlarını aşıp taşmayın, sinirsel öfkeden de tehlikeli olan duygusal öfkeye kapılıp da gayrimeşruluğa zemin hazırlamayın. Yanlış yoruma sebep olacak şaibeli davranışlardan mutlaka uzak durun.  Dikkatsiz davranışların sonu, başı gibi tatlı olmaz. Zehirli bal yediğinizi sonra fark edersiniz. Ama bu fark etmenin faydası olmaz. Artık tat gitmiş, zehrin acısı vicdanınızda  ömür boyu sizi takip eder olmuştur! Öyle ise hayatın baharında bir batağa düşmemek için iki ikiye kalınacak tenha ortamlardan yılandan, akrepten kaçar gibi kaçın. Tahsilinizi tamamlayıp, ailenizin izin ve desteğini almayı da dinî ve ahlakî mecburiyetiniz bilin. Vesselam!

Ahmet Şahin

Cemaat Din Değildir!

Cemaat Din Değildir!

 

     “Tarîkat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarîkattan düşen şeriata düşer; fakat -maazallah- şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır.” [1]

 

Cenab-ı Hakk’a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.

 

Âdi bir yol kapandığı zaman, bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir. Bu adamın meseli, gayet büyük askerî bir karargâhı hâvi büyük bir şehirde, karargâhın bayrağını görmediğinden, sultanın ve askeriyeye ait bütün şeylerin inkârına veya teviline başlayan adamın meseli gibidir.” [2]

 

            Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapı açılmasıyla, o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.

 

            İşte hakaik-i imaniye o saraydır. Herbir delil, bir anahtardır, isbat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor. “İşte, bu saraya girilmez, belki saray değildir, içinde bir şey yoktur.” der kandırır.” [3]

 

Malumdur ki herbir insan bir alemdir. Kendi iki ayaklı cismani aleminin içerisinde var olan şeyleri açıp genişletsek karşımıza mini bir alem çıkacaktır. Ama bu hususi alemin şekli ve hususiyeti hakkında bir şey söylemek şimdi söz konusu değil.

 

Zaten insan olmanın bir hassası ise başkası ile de alakadar olmaktır. İnsanın fıtratı yani sistemi bu şekilde programlanmıştır.  “insan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor.” [4]  “insan hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes’ud olur.” [5] insanın hem elem hem neşesi sadece kendi elinde de değildir. Bir yerde bir elim hadise veya sevince medar bir hadise ile insanı psikolojisi değişmektedir.

 

Bir insan tek başına olması bu cihetle düşünülmesi söz konusu olamaz. O halde “Kârgir kemerlerin taşları gibi..” [6] insanların içtimai münasetlerde birbiri ile tam manasıyla alaka peyda etmek mecburiyetinde kalacaktır.

 

İslamiyeti daha kolay ve etken ve etkili olarak yaşamak için de küçük hamiyet-i İslamiye manasında olan meslek ve meşrebler var. Bu meslek ve meşrebler ise deccalizmle bölgesel mücadele manasına gelmektedir. Ama bu mücadele maddi kuvvetle değil manevi sahada iman, ahlak, fazilet sahasındadır. “Evet talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.” [7]

 

Tenvir ve irşad sahasında ise meslek ve meşrebler çok sayıda var. Bu sayı ise ihtilaf ve tefrika yani ayrılık ve parçalanmak manasında değildir. Bir iş bölümü ve kategorize etmektir.  Mesela düşünün ki çiçek desem herkesin aklına farklı bir çiçek gelir menekşe, orkide, gül..

 

Bunların hepsi çiçek familyasındandır. Ne kadar çok çiçek çeşidi olursa o familya o kadar zengin demektir. Nasıl ki çiçek sadece gülden ibaret değilse islamiyete hizmet eden meslek ve meşreblerde sadece tek bir usul, metot ve tarzdan ibaret değildir. Tasavvuf mesleği, kelam mesleği, nurculuk.. gibi meslek var.

 

Bu meslek ve mesleklerin içisinde ki kollar manasında olan meşrebler ise birer zenginlik ve anlayış tarzıdır. Birbirini tamamlayan yap-boz parçaları gibidir. Bir takımın azalarıdır. Bir teşbihin taneleridir.

 

Bir teşbih tanesinden teşbih, bir çiçekten bahçe, bir un’dan ekmek.. olmayacağı herkesçe malumdur.

 

Din düşmanları bir zamanlar bu islami meslek ve meşreb zenginliğini birer ayrışma, kavga sebebi göstermek içindeler. Halende din düşmanları bu metot ve usul farkını körükleyerek Müslümanları tesanüdünü engellemek ve ittifak edip bir vücudun azaları gibi olmasını engellemek emelini gütmekteler. Ta Adem (as)’a secde etmeyen iblisten beri bu böyle olup kıyamete dek süreceği muhakkaktır.

 

Heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.[8] Bizler ise meslek ve meşreblerimizde fark olsa da hepimiz islamiyetten birer cüz’üz. Kül olamak için ise maksadda ittifak ve ittihad edip bir olmamız gerekmektedir. Zındıka cereyanının bizleri birbirimize düşürtmeye çalışması karşısında uyanık olup onların oyununa gelmemeliyiz. Bunun için birbirimize muhabbet ve mütemmim manasında tamamlayıcı ve muavin olarak bakmalıyız.

 

“Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünki daha müdhiş düşman ve yılanlar var.” [9] bu kaideyi içtimai hayata tatbik etmeliyiz. Kalblerimiz bir olduktan sonra metot ve usulde farklılık arzetmek ise daha çok kimseye ulaşmak için bir taktiktir. Tebrike şayandır.

 

Bunları kabul etmeyip İslamiyet’i sadece biz temsil ediyoruz gerisi sapıtmış, fırka-i naciye biziz gibi bir anlayışa sahip olmak ise ekseriya islami hizmetlerle yeni tanışan kimselerde görünmektedir. Bir süre sonra bu düşünce hakikatleri anlamakla herkesi kucaklayıcı ümmetçi bir anlayışa geçmektedir. Bu mevzu da yeni ferdleri İslamiyet muhabbeti ile alıp İslamiyet davası şuuru içerisinde eeritip tüm mü’minlere bir vücudun azaları gibi bakmasını sağlamak ise bu şuura ermiş olanların teavünü ve yardımıyla mümkün olacaktır.

 

Yoksa “hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır.

Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, masumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.” [10]

 

Bazı yeni fertler veya meslek ve meşrebi çok beğenen kimselerde çocukların kendi aralarında dediği benim babam senin babanı döver gibisinde benim cemaatim senin cemaatini döver gibisinden sözler sarfedilebiliyor. Halbuki bir taburu teşkil eden çeşitli bölüklerden tabur oluşur. Yoksa tek bir bölükten tabur, taburlardan alay, alaylardan tümen teşkil edilir. Muazzam bir kuvvet elde edilir.

 

Bu meseleyi zındıka cereyanı anlamış ki biz ehl-i imana çok şekillerde hücum ediyorlar ve bir cemaat suretinde duruyorlar. “ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem’iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor.” [11] bizler de maddi ve manevi istidad ve kabiliyetlerimizi inkişaf ve inbisat ederek bir cemaat suretinde olan zındıka cereyanına mukabele edebiliriz. Yoksa bir cemaat suretinde olan zındıkaya tek başına mıkabele eden fertler kaybetmeye mahkumdur.

 

Hal bu iken bizler şahsi hukuka bakan kusurları sebebi ile islam davasında refiki olduğumuz kardeşlerimizin şahsi kusurları sebebi ile hücum etmemeliyiz.

 

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir de­sise-i şey­taniye şu­dur ki: Bir mü’minin birtek seyyi­esiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu de­sisesini dinleyen insafsız­lar,  mü’­mine adâvet ederler.

 

Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, ha­senâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbi­yeti noktasında hükmey­ler.

 

Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay oldu­ğun­dan, bazan birtek hasene ile çok sey­yiâtını ör­ter.” [12]

 

Mü’minler arasında var olan ve olması lazım olan uhuvvet ve muhabbet ile rıza-yı ilahi yolunda el ele ittihad ve ittifak ile islam davasına hzmet etmekle mükellefiz.

 

“ehl-i dalalete karşı mağlub olmamak için ve muhtaçları hakikata ve ihlasa davet etmekte bir şübhe bırakmamak için ve rıza-yı İlahîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbir şeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye faidelerinden çekiniyorlar.” [13]

 

Davamızı tebliğ ederken Allah rızasından başka bir maksad gütmeden hizmet ederek muvaffak olabiliriz. Yoksa başka hesabı ve defteri olanlar günü gelir şiddetli bir şekilde bunun tokadını yer.

 

Meselemiz oculuk, buculuk, şuculuk değil. Zaten O, BU, ŞU Birer araçtır amaç değildir. Kur’an âyine ister, vekil istemez! [14] kanaat önderleri ve meslek ve meşrebler Kur’an’a bir ayinedir. Kur’an ve Hz. Peygamber (asv) yerine kaim olacak olan kimse ve şeyler değildir.

 

Bu ve daha nice sebeple Müslümanlar ve islama hizmet dava eden tüm meslek ve meşrebler sun’i ihtilafı ve cehaleti kenara koyup beraber organize olarak hizmet etmeliyiz.           “Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adavetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.” [15]

 

Hiçbir cemaat, meslek ve meşreb din değildir! Din içinden bir şubedir. Unutmayalım Ki Din-i Mübin-i islama hücum eden nice zındıka cereyanı varken birde bizler kendi aramızda ihtilafla onların hücumlarını kolaylaştırmayalım. Safları sıklaştıralım ki şeytan aramıza nifak sokmasın! Bu mevzuda daha çok kelam edilebilir lakin mesele güneş gibi aşikar görülmektedir. Güneş varken güneşi vasfetmeye lüzum yoktur.

 

Yaşasın ittihad-ı islam! Yaşasın ittihad-ı islam!

 

“Biz âcizleri

böyle eserleri okumak şerefiyle müşerref kılan

Cenab-ı Hakk’a

binler, yüzbinler defa

hamd ü sena ediyoruz.

 

Bütün dünyanın asırlardan beri beklediği

ve nurundan istifade etmek için can attığı;

 fakat muvaffak olamadığı

böyle bir hazine-i ilmiyeyi bizlere

 okumayı nasib eden

o Hâlık-ı Zîşan’a

teşekküren âhir ömrümüze kadar

secdeden başımızı kaldırmasak

yeridir…” [16]

 

 

Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

 

[1] Tarihçe-i Hayat ( 19 )

[2] Mesnevi-i Nuriye ( 180 )

[3] Lem’alar ( 89 )

[4] Lem’alar ( 116 )

[5] Asa-yı Musa ( 47 )

[6] Mesnevi-i Nuriye ( 144 )

[7] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[8] İşarat-ül İ’caz ( 84 )

[9] Kastamonu Lahikası ( 247 )

[10] Tarihçe-i Hayat ( 619 )

[11] Kastamonu Lahikası ( 55 )

[12] Lem’alar ( 88 )

[13] Tarihçe-i Hayat ( 731 )

[14] Sözler ( 740 )

[15] Mektubat ( 269 )

[16] Hanımlar Rehberi ( 140 – 141 )

 

 

 

www.nurnet.org

“Hz.Muhammed’in (S.A.V) fedakarlığı”

Peygamber Efendimizin Fedakarlığı

Peygamber Efendimizin Fedakar Ahlakı

Peygamber Efendimizin Fedakarlığı hakkında bilgi

 

Hz.Muhammed’in (S.A.V) fedakarlığı:

 

Allah rizasi icin birlik icinde hareket etmek, muminlerin zorluklar karsisinda basari elde etmesinde onemli bir imani sirdir. Muslumanlarin tarih boyunca yasadiklari olaylara baktigimizda da zorluk ve sikintilarin hep bu sekilde asilabildigini goruruz. Basta Allah’in tum insanlara ornek kildigi Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabeler olmak uzere, Muslumanlar bu ahlaki en guzel sekilde yasamis, gosterdikleri ustun tesanud ve fedakarlik ornekleriyle Islamiyet’in ve Kuran ahlakinin tum dunyaya yayilmasina vesile olmuslardir.

 

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), gonderildigi musrik toplumu, o gune kadar yasadiklari sapkin inanclarini terk etmeye ve yalnizca bir olan Allah’a kulluk etmeye cagirmistir. Resul-u Ekrem Efendimiz, bu tebligi sirasinda cok buyuk zorluklarla karsilasmistir. Islam ahlakinin toplumda yayginlasmasinin kendi menfaatlerini zedeleyecegini dusunen musrikler, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve inananlara karsi birlik olmus, ellerindeki tum imkanlari kullanarak buyuk bir mucadele yurutmuslerdir. Atalarinin sirk dinini degistirmeyi kabul etmemis, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tuzaklar kurmaya yeltenmislerdir. Resulullah’tan nefislerine uygun ayet getirmesini istemis, O’nu oldurmeye, yasadigi yerden surmeye ya da tutuklamaya kalkismislardir. Allah’in Resulu’nun tebliginin insanlar uzerindeki etkisini onleyebilmek icin, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e delilik, buyuculuk, akil yetersizligi, dogru sozlu olmamak, sairlik gibi asilsiz iftiralarda bulunmuslardir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) inkarcilarin sozlu ve fiili olarak yaptiklari tum bu iftira ve saldirilara karsi cok ustun bir sabir ve tevekkul gostermis, onlara hep Kuran ahlakiyla karsilik vermistir. Allah’in indirdigini hicbir degisiklige ugratmadan, hic kimsenin cikarini hesap etmeden, sadece Allah’tan korkup sakinarak hareket etmistir. Yapilan tum tehditlere, baskilara ve cikarilan zorluklara ragmen, dini teblig etmeye devam etmistir. Inkarcilara karsi verdigi bu mucadelenin yani sira, beraberindeki Muslumanlarin her turlu sorumlulugunu da birinci dereceden kendisi ustlenmistir. Onlari bir yandan tehlikelerden korurken, bir yandan da din ahlakini teblig ederek cevresindeki tum insanlari egitmistir.

 

Kuskusuz Resulullah’in bu ustun ahlaki, tum Muslumanlar icin cok onemli bir ornektir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, en zor sartlarda iken bile oncelikle dinin menfaatlerini, Muslumanlarin rahatini, guvenligini ve huzurunu on planda tutmasi, O’nun sahip oldugu ustun fedakarlik anlayisini gostermektedir. Savaslarin en kizistigi, Allah’in Muslumanlari aclik, yokluk, hastalik gibi sikintilarla denedigi bir ortamda Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Muslumanlara karsi cok buyuk duskunluk gostermis, onlari merhamet ve sefkatle koruyup kollamistir.

 

Sahabeler de Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu ustun fedakarlik anlayisini kendilerine ornek alip, maddi manevi her konuda ustun bir ahlak sergilemislerdir. Bu fedakarlik ruhuna dayanan birlik ve beraberlikleri sonucunda buyuk bir kuvvet elde etmis, Allah’in rahmetiyle inkar edenlere ve musriklere karsi buyuk zaferler kazanmislardir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) doneminde cok kucuk bir topluluk olan Muslumanlarin sayisi giderek buyuk bir yukselisle artmis, Islamiyet tum Arap Yarimadasina yayilmistir.

 

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) herseyden once nefsinden yana buyuk fedakarliklarda bulunmus, iman edenlerin dunya ve ahiret menfaatleri icin kendi nefsinden feragat etmistir. Kuskusuz Islam ahlakini yeni ogrenmekte olan kimselerin egitimi, cogu zaman buyuk ozveriler gerektirmistir. Kuran’in cesitli ayetlerinde gerek Bedevi olarak adlandirilan gocebe kimselerin gerekse de kalpleri imana henuz yeni isinmakta olan kisilerin cahilce tavirlarindan bahsedilmektedir. Kuran’da yer alan bu ayetlerden bazilari soyledir:

 

Bedeviler, dedi ki: “Iman ettik.” De ki: “Siz iman etmediniz; ancak “Islam (Musluman veya teslim) olduk deyin. Iman henuz kalplerinize girmis degildir. Eger Allah’a ve Resûlu’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hicbir seyi eksiltmez. Suphesiz Allah, cok bagislayandir, cok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi, 14)

 

Bedeviler inkar ve nifak bakimindan daha siddetlidir. Allah’in elcisine indirdigi sinirlari bilmemeye de onlar daha ‘yatkin ve elverislidir.’ Allah bilendir, hukum ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 97)

 

Cevrenizdeki bedevilerden munafik olanlar vardir ve Medine halkindan da nifaki aliskanliga cevirmis olanlar vardir. Sen onlari bilmezsin, Biz onlari biliriz. Biz onlari iki kere azaplandiracagiz, sonra onlar buyuk bir azaba dondurulecekler. (Tevbe Suresi, 101)

 

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) cevresindeki insanlarin cahilce tavirlarina daima en guzel sekilde, Kuran ahlakiyla karsilik vermistir. Kuran’da Resulullah’in bu ustun ahlaki soyle bildirilmektedir:

 

Ve suphesiz sen, pek buyuk bir ahlak uzerindesin. (Kalem Suresi, 4)

 

Andolsun, sizin icin, Allah’i ve ahiret gununu umanlar ve Allah’i cokca zikredenler icin Allah’in Resûlu’nde guzel bir ornek vardir. (Ahzab Suresi, 21)

 

Bir insanin cevresindeki kimselerin kimi zaman cahillikten, kimi zaman ise art niyet, kotu ahlak ya da zalimlikleri nedeniyle sergiledikleri bozuk tavirlara karsi sabir gosterebilmesi, tum bunlara en guzel ahlak ile karsilik verebilmesi buyuk bir fedakarlik ornegidir. Ozellikle de kisinin hakli oldugu, hakkinin yendigi, haksizliga ugradigi durumlarda bu hakkindan vazgecebilmesi buyuk bir ustunluktur. Kimi zaman cahillik icerisinde olan kimseler, bu ustun ahlaki takdir edemeyebilir ya da farkina bile varamayabilirler. Ancak bu ahlaki yalnizca Allah’in rizasini kazanabilmek icin yasayan derin iman sahipleri, affetmenin, sabir gostermenin, alttan almanin nefse en zor geldigi durumlarda bile nefislerinden feragat ederler. Resul-u Ekrem Efendimiz de cevresindeki insanlarin kotu niyetli tavirlarina karsi, Allah rizasi icin kendi nefsinden yana fedakarlik gostermis, daima onlari dogru olana tesvik edip islah etme yolunu tercih etmistir. Allah, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in muminlere karsi olan bu duskunlugunu, fedakarligini ve guzel ahlakini ayetlerde soyle bildirmektedir:

 

Allah’tan bir rahmet dolayisiyla, onlara yumusak davrandin. Eger kaba, kati yurekli olsaydin onlar cevrenden dagilir giderlerdi. Oyleyse onlari bagisla, onlar icin bagislanma dile ve is konusunda onlarla musavere et. Eger azmedersen artik Allah’a tevekkul et. Suphesiz Allah, tevekkul edenleri sever. (Al-i Imran Suresi, 159)

 

Andolsun size, icinizden sikintiya dusmeniz O’nun gucune giden, size pek duskun, mu’minlere sefkatli ve esirgeyici olan bir elci gelmistir. (Tevbe Suresi, 128)

 

Sozlesmelerini bozmalari nedeniyle, onlari lanetledik ve kalplerini kaskati kildik. Onlar, kelimeleri konulduklari yerlerden saptirirlar. (Sık sık) Kendilerine hatirlatilan seyden (yararlanip) pay almayi unuttular. Iclerinden birazi disinda, onlardan surekli ihanet gorur durursun. Yine de onlari affet, aldiris etme. Suphesiz Allah, iyilik yapanlari sever. (Maide Suresi, 13)

 

Hazreti Aise’den rivayet edilen bir hadis-i serifte Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu guzel ahlaki “…Resullullah baskalarini nefsine tercih ederdi.” sozleriyle ifade edilmistir. Hazreti Huseyin’den rivayet edilen bir hadis-i serifte ise alemlere rahmet olarak gonderilen Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in fedakar ahlaki soyle anlatilmaktadir:

 

Babama Resullullah’in oturusunu sordum, soyle buyurdu: “Allah Resulu ancak zikir uzerine otururlardi. Belli yerleri kendisine tahsis etmedigi gibi, boyle yapmaktan insanlari da sakindirirdi. Bir meclise vardiginda, nerede meclis bitmisse (bos yer var ise) o noktada oturur ve sahabilere de boyle davranmalarini emrederdi. Kendisiyle oturan herkese payini verirdi. Onunla oturan hic kimse, Resullullah’in katinda kendisinden daha ustunu oldugu kanaatine varmazdi. Kim Resullullah ile oturursa veya bir ihtiyacini Hazreti Peygamber’den almak icin kendisine giderse, Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ona karsi sabreder, o Peygamberi birakip gidici olurdu. Kim Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bir ihtiyacini isterse ya o ihtiyaci yerine getirir veya tatli soz soyleyerek onu geri gonderirdi. Onun guler yuzu, guzel ahlaki, o insanlari zengin kilmisti.

 

Bir baska hadiste ise Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu konudaki ustun ahlaki soyle anlatilmaktadir:

 

Aise (radiyallahu anha)’ya dedim: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) aile efradinin icinde nasil idi?” Cevap verdi: “Insanlarin en yumusagi, insanlarin en comerdi idi. Guleryuzlu ve tebessum sahibi idi…”

 

Muslumanlara ustun ahlakiyla en guzel sekilde ornek olan Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bir hutbesindeki sozleriyle muminleri comertlige soyle tesvik etmistir:

 

Bir hutbesinde Allah’a hamdu senalar ettikten sonra; “Ey insanlar! Iyi biliniz ki Allah Teala sizlere din olarak Islam’i secmistir. Islaminizi comertlik ve guzel ahlakla susleyiniz. Bilmenizi isterim ki, comertlik koku cennette, dallari ise dunyada bulunan bir cennet agacidir. Icinizden comertlik edenler o dallardan birine yapismis olup, bu dal onu cennete goturecektir. Cimrilige gelince, o da koku cehennemde, dallari ise bu dunyada bulunan bir agactir. Ki cimrilik yaparak kendi dallarindan birine tutunani cehenneme goturur.” Daha sonra Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) iki kez; “Allah yolunda comert olun” buyurdular.

Rabbim O’nun (s.a.v) efendimizin yolundan bizleri ayırmasın.

Selam ve Dua lar ile…

Hatice BAŞKAN

Rasulgülleri.blogcu.com

Ben Tenezzül Etmem!

“Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz.[1] Bu söz ilerleyen zaman ve tarih sahnesine levh-i âlâdan çıkan her hadise ile kendisini göstermektedir. Basiret sahibi olan görmektedir. Bazan basar kör olsa da göremese de basiretten kaçmamaktadır.

Nitekim Zamanın muktezasınca hatt-ı hareket etmeyen kimseler zamanın çarkları arasında ezilip mahvolmaya mahkumdur. Bundan kaçış söz konusu değildir. Malum bakkal hesabı ile holding veya avm yürütülemez. Bizler ise ehl-i sünnet ve cemaat olan nur talebeleri de hizmetimizin istikametini muhafaza ve müdafa etmekle mükellef ve muvazzafız.

Nura sadakatle, nurun bekçiliğini ihsan-ı ilahi ile omuzumuza Cenab-ı Hak koymuş. Biz bu vazifeyi almadık, verildi. O hâlde biz de verilen bu vazifeyi en güzel surette ifâ ve icrâ etmekle mükellefiz. Bu aslında hem bir mesuliyet hem bir taltiftir. “Bir tek adam seninle hidayete gelse, sahra dolusu kırmızıkoyun, keçilerden daha hayırlıdır. ” [2] o halde bize neler oluyor ki bu vazifeyi icra edenleri ve kendimizden daha güzel becerenleri çekemiyoruz?

Bu vazifeyi ifa ederken de sadakat bizler için olmazsa olmaz olan bir esastır. Sadakat denildiği ve tarif edildiği gibi yapılmasıdır. Kendisine insanın bir hedef tayin edip o maksada müteveccihen hareket etmelidir. Bu hareketin neticesi kader, hadiselerin meydana gelmesi kazadır. Bizim hizmette ihtiyarımızı kullanmamız ise atâ olmaktadır.

Risale-i Nur Hizmeti kimsenin babasının çiftliği değildir. Bu sebeple kendin pişir kendin ye tarzında bir hizmet olmaz. Ama yapanlar var denirse ona da derim ki: o Nur hizmeti olmaz kendi halinde bir şey olur. Bir nevi lokal hizmeti gibi. Kafana göre hizmet et, nasıl edersen et, bir aktivite, faaliyet, sinerji olsun gibi bir anlayış nurculukta yoktur. Başka yerde varsa onu bilemem.

“Beşerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak bir tenezzül-ü İlahîdir. ” [3] ders okuma makamında bulunan kimseler de ders okurken dinleyenlerin fehimlerine göre konuşması hem belagate hem de konuşma adabının gereğidir. Yoksa senin testin ne kadar büyük olursa olsun karşındakine vere bildiğin miktar önemlidir.

Bir de en ulu testi bile içerisinden ab-ı hayatı başkasına vermek için tevazu ile eğilmeye mahkumdur. Testi hiç eğilmezse ya içinde ki su buhar olur gider veya bayatlar. Ne kendisine hayrolur ne de başkasına hayrolur.

“Kitap yüklü merkep” [4] tabiri de tevazu ile millete bir şey anlatmayıp, kibir ile kaf dağının başında olan kimselere de okkalı bir tokat atmaktadır.

Risale-i Nur Hizmetini bize bırakan ahirzaman müezzini Bediüzzaman Said Nursi (k. s. ) bu hizmetin düsturlarını Lâhika mektubları olarak belirlemiştir. Bu Lâhika mektubları ise ahirzamanda istikametli hizmetin esaslarını, yöntemini, tarzını, şeklini göstermektedir. Barla ve Emirdağ Lâhikasının taktim kısmını her bir cümlesi yer yer kelimesi altı çizilerek “dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak.. [5] ve “Lâhika mektubları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor. [6] Bu gibi hususları lahikadan sondaj ile santrüfüj ederek çıkartıp içtimai hayata tatbik etmekle mükellefiz. Ama ne acı ki Tevazu yerine Kibir, hizmet yerine hezimet, ders okuyorum diye dümdüz okuyup gidenler veya tam dersi 1 cümle okuyup sulandıra sulandıra şaklabanlık yapanlar sebebi ile nurlar perdelenmekte ve çok kimselerin daire-i nuriyeye girmelerine çin setti gibi set çekmekte.

taassub perdesi.. [7] taşıyan bu kimseler ise, set çekip mani olduklarına ise “nasipsizmiş, nasibi yokmuş!” gibi yaftalar yaparak kendi taassubunu gizlemekteler bir nevi tağut-u hafi sıfatına bürünüyorlar. Sonra biz ıslah edicileriz diye kendisini kandırıyor.

“ taassub taşıyan.. [8] kimselerin borusunun Risale-i Nurun önünde öttüğü yerde sağlam hizmet edilmez. Çünkü “taassub ve tarafdarlığın müdahaleleri.. [9] neticesinde şahsın anlayışı risalelerin önüne geçmiş, şahıs risalelere muhalif sözde hizmet hakikatte hezimette etse kimse itiraz edemez çünkü risalelerin değil falanın filanın borusu ötmektedir.

“ taassub taşıyan.. [10] kimselerin peşinde giden kraldan çok kralcı geçinen kimseler ise, taklit ettiği mutaassıb kimsenin gölgesi olmaya, onu taklit etmeye, birisi bir şey dese sen bu abiden daha mı iyi biliyorsun diyerek susturmaya çalışmakta. Maalesef bizden gibi görünüp, aslen ifsad için daireye sokulmuş olan kuklalara aldanan çok kimseler, saftirikler var. [11]

“ taassub taşıyan.. [12] kimselere hitaben “istibdad ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım. [13]

Böyle atgözlüklü kimseler Hizmette geri vitesler olarak tesmiye ediyorum. ( buna dair “hizmette “r” geri vitesler” makalemize bakabilir. ) mesela buna bir misal vereyim. Bir yerde bir okuma programı var. X meşrebine ait. Y meşrebinden kimsede müsaid olduğu için katılmak istiyor. At gözlüklü kimseler “olmaz!” diye karşı çıkıyor. Neden dendiğinde ise “o bizden değil. ” Denmekte.

Bağnaz olana sormak lazım “Sen kimdensin?”

Üstad bile “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum.

Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz. [14]

Binaenaleyh bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay bir şey değildir. Zira onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu “Dikkat!” kelimesi, en hassas birkontrol vazifesi görmektedir. [15]

Genç nurcular taassuba fevkalade karşı olması şayan-ı taktirdir. “Nev’-i beşerde, hususan bu asrhürriyette ve bilhâssa medeniyet dairesinde hemen umumiyetle hüküm-ferma “hürriyet-i vicdan” düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısıyla nev’-i beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz?[16] hürriyet tahdid altına alınamaz. Hele hele manevi mevzularda. Abim, hocam, vakfım, şeyhim dedi diye kabul edilemez. Eğer öyle olsa idi. Efela tefekkerun, yetefekkerun.. gibi ayetler nazil olur mu idi? Nurculukta taassub sahiplerinin dayatmalarına asla göz yumup hazmedemeyiz.

ümid, yeisle öldürülen kuvve-i maneviyemizi ihya etti. Şu hayat, âlem-i İslâm’daki galeyan eden fikr-i hürriyetten istimdad ederek umum âlem-i İslâm üzerine çökmüş olan istibdad manevî-i umumînin perdelerini parça parça edecektir. [17]

“Taassub zamanı geçti. Maziyi unutmak ve istikbale bütün kuvvetimizle müteveccih olmak lâzım gelir.. [18] geçmişte şu oldu bu oldu deyip arabayı dikiz aynasına bakarak sürmek yerine önümüze bakıp yolumuza öyle devam etmeliyiz. Arada dikizlere bakıp arkayı kontrol etmeliyiz. Araba dikizlere bakılarak sürülmez. Geçmişi kenara koyup ittihad ve ittifakımızı sağlamak için gayret göstermeliyiz. Taassub sahiplerinin seslerine kulak tıkamalıyız. Taassub bir hastalıktır lakin bilinmez ki tedbir alınsın.

“İslâmiyetin şe’ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salabet-i diniyedir.

Yoksa cehilden,

adem-i muhakemeden neş’et eden taassub değildir.

Bence taassub.. bürhan ile temessük eden ülemanın şanı değildir. [19]

“Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-yı hakaik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz. [20]

“Meşreben ve fikren “müsavat-ı hukuk” mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten veİslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdad ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallüb ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim. [21]

Evet, tehdidlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ı âmmeyi başka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri cüz’îdir, sathîdir, muvakkat olur. Muhakeme-i akliyeyi az bir zamanda kapatabilir. Amma irşadıyla kalblerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatın en incelerini heyecana getirmek, istidadların inkişafına yol açmak, ahlâk-ı âliyeyi tesis ve alçak huyları imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kaldırıp hakikatı teşhir etmek, hürriyet-i kelâma serbestî vermek, ancak şua-i hakikattan muktebes hârikulâde bir mu’cizedir. [22] avam-ı nâsa yapılan irşadlarda, belâgat ve irşadın iktizasınca, avamın fehimlerine müraat, hissiyatına ihtiram, fikirlerine ve akıllarına göre yürümek lâzımdır. Nasılki bir çocukla konuşan, kendisini çocuklaştırır ve çocuklar gibi çat-pat ederek konuşur ki, çocuk anlayabilsin. Avam-ı nâsın fehimlerine göre ifade edilen Kur’an-ı Kerim’in ince hakikatları, اَلتَّنَزُّلاَتُ اْلاِلهِيَّةُ اِلَى عُقُولِ الْبَشَرِ ile anılmaktadır. [23]

Belagat, mukteza-yı hal’i müraatten ibaret değil midir? [24]

Şecere-i âlemde, meyl-ül istikmal vardır. Yani kâinatın, bir ağaç gibi bütün zerratı ve eczası kemale meyleder ve kemale doğru yürümektedirler.

O umumî meyl-ül istikmalden ayrı olarak, insanda da meyl-üt terakki vardır. Bu meyl-üt terakki çekirdek gibidir; neşv ü neması pek çok tecrübeler vasıtasıyla olur; ve çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin içtimaiyle teşekkül ve tevessü’ etmekle fünunu intac eder. Bu fünun da, mürettebedir.[25]

Avam, yüksek konuşmaları anlayamadığından mahrum kalır. Ve keza avam-ı nâs, ülfet ettikleri üslûblardan ve ifadelerin çeşitlerinden ve daima hayallerinde bulunan elfaz, maânî ve ibarelerden fikirlerini ayıramadıklarından, çıplak hakikatları ve akliyatı fehmedemezler. Ancak o yüksek hakaikın, onların ülfet ettikleri ifadelerle anlatılması lâzımdır. [26]

Yüksek bir insan, bir çocukla konuştuğu zaman çocukların şivesiyle konuşursa, çocuğun zihnini okşamış olur. Çocuğun fehmi, onun çat-pat söylediği sözler ile ünsiyet peyda eder; söylediklerini dinler ve anlar. Aksi halde o insan ile o çocuk arasında bir malûmat alış-verişi olamaz. [27] Ders okuyan kimse bakıyorsun dersini üst perdeden okuyor, otobanda 180 km ile gidiyor. Geçenlerde bir derse katıldım akşam, sıcak vs. ders okuyan 180e taktı okumaya başladı. Bir ara baktım dalmışım. “bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasavet-i kalbimden başka.. ” [28] bu sebepleri buldum yazmak istedim. Yani Tabir-i caiz ise Allah tenezzül etmiş bizlerin anlayacağı seviyede konuşmuş, Haşa Ben tenezzületmiyorum manasına geliyor. “Beşerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak bir tenezzül-üİlahîdir. ” [29] bu kaideyi çiğniyor ve derse ilk defa gelenlerin daha da gelmemesine sebep oluyorlar.

Sonra bakıyorsun seneler geçmiş sen, ben, bizim oğlan ülfetle mübtela olmuş ders okunmaya devam ediyor. Sonra bize niye kimse gelmiyor deniyor.

Gelenlerle belagata münasip olarak muhatab olmamak, yeni birisi mi gelmiş gelmemiş mi umursamayan, nasılsa birisi alakadar olur deyip oralı olmamak, bu yaşta ben mi alakadar olayım düşüncesi..

“İslâmiyetin şe’ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salabet-i diniyedir. Yoksa cehilden, adem-i muhakemeden neş’et eden taassub değildir. ” [30]

O halde islamiyetin şe’ni olan bu kavramların içi boşalmış sadece namı kalmış, kof olmuş oluyor. Neticede ise “Kâinattaki zeval, firak ve adem zahirîdir. Hakikatta firak yok, visal var. Zeval ve adem yok, teceddüd var. ” [31] adem olmadığına göre bu kavramların içinin boşalması ise Taassuba davetiye çıkartmaktadır.

Allah bizleri liyakati ile hizmette, sadakatle kaim, daim etsin, iz’an, iltizam, itikad versin.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Haşiye – Mehaz


[1]Münazarat ( 32 )

[2]Şualar ( 336 )bk. Sahihi Buhari 3/57; ez-Zühd İbnül Mübarek 1/484; El-Fethül Kebir 1/282; Buhari, Müslim ve Müsned’i Ahmed’den nakil;İhya-u Ulum, I/9.

[3]Asa-yı Musa ( 118 )

[4]Cuma Suresi 5. Ayet meali

[5]Asa-yı Musa ( 249 )

[6]Barla Lahikası ( 9 )

[7]Tarihçe-i Hayat ( 254 )

[8]Şualar ( 334 )

[9]Muhakemat ( 37 )

[10]Şualar ( 334 )

[11](bk)Şualar ( 288 ),Tarihçe-i Hayat ( 690, 691 )

[12]Şualar ( 334 )

[13]Tarihçe-i Hayat ( 72 )

[14]Münazarat ( 14 )

[15]Tarihçe-i Hayat ( 15 )

[16]Mektubat ( 430 )

[17]Münazarat ( 28 )

[18]Tarihçe-i Hayat ( 235 )

[19]Münazarat ( 89 )

[20]Barla Lahikası ( 64 )

[21]Tarihçe-i Hayat ( 184 )

[22]İşarat-ül İ’caz ( 109 – 110 )

[23]İşarat-ül İ’caz ( 116 )

[24]İşarat-ül İ’caz ( 116 )

[25]İşarat-ül İ’caz ( 117 )

[26]İşarat-ül İ’caz ( 115 – 116 )

[27]İşarat-ül İ’caz ( 158 )

[28]Divan-ı Harb-i Örfi ( 81 )

[29]Asa-yı Musa ( 118 )

[30]Münazarat ( 89 )

[31]Sözler ( 765 )

 

www.nurnet.com

Hizmetle Meşgul Olmak

Hizmetle Meşgul Olmak

 

 

     Saniyen: Şöyle düşünüyordum: Eğer yalnız adüvv-i ekber olan nefsin hilesinden ve cin ve ins ve şeytanların mekrinden emin olayım diye herkes başını karanlığa çekse ve kendisi kûşe-i nisyana çekilse veya çekilmek istese ve âlem-i insan ve âlem-i İslâm mühmel kalacak, kimsenin kimseye faidesi olmayacak bir zaman olsa; ben din kardeşlerime bu nurlu hakikatleri iblâğ edeyim de, Allahü Zülcelâl nasılşe’n-i ulûhiyetine yaraşırsa öyle muamele eylesin. Nefsimi düşünmekten kat’-ı nazar etmeyi yine o zamanlarda çok faideli görüyordum. (Barla 27) Bundaki hikmet nedir? Burayı nasıl anlayabiliriz?

 

Elcevap:

 

Bir kimsenin imanını kurtarırsam, o zaman bana Cehennem dahi gül gülistan

envar ve ihlas nur / Tarihçe-i Hayat ( 23 – 24 )

 

Cehennem’de vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imana yer kalmasın.

envar ve ihlas nur / Sözler ( 757 )

 

 

herkesin hoş gördüğü saadet-i uhreviye ve Cehennem’den kurtulmaya vesile etmemek ve yalnız emr-i İlahî ve rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye âlet etmemek, bu zamanda Nur’un hakikî kuvveti olan sırr-ı ihlas-ı hakikîyi muhafaza etmeye beni mecbur etmiş ki:

 

Sıddık-ı Ekber’in (R.A.) dediği olan “Mü’minler Cehennem’e gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum Cehennem’de büyüsün ki, onların yerine azab çeksin” diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini ben de kendime kazandırmak için, iman ile Cehennem’den birkaç adamın kurtulmaları için Cehennem’e girmeyi kabul ederim demişim.

 

Zâten ibadet, Cennet’e girmek ve Cehennem’den kurtulmak için kılınmaz; bozulur.

Belki rıza-yı İlahî ve emr-i Rabbanî için yapılır.

envar / Emirdağ Lahikası-2 ( 152 )

 

buralar müvacehesinde tefekkür edilirse sualiniz ve mezkur mektubun iktibası netice itibari ile:

 

1 – hizmet sadece ALLAH için olmalıdır.

2 – Biz hizmetle mükellefiz.

3 – Cennet veya Cehennem sebebi ile hizmet edilmez.

4 – hizmetten maddi ve manevi ecir beklenilmez.

5 – bir gaye ile hizmet edilmesi ihlasa manidir.

6 – bir maksada müteveccihhen yapılan hizmetlerden netice elde edilmez.

7 – ihlaslı bir dirhem amel ihlassız batmanlara müreccahtır.

8 – dünyevi gaye ile hizmet edenler, elması şişelere tebdil edenlerdir.

9 – üstadında bu kadar eziyet çekmesinin sebebini izah ettiği “hizmetimi maddi manevi terakkiyatıma alet etmemek için imiş..” demesi

10 – cehennem 7 tabaka olup 1. tabakası müslümanların günahkarlarına ait olup en son müslüman çıkınca oranın ya boş veya diğerlerine iltihak edeceği manası olması

11 – şayet hizmet etmiş ve bazıların imanının kurtulmasına vesile olan kimse ne kadar dünyada zorlukta çekse gönlü ve dimağı ferahlık içerisinde olacağı..

 

……  gibi manalar çıkmaktadır.

 

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

www.nurnet.org