Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Hizmetle Meşgul Olmak

Hizmetle Meşgul Olmak

 

 

     Saniyen: Şöyle düşünüyordum: Eğer yalnız adüvv-i ekber olan nefsin hilesinden ve cin ve ins ve şeytanların mekrinden emin olayım diye herkes başını karanlığa çekse ve kendisi kûşe-i nisyana çekilse veya çekilmek istese ve âlem-i insan ve âlem-i İslâm mühmel kalacak, kimsenin kimseye faidesi olmayacak bir zaman olsa; ben din kardeşlerime bu nurlu hakikatleri iblâğ edeyim de, Allahü Zülcelâl nasılşe’n-i ulûhiyetine yaraşırsa öyle muamele eylesin. Nefsimi düşünmekten kat’-ı nazar etmeyi yine o zamanlarda çok faideli görüyordum. (Barla 27) Bundaki hikmet nedir? Burayı nasıl anlayabiliriz?

 

Elcevap:

 

Bir kimsenin imanını kurtarırsam, o zaman bana Cehennem dahi gül gülistan

envar ve ihlas nur / Tarihçe-i Hayat ( 23 – 24 )

 

Cehennem’de vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imana yer kalmasın.

envar ve ihlas nur / Sözler ( 757 )

 

 

herkesin hoş gördüğü saadet-i uhreviye ve Cehennem’den kurtulmaya vesile etmemek ve yalnız emr-i İlahî ve rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye âlet etmemek, bu zamanda Nur’un hakikî kuvveti olan sırr-ı ihlas-ı hakikîyi muhafaza etmeye beni mecbur etmiş ki:

 

Sıddık-ı Ekber’in (R.A.) dediği olan “Mü’minler Cehennem’e gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum Cehennem’de büyüsün ki, onların yerine azab çeksin” diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini ben de kendime kazandırmak için, iman ile Cehennem’den birkaç adamın kurtulmaları için Cehennem’e girmeyi kabul ederim demişim.

 

Zâten ibadet, Cennet’e girmek ve Cehennem’den kurtulmak için kılınmaz; bozulur.

Belki rıza-yı İlahî ve emr-i Rabbanî için yapılır.

envar / Emirdağ Lahikası-2 ( 152 )

 

buralar müvacehesinde tefekkür edilirse sualiniz ve mezkur mektubun iktibası netice itibari ile:

 

1 – hizmet sadece ALLAH için olmalıdır.

2 – Biz hizmetle mükellefiz.

3 – Cennet veya Cehennem sebebi ile hizmet edilmez.

4 – hizmetten maddi ve manevi ecir beklenilmez.

5 – bir gaye ile hizmet edilmesi ihlasa manidir.

6 – bir maksada müteveccihhen yapılan hizmetlerden netice elde edilmez.

7 – ihlaslı bir dirhem amel ihlassız batmanlara müreccahtır.

8 – dünyevi gaye ile hizmet edenler, elması şişelere tebdil edenlerdir.

9 – üstadında bu kadar eziyet çekmesinin sebebini izah ettiği “hizmetimi maddi manevi terakkiyatıma alet etmemek için imiş..” demesi

10 – cehennem 7 tabaka olup 1. tabakası müslümanların günahkarlarına ait olup en son müslüman çıkınca oranın ya boş veya diğerlerine iltihak edeceği manası olması

11 – şayet hizmet etmiş ve bazıların imanının kurtulmasına vesile olan kimse ne kadar dünyada zorlukta çekse gönlü ve dimağı ferahlık içerisinde olacağı..

 

……  gibi manalar çıkmaktadır.

 

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

www.nurnet.org

Dellâl-ı Kur’an Said’in vekili..

Dellâl-ı Kur’an Said’in vekili..

Evvelâ: Muhterem Üstadıma mâruzatta bulunmak için kalemi elime aldığım zaman, ruhumda büyük bir inkişaf hissediyor ve ihtiyarsızkalemim o andaki muvakkat duygularıma tercüman olduğunu görüyorum. (1) burayı nasıl anlayabiliriz?

Elcevap: Sözler hakkında hüsn-ü şehadetiniz, bana büyük bir teselli verdi. Vazifemin bitmediğine dair bürhanlarınız gayet kuvvetlidirler, lâkin ben gayet kuvvetsizim. Fakat Cenab-ı Hakk’a tevekkül edip, o bürhanlara serfüru’ ediyorum.
Cemaata Sözler’i okumak zamanında, sendeki hissiyat-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârane hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki:
Velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envârı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’an Said’in vekili belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir. (2)
Yani bir insan ders okurken veya birisine bir şeyler izah ederken veya tefekkürle okuduğu zaman Dellal-ı Kur’an olan üstadımız Bediüzzamanın ders verme makamına çıkmaktadır.
Selam ve Dua ile
Muhammed Numan ÖZEL
Haşiye – Mehaz:
(1) Envar Neşriyat / Barla Lahikası ( 27 )
(2) Envar Neşriyat / Barla Lahikası ( 253 )

Peygamberimizin Müjdeleyen Bir Rüyası

SEVGİLİ Peygamberimiz, bütün yeryüzüne gönderilmişti. Onun daveti bir ırka, millete, kavme veya yöreye değil, bütün insanlığadır. Onun için Kuran-ı Kerim’de “Ey Araplar!” tarzında bir çağrı cümlesi bulamazsınız. Kuran’daki bütün hitaplar, “Ey insanlar, ey iman edenler” şeklinde geneli kuşatır.

Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber’in misyonunu, “Seni bütün insanlığa müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik” (Bakara 19, Sebe 28, Fatır 24, İsra 105, Furkan 56, Ahzab 45, Fetih 8) cümlesiyle duyurmuştu.

Halbuki kendisinden önce gelen peygamberler belli bir ırka, bölgeye veya kavme indirildi.

İşte bu Peygamber (S.A.V), bütün çabasını insanlığın hidayetine yönlendirdi. Önce imanı öğretti. Allah’a imana ve itaate çağırdı. Sonra Yüce Rabb’e ibadet etmeye, kötülüklerden vazgeçmeye, ahlaki zafiyetleri ıslah etmeye, erdemli tavırlarda bulunmaya davet etti. Bazen konuşarak, bazen konuşturarak, bazen bakarak, sadece lisanı haliyle (duruşuyla), bazen de ikna etmenin en güzel yöntemlerini kullanarak bunu sağlamaya çalıştı.

Bu anlamda Efendimizin gördüğü ve aktardığı bazı rüyalarda önemli yer tutar. O, gördüğü rüyaları paylaşır, sonra da yorumlardı. O’nun gördüğü rüyalar, apaçık ve müjde dolu rüyalardı. İnsanları bağlardı. Çünkü Peygamberlerin rüyaları da bir anlamda vahyin bir parçasıdır.

İşte bu yazımızda, toplumu ıslah etmek için büyük çabalar gösteren Peygamberimizin müjde ve umut dolu rüyalarından birine yer vereceğiz. Efendimiz (S.A.V) buyuruyor:

Dün gece acayip bir rüya gördüm: Ölüm meleği, ümmetimden birinin canını almaya geldi, ana-babasına iyiliği onu çevirdi.

Ümmetimden birini kabir azabı ona açılmışken gördüm. Abdesti geldi, onu bundan kurtardı.

Yine birini şeytan korkutuyordu, zikri geldi, aralarına engel oldu.

Ümmetimden birini gördüm; susuzluktan dili dışarı çıkmış, havza ne zaman gelse men ediliyordu. Orucu geldi, onu suladı.

Ümmetimden birini gördüm; azap melekleri korkutuyordu. Namazı geldi, ellerinden kurtardı.

Ümmetinden birini gördüm; nebiler halka halka oturmuşlardı. Onlara yaklaşmak isteyince kovuluyordu. Gusül abdesti geldi, elinden tuttu. Onu benim yanıma oturttu.

Yine ümmetimden birini gördüm; onun arkası, sağı, solu, üstü, altı karanlık idi. O ise şaşkın halde idi. Haccı ve umresi geldi, onu karanlıklardan çıkardı, nura girdirdi.

Ümmetimden birini gördüm; müminlerle konuşuyor, fakat müminler onunla konuşmuyorlardı. Sıla-i rahim (akrabalarıyla ilgilenmesi) geldi, “Ey müminlerin topluluğu! Onunla konuşun” dedi. Konuştular.

Ümmetimden birini gördüm; ateşin hücumunda kalmıştı. Alev yüzünden eline geliyordu. Sadakası geldi; yüzüne perde, başına gölge oldu.

Ümmetimden birini gördüm; cehennem melekleri onu yakalamış. Emr-i bil-maruf, nehy-i anil-münker (iyiliği emretmesi, kötülükten sakındırması) onu ellerinden kurtardı. Onu rahmet meleklerinin yanına dahil etti.

Ümmetimden birini gördüm; dizleri üzerine oturmuş, onunla Allah arasında hicap var. Güzel ahlakı geldi, elinden tuttu, onu Allah’ın huzuruna girdirdi.

Ümmetimden birini gördüm; sayfası sola uçtu. Allah korkusu (ve Allah’ı sevmesi) geldi, sayfasını yakalayıp sağ tarafa getirdi.

Ümmetimden birini gördüm; mizanı hafif geliyordu. Çok çalışması geldi ağırlaştırdı.

Ümmetimden birini gördüm; cehennemin kıyısında duruyordu. Takva ile hareket etmesi geldi, onu kurtardı, biraz geçti.

Ümmetimden birini gördüm; cehenneme atıldı. Allah için dökülen gözyaşları geldi, onu oradan çıkardı.

Ümmetimden birini Sırat’ta dururken gördüm; hurma dalının titremesi gibi titriyordu. Allah’a olan hüsn-ü zannı (Allah’ı unutmaması ve Allah’ı terk etmemesi) geldi, titremesi durdu. Biraz geçti.

Ümmetimden birini bazen sürünüyor, bazen emekliyor, bazen takılıyor gördüm; bana olan salavatı geldi. Elinden tuttu, onu kaldırdı, Sırat’ı geçti.

Ümmetimden birini cennetin kapısına kadar gelmiş gördüm; kapı içten kapanıyordu. La ilahe illallah şehadeti geldi, kapılar açıldı, onu cennete girdirdi.

Hayatı boyunca hep güzele çağıran bu sevgili davetçinin cennetten sunduğu şu manzara ile yazımızı sonlandıralım: “Cennete girdim. Kuran sesini işittim. Kim bu okuyan diye sordum. Orada bulunanlar cevaben, Numan oğlu Harise’dir, dediler. Harise’nin içinde bulunduğu nimetin sebebi şudur: O, anasına, babasına karşı çok saygılıdır.”

SORALIM ÖĞRENELİM

Radyo, teyp veya televizyonlardan secde ayetlerini dinleyen kimsenin tilavet secdesi yapması gerekir mi?

Kuran-ı Kerim’de on dört yerde secde ayeti bulunmaktadır. Bu ayetleri okuyan veya işiten kişinin, tilavet secdesi yapması gerekir. Tilavet secdesi, ayetteki ilahi mesajı okuyan veya dinleyen kişinin, yaradanına itaatinin ifadesidir. Bu itibarla radyo, teyp veya televizyondan da olsa, ilahi mesajı işiten kişinin, tilavet secdesi yapması gerekir. Ancak, okunan ayetlerin tilavet secdesi olduğunu bilmeyenler, tilavet secdesi yapmakla yükümlü değildirler.

Yatarak Kuran okumak ve dinlemek caiz midir?

Kuran-ı Kerim’i okumak isteyen kimsenin abdest alıp kıbleye doğru oturarak okuması, Kuran’a saygının bir ifadesidir. Ancak Kuran’da, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anmak tavsiye edilmektedir (Ali İmran 3/191). Kuran da Allah’ın zikri olduğundan, herhangi bir saygısızlık kastı olmaksızın, yatarken Kur’an okumak ve dinlemekte sakınca yoktur.

Kadınların özel hallerinde (ádet ve loğusalık) yapamayacakları şeyler nelerdir?

Kadınlar  (hayız) ve loğusalık hallerinde, cinsel ilişkide bulunamaz (Bakara 2/222), namaz kılmaz, oruç tutmazlar (Buhari, hayz 1; Müslim, hayz 14-15). Bu konuda müçtehitler görüş birliği içindedirler. Kadınlar (hayız) ve loğusalık hallerinde kılmadıkları namazları daha sonra kaza etmez, ancak oruçları kaza ederler. Kadınların bu hallerinde, namaz ve oruçtan muaf tutulmaları. Diğer taraftan kadınlar, bu hallerinde müçtehitlerin büyük çoğunluğuna göre Kábe’yi tavaf edemezler. İslam, kadını bu durumda manen ve maddeten temiz ve duru kabul eder. Ancak ibadet konusunda yükümlü kılmak istemez, rahatlatmak ister.

Derleyip Nakleden: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Bu Vatan İçin Beş Büyük Tehlike! Ve Çare-i Yeganesi

 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin  Risale-i Nur Külliyatı’ndan Derlenmiştir (İstanbul, 21 Temmuz 2001)..

GİRİŞ

TEHLİKE-1 :  DİNSİZLİK

TEHLİKE-2 :  İSLÂM DÜNYASINI İHMAL

TEHLİKE-3 :  PARTİCİLİK TARAFGİRLİĞİ

TEHLİKE-4 :  C. HALK PARTİSİ’NİN İKTİDARA GELMESİ

TEHLİKE-5 :  IRKÇILIK (MENFİ MİLLİYETÇİLİK)

*********

TEHLİKE–4 :  C. HALK PARTİSİ’NİN İKTİDARA GELMESİ

(Parti ismi farklı olabilir. Nitekim Demokrat Parti ismi bugün bir başka parti adıyla temsil edildiği gibi C. Halk Partisi de başka bir isimle hatta birbirinden ayrı birkaç partiyle de temsil edilebilir. Bahisleri okurken geniş düşünmek ve yaşadığımız zamanı nazara almak ve ona göre değerlendirmede bulunmak gerekmektedir.)

Malumdur ki, bu âlemde iyiler de kötüler de; iyilikler de kötülükler de derecelidir. Yani iyinin daha iyisi, kötünün daha kötüsü vardır. İyi ve kötü değerlendirme­leri bu nisbiyete göre yapılır. İşte bu ölçünün tatbikî bir örneği olabilecek bir mektupta deniliyor ki:

«Üstadımızdan, niçin Demokrat Partiyi muhafa­zaya çalıştığını sorduk.

 

Cevaben: “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının ci­nayetleri ve hem Cumhuriyetin Birinci Reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icba­riyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı  tamamıyla eski Partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla (kendi iradesiyle) o Partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.

 

Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, Ko­münist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyen Komünist olamaz, Anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman Ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza deh­şetli bir tehlike teşkil eden bu Partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve Va­tan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.» (Emirdağ: 206)

 

 

HALK PARTİSİNİN MEMUR SALTANATI

 

Halk Partisi ise:  Hakikaten acip ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı me­murlara verdikleri için, yirmi sekiz senelik bütün cinâyatıyla başkaların cinâyâtı ve İttihatçıların ve Mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletil­diği halde, Demokratlara bir cihette galip hük­mündedirler. Çünkü ubudiyetin (kulluğun, ibadetin) noksaniyetiyle enaniyet (benlik ve gurur) kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet  hakikatta bir hiz­metkârlık olduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acip cinayetlerle ve kendin­den olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraber ba­na yapılan muamelelerinden hissettim ki, bir ci­hette mânen Demokratlara galip geliyorlar. Hal­buki, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan, hadis-i şerifte  “Seyyidül Kavmi Hadimühüm”  yani, “Memuriyet, Emir­lik ise, Reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.”

 

Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu Ka­nun-u Esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanun­da olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.» (Em:164)

 

HALKÇILARIN DİNE MUHALİF KISMINA KARŞI ÇARE

 

«Şimdi milletin arzusuyla şeâir-i İslâmiyenin ser­bestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevki­lerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çâre-i yegânesi, ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad  yapmaktır.

Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mâni olurdular. Şimdi men­faatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar. Çünkü Komünistlik, Masonluk, Zın­dıklık, Dinsizlik, doğrudan doğruya Anarşistliği in­taç ediyor. Ve bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak  Hakikat-ı Kur’âniye etrafında  itti­had-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilâ-yı ecanipten (ecnebi istilasından) ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.

 

Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinad edip Ko­münist ve Masonluk cereyanına karşı vaziyet al­maları zarurîdir.

Bir  ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) serbestiye­tiyle kendi kuvvetlerinden yirmi defa ziyade kuv­vet kazandılar. Milleti kendilerine ısındırdılar, minnettar ettiler. Hem mânen  eski İttihad-ı Mu­hammedîden (a.s.m.) olan yüz binler Nurcularla, eski zaman gibi Farmason ve İttihatçıların Mason kısmına karşı ittifakları gibi, şimdi de aynen İtti­had-ı İslâmdan olan Nurcular büyük bir yekün teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır. Fakat Demokrata karşı eski Partinin müfrit ve Mason veya Komünist mânâsını taşıyan kısmı, iki müthiş darbeyi Demokratlara vurmaya hazırlanı­yorlar.

 

Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) ef­radının çoklarını astılar. Ve “Ahrar” denilen De­mokratları kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar. Aynen öyle de, şimdi bir kısmı dindarlık perdesine girip Demokratları Din aleyhine sevk etmek veya kendileri gibi tahribata sevk etmek is­tedikleri kat’iyen tebeyyün ediyor. Hattâ ulemâ­nın (hocaların)  resmî bir kısmını kendilerine alıp Demokrat­lara karşı sevk etmek ve Demokratın tarafında, onlara mukabil gelecek Nurcuları ezmek, tâ Nur­cular vasıtasıyla ulemâ, Demokrata iltica etmesin­ler. Çünkü Nurcular hangi tarafa meyletseler ulemâ (hocalar) dahi taraftar olur. Çünkü onlardan daha kuvvetli bir cereyan yok ki, ona girsinler.

İşte madem hakikat budur, yirmi beş seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarikatı ezen, ya kendilerine dalkavukluğa mecbur eden eski partinin müfrit ve mason ve komünist kısmı bu noktadan istifade edip Demokratları devirmemek için, Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ulemâyı, hem milleti memnun ve minnettar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybet­memek için bütün kuvvetleriyle Ezan meselesi gibi şeâir-i İslâmiyeyi ihyâ için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir.

Maatteessüf, bazı müfrit ve Mason ve Komünist­ler, Demokrat aleyhinde olduğu halde kendini Demokrat gösteriyorlar ki, Demokratları tahribata sevk etsin ve Din aleyhinde göstersin, onları devir­sin.» (Em: 24)

TEHLİKE–5  :  IRKÇILIK  (MENFİ MİLLİYETÇİLİK)

 

Memleketimiz ve İslâm Dünyası için bir mühim tehlike de ırkçılık yani Menfi Milliyetçiliktir. İslâm nezdinde menfi “Arap ırkçılığı” veya menfi “Türk Milliyetçiliği” veya menfi “Kürt Milliyetçiliği” gibi ırkçılığın her türlüsü menfurdur.(Nefretle karşılanır)

 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri menfi milliyetçiliğin İslâm tarihindeki zararlarını Devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a anlatır ve çarelerini de gösterir. Şöyle ki:

“Reis-i Cumhura ve Başvekile,

Size iki hakikati beyan ediyorum: ..…

 

Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında (Mi. 661-750) büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında (Mi. 1908) “Kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumîde (Mi. 1914-1918) yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar (Bulgarlar gibi). Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.

 

Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la  pek kıymettar ittifakınız, (24 Ocak 1955 Bağdat Paktı)  inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir Dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.

 

Salisen: Altmış beş sene evvel bir  Vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz Müstemlekât Nâzırı (Lord Gladstone) Kur’­ân’ı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: “Bu İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâ­kim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukut ettirmeliyiz veyahut Müslüman­ları ondan soğutmalıyız.”

 

İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsat komitesi bu bi­çare fedakâr, mâsum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar. Ben de, altmış beş sene ev­vel bu cereyana karşı, Kur’ân-ı Hakîm’den istim­dat eyledim. Hakikate karşı kısa bir yol ve bir de pek büyük bir “Dârülfünun-u İslâmiye”  (İslam Üniversitesi) tasavvuru ile, altmış beş senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faydası olarak hayat-ı dünyeviyemizi de istibdad-ı mutlaktan ve dalâletin helâketinden kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mâbeyninde­ki uhuvvetini inkişaf ettirmeye iki vesileyi bulduk.» (Em: 222)

 

IRKÇILIĞA KARŞI ÇARE

 

«Birinci vesilesi:

Risale-i Nur’dur ki, uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile hizmet et­tiğine kat’î delil, emsalsiz bir mazlumiyet ve âciz­lik hâletinde telif edilmesi ve şimdi âlem-i İslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da te­sirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehşetli bir surette Maddi­yun ve Tabiiyun gibi Dinsizlik fikrine karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerh edememesidir. İnşaallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i İslâmiyenin anahtarını bu­lan zatlar, bu mucize‑i Kur’âniyenin cilvesini âlem-i İslâma işittireceksiniz.

 

İkinci vesilesi:

Altmış beş sene evvel Câmiü’l-Ezhere gitmek istiyordum. Âlem-i İslâmın Medre­sesidir diye, ben de o mübarek Medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet olmadı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki:

Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir Darülfünun, bir İslâm Üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat et­mesin.

 

Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milli­yet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile   “İnnemel Mü’minune İhvetun” (Hakikaten bütün Müminler Kardeştir)   Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i med­rese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ı şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Tür­kistan’ın ortasında,  Medresetü’z-Zehra mânâsın­da, Câmiü’l-Ezher üslûbunda bir Darülfünun, hem Mektep, hem Medrese olarak bir Üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur’un hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım. Said Nursî» (Em: 222)

 

Menfî milliyetçiliğin bu ülkeye zarar vermesini önlemek için en evvel Dini hayatın yaşandığı bir Türkiye görünmelidir. Bu meselede  en mühim Din hizmeti, dinî neşriyat ve İslâm Kardeşliğini temine vesile olarak Risale-i Nur bulunmaktadır. Said Nursi Hazretleri bu hakikati eserlerinde tekraren anlatır. Bu eserler bütün dünyaca hususan İslâm dünyasınca takdirle tanınmaktadır. Irkçılığın zararlarını bertaraf etmede Said Nursi Hazretlerinin çare olarak gösterdiği ikinci vesile de, İslâm Dünyasının ortası olan Doğuda, bütün İslâm milletlerine hitap eden, tedrisat programını kendisinin çizdiği bir Üniversite kurulmasıdır.

DIŞ MÜDAHELE TEHLİKESİNE ÇARELER

 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, memleketimizde Milliyetçiliği veya Dindarlığı esas alan  Siyasîlerin dikkat etmeleri gereken hususları dört Siyasî Görüşü tahlil ettiği bir mektubunda şöyle der:

«Milletçilere gelince:

Eğer bu partide sırf İslâmi­yet esas olsa, Demokrat Partiye yardım et­tiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden hakikî Türk olma­yan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karış­mıştır. O zaman, Hürriyetin başında olduğu gibi, bu asil ve mâsum Türk milleti aleyhine bir milli­yetçilik tarafgirliği meydana gelecek. O vakit ha­kikî Türkleri, Ecnebîler boyunduruğu altına gir­meye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair un­surdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve un­surculuk damarıyla bir Ecnebîye istinad ile ma­sum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğundan, Kur’ân ve Vatan ve Millet hesabına, dindar ve di­ne hürmetkâr Demokrat Partinin iktidarda kal­masını temin etmeleri için ders veriyorum.» (Em:207)

Bu memleketin Milliyetçileri veya Dindarları ayrı ayrı Parti olsalar bile, “Ahrar” denilen Demokratlar’dan, dine dost olan kısmının iktidarda kalmaları için onlara yardım etmeleri ve Demokratların muhalifleriyle işbirliği yapmamaları ve onların aleyhlerinde bulunmamaları gerekmektedir. Zikredilen bu şartlara riayet edilmemesi halinde diğer farklı Müslüman milletlerden olan vatandaşların dostluğunu kaybetmenin yanında, Said Nursi Hazretlerinin  “asil ve masum” dediği Türk milletinin yabancıların boyunduruğu altına girmesine sebebiyet verebilir.

Bulduğu bu faydalı yazıyı de sizinle paylaşmak iteyen: Abdülkadir Haktanır

Risale-i Nur Külliyatında ANARŞi – 1

Risale-i Nur Külliyatında 

ANARŞİ – 1

 

1. Anarşi

2. “Şimdi İstanbul’da -daha dehşetli bir fikirde- anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, Risale-i Nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imanî hakikatlarına ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki: “Her millet, herkes Allah’ı bilir.” (E: 203)

3. “Çünki anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir.” (Em: 159)

4. “ve millet için bir vesile-i def’-i bela olduğu isbat edildiği halde ve yirmibeş seneden beri gizli, ifsadçı, anarşi hesabına çalışan komiteler desiseleriyle mahkemeleri aleyhine sevkedip çalıştıkları ve beş vilayette beş büyük mahkeme Risale-i Nur’un eczalarını inceden inceye tedkik edip medar-ı mes’uliyet bir tek nokta bulamayıp beraet verdikleri ve sonra da yirmi yerde yirmi adliye ayrıca alâkadar olup, mûcib-i mes’uliyet bir cihet olmadığından suç yok diye karar verdikleri ve Afyon Mahkemesi de iki defa iadesine karar verdiği halde risalelerin iadesini ve tamam intişarını iktiza eden kanunî, hukukî esbab-ı mûcibe mevcud iken, beş seneden beri gizli komitelerin aldatmaları ve desiseleriyle ve bahanelerle Afyon Mahkemesi’nde beş senedir o mübarek risalelerin sahiblerine teslimi te’hir edilmektedir.” (Em: 180)

5. “Çünki anarşi hiçbir hak tanımaz.” (T: 653)

pdf olarak indirmek için tıklayın