Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Cehennem Mi Adem Mi?

ADEM’İN CEHENNEM’DEN EŞEDDİYETİ

 

Demek o kereme lâyıkve o rahmete şayeste bir dâr-ı saadet olacaktır. Yoksa gündüzü ışığıyla dolduran Güneşin vücudunu inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzımgelir. Çünki bir daha dönmemek üzere zeval ise; şefkati musibete, muhabbeti hırkate ve nimeti nıkmete ve aklı, meş’um bir âlete ve lezzeti eleme kalbettirmekle hakikat-ı rahmetin intifası lâzımgelir. (Sözler:65)

…Rahmetin cilvelerinden ve latif âsârından olan aşk ve şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et. Eğer firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalîye, hayat-ı insaniye incirar edeceğini farz etsen; görürsün ki: O latif muhabbet, en büyük bir musibet olur.

O leziz şefkat, en büyük bir illet olur. O nurani akıl, en büyük bir bela olur.

Demek rahmet, (çünki rahmettir) hicran-ı ebedîyi, muhabbet-i hakikiyeye karşı çıkaramaz. (Sözler:521)

Aklın bir hizmetkârı ve tasvircisi olan kuvve-i hayaliyeye denilse ki: “Sana bir milyon sene ömür ile saltanat-ı dünya verilecek, fakat âhirde mutlaka hiç olacaksın.” Tevehhüm aldatmamak, nefis karışmamak şartıyla “oh” yerine “âh” diyecek ve teessüf edecek. (Sözler:88)

Muhabbet ve şefkati, firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalî ile karşıladığınız takdirde; vicdan, hayal ve ruh ne hale gireceklerdir. O muhabbet ve o şefkat en büyük, en tatlı bir nimet iken, en azîm bir musibete, bir belaya inkılab eder.(İşaret-ül İ’caz:55)

Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalalettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar.

Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belalar hücum etmeye başlarlar. Bir meded, bir yardım için müsterhimane tabiata ve anasıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır.

Ecram-ı semaviyeden istimdad etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hacetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki: Vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir.

Acaba hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni’ ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı? (İşaret-ül İ’caz:28 )

Alem-i İslâm, bütün beşer ve bütün zîşuur; Cehennem’den daha acı ve korkunç olan ademden, hiçlikten, i’dam-ı ebedîden, fena-i mutlaktan kurtulmak için daimî aşk ve şevkle her zamanda ve câmi’ mahiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün istidadat lisanları ile, bütün dualar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle istedikleri hayat-ı bâkiyeyi kuvvetli ve kat’î beşaret veren risalet-i Ahmediye (A.S.M.) ve hakikat-ı Muhammediyeye (A.S.M.) şehadet edip nev’-i beşerin medar-ı iftiharı ve eşref-i mahlukat olduğuna imza bastığı gibi.. (Şualar:261)

Birinci Nükte:Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünki hadsiz rahmet-i Rabbaniye o korkan adama der: Bana gel, tövbe kapısıyla gir. Tâ Cehennem’in vücudu değil korkutmak, belki sana Cennet’in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüz edilen hadsiz mahlukatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin.

Eğer sen dalalette boğulup çıkamıyorsanyine Cehennem’in vücudu, bin derece i’dam-ı ebedîden hayırlıdır ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünki insan hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes’ud olur. Şu halde sen ey mülhid, dalaletin itibariyle ya i’dam-ı ebedî ile ademe düşeceksin veya Cehennem’e gireceksin!

Şerr-i mahz olan adem ise,senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes’ud olduğun umum akraba ve asl u neslin seninle beraber i’dam olmasından, binler derece Cehennem’den ziyade senin ruhunu ve kalbini ve mahiyet-i insaniyeni yandırır. Çünki Cehennem olmazsa, Cennet de olmaz. Her şey senin küfrün ile ademe düşer.

Eğer sen Cehennem’e girsen,vücud dairesinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennet’te mes’ud veya vücud dairelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar.

Demek herhalde Cehennem’in vücuduna tarafdar olmak sana lâzımdır. Cehennem aleyhinde bulunmak, ademe tarafdar olmaktır ki, hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına tarafdarlıktır.

Evet, Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hâkim-i Zülcelalinin hakîmane ve âdilane bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celalli bir mevcud ülkesidir. Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya ait hizmetleri var. Ve zebani gibi pek çok zîhayatın celaldarane meskenleridir. (Şualar:229)

Birincisi:İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misillü dünya ile alâkadardır ve akaribiyle münasebetdar olduğu gibi, nev’-i beşer ile de ciddî ve fıtrî münasebetdardır. Ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi bir dâr-ı ebedîde bekasını, aşk derecesinde arzuluyor.

Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeğe çalıştığı gibidünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeğe fıtraten mecburdur, çabalıyor.

Ve öyle arzuları ve matlabları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Hattâ Onuncu Söz’de işaret edildiği gibi, bir zaman -küçüklüğümde- hayalimden sordum: “Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “ah” çekti. “Cehennem de olsa beka isterim” dedi. (Şualar:222)

Madem bu zamanda küfr-ü mutlak Kur’an’a karşı çıkıyor. Küfr-ü mutlakta cehennemden ziyade dünyada da daha büyük bir cehennem var. Çünki ölüm madem öldürülmüyor. Her gün beşerde otuzbin cenaze ölümün devamına şehadet ediyor. Bu ölüm küfr-ü mutlaka düşenlere, yahut taraftar olanlara; hem şahsın i’dam-ı ebedîsi ve bütün geçmiş, gelecek akrabalarının da i’dam-ı ebedîsi olarak düşündüğü için, Cehennem’den on defa daha fazla dehşetli Cehennem azabı çeker.

Demek o Cehennem azabını küfr-ü mutlakla kalbinde duyuyor. Çünki herbir insan akrabasının saadetiyle mes’ud, azabıyla muazzeb olduğu gibi; Allah’ı inkâr edenlerin itikadlarınca bütün o saadetleri mahvoluyor, yerine azablar geliyor.

İşte bu zamanda, bu dünyada bu manevî cehennemi insanların kalbinden izale eden tek bir çaresi var: O da Kur’an-ı Hakîm’dir. Ve bu zamanın fehmine göre onun bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur eczalarıdır. (Emirdağ Lâhikası-2:244)

İnsaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: “Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir i’dam senin başına gelecek.” Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali; sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak. (Hutbe-i Şamiye:25)

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

 

www.NurNet.Org

Cevşen-ül Kebirin Hülasası

Cevşen-ül Kebirin Hülasası

Sual: Duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münacat’ın başında, Cevşen-ül Kebir’in doksandokuz fıkrasından bir fıkranın kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşen’in dahi misli yoktur diyecek. Mektubat ( 217 )  Burada geçen yeri Münacaat Risalesinde Göremiyoruz, izah eder misiniz?

 

Elcevap: Bu kısım Osmanlıca 3. Şua Risalesinde Geçmektedir. Şöyle Ki:

MUKADDİME

Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye; vücub-u vücuda ve vahdaniyete delâlet ettiği gibi..

Hem delâil-i kat’iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder.

Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve isbat eder.

Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü isbat eder.

Elhasıl: Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin her bir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerin her birinde, sekiz neticeyi delilleriyle isbat eder ki; bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.

Said Nursî

 

Münacat

Bu Risale-i Münacat,

hem vücub-u vücud,

hem vahdet,

hem ehadiyet,

hem haşmet-i rububiyete,

hem azamet-i kudret,

hem vüs’at-i rahmet,

hem umumiyet-i hâkimiyet,

hem ihata-i ilim,

hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi harika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat’iyet ve halisiyet ve yakîniyet ile isbat eder.

Haşre işaratı ve bilhassa ahirdeki şiddetli işaratı çok kuvvetlidir.

_______________

Buradan anladığım bir mana ise Münacaat Risalesi Cevşende geçen sadece bir babın izahıdır. Yani tüm Cevşenin değil. Nitekim Cevşende 1001 tane esma var tam olarak.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Cuma Duası – Cumanız Mübarek Olsun

Adile Duası:

Bismillahirrahmanirrahim
Allah, adaleti ayakta tutarak şahitlik etmiştir (açıklamıştır) ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de -buna şahitlik (ikrar) etmişlerdir. Evet- mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilah yoktur. Allah nezdinde, hak din İslam’dır. Ben zayıf, günahkar, isyan eden, muhtaç ve hakir bir kulum. Bana nimet veren, beni yaratan, bana rızık veren ve bana ikramda bulunan –Allah’ın birliğine” şehadet ediyorum; nitekim O’nun kendisi de kendi –birliğine- şehadet etmiştir; yine melekler, ilim sahibi olan kulları da şehadet etmişlerdir ki, O’dan başka ilah yoktur, O; nimet, ihsan, bağış ve nimet sahibidir; kadir, ezeli, alim, sürekli, diri, tek, ebedi bir varlıktır; duyan, gören, irade ve kerahet sahibidir; idrak eden, zengin ve bütün bu sıfatlara müstehaktır; bütün bu yüce sıfatlarla birlikte güç ve kudret diye bir şey var olmadan önce güçlüydü; ilim ve illet diye bir şey ortaya çıkmadan önce alimdi; memleket ve mal namına bir şey olmadan önce sürekli sultandı; her önceden önce, her ezelin ezelinde, her durumda münezzehti; her sonradan sonra hal değiştirmeden ebediyen baki kalacaktır; zatı yaratılışın başında ve sonunda zengindir; batın ve zahirde hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; O’nun hükmünde hiçbir zulüm yoktur ve meşiyyetinde özel bir eğilim yoktur; takdirinde zulüm olmaz, hükümetinden kaçılmaz, kahrından bir yere sığınılmaz; gazap ve intikamından kurtuluş yeri yoktur; rahmeti gazabından öne geçmiştir, rahmetini talep eden hiç kimse mahrum olmaz; kullarını kendine itaatle mükellef kılınca engelleri kaldırdı ve itaate muvaffak olmada zayıf ile güçlüyü eşit kıldı; herkesin emrine itaat etmesini mümkün kıldı, günahtan sakınmanın yolunu kolay kıldı, herkesi ancak güç ve kudretinin yettiği miktarda itaatiyle mükellef kıldı.
Münezzehtir Allah; -insanlara- cömertliği ne kadar da açık, şanı ne kadar da yücedir! Münezzehtir Allah, bağışı ne kadar da fazla ve ihsanı ne kadar da yücedir O’nun! Adaletini beyan etmeleri için peygamberler gönderdi, peygamberlerin vasilerini fazl ve ihsanını açığa çıkarması için atadı ve bizi, peygamberlerin efendisi, velilerinin en hayırlısı, has kullarının en üstünü, temiz kulların en üst makamına sahip olan Muhammed’in –Allah’ın salat ve selamı onun ve Ehl-i beyt’inin üzerine olsun- ümmetinden kıldı. Biz de ona, bizi davet ettiği şeye, ona nazil ettiği Kutr’an’a ,, Gadir-i Hum’da atadığı vasisine (Hz. Ali’ye) iman ettik. Şehadet ederim ki, muhtar peygamberden sonra iyilik sahibi imamlar ve seçilmiş halifelerin -ilki- kafirleri öldüren Ali’dir, ondan sonra evlatlarının büyüğü olan Hasan b. Ali’dir, sonra kardeşi ve Peygamber’in torunu, Allah’ın rızasına tabi olan Hüseyin’dir. Sonra -oğlu- Ali b. Hüseyin Zeynulabidin’dir, sonra Muhammed Bakır, sonra Cafer Sadık, sonra Musa Kâzım, sonra Ali Rıza, sonra Muhammed Taki, sonra Ali Naki, sonra tertemiz olan Hasan Askeri, sonra alemin ümidi, Allah’ın hücceti ve kâim olan halife beklenilen Mehdi’dir; dünya onun kalmasıyla kalmakta, onun bereketiyle varlıklara rızık ulaşmakta, onun varlığıyla yer ve gök sabit kalmaktadır; Allah onun vesilesiyle yeryüzünü zulüm ve sitemle dolduktan sonra adalet ve eşitlikle dolduracaktır.
Şehadet ederim ki, onların buyrukları hüccet, onların emrini yerine getirmek ve onlara itaat etmek farz, onları sevmek Allah’ın ezeli hükmüyle gerekli, onları izlemek kurtuluş sebebi, onlara muhalefet etmek helaket nedenidir.Onların hepsi kesinlikle cennet ehlinin efendileri, kıyamet gününün şefaatçileri, yer ehlinin imamları ve Allah’ın razı olduğu vasilerin en üstünüdürler.
Şehadet ederim ki ölüm haktır, kabirde sorguya tabi tutulmak haktır, ölülerin tekrar dirilmeleri haktır, mahşerde haşredilmek haktır, Sırat haktır, terazi ve amellerin tartılması haktır, insanların hesaba çekilmesi haktır, kitap ve amel defteri haktır, cennet haktır, cehennem haktır ve de kıyamet saati gelecektir; bunda hiçbir şüphe yoktur ve Allah kabirde olanları diriltip çıkaracaktır.
Allah’ım! Senin lütuf ve keremine ulaşmak benim ümidimdir, ihsan ve rahmetine ulaşmak benim arzumdur; ne cenneti hak edeceğim bir amelim ve ne de senin razı olmana neden olacak bir itaatim var. Ancak şu var ki, ben senin tevhid ve adaletine inanıyorum, senin ihsan ve lütfüne ümit besliyorum; sana, senin sevenlerinden olan Muhammed ve Ehl-i Beyt’ini şefaatçi olarak getirdim. Sen cömertlerin en cömerdi, merhametlilerin en merhametlisisin. Allah’ın salatı peygamberimiz Muhammed’e ve onun bütün tertemiz ve temizlenmiş Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun; onlara çok çok selam olsun. Güç ve kuvvet ancak ulu ve yüce Allah’tandır.
Allah’ım! Ey merhametlilerin en merhametlisi! Ben -bu duada dile getirdiğim- yakin ve imanımı ve dinimde sebatımı senin yanında emanet bırakıyorum; sen kendisine emanet bırakılanların en hayırlısısın; sen bize emaneti korumayı emretmişsin; o ölüm vaktim gelip çatınca onu bana geri ver; rahmetinle, ey merhametlilerin en merhametlisi.
——-
Mefatihu’l-Cinan kitabından alıntıdır.
Yazar: Şeyh Abbas Kummî
Sayfa:197

Nurnet.org

Üstadımızın Vasiyetnameleri

Üstadımızın Vasiyetnameleri

Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin sermayesini, kendilerini Risale-i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayinlerine vermek, hususan nafakasını çıkaramıyanlara vermek lâzımdır.
Şimdiye kadar birkaç senedir tayinatları verilen Nur talebeleri, haslara malûm olmuş. Ben de yanımda şimdi bulunan kardeşlerimi kendime vâris ve benim vazifemi yapmaya çalışmak lâzım. Tesanüdü de tam muhafaza etsinler.


Evet, bu vasiyetnameyi tasdik ediyorum.
Said Nursî

Emirdağ Lahikası-2 ( 200 )

—–oo0oo—–

Vasiyetnamenin Bir Zeyli     
…..

Evet şiddet-i fakr u istiğna ile hediye almamakla beraber Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, yasak olmayan daktilo makinesi ile intişar eden Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile şimdi manevî Medreset-üz Zehra’nın dört-beş vilayetinde hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayinatına acib bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış-yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler.
İnşâallah Risale-i Nur’un tab’ serbestiyeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder.
Medar-ı hayrettir ki, o eski zamanda Evkaf’tan beş talebenin tayinatını Van’da Eski Said kabul etmiş.
O az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı halde kendi talebelerinin tayinatını kendisi veriyordu.
O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş-altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kaidesini bozmadı.
O zaman meşhur Tahir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı.
O altmış-yetmiş senelik düstur-u hayatının bir işaret-i gaybiye ile altmış-yetmiş sene sonra o kanaat ve istiğnanın bir meyvesi inayet-i İlahiye ile ihsan edildi ki, o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski harfle izin vermemekle beraber, kaç senedir dört-beş vilayet vüs’atindeki manevî Medreset-üz Zehra’nın fedakâr talebelerinin tayinatını Risale-i Nur kendisi hediye etti.
Halbuki o nüshaların bir kısm-ı mühimmini hediye olarak mukabelesiz etrafa ve âlem-i İslâm ve Avrupa’ya gönderdiği ve elindeki nafakasını Nur’un teksirine sarfettiği halde, yine Nur’un nüshaları acib bir tarzda hem kendine, hem o hâlis fedakârlarına kâfi gelmesi, eski zamandaki işaret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduğuna kat’iyyen kanaatim geldiğinden vasiyetnamemin âhirinde beyan ediyorum.
Bu vasiyetname benden sonra bâki kalan tayinat içinde de konulsun, tâ ki bazı insafsız insanlar “Bu Said günde beş-on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakikati izhar etmek münasib olur.
Şimdi manevî evlâdlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zâtların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.
Said Nursî
Emirdağ-2 – 216

—–oo0oo—–

beyan ediyorum ki: Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi hem mu’cizatlı Kur’anımızı tab’ettirmek için Eskişehir’de muhafaza edilen sermaye, o Kur’anın tevafukla ve fotoğrafla tab’ına ait.
{(*): On bin liradır.} Yanımızdaki sermaye ise, Risale-i Nur’un sermayesidir.
O sermaye Cenab-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükür olsun ki; yetmiş küsur sene evvel o zamanın âdetine muhalif olarak kendim fakirliğimle beraber onların tayinlerini verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbanî olarak o zamandan elli-altmış sene sonra Cenab-ı Erhamürrâhimîn o örfî âdete muhalif kaidemi manevî ve geniş Medreset-üz Zehra’nın hâlis ve nafakasını temin edemeyen ve zamanını Risale-i Nur’a sarfeden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlahî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayinleridir ve tayinlerine sarf edilecekve kaç senedir benim yaptığım gibi benim manevî evlâdlarım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyorum.
İnşâallah tam Risale-i Nur intişara başlasa; o sermaye şimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirdlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve manevî Medreset-üz Zehra ve Medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak.
Benim bedelime bu hakikate, bu hale manevî evlâdlarım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nur’a kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malûm kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını rica ediyorum.

Emirdağ-2 – 234

—–oo0oo—–

bu vasiyetimi yazıyorum.
Hâlık-ı Rahman-ı Rahîm’e hadsiz şükür olsun ki; bundan altmış-yetmiş sene evvel hilaf-ı âdet olarak tahsil-i ilim, hususan ilm-i imanî yolunda başkaların muavenetine yalvarmamak ve tam fakr-ı haliyle beraber Eski Said çocukluk, gençlik zamanında talebelerine tayinlerini kendi vermeye çalıştığı ve ancak kısa bir zaman beş tayin kabul edip mütebâki talebelerine bazan yirmi-otuz talebesine tayin verdiğinden; ilmi, vasıta-i cer etmeye o talebeler mecbur olmadılar.
İktisad ve kanaatla o zaman muvaffak oldukları gibi, Cenab-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükür olsun ki, Eski Said gibi şimdi Risale-i Nur kendi hakikî talebelerinin tayinlerini neşriyatıyla mükemmel vermeye başlamış.
A’zamî ihlası kırmamak için Risale-i Nur has talebelerine, hususan nafakasını tedarik edemeyenleri tam tamına idare edecek derecede Risale-i Nur’un satılan nüshalarının beşten birisi Risale-i Nur’un hakkı olduğu cihetle şimdi elli-altmış talebesine kâfi sermayesi çıkıyor.
Emirdağ-2 – 232

—–oo0oo—–

Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum.
Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler.
Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.
Şimdi Risale-i Nur’un satılan nüshalarının sermayesi, Risale-i Nur’un malıdır.
Said de bir hizmetkârdır.
Hayatta tayinini alabilir.
Hattâ bugünlerde ölüm bana çok yakın göründü.
Ben de altı vilayette bulunan elli-altmış talebeyi iki-üç sene Nur sermayesinden tayinini vermek kat’î niyet ederken, belki bazılarını bazı maniler onları talebelik hizmetinden vazgeçirecek diye vazgeçtim.
Emirdağ-2 – 233

—–oo0oo—–

Eski Said’in çocukluk zamanından beri hem kendisi, hem babası fakir oldukları halde, başkalarının sadaka ve hediyelerini almadığının ve alamadığının ve şiddetli muhtaç olduğu halde hediyeleri mukabilsiz kabul etmediğinin ve Kürdistan âdeti talebelerin tayinatı ahalinin evlerinden verildiği ve zekatla masrafları yapıldığı halde, Said hiçbir vakit tayin almağa gitmediğinin ve zekatı dahi bilerek almadığının bir hikmeti, şimdi kat’î kanaatımla şudur ki: Âhir ömrümde Risale-i Nur gibi sırf imanî ve uhrevî bir hizmet-i kudsiyeyi dünyaya âlet etmemek ve menafi’-i şahsiyeye vesile yapmamak için o makbul âdete ve o zararsız seciyeye karşı bana bir nefret ve bir kaçınmak ve şiddet-i fakr u zarureti kabul edip elini insanlara açmamak haleti verilmişti ki, Risale-i Nur’un hakikî bir kuvveti olan hakikî ihlas kırılmasın.
Ve bunda bir işaret-i manevî hissediyordum ki: Gelecek zamanda maişet derdiyle ehl-i ilmin mağlubiyeti, bu ihtiyaçtan gelecektir.
Emirdağ-2 – 74

—–oo0oo—–

işte mu’cizatlı Kur’anımız bu tevafukatı gösteriyor. İnşâallah bu mu’cizatlı Kur’anın neşri ve tab’ı da size nasîb olacak. Evvelce Üstadımız onbin lira size göndermişti. Şimdi de Kur’anın âyetlerine tam muvafık olarak 6666 lirayı ki bu para, talebelerin iki senelik tayinatından fazla kalan paradır. Bunda bir sırr-ı azîm var, aynı altun para gibi mübarektir. Başkasına sarf etmemek lâzımdır. Size bazı Kur’anın cüzleri ile birlikte gönderiyoruz ve pekçok selâm ediyoruz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşleriniz
Tahirî, Zübeyr, Ceylan, Sungur

Emirdağ Lahikası-2 ( 235 )

—–oo0oo—–

Merhum Zübeyir Agabey bir mektubunda Risale-i Nurun Sermaysi ile ilgili söyle buyurmaktadir:

Bismihİ Sûbhanehu.

Ve inmin şey in illâ yüseb bihu bi ham dihi.Esselâmü aleyküm verah metullahi vebere katühü.Vel veçri veleyalin aşrin.

Aziz Sıddık Kardeşlerimiz.

Risale-i Nurun Sermayesi:Bu mubarek para merhum ve muazzez Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin mübarek ta’yinatıdır.Tayinat hakkında Üstadımız beyan etmiştiki:”Risale-i Nurun fiatı yani sermayesi ve sermayeden fazla biriken miktarı ne benimdir ne başkasınındır.Risale i Nurun ve ta’yinatın dır.Tayinat parası ekmekten ve iaşeden gayri şeylere sarfedilemez.”

Haşiye: Mehazler Envar Neşriyata Göredir.

Muhammed Numan ÖZEL

Risale-i Nur Araştırma Merkezi

Yozgatnur

www.NurNet.Org

Bedîüzzaman kimdir?

Bedîüzzaman kimdir?

Bedîüzzaman, mahud ve mühlik uçurumlarla dolu olan içtimaî seyrimizi, manevî değerler bakımından bir nur-u imanî ve ziya-yı irşadî ile taht-ı emniyete almağa çabalayan..

ve bu hususta bilmenin, kendi kendini idare etmek; bilmemenin, körü körüne idare olunmak hakikatına vücud vereceğini halk kitleleri arasında temessül ettiren insandır.

Bedîüzzaman, ahlâkî kıymetler ve millî hasletlerin pozitif ilimlerle müvazi olarak kat’-ı mesafe edemediğini,..

bu mana ve şekil müvacehesinde yetişen çöl kadar kuru ve boş ruhlarla bulanmış gençliğin, istikbalde milletimizin rü’yet ufkunda bir kara bela olacağı

hakikat-ı kat’iyyesini gözlere sokan ve çare-i halâsı da gösteren kimsedir.

Bedîüzzaman, şark ve garb arasındaki azîm müfarakatın, şahsiyet mefhumunun daralma ve genişlemesinden neş’et ettiğini gören ve asrın maymun taklidçiliğine varan şahsiyetsizliği önünde, şahsiyet mefhumunun İlahî yüksekliğini gönüllerin mihrak noktasında sembolleştirmeğe tevessül eden âlimdir.

Bedîüzzaman, hür adamların, hür memleketinin İlahî kuruluş felsefesini, akıllara ve gönüllere nakşeden din adamıdır.

Bu necib millet, Bedîüzzaman gibi nefsindeki menfaat putunu deviren insanların hizmetine çok, ama çok muhtaçtır.

Hukuk Fakültesi’nden
Ziya Nur

* * *

Mehaz:
Envar ve ihlas Nur Neşriyat / Tarihçe-i Hayat ( 638 )

www.NurNet.Org