Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Muhakemat Eserine Dair..

Muhakemat Eserine Dair..

 

Eserin Künyesi

 

Eser ismi: Muhakemat, Reçetet’ü-l Havas, Reçetet’ü-l Ulema

Yazım Tarihi1911

Basım Tarihi: 1913

matbaa: Matba-i Ebuzziya

 

 

 Muhâkemât (1911/1911) Abdülkadir Badıllı ağabey, bu eserin ilk baskı tarihini 1921 olarak vermiştir. (Bkz. Tarihçe, /280)

 

ayırıca şunu da beyan etmiştir. Muhakemat, Arapçası Reçetet’ül Ulama veya Havas olarak 1910 yılında telif edilip, 1911 ve istabulda 1913te tab edilen bu cihan baha eser, bizzat müellif-i muhaterem Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin üslub ve ifadeleridir. Birisi diğerinin tercümesi veya şerhi olmayıp, her ikisi de aynı günlerde ayrı ayrı lisanlarda telif edilmiştir.

 

mustafa gül (ra) ağabeyin elyazma lem’alarında 870. sh de bir ifade var elimizde ki nüshalarda olmayan. “harb-i umumide en mühim bir vaziyete giriftar olmuştum. işarat-ül i’caz’ın müsvedde-i evvelisi düşmanın elinde parça parça olmuştu..”

 

 

Risale-i Nurun Neşir Tarihçesinde: “Hz. Üstad’ın has bazı talebelerine birçok defalar gayet samimi olarak verdiği tashih ruhsatı ve tanzim izni…

 

İkincisi:  İlk başlarda elle çoğaltılan risalelerin kâtibleri içinde bazılarının ya okuyamadığı veya mânasını bilemediği bazı kelimelerin imlâsında ve yazılış şeklinde yanlışlar düştüğünde veya yine kâtiblerin yazarken sehven bir iki kelimeyi veya cümleyi veya satırı noksan yazdıklarında, Hz. Üstad, bunları tashih ederken o anda ve o yerde, o makamın mânasını ifade edecek olan bazı kelime veya cümleleri tashihen ilâve ettiği gibi, başka bir nüshayı da nâdiren, aynı mânada başka kelimelerle tashih ederdi.

 

Evet, Hz. Üstad risaleleri tashih ederken herhangi bir asılla karşılaştırmadan düzeltmelerde bulunur. “Ben tashihatta hayâlen te’lif zamanına gidiyorum, öyle tashih ediyorum” meâlindeki ifadesi; her halde ve mutlaka, meselenin mânası cihetiyle olmak lâzımdır. Çünki tashihatta harf harf, kelime kelime üzerinde durmayıp yalnız mânasını düşündüğünü ve ona göre düzeltmeler yaptığını görmekteyiz.

 

Bu meseleye şunu da ilâve etmek gerekir ki: Yukarıda bir nebze temas edildiği üzere, Hz. Üstad’ın mezkûr izin ve ruhsatlarıyla kendini ziyadesiyle selâhiyetdar gören bazı zâtların tanzim işlerini çoğalttığını gören Hz. Üstad, 1949 yılından başlıyarak 1953’lerde tamamen durdurma cihetine gitmiş ve o izin ve ruhsatları kaldırmıştır.

 

Hatta bu cümleden olarak, vazifesi ve şahsiyeti itibariyle bir kâtib ve kitabet iken, Üstad Hazretlerinin verdiği mezkûr izinlerle, vazifesinin kâtiblikten öteye geçtiğini sanan bir zât, “Muhakemat” gibi çok derin ve çok ilmî ve müdakkik âlimlerce zor anlaşılabilen bir eseri teksir edeceği zaman, mânasını iyice kavramadan bazı kelimelerini tercüme şeklinde tasarruflara girişmiş ve o surette mumlu kağıtlara yazmaya başlamışken, Hz. Üstad bu durumu görür görmez hemen durdurmuş ve o kâtibe başka bir iş göstererek “Muhakemat”ın teksirini te’hir ettirmiştir.

 

Bu vak’anın şahidleri ve râvilerinden hala hayatta olanlar vardır. Ayrıca o zâtın üzerinde tasarruf edip sadeleştirdiği “Muhakemat” nüshasının bir iki fasikülü bizdedir.

 

İşte bu vak’a ile ve Üstad Hazretlerinin biraz yukarıdaki mektubu ile tebeyyün eden gerçek; onun hayatının son senelerinde mezkûr izin ve selâhiyetleri iptal ettiğidir.

 

Hal böyle iken, onun vefatından sonra herhangi bir tasarruf ile düzeltmelere veya sadeleştirme gibi keyfî teşebbüslere niyet etmenin veya ona kalkışmanın çok büyük bir vebal ve pek azîm bir hata olacağı muhakkaktır. Çünkü Hz. Müellif mâdem hayatta değildir ve mâdem kendi zamanında sadeleştirme denilen yozlaştırma ve bozma hareketini tasvib etmemiştir ve öyle teşebbüslerde bulunanları, talebeleri vasıtasıyla durdurmuştur. O halde o kapı kesinlikle kapalıdır.

 

Kaldı ki, ortaya atılan herhangi bir meselenin halli veya Risale-i Nur mesleğini ilgilendiren bir mevzuun vuzuha kavuşturulması için; risalelerden o mesele ve o mevzu hakkındaki parçaları bulup yanyana getirerek broşürler ve kitapçıklar yapılmasına dair izinlerin kaldırılmış olduğuna, herhangi bir işaret ve vakıa görülmemektedir.

 

Öyleyse, bazı âdi heves ve niyetle, süflî şeylere Nurları âlet yapmamak şartıyla, o gibi broşürlerin neşrinde bir mâni’ yoktur ve her zamanda geçerlidir.”

 

Ispartada Bilinen ve teksirle meşgul olan katip talebesi muhakemat üzerinde sadeleştirme ve tebdil ve tağyir yapması üzerine muhakematın basımını üstadımız tehir etti. Ve üstadımız hayatta iken Muhakemat yeni yazı ile tab edilmedi. Zübeyir ağabeyin nezaretinde bir komisyon nezaretinde bu eser neşredildi.

 

işarat-ül i’caz’a üstadımız koyduğu taktim mektubu gibi şeyler bu sebepler müvacehesinde Muhakematta görülmemektedir.

 

Netice: Muhakemat nam eserinde Bediüzzaman, Tefsir usulü ve hadis usulünde metod dersi ve üslüb dersi ve heyetin taşıması gerek hususları ders vermiştir. Hakikatlerden israiliyatı temizlemenin ehemmiyetini göstermiştir. Muhakemat ve işarat-ül i’caz bir birisinin devamı niteliği arz etmektedir. Muhakemat usül, İşarat-ül i’caz ise bir nümunelik arz etmektedir.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u – 9

  1. Ramazan-ı Şerifinizi
  2. “Şimdi şu Risale-i Nur’un beraeti, başta siz sevgili Üstadımızı, sonra biz âciz kusurlu talebelerinizi, sonra âlem-i İslâmı sürura sevk ederek, ikinci büyük bir bayram yaptırdığından siz mübarek Üstadımızın bu büyük bayram-ı şerifinizi tebrik ile ve yine üçüncü bayram olan ramazan-ı şerifinizi ve leyle-i Kadrinizi tebrik, emsal-i kesîresiyle müşerref olmaklığımızı niyaz ve biz kusurluların” (Ş: 276)
  3. “Mübarek ramazan-ı şerifinizi bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” (Ş: 508)
  4. “Sizin mübarek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyoruz.” (K: 155)
  5. “Umum kardeşlerimizin gelecek mübarek Ramazan-ı Şerifinizi ve geçmiş Berat gecelerinizi bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” (E: 51)
  6. “Evvelâ: Geçen mübarek Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ederiz.” (E: 170)
  7. “Evvelâ: Seksen küsur sene ibadetli bir ömr-ü bâkiyi temin eden Ramazan-ı Şerifinizi bütün ruh u canımızla tebrik ve her gecesi bir nevi Leyle-i Kadir hükmünde hakkımızda menfaatdar olmasını niyaz ederiz.” (Em: 17)
  8. “Sâlisen: Buradaki talebeler de Ramazan-ı Şerifinizi tebrikle beraber kendilerince pekçok nümuneler içinde eski komünistlerin işkencelerinden bir-iki nümune yazıp leffen size takdim ediyorlar.” (Em: 18)
  9. “Hulûlüyle müşerref olduğumuz Ramazan-ı Şerifinizi, bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” (Hn: 138)
  10. Ramazan-ı Şeriflerini
  11. “Umum kardeşlerimin ve hemşirelerimin, hâssaten duaları makbul ve mübarek masumlar taifesi ve muhterem ihtiyarlar cemaatinden herbirerlerine binler selâm ve dua ederek Ramazan-ı Şeriflerini tebrik ederiz, dualarını rica ederiz.” (Ş: 681)
  12. “Umum kardeşlerimin ve hemşirelerimin hassaten duaları makbul mübarek masumlar taifesi ve muhterem ihtiyarlar cemaatinden herbirerlerine binler selâm ve dua ederek ramazan-ı şeriflerini tebrik ederiz, dualarını rica ederiz.” (St: 12)
  13. Ramazan-ı Şerifte
  14. “Bu risalenin te’lifinden sekiz sene evvel İstanbul’da, Ramazan-ı Şerifte, meslek-i felsefe ile münasebette bulunan Eski Said’in Yeni Said’e inkılab edeceği bir hengâmdadır ki, Fatiha-i Şerife’nin âhirinde $ ile işaret ettiği üç mesleği düşünürken şöyle bir vakıa-i hayaliye, bir hâdise-i misaliye, rü’yaya benzer bir hâdise gördüm ki:” (S: 544)
  15. “Bu risalenin te’lifinden onbir sene evvel Ramazan-ı Şerifte İstanbul’da Bayezid Câmi-i Şerifinde hâfızları dinliyordum.” (M: 309)
  16. Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer.” (M: 399)
  17. “Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü manevîye mazhar olur.” (M: 399)
  18. “İşte Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki: Kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir.” (M: 400)
  19. “Altıncı Nükte: Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’an-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’an-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş; o Kur’anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ü şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur.” (M: 401)
  20. “Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur’anı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara işittiriyorlar.” (M: 401)
  21. “Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tabi olup, yemek içmek ile o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatın manevî nefretine ne kadar hedef ise; öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.” (M: 401)
  22. “Yedinci Nükte: Ramazanın sıyamı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeğe gelen nev’-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mal, bire bindir.” (M: 401)
  23. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin, on değil bin ve Âyet-ül Kürsî gibi âyetlerin herbir” (M: 401)
  24. “Öyle de: Ezel ve Ebed Sultanı olan onsekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal’i; o onsekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur’an-ı Hakîm’i Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş.” (M: 402)
  25. Ramazan-ı Şerifte oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır; riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir.” (M: 403)
  26. “Ve sair cihazat, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, nazarlarını onlara dikerler.” (M: 403)
  27. “Onun içindir ki; Ramazan-ı Şerifte mü’minler,” (M: 403)
  28. “bir nuru, Ramazan-ı Şerifte bir halet-i ruhaniyede, mühim bir seyahat-ı kalbiyede görünmüş ve bir derece bu risalede beyan edilmiştir.” (M: 514)
  29. “İşte bu sırra binaen, geçen Ramazan-ı Şerifte ve Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde istihraca binaen veya keşfiyat nev’inden verilen haberler, muallak oldukları şeraiti bulamadıkları için vukua gelmemişler ve haber verenleri tekzib etmiyorlar.” (L: 104)
  30. “Evet Ramazan-ı Şerifte bid’aların ref’ine Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi.” (L: 104)
  31. “Maalesef câmilere Ramazan-ı Şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi.” (L: 104)
  32. “İşte o zamanda, İstanbul’un Bayezid câmi-i mübarekine, Ramazan-ı Şerifte, ihlaslı hâfızları dinlemeye gittim.” (L: 231)
  33. “$ âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Azam veya İsm-i Azam’ın altı nurundan bir nuru olan “İsm-i Hakem”in bir cilvesi Ramazan-ı Şerifte görüldü.” (L: 311)
  34. Ramazan-ı Şerifte Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı okurken Risale-i Nur’a işaretleri Birinci Şua’da beyan olunan otuzüç âyetten hangisi gelse bakıyorum ki, o âyetin sahifesi ve yaprağı ve kıssası dahi Risale-i Nur’a ve şakirdlerine kıssadan hisse almak noktasında bir derece bakıyor.” (Ş: 243)
  35. “İkinci Sual: $ ferman-ı esasîsi ile bir kardeşin hatasıyla, diğer öz kardeşi mes’ul olmadığı halde, yanlış mana verilmemek için neşrini men’ettiğimiz ve sekiz sene zarfında, bir veya iki defa elime geçen ve yirmibeş seneden daha evvel aslı yazılan ve ehemmiyetli noktalarda imanı şübhelerden ve manası anlaşılmayan bir kısım müteşabih hadîsleri inkârdan kurtaran bir küçük risalenin bizden uzak bir yerde, bilmediğimiz bir adamda bulunması ile ve yanlış mana verilmesiyle ve Kütahya ve Balıkesir tarafında bir dokunaklı mektub bulunmasıyla bizleri o vakit Ramazan-ı Şerifte ve şimdi bu dehşetli soğukta pekçok masum rençber ve esnafları, hattâ âdi ve eski bir mektubumuz yanında bulunmasıyla ve arabası beni gezdirmesiyle ve bize bir dostluk münasebetiyle veya bir kitabımı okumasıyla tevkif edip, perişan etmek ve maddeten ve manen onlara ve vatana ve millete lüzumsuz bir” (Ş: 353)
  36. ramazan-ı şerifte hayrı birden bine çıkan evradlarımızla meşgul olup ilmî derslerimizle bu cüz’î, geçici sıkıntılara ehemmiyet vermemeğe çalışmak büyük bir bahtiyarlıktır.” (Ş: 509)
  37. “Merhum Abdurrahman’ın vefatı zamanında bilmediğim halde, o münasebet-i ruhiye cihetiyle fazla bir sarsıntıyı Ramazan-ı Şerifte hissettim.” (B: 249)
  38. “Kardeşlerim, bu Ramazan-ı Şerifte size âlem-i nurdan bahisler açmak arzuları var idi.” (B: 284)
  39. Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi.” (K: 27)
  40. “Bu Ramazan-ı Şerifte gerçi bir tesmim neticesinde ziyade sıkıntı ve ızdırab çektimse de Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, sabır ve tahammül ihsan eyledi.” (E: 69)
  41. “Gizli düşmanlarımız bu Ramazan-ı Şerifte, tekrar adliyeyi benim aleyhime sevkettiler.” (Em: 165)
  42. “İllâ bir şart ile helâl edebilirim ki: Bu Ramazan-ı Şerifte bana ve hâlis kardeşlerime verdiği endişe ve telaşı, hakperestlik damarıyla, büyüklere lâyık ulüvv-ü cenabla, enaniyet-i taassubkâranesini hakikata ve insafa feda edip tamire çalışmasıdır; müşfik ve munsıf bir hoca tavrıyla, kusurumuz varsa bize lütufkârane ihtar ve ikazdır.” (St: 61)
  43. “Hattâ bir Ramazan-ı Şerifte pek şiddetli hastalıkta, altı gün birşey yemeden savm-ı visal içinde ubudiyetteki mücahedelerini terketmediler.” (T: 327)
  44. “mübarek bir hanım, yanında (Haşiye) çok senelerden beri muhafaza ettiği Mevlâna Hazretlerinin cübbesini, Ramazan-ı Şerifte teberrüken Üstadımızın yanında kalsın diye Feyzi ile gönderir.” (T: 329)
  45. “Gizli düşmanlarımız, bu Ramazan-ı Şerifte tekrar adliyeyi benim aleyhime sevkettiler.” (T: 665)
  46. “Evvelâ: Bu Ramazan-ı Şerifte üniversitede ecnebi bir müsteşrik feylesof konferansında Kur’ana itiraz suretinde “Seb’a Semavat” cümlesini inkâr tarzında, dinleyen safdil müslüman gençleri şübheye sevketmek ihtimaline binaen; Birinci Harb-i Umumî’nin başında Arabî İşarat-ül İ’caz tefsirinde ve yirmibeş sene evvel Onikinci Lem’ada İkinci Mes’ele-i Mühimme serlevhasıyla, o müsteşrikin inkârına karşı kuvvetli cevabını göstermek lâzım geldi.” (Nç: 145)
  47. “Bu hakikatı görmek isteyenleri, Risale-i Nur’a havale edip; yalnız nümune için bu Ramazan-ı Şerifte o konferansı dinleyen bir kısım İmam-Hatib talebelerinden ve Kur’an hıfzı ile meşgul olan masum gençlerin kalbine vesvese, vehim gelmemek için pek çok âyetlerdeki “Seb’a Semavat” cümlesini inkâr eden müsteşrik feylesofun inkârından kırkbeş sene evvel Risale-i Nur bu gelen cevabı vermiş:” (Nç: 146)

 

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

Ramazan Ayı kategorisi

www.NurNet.Org

Haftalık Nur Postası

“Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.”

(Şûra, 42 / 12)

“Cennette Reyyân adında bir kapı vardır ki buradan kıyamet gününde sadece oruç tutanlar cennete girer, onlarla birlikte bu kapıdan başkaları girmez. (Cennet kapılarında) ‘Oruç tutanlar nerede?’ diye seslenilir. (Oruç tutanlar gelir) bu kapıdan cennete girerler, sonuncuları girdiği zaman kapı kapanır, artık bu kapıdan kimse cennete girmez.”

(Müslim, Sıyâm, 166)

“Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubûdiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.”

(Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup)

Mutluluğu Yanlış Yerde Arayanların Acınacak Halleri

Allah insanı bütün mahlukat üstüne müstesna bir varlık olarak yarattığı  için, farklı yaratılışından ötürü, o, en güzel ve süslü şeyleri sever ve insanlığa layık bir mutluluğu temin etmek için gece gündüz çabalar. Fakat ne yazık ki bu insan  kâinatın şuurlu ve şerefli bir meyvesi iken, mutluluk bakımından bir serçe kuşuna bile yetişemiyor. Serçenin hiçbir derdi yok. Hatta serçe her gün ağırlığının 5-6 misli kadar yiyebilirken, insanların bir kısmı karnını zor doyurabiliyor. Böyle olunca, bu zavallı insan neden düşünemiyor ki, Allah her şeyi hikmetle yaratmış. Her şeye taşıyabileceği kadar yük yüklemiş. Zavallı insan neden anlayamıyor ki, onun mutlu olma yeri burası değildir.

Peki bunu insandan maada kim düşünecek ki? Niye inek, kedi, kuş, hatta bütün canlı mahlûklar kendilerine mahsus elbiseleri ile doğuyorlar da bu zavallı insan en şerefli mahluk iken, çırılçıplak doğuyor. Ötekilerin elbise alma dertleri yok. Yalınız elbise  değil, belki, onlar ne bakkala, ne terziye, ne kasaba, ne berbere, ne inşaatçıya ne de buz dolabına veya herhangi vasıtaya ihtiyaçları var. Acaba biz bunları hiç mi düşünmeyelim? Her ne kadar bahsettiğim mahlukat da yaradılış itibariyle birer mucizedir, amma insana nispeten onlar âdi birer mahlukturlar. Fakat bununla beraber, onlar   hiçbir şeyin fakiri değiller, onların bütün zaruri ihtiyaçları temin edilmiş. “Âdi” dedim çünkü keçi her şeyi ya beyaz veya siyah görüyor.  Fakat insanın gözlerindeki refleks öyle ayarlanmış ki bütün renkleri birden görebiliyor.

Mahlukatın başka ihtiyaçlarını biz görüp bilmesek de onların yiyeceklerine bir göz atarsak göreceğiz ki, onlar çok rahatlıkla muhtaç oldukları şeyleri bulup yiyebiliyorlar. Canavarlar hadlerini tecavüz ettikleri için biraz zahmet çekseler de, masum hayvanlar zahmet çekmeden ihtiyaçlarını temin edebiliyorlar.  Fakat bu şerefli mahluk olan insan, bu dünyaya gözünü açtıktan, ta ölümüne kadar, fakir, aciz,  her şeye muhtaç bir vaziyette yaşıyor. İlk adımını bu dünyaya atarken tüm hayat şartlarına cahil. Çünkü, o, mahlukata, komutan olarak gönderiliyor da ondan. Burada imtihan vermeye geldiğinden ötürü cahil ve her şeye muhtaç olarak geliyor. Allah onu tecrübe ediyor, acaba hırsızlık yapıp çaldığı parayla mı elbise alacak, yoksa kimsenin hakkına girmeden, alnının teriyle kazandığı parayla mı elbisesini temin edecek. Yani Müslüman her şeyi aman bu, dinime ters düşmesin diye düşünmeden yapamaz, ne yiyebilir ne içebilir ne de giyebilir. Çünkü İslam kanunları, her şeyine dikkat emri ile  onun önüne çıkıyor.

Ben doğduğum yer olan Sırbistan da 15-16 yaşlarında iken, Recep ayında bizden 10 küsur kilometre uzak olan Buyanovsa isimli bir kasabaya pazara gittim. Bu vesile ile orada bulunan akrabalardan bir ablamızı da öğle vaktinde ziyaret ettim. O esnada sofra kurulmuş bana buyurun  yemeğe dediler, ben de siz buyurun, ben oruçluyum deyince, sofrada olanlardan biri, bana bakarak Allah Allah dedi!  Devam etti: İşyerimde Hıristiyan Yovan’la dükkanlarımız yan yanadır. Bana, bu senin halin Yovanın bana söylediği sözleri doğru çıkarıyor.

Peki Yovan bana ne dedi sorarsanız ? Anlatayım; bir gün Yovan bana: Arkadaş ben senin gibi her gün Müslüman olurum. Çünkü ben rakı içiyorum sen de içiyorsun, ben fötör giyiyorum sen de giyiyorsun, ben kiliseye gitmiyorum sen de camiye gitmiyorsun, aramızda ne fark var ki? Ben Hodonovsa köyündeki imam Nuhi Efendi gibi olamam, yoksa senin gibi Müslüman olmaya da gerek yok dedi.

1001 hadis kitabının ilk hadisi  “Ameller niyetlere göredir” ile başlıyor buna sözümüz yok. Fakat ecnebiler bizim herhangi bir adetimizi kabul etmeyi kendilerine tenezzül sayarlar. Biz Müslümanlar da, kazağımızı tişörtümüzü alırken önünde veya arkasında Katoliklerin veya Hıristiyanların ismi yazılı olanları almayalım, bize yakışanı alıp giymeli, her şeyi kendimiz için helal mı haram mı araştırıp öğrenmeli. Kendi örf ve adetimize uyup uymadığını araştırmalı, ondan sonra onlardan istifade yönüne gitmeliyiz. Yani Müslüman her zaman, her ihtiyacını bu titizlikle temin etme alışkanlığıyla yaşaması lazım.

Evet, her insan bilhassa Müslüman hassas olacak, seviyesini koruyarak hayatına devam edecek. Çünkü Allah onu kâinatta mümtaz bir şekilde yaratmış. Bakın ne kadar hassastır? En mutlu anındaki şen şakrak vaziyetinde iken bile, aniden gelen bir haber onu kahredebiliyor. Sevinçli ise, o sevinçli halini bozup acılaştırabiliyor. Onun mutluluğunu zir u zeber edip bozabiliyor. Ama neden?

Bu insan sıcacık bir yuva kurmak için ona verilen cüz’i iradesini kullanarak meşru bir tarzda bir hanım kıza gönül veriyor, o da razı olduktan sonra nişanlanıyorlar ve tam düğün yapacakları sırada hanım kız vaz geçiyor. Bizim delikanlı kahrından çatlar hale geliyor. Ama neden?

Yine bir hanımla bir bey meşru dairede evlenmeye karar veriyorlar 3-4 ay hazırlıktan sonra eşi dostu davet ediyorlar ziyafetler yemekler içmekler tam gelin alınacağı saatte damadın babası vefat ediyor, bütün hısım akraba kahrolduğu gibi, zavallı damatla gelin hanımın tatlılarına zehir dökülür gibi bir hal alıyorlar, kahroluyorlar. Ama neden?

Sonra askerliğini Kurban Bayramından bir hafta önce tamamlayan Mehmetçiğin, sevinci ikiye katlandığı ümidiyle, aylar önce gel teskere gel dediği teskeresini alır, üstünü başını yıkar ve babasının gönderdiği gıcır gıcır elbiselerini giyer, otobüste daha önce ayırdığı yerine oturur, otobüs harekêt eder, gideceği kasabaya 12 kilometre kala otobüs kaza yapar, bizim asker geçici evine gitmeye hazırlanırken, ahiret evine gider, bütün akrabalarını kahreder. Bu da neden?

Nedeni var mı? İnsan için burası mutluluk evi olmadığından ötürüdür ki , insanın başına böyle haller gelebiliyor ve geliyor. Her ne kadar  akıl ve ilim bir derece geleceği görüyor seda yine de insan  “Meçhulu mutlaka müteveccih” tır. (Önünde ne ile karşılaşacağını bilmeyen bir mahluktur.) Hayatında geçirdiğinin bir kısmını biliyor fakat önünde ne ile karşılaşacağını bilmediği için, karşılaştığı üzücü hadiseler onu kahrediyor. O gülmek istiyor, şen şakrak yaşamak istiyor, sevinmek istiyor, hulasa mutlu olmak istiyor. Fakat nerede?

Zavallı! Kasapta şeker arar gibi, mutluluğu yanlış yerde arıyor. O mu’cize olan vücut makinesinin katalogunu okumadan yaşadığı için, mutluluğu yanlış yerde arıyor. Okumuş olsa da o mübarek kanunu kesin olarak hayatına tatbik etme kararına varmadığı için böyle sıkıntıların altında eziliyor. Yani, imansızları ve imanı zayıf olanları böyle acı hadiseler çok sarsar. Çünkü onlar burada imtihana geldiklerinin idraki içerisinde olmadıklarından ötürüdür ki, onların hoşuna gitmeyen herhangi bir halle karşılaştıkları zaman mahvoluyorlar. Çünkü onların ahirete imanları yok veya zayıf olduğu için mutluluğu burada arıyorlar. Aradıklarını bulamadıkları için eziliyorlar. Mutluluk şöyle dursun,  önlerine dikilen ölümün sıkıntısından biraz da olsa kurtulmak için, onlara verilen en büyük nimet olan akıl onları sıkıyor. O ölüm endişesi, bazen da o imansıza en zaruri işlerini bıraktırıp uyuşturucu bulmaya koşturuyor. Böylece ömrünün sonuna kadar, kendini aldatmaya çalışıyor.

Halbuki Müslüman bu dünyaya imtihana geldiğini kabul ederek yaşar, hayatında ona isabet edip başına gelen bütün memnun edici ve kahredici haller, rasgele gelmediğini bilir. Onun inancına göre, hadiselerin arkasında, geçmiş ve geleceği insandan daha iyi bilen bir Allah var. Çünkü, hayatının sevinçleri onu nasıl çok sevindirmiyorsa, kahredici haller de onu fazla üzmez. Müslüman’ın nazarında buradaki mutluluklarla kahredici haller, geçici oldukları için onu fazla etkilemez. Sevinçli ve kahredici hallerin sonları, belki bu gün belki yarın gelecektir düşüncesiyle yaşar. O, Allah’ına karşı ibadetlerini ümit ve korku arasında yapar. Çünkü ona vaad edilen sonsuz bir mutluluğun peşindedir. Her şeyde teenni-i hikmetle hareket eder. Kendini mükemmelliğin zirvesine çıkaran O yüce Yaratıcının varlığı kadar hiçbir şey onu memnun etmez, o O’ndan ümidini kesmeden  hayatına devam etmeye çalışır.

İşte o, mutluluğun ve bayramların en büyüğüne gözünü dikmiştir. Hayatının bütün hal ve hareketlerinde, ister çalışırken, isterse istirahat ederken, O büyük Allah’ı unutmamaya çalışır. O, ötekiler gibi, şeytanın ve nefsinin esiri olmaz. O şahıs için günahlı şeyler yakıcı ateşten beterdir. O kendi kuvvetine güvenmez, yaptığı bütün ibadetlerinin neticesinde el açıp Allah’ına yalvarırken  hiç unutmadan, nefis, şeytan ve insan şeytanlarının şerrinden Allah’ına sığınır, O’nun Kuvvet ve Kudretine güvenir ve O’na dayanır.

Yolunu sapmış kimseler, yaptıkları günahların sıkıntısından kurtulup sırtından atmak için, ne yapayım benim kaderim böyle imiş diyorlar.  Halbuki Allah’a itâat edenlerin Kader’den şikâyetleri yok, onların dedikleri şu: Ey bizi yoktan yaratan Yüce Allah’ımız! Biz âcizler, sana yüz binlerce hamd ve şükür edelim ki, bizi bütün mahlukat üstünde şerefli bir mahluk yarattın ve imtihan etmek için bir taraftan şeytan ve nefsimizi bize musallat ettin. Öbür yandan da hayrı şerri fark edebilecek bir aklı bize lütuf olarak verdin. Çok şükür imtihanımız esnasında aklın galibiyeti ile zafer peşinde koşuyoruz  ve emrettiğin o çok az olan mükellefiyetleri yerine getirmeye çalışıyoruz. Yürüdüğümüz bu doğru yolda ki  hayatımızı sonuna kadar  sürdürmemiz için senden yardım diliyoruz derler.

Beş defa günde abdest alıp namaz kılmak ve öteki ibadetleri yapmak onların de nefislerinin hoşuna gitmiyor.  Şeytan ve nefis bunları da sıkıştırıyor ama, onlar kurtuluş yolu olan İslamiyet’e sımsıkı sarılmışlardır. Onlar kendilerini yoktan yaratan Allah’ı memnun edip O’nun rızasını kazanmaya çalışırlar.

 

Kader meselesinin bu husustaki manası ise: Bizi imtihana tabi tutan Allah’ımız irademizi, O’nun rızasını aramakta mı, dalalette mi kullanacağımızı daha önce bilmesi demektir. Bunu açıklamak için bir misal vereyim: Biri, Ankara’dan İstanbul’a gelen otobüsün yolda nerede kaza yapacağını ve nerelerde lastiği patlayacağını bilse, şoförün yolda dikkatli olmasına engel olmadığı gibi, Allah’ın Kaderi dahi insanın iradesini elinden almış değildir. İnsanın iradesi elinden alınmış olsa, o zaman hiç kimse yaptığından mesul olmaz.  Biz “Nefis her şeyden edna (aşağı) vazife her şeyden âlâ (yüksek)” diyerek, buraya ne için geldiğimizi unutmadan, ümit ve korku arasında hayatımızı devam etmeye gayret edersek, Allah bizlere yardımcı olur İnşaallah.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Cuma Duası – Cumanız Mübarek Olsun

Peygamber Efendimiz (ASM)’den Dualar:

Allah’ım!
Bize dünyada da ahirette de iyilik ver; bizi cehennem azabından muhafaza buyur. (Buhari, 7/163, Müslim, 4/2070)
Allah’ım!
Cehennemin fitnesinden ve azabından sana sığınırım, kabir azabından ve kabrin fitnesinden sana sığınırım, zenginlik fitnesinin şerrinden ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.
Mesih-i Deccal fitnesinin şerrinden sana sığınırım. Kalbimi kar ve dolu suyuyla yıka Allah’ım! Beyaz elbiseyi kirden nasıl temizliyorsan, kalbimi hatalardan öylece temiz kıl Allah’ım!
Allah’ım!
Doğu ile Batıyı birbirinden uzaklaştırdığın gibi, benim ile hatalarımın arasını da aç.
Allah’ım! Tembellikten, günahtan ve borçlu kalmaktan Sana sığınırım. (Buhari, 7/161; Müslim, 4/2078)
Allah’ım!
Belânın eziyetinden, sıkıntıya uğramaktan, kötü kazadan ve düşmanlara gülünç duruma düşmekten Sana sığınırım. (Buhari, 7/155; Müslim, 4/2080; Resulullah (sav) bu lâfızlar¬la sığınırdı)

Allah’ım!
Dinimi salih kıl, o benim işimin iffetidir. Dünyamı salih eyle, hayatım ondadır. Ahiretimi salih yap, dönüşüm onadır. Bana türlü türlü hayırlarla uzun ömür ver. Ölümü benim için bütün serlerden uzak kıl. (Müslim, 4/2087)
Allah’ım!
Bana hidayet ver, beni dosdoğru kıl. Allah’ım! Senden hidayet ve istikamet isterim. (Müslim 4/2090)
Allah’ım!
Verdiğin nimetin yok olmasından, sunduğun afiyetin değişmesinden, azabının ansızın gelmesinden ve Seni gazaplandıran her şeyden Sana sığınırım. (Müslim, 4/2097)
Allah’ım!
işlemiş olduğum ve henüz işlememiş bulunduğum amellerin şerrinden sana sığınırım. (Müslim, 4/2085)
Allah’ım!
Senin rahmetini umarım, beni göz kirpimi bir an ve nefsimle baş başa bırakma, bütün işlerimi salih kıl, senden baş¬ka ilâh yoktur. (Ebu Davud 4/324- Ahmed b. Hanbel 5/42)

Allah’ım!
Ben senin kulunum, babam ve annem de senin kullarındır.
Benim perçemim senin elinde, benim hakkımdaki hükmün geçmişte yazıldı. Hakkımda verdiğin hüküm âdildir. Zâtını isimlendirdiğin o Sana has bütün isimlerle Senden isterim; kitabında inzal buyurduğun, yarattığın bir kula öğrettiğin bü¬tün isimlerle Senden isterim. Katında bulunan gayb ilminde, Zât’ın için seçtiğin bütün isimlerle Sana yalvarırım.
Kur’an’ı kalbimin baharı, gönlümün nuru kıl, üzüntümü aydınlatan ve derdimi gideren yap. (Ahmed bin Hanbel 1/391, 452; Hâkim, 1/509)

Ey kalblere tasarruf eden Allah’ım! Kalblerimizi Sana itaat etmeye yönelt. (Müslim; 4/2045)

Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl-(Tirmizi, 5/238; Ahmed b. Hanbel, 4/182; Hâkim, 1/525, 528 Ümmü Seleme’nin (r.a.) rivayetine göre, Resulullah’ın (s.a.v.) en fazla yaptığı dua budur).

Allah’ım!
Senin Nebin Muhammed’in (s.a.v.) Senden istediği hayırdan ben de isterim. Nebin Muhammed’in (s.a.v.) istiaze etti¬ği serden Sana sığınırız.
Yardım istenecek Sen’sin, dilekler Sana sunulur. Allah’dan (c.c.) başka güç sahibi yok, kuvvet sahibi yok. (Tirmizi, 5/537; İbnMace, 2/1264)

Allah’ım!
Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin ve şehvetimin şerrinden Sana sığınırım. (Ebu Davud, 2/92; Tirmizi 5/523; Ne-sei: 8/271)
Allah’ım!
Şüphesiz ki Sen affedensin, Kerimsin, affetmeyi seversin, beni de affet. (Tirmizi, 5/534, bkz: Sahihu Tirmizi, 3/170)

Allah’ım!
Hatalarımı, bilgisizliğimi, isimdeki taşkınlığımı ve Senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı bağışla.

Allah’ım!
Şakamı ve ciddiyetimi, kasten ve hataen yaptıklarımı, bende mevcut olan bütün yanlışlarımı bağışla. (Buhari, Maal Feth: U/196)

Allah’ım!
Beni bağışla, bana merhamet et, bana hidayet eyle, afiyet ver, beni rızıklandır. (Müslim, 4/2073; 2078)
Allah’ım!
Ömrümün sonunda, ihtiyarlık anımda bana bol bol rızık ver. (Hâkim, 1/542, Sahihu Cami, 1/396)

Allah’ım!
Günahlarımı bağışla. Evimi geniş, rızkımı bereketli kıl. (Ahmed b. Hanbel, 4/63; 5/375)

Allah’ım!
Düşmekten, vurulmaktan, boğulmaktan, yanmaktan Sana sığınırım. Ölüm anında şeytanın beni çarpmasından Sana sı¬ğınırım. Senin yoluna sırt çevirmiş olarak ölmekten Sana sı¬ğınırım. Yılan veya akrep sokarak ölmekten Sana sığınırım. (Ebu Davud, 2/92; Nesei, i/1125)

Allah’ım!
Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilik¬ten, ihtiyarlıktan, taş yürekli olmaktan, gafletten, fakirlikten, zillet ve meskenetten Sana sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fısktan, düşmanlık ve nifaktan, gösteriş ve riyadan Sana sı¬ğınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, ala¬cadan ve benzer hastalıklardan Sana sığınırım. (Hakim ve Beyhaki, Bkz. Sahihu Cami 1/406).

Allah’ım!
Huşu duymayan kalpten,
Kabul edilmeyen duadan,
Doymayan nefisten,
Ve yararsız ilimden Sana sığınırım.
Bu dört durumdan Sana sığınırım. (Tirmizi, 5/519; Ebu Davud, 2/92; Sahihu Cami 1/410; Sahihu Nesei, 3/1113).

Allah’ım!
Senden cennet isterim, Beni cehennemden korumanı isterim. (Tirmizi, 4/700; İbn Mace; 2/1453; Nesei, bkz. Sahihu Tirmizi 2/319; Sahihu Nesei 3/1121; Lâfzı şöyledir: “Kim Al-lah’tan {c.c.) üç kez cenneti isterse, cennet şöyle der: Al¬lah’ım! Onu cennete sok. Kim üç kez cehennemden korunma¬yı dilerse cehennem: Allah’ım! Onu cehennemden koru der”)

Allah’ım!
Bilerek şirk koşmaktan Sana sığınırım. Bilmeden şirk koşmaktan Senden mağfiret dilerim. (Ahmed b. Hanbel, 4/403)

Allah’ım!
Senden yararlı ilim, temiz rızık ve kabul edilen amel isterim. (İbn Mace, l/298’de tahric etti. Bkz. Sahihu İbni Mace 1/152)

Ey Vâhid, Ehad ve Samed olan! Doğurmayan ve doğurul-tnayan! Hiçbir şey kendisine denk olmayan Allah’ım! Senden günahlarımı bağışlamanı isterim. Muhakkak ki, Gafur ve Ra¬him olan Sensin. (Nesei, 3/52; Ahmed bin Hanbel, 4/338)

Allah’ım!
Beni Senin sevginle,
Ve sevgisi Senin katında bana fayda verecek olanın sevgisiyle rızıklandır.

Allah’ım!
Sevdiğim şeylerden bana verdiğin rızkı, Senin sevdiğin yolda, benim için kuvvet kıl.

Allah’ım!
Sevdiklerimden benden uzaklaştırdığın şeyi, Senin sevdiğin yöne yönelt. (Tirmizi, 5/523)

Allah’ım!
Ey Cebrail’in ve Mikail’in Rabbi!
Ey İsrafil’in Rabbi!
Cehennemin sıcaklığından ve kabir azabından
Sana sığınırım. (Nesei, 8/278; Sahihu Nesei, 3/1121)

Allah’ım!
Beni kolay bir hesap ile hesaba çek. (Ahmed b. Hanbel 6/48) Hz. Âişe (r.a.) dedi ki: “Ey Allah’ın nebisi! Kolay hesap nedir?” diye sordum. Buyurdu ki: “Allah’ın, kişinin amel def-terine bakması ve onun günahlarından vazgeçmesidir. Çünkü o gün, kimin hesabı ince elenip sık dokunursa, o helak ol¬muştur ey Âişe!”

Allah’ım!
Seni zikretmemiz, Sana şükretmemiz, Sana güzelce ibadet etmemiz için bize yardım eyle. (Hâkim. 1/499)
Hz. Peygam¬ber (s.a.v.), Hz. Muaz’a (r.a.), bu duayı bütün namazların sonunda okumasını tavsiye etmiştir).

Allah’ım!
Borcun sıkıştırmasından, düşmanın galip gelmesinden ve düşmanları güldürmekten Sana sığınırım. (Nesei, 8/265; Bkz: Sahihu Nesei 3/1113)

Allah’ım!
Beni günahlardan ve hatalardan temizle. Allah’ım!
Beni o günah ve hatalardan, beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi temizle.
Allah’ım!
Beni kar ve doluyla, soğuk suyla temizle. (Nesei, 1/198, 199; Tirmizi, 5/551; Sahihu Süneni Nesei 1/86)