Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Cuma Duası – Cumanız Mübarek Olsun

Peygamber Efendimiz (ASM)’den Dualar:

Allah’ım!
Bize dünyada da ahirette de iyilik ver; bizi cehennem azabından muhafaza buyur. (Buhari, 7/163, Müslim, 4/2070)
Allah’ım!
Cehennemin fitnesinden ve azabından sana sığınırım, kabir azabından ve kabrin fitnesinden sana sığınırım, zenginlik fitnesinin şerrinden ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.
Mesih-i Deccal fitnesinin şerrinden sana sığınırım. Kalbimi kar ve dolu suyuyla yıka Allah’ım! Beyaz elbiseyi kirden nasıl temizliyorsan, kalbimi hatalardan öylece temiz kıl Allah’ım!
Allah’ım!
Doğu ile Batıyı birbirinden uzaklaştırdığın gibi, benim ile hatalarımın arasını da aç.
Allah’ım! Tembellikten, günahtan ve borçlu kalmaktan Sana sığınırım. (Buhari, 7/161; Müslim, 4/2078)
Allah’ım!
Belânın eziyetinden, sıkıntıya uğramaktan, kötü kazadan ve düşmanlara gülünç duruma düşmekten Sana sığınırım. (Buhari, 7/155; Müslim, 4/2080; Resulullah (sav) bu lâfızlar¬la sığınırdı)

Allah’ım!
Dinimi salih kıl, o benim işimin iffetidir. Dünyamı salih eyle, hayatım ondadır. Ahiretimi salih yap, dönüşüm onadır. Bana türlü türlü hayırlarla uzun ömür ver. Ölümü benim için bütün serlerden uzak kıl. (Müslim, 4/2087)
Allah’ım!
Bana hidayet ver, beni dosdoğru kıl. Allah’ım! Senden hidayet ve istikamet isterim. (Müslim 4/2090)
Allah’ım!
Verdiğin nimetin yok olmasından, sunduğun afiyetin değişmesinden, azabının ansızın gelmesinden ve Seni gazaplandıran her şeyden Sana sığınırım. (Müslim, 4/2097)
Allah’ım!
işlemiş olduğum ve henüz işlememiş bulunduğum amellerin şerrinden sana sığınırım. (Müslim, 4/2085)
Allah’ım!
Senin rahmetini umarım, beni göz kirpimi bir an ve nefsimle baş başa bırakma, bütün işlerimi salih kıl, senden baş¬ka ilâh yoktur. (Ebu Davud 4/324- Ahmed b. Hanbel 5/42)

Allah’ım!
Ben senin kulunum, babam ve annem de senin kullarındır.
Benim perçemim senin elinde, benim hakkımdaki hükmün geçmişte yazıldı. Hakkımda verdiğin hüküm âdildir. Zâtını isimlendirdiğin o Sana has bütün isimlerle Senden isterim; kitabında inzal buyurduğun, yarattığın bir kula öğrettiğin bü¬tün isimlerle Senden isterim. Katında bulunan gayb ilminde, Zât’ın için seçtiğin bütün isimlerle Sana yalvarırım.
Kur’an’ı kalbimin baharı, gönlümün nuru kıl, üzüntümü aydınlatan ve derdimi gideren yap. (Ahmed bin Hanbel 1/391, 452; Hâkim, 1/509)

Ey kalblere tasarruf eden Allah’ım! Kalblerimizi Sana itaat etmeye yönelt. (Müslim; 4/2045)

Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl-(Tirmizi, 5/238; Ahmed b. Hanbel, 4/182; Hâkim, 1/525, 528 Ümmü Seleme’nin (r.a.) rivayetine göre, Resulullah’ın (s.a.v.) en fazla yaptığı dua budur).

Allah’ım!
Senin Nebin Muhammed’in (s.a.v.) Senden istediği hayırdan ben de isterim. Nebin Muhammed’in (s.a.v.) istiaze etti¬ği serden Sana sığınırız.
Yardım istenecek Sen’sin, dilekler Sana sunulur. Allah’dan (c.c.) başka güç sahibi yok, kuvvet sahibi yok. (Tirmizi, 5/537; İbnMace, 2/1264)

Allah’ım!
Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin ve şehvetimin şerrinden Sana sığınırım. (Ebu Davud, 2/92; Tirmizi 5/523; Ne-sei: 8/271)
Allah’ım!
Şüphesiz ki Sen affedensin, Kerimsin, affetmeyi seversin, beni de affet. (Tirmizi, 5/534, bkz: Sahihu Tirmizi, 3/170)

Allah’ım!
Hatalarımı, bilgisizliğimi, isimdeki taşkınlığımı ve Senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı bağışla.

Allah’ım!
Şakamı ve ciddiyetimi, kasten ve hataen yaptıklarımı, bende mevcut olan bütün yanlışlarımı bağışla. (Buhari, Maal Feth: U/196)

Allah’ım!
Beni bağışla, bana merhamet et, bana hidayet eyle, afiyet ver, beni rızıklandır. (Müslim, 4/2073; 2078)
Allah’ım!
Ömrümün sonunda, ihtiyarlık anımda bana bol bol rızık ver. (Hâkim, 1/542, Sahihu Cami, 1/396)

Allah’ım!
Günahlarımı bağışla. Evimi geniş, rızkımı bereketli kıl. (Ahmed b. Hanbel, 4/63; 5/375)

Allah’ım!
Düşmekten, vurulmaktan, boğulmaktan, yanmaktan Sana sığınırım. Ölüm anında şeytanın beni çarpmasından Sana sı¬ğınırım. Senin yoluna sırt çevirmiş olarak ölmekten Sana sı¬ğınırım. Yılan veya akrep sokarak ölmekten Sana sığınırım. (Ebu Davud, 2/92; Nesei, i/1125)

Allah’ım!
Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilik¬ten, ihtiyarlıktan, taş yürekli olmaktan, gafletten, fakirlikten, zillet ve meskenetten Sana sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fısktan, düşmanlık ve nifaktan, gösteriş ve riyadan Sana sı¬ğınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, ala¬cadan ve benzer hastalıklardan Sana sığınırım. (Hakim ve Beyhaki, Bkz. Sahihu Cami 1/406).

Allah’ım!
Huşu duymayan kalpten,
Kabul edilmeyen duadan,
Doymayan nefisten,
Ve yararsız ilimden Sana sığınırım.
Bu dört durumdan Sana sığınırım. (Tirmizi, 5/519; Ebu Davud, 2/92; Sahihu Cami 1/410; Sahihu Nesei, 3/1113).

Allah’ım!
Senden cennet isterim, Beni cehennemden korumanı isterim. (Tirmizi, 4/700; İbn Mace; 2/1453; Nesei, bkz. Sahihu Tirmizi 2/319; Sahihu Nesei 3/1121; Lâfzı şöyledir: “Kim Al-lah’tan {c.c.) üç kez cenneti isterse, cennet şöyle der: Al¬lah’ım! Onu cennete sok. Kim üç kez cehennemden korunma¬yı dilerse cehennem: Allah’ım! Onu cehennemden koru der”)

Allah’ım!
Bilerek şirk koşmaktan Sana sığınırım. Bilmeden şirk koşmaktan Senden mağfiret dilerim. (Ahmed b. Hanbel, 4/403)

Allah’ım!
Senden yararlı ilim, temiz rızık ve kabul edilen amel isterim. (İbn Mace, l/298’de tahric etti. Bkz. Sahihu İbni Mace 1/152)

Ey Vâhid, Ehad ve Samed olan! Doğurmayan ve doğurul-tnayan! Hiçbir şey kendisine denk olmayan Allah’ım! Senden günahlarımı bağışlamanı isterim. Muhakkak ki, Gafur ve Ra¬him olan Sensin. (Nesei, 3/52; Ahmed bin Hanbel, 4/338)

Allah’ım!
Beni Senin sevginle,
Ve sevgisi Senin katında bana fayda verecek olanın sevgisiyle rızıklandır.

Allah’ım!
Sevdiğim şeylerden bana verdiğin rızkı, Senin sevdiğin yolda, benim için kuvvet kıl.

Allah’ım!
Sevdiklerimden benden uzaklaştırdığın şeyi, Senin sevdiğin yöne yönelt. (Tirmizi, 5/523)

Allah’ım!
Ey Cebrail’in ve Mikail’in Rabbi!
Ey İsrafil’in Rabbi!
Cehennemin sıcaklığından ve kabir azabından
Sana sığınırım. (Nesei, 8/278; Sahihu Nesei, 3/1121)

Allah’ım!
Beni kolay bir hesap ile hesaba çek. (Ahmed b. Hanbel 6/48) Hz. Âişe (r.a.) dedi ki: “Ey Allah’ın nebisi! Kolay hesap nedir?” diye sordum. Buyurdu ki: “Allah’ın, kişinin amel def-terine bakması ve onun günahlarından vazgeçmesidir. Çünkü o gün, kimin hesabı ince elenip sık dokunursa, o helak ol¬muştur ey Âişe!”

Allah’ım!
Seni zikretmemiz, Sana şükretmemiz, Sana güzelce ibadet etmemiz için bize yardım eyle. (Hâkim. 1/499)
Hz. Peygam¬ber (s.a.v.), Hz. Muaz’a (r.a.), bu duayı bütün namazların sonunda okumasını tavsiye etmiştir).

Allah’ım!
Borcun sıkıştırmasından, düşmanın galip gelmesinden ve düşmanları güldürmekten Sana sığınırım. (Nesei, 8/265; Bkz: Sahihu Nesei 3/1113)

Allah’ım!
Beni günahlardan ve hatalardan temizle. Allah’ım!
Beni o günah ve hatalardan, beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi temizle.
Allah’ım!
Beni kar ve doluyla, soğuk suyla temizle. (Nesei, 1/198, 199; Tirmizi, 5/551; Sahihu Süneni Nesei 1/86)

Said Nursi’nin gizlediği 4 şey..

Üstad Bediüzzaman Said Nursi şahsına değil, Risale-i Nur’a teveccüh edilmesi için 4 şeyi gizlemiştir.

Talebelerinden Said Özdemir Ağabey: “Üstad elini, yüzünü, sesini, kabrini gizledi.”

Üstad, elini öptürmezdi. Bazen zorla öptüklerinde “Kardeşim bu et ve kemik, şimdi bana tokat atmış gibi oldun!” derdi.

Yüzüne baktırmazdı. Yüzüne muhabbetle bakıldığında “Kardeşim gözünü indir yüzüme bakma, bana nazar değiyor, isabet-i ayn oluyor!” derdi.

Üstadın sesi son zamanlarında kısılmıştı. Öyle ki Zübeyir Ağabey dudak kıpırdatmasından onun meramını anlıyor ve diğer talebelere bu meramı anlatıyordu.

Üstadın ses kaydını almaya niyetli olan Said Özdemir: “Üstadım sizin sesinizi alalım, sohbet edelim, bir hatıra olur.” der. Üstad:  “Yook, caiz değil” diyerek reddeder.

Üstad, kabrini de saklamıştı. “Cenab-ı Hak benim kabrimi birkaç talebemden başkasına bildirmesin.” diye mektubu vardı. Kabri Urfa’da iken her gelen bir avuç toprak alıp gidiyormuş. Halbuki Üstad, “Risaleleri okumak on kere benimle görüşmekten daha istifadelidir.” derdi.

(Said Özdemir Ağabey, Merak Yayınları – Erol Öztürkci)

www.nurnet.org

Risale-i Nur’da Tefsir Anlayışı ve Münacat Risalesi

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (1) ayetinin mealinde açıkça belirtildiği gibi  Kur’ân-ı Kerimin gönderilmesinin amacı insanların ve cinlerin “kulluk bilinci”ne  ulaşmaları ve böylece dünya ve ahiret mutluluğuna erişmelerini sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için emir ve yasaklara ihtiyaç vardır. Allah, bu emir ve yasakları  peygamberler aracılığı ile halka tebliğ ve talim etmiştir. Yüce Allah’ın teşrii iradesinin hayata geçmesi insanlardaki iman, bilgi ve şuurun yükselmesi iledir. Bu iman, bilgi ve şuura erişmemiz Kur’ân-ı Kerîm’in ana hedeflerinin bilinmesi, bunların iç âlemimizde ve hayatımızda köklü bir şekilde yerleşmesi ile mümkündür. Bu ana hedefler ise, “Tevhit”, “Nübüvvet”, “Âhiret”, “İbadet ve adaleti” de kapsayarak istikametli bir hayata sahip olmaktır.

Kur’an tefsirinin okunmasından elde edilecek sonuç, akıl ve  kalp dünyamızı Kur’ân-ı Kerim’in bu esasları üzerine göre şekillendirip, imanın gerektirdiği yaşantıyı hayata taşıyabilmek olmalıdır. Kur’ân-ı Kerim Allah’ın ezelî kelâmıdır. Allah kelâmı ise ebedî, ruhâni ve uhrevî âleme ait yüksek hakikatlerden bahseden kavramlar olduğundan anlaşılması içim tefsir gereklidir. Tefsir terim olarak; Kur’ân-ı Kerim’in anlamlarını açıklamak demektir. Genel olarak tefsîr; insan gücünün yettiği kadarıyla Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın muradını araştıran bir ilim olarak ifade edilmiştir. (2)

Tefsir iki kısımdır. Birisi, malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibâresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyân ve izâh ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur’ân’ın îmânî olan hakîkatlerini kuvvetli hüccetlerle beyân ve ispat ve izâh etmektir. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zâhir, mâlum tefsirler bu kısmı bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar; fakat Risâle-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsâlsiz bir tarzda, muânnid feylesofları susturan bir mânevî tefsirdir. (3)  Kur’an’ın tefsirini, başlıca ikiye ayırma görüşü İmam Gazali,  İbn-i Kayyim ve Muhammed Abduh gibi zatlar tarafından da vurgulanmıştır.  İşte Risale-i Nur, ‘manevî tefsir’ kabilindendir. Manevî tefsir bazılarının zannettiği üzere, ‘işarî tefsir” demek olmayıp, lafızdan çok, manayı esas alan, manaları anlatmaya yönelen tefsir tarzıdır. (4) Manevi bir tefsir olan Risale-i Nur, sadece iddia ile yetinmeyip; akli, mantıki, ilmi, vicdani deliller ile iman hakikatlerini ispat ve izah eder. (5) Risale-i Nurları ciddiyetle ve anlayarak okuyan kişinin imanı taklitten tahkike doğru giderek kökleşir.

Kur’ân-ı Kerim hem ilim, hem marifet, hem zikir, hem fikir, hem dua ve münacat kitabı olduğu gibi bütün insanların bütün ihtiyaçlarına cevap veren bir kitab-ı mukaddestir. Risale-i Nur Kur’ânın manevi tam bir tefsiri olduğu için onu tam olarak aksettirmekte ve metot olarak da “Kur’ân Metodu”nu uygulamaktadır. Bunun en güzel örneklerinden birisi “Münâcât Risalesi”dir.

Münacat sözlükte dua ve yakarış anlamına gelmektedir. Münâcâtların  yazılış gâyesi Allah’a yakarıştır. Fakat Bediüzzaman Hazretlerinin münacatını incelediğimizde bilinen münacat anlayışından farklı olarak “tevhit ve iman esasları” ile örgülenmiş olduğu dikkati çeker.

Bediüzzaman Hazretleri Üçüncü Şuâ olan  Münâcât Risalesi için ‘Bakara Suresi 164. âyetin bir nevi tefsiridir’ der. Tefsîrin ana konusu öncelikle, insan ve insanın hidâyeti olmalıdır. Münacat risalesi de, en yüksek mesele olan tevhit ve imandan etkili ve öz olarak bahseder, bu tarzı takip etmesinin sebebi dua ve zikir makamında olmasındandır.

Münacat risalesi Allah’ın varlığının zaruri oluşu, olmamasının imkânsız olacağı, birliğine ve Allah’ın her an her yerde her şeyle aynı anda ilgilenip bir işin başka bir işe engel olamamasına işaret eder. Ayrıca Cenâb-ı Hakkın; terbiye ve idâre ediciliğinin ihtişâmını, büyüklük ve heybetini; kudretinin yüceliğini ve rahmetinin genişliğini; kâinattaki tüm varlıklara olan hâkimiyetini; ilminin ve işlerindeki hikmetin uçsuz bucaksız kuşatıcılığını gayet veciz ifadeler ile izah eder, gösterir. Haşre işârâtı ve bilhassa âhirdeki şiddetli işârâtı çok kuvvetlidir. “Kâinatın satırlarını dikkatle mütalaa et. Onlar sana Mele-i alâ’dan gönderilmiş mektuplardır” (6) sözünü nakleden Bediüzzaman Hazretlerinin “Münâcât Risalesinde” dikkatimizi çeken husus,  her türlü varlığın tesbihâtını tek tek anıp bu tesbihleri  kapsamlı şekilde Allah’a sunmasıdır. Böylelikle, yeryüzünün halifesi olarak tüm mevcudatın tesbihatını kendi hesabına Allah’a arz etmiş olur.

Kur’ân-ı Kerim bir gerçeği direkt öğüt şeklinde anlatmaktansa, edebî metotlar kullanarak dile getirmeyi tercih etmektedir. Hikâyede saf sanatın kullanıldığı her türlü teşvik ve sergileme tekniklerine başvurulmaktadır. Bu husus iki bakımdan uyulması gereken bir sanat hazinesidir: Birincisi, insana bu İlâhî bakış açısının gerisinden göz atmak. Bu bakış, insan gerçeğini Allah’ın yarattığı biçimde temsil etmektedir. İkincisi ise insanlığı hayra, fazilete, temizliğe yönelten öğütte sanat üslubunun kullanılış şeklidir. İstenen bir öğüt veya arzulanan bir ahlâkî davranış, bir edebî hikâye kalıbı içerisinde anlatılabilir ve böylece istenen maksat en güzel biçimde gerçekleşir. Hikâyede ana unsuru teşkil eden öğüt noktası açıktan belirtilmez. Mücerret emirler ve yasaklarla doğabilecek sıkıcı hal ortadan kaldırılır. Emir ve yasaklara bir nev’i canlılık kisvesi verilirse, etki sahası insan hissinde daha çok genişler ve ruhun derinliklerine daha çok sirayet eder. (7)

Kur’an-ı Kerim’in manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur’da edebi metotlar ve tasvirler ile kâinat kitabındaki kudret ayetlerini okumuş ve okutmuştur. Mikro ve makro âlemdeki tevhit delillerini Esmâ-i Hüsnâ’nın tecellilerine dayanarak sistemli bir şekilde açıklamış; Cenab-ı Hakk’ın birliği, haşir ve iman hakikatlerini esmânın cilvelerinden hareketle delillendirmiştir. Münacat risalesinde de hitap şekilleri ve Esmâ-i Hüsna arasında edebî bir münasebet vardır. Örnek olarak münacatta geçen hitaplardan birkaç tanesini verelim:

Münacat Risalesi “Yâ İlâhî ve yâ Rabbî ! ” hitabı ile başlar. Bu pasajda İlâh ve Rab isimlerine uygun olarak Cenab-ı Hakkın Ulûhiyetine ve Rububiyetine ait tasarruflar dikkatlere sunulmuştur. Risalenin başlangıçta Allah’ın Ulûhiyetini ve Rububiyetini ilk önce öne sürmesi dikkat çekicidir. Zira, kainatı eşi-benzeri olmayan tek ve yekta olan, her mevcutta her an kesintisiz tasarrufu olan Yüce Allah yaratmıştır.

Sonraki hitap ise “Ey Vâcibü’l-Vücûd, Ey Vâhid-i Ehad”dir. Hitaplar arasında bir mantık silsilesi takip eden Bediüzzaman Hazretleri bu hitap ile de Ulûhiyet Hakikatini kâinatın dili ile anlatır.

Bir sonraki hitap ise: “Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl, ey Kâdir-i Mutlak!”tir. Bu hitapla başlayan pasajda Allah’ın yüceliğinin akıllarda ve kalplerde belirginleşmesi için  azamet ve kudretini gösteren faaliyetler okuyucunun tefekkürüne sunulmuştur.

Bu hitaplarla başlayan münacat risalesi bir mantık silsilesi takip ederek mevcudatın tesbihatını komprime bir şekilde özetler. Adeta ilim içinde zikir, zikir içinde bir marifet ile tevhit hakikati iman esaslarına dayalı olarak okuyucuya sunulur.

Bazı okuyucular tarafından risalelerde geçen cümlelerin uzun olduğu söylenmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki kompleks fikirler, ancak kompleks ve uzun cümlelerle anlatılabilir.

Bu yüzden, Bediüzzaman Hazretleri şöyle der: “Kısa cümlelerle söyleyemiyorum, muğlâkça oluyor. Zira şu hakaik her tarafa derin köklerini attıklarından mesele uzunlaşıyor. Suret-i meseleyi bozmak ve parça parça etmek ve hakikati incitmek istemiyorum. Tâ hakikat mahsur kalıp kaçmasın.” (8)

Sonuç:

         Çağımızın insanı adeta ulvi hakikatlerden uzak kalmış ölü bir ruh taşımaktadır. Canlı, aksiyoner bir inancı yaşamak için imanın kalpte kökleşmesi şarttır. Kalpte kökleşmeyip, sadece iki dudak arasında telaffuz edilen iman ise taklitten öteye geçemez. İnsanoğlunun Allah katındaki değerlendirilme ölçüsü kalbi ve amelidir. Kalp hidayet üzerinde değilse yapılan amelin bir önemi yoktur. Öyleyse en önemli mesele “iman”dır, iman hakikatlerini kendi dünyamıza yerleştirmek, hayatımıza taşımaktır. Kur’anın en önemli mesajı da imana davettir. Hiç şüphesiz Risale-i Nurlar asrımızda; Kur`anın iman hakikatlerinin  delilleri, izahıdır. (9) Tefsir okumaktan elde edilecek sonuç Kur’an’ın mesajını anlamak ve Allah’a yakınlaşmaktır. Risale-i Nurlarda akli, mantıki ve vicdani deliller ile imana dair meseleleri izah ve ispat ederek okuyucusunun kulluk bilincini yükseltir. Bu açıdan baktığımızda ikinci kısım olarak ifade edilen manevi tefsirlerin en kuvvetli ve en kıymetlisidir. (10)

Zafer KARLI

www.NurNet.Org

Kaynakça:
1-Zariyat-56
2-el-Beyumî, 3/4
3-Şualar; On Dördüncü Şuâ  s. 442
4- Prof. Dr. Suat Yıldırım, Moral Dünyası Dergisi’nin Mart 2008 sayısı
5- Kastamonu Lahikası s. 8
6- 24. Mektup Arabi ifadenin tercümesi
7- Seyit Kutup, 1979: 334
8- Muhakemât: 131
9- Kastamonu Lahikası s. 47
10- Şualar, s. 368

Üstad’ın son yolculuğundaki iftar hatırası

Son Şahitlerden Bayram Yüksel anlatıyor:

(Tarih 1960. Urfa’ya gitmek üzere yol çıkılmışıtır…)

Şarkikaraağaç’ı geçtikten sonra Üstad Bediüzzaman Said Nursi iyileşti. Arabadan çıktı, abdest tazeledi, geldi. Şarkikaraağaç’ı bir kaç kilometre geçtikten sonra yolun sonunda bir çeşme vardı. Bir taşın üzerinde namaz kıldı. Konya’ya varmadan evradları bitirdi, epeyce düzeldi.

Meram bağlarına yaklaştığımızda Üstad yine hastalandı. Hiç konuşamıyordu. Konya’ya girişimizde bir bakkaldan zeytin ve peynir aldık. Akşam iftarda yemek için kullanacaktık. Parasını da Üstadımız verdi. “Evlâtlarım ben çok hastayım, benim yerime siz yiyin” dedi.

Kitap için: (Son Şahitler)

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u – 8

  1. Ramazan-ı Şerif’ten
  2. Ramazan-ı Şerif’ten birgün evvel, gizli zındık düşmanlarım tarafından verildiğine kuvvetli ihtimal verdiğimiz -doktorun tasdikiyle- bir zehirin hastalığıyla hararetim kırk dereceden geçmeye başlamış iken, Kastamonu’da adliye müddeiumumîleri ve taharri komiserleri, menzilimi taharri etmeye geldiler.” (T: 421)
  3. Ramazan-ı Şerife
  4. Ramazan-ı Şerife dairdir” (M: 398)
  5. “[Birinci kısmın âhirinde şeair-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden şeairin içinde en parlak ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu ikinci kısımda, bir kısım hikmetleri zikredilecektir.” (M: 398)
  6. “Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama ait bir mevzu açılmadığını görerek, üstadıma bir arîza takdim etsem ve otuz günden ibaret olan Ramazan-ı Şerife ait Otuzuncu Mektub olmak üzere, bir niyazda bulunmak emelinde iken, bir sebebe binaen şu arzumdan feragat ettim.” (B: 69)
  7. ramazan-ı şerifi
  8. “Şimdi tahliye olsaydık, bu Medrese-i Yusufiye’deki hayırlardan mahrum kaldığımız gibi, sırf uhrevî olan ramazan-ı şerifi; dünya meşgaleleriyle huzur-u manevîmizi haleldar edecekti.” (Ş: 508)
  9. Ramazan-ı Şerifin
  10. “Yine manevî cevab: Şöyle denildi ki: Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemal-i neş’e ve sürur ile sarhoşçasına gayet heveskârane şarkıları ve bazan kızların sesleriyle radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde cazibedarane işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.” (S: 171)
  11. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti.” (M: 68)
  12. “Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden “Dokuz Nükte”dir.]” (M: 398)
  13. “Beşinci Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşane muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor.” (M: 400)
  14. “Altıncı Nükte: Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’an-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’an-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş; o Kur’anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ü şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur.” (M: 401)
  15. “harfi binler ve Ramazan-ı Şerifin Cum’alarında daha ziyadedir.” (M: 402)
  16. “Dokuzuncu Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:” (M: 404)
  17. “(1): Denizli hapsinin meyvesine Onuncu Mes’ele olarak Emirdağı’nın ve bu Ramazan-ı Şerifin nurlu bir küçük çiçeğidir.” (Ş: 243)
  18. “Cenab-ı Hak bu ramazan-ı şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin, âmîn.” (Ş: 508)
  19. “İkinci Remz: Kur’anın El-Âyet-ül Kübra’sı olan $ nin hakikat-ı kübrasını ve tefsir-i ekberini gösteren ve ramazan-ı şerifin ilhamî bir hediyesi bulunan Yedinci Şua risalesine Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) Mektubat’a işaretten sonra Lem’alar’a işaret içinde Şualar’a bakarak $ (Haşiye) deyip ilm-i belâgatça “müstetbeat-üt terakib” ve “maariz-ül kelâm” denilen mana-yı zâhirînin tebaiyetiyle ve perdesinin arkasıyla müteaddid karinelerin kuvvetine göre işaret eder.” (Ş: 731)
  20. Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini havi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım.” (B: 69)
  21. “Atabey’e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz, bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor.” (B: 74)
  22. “Duanız sayesinde ve bana karşı göstermiş olduğunuz hüsn-ü niyet ve nasihatlerin semeresi olarak, ancak yedi senede, Üstadımın dua yumruğuyla laîn şeytanın zırh sandukası kırılarak, imanımı tekrar teslim ettin ve teslim aldığımı şununla isbat ederim ki; duaya kabul buyurduğunuz tarihte, yani Ramazan-ı Şerifin üçüncü günü bera-yı ziyaret nezdinizde idim.” (B: 91)
  23. “Hazineler dolusu mücevherattan daha fazla, hattâ bu fâni dünya hayatının zînetleriyle ölçülemeyecek derecede kıymetdar mektubunuzu, mübarek Ramazan-ı Şerifin yirmiüçüncü günü akşamı, iftardan on dakika evvel postadan aldım.” (B: 367)
  24. “Hazineler dolusu mücevherattan daha fazla, hattâ bu fâni dünya hayatının zînetleriyle ölçülemeyecek derecede kıymetdar mektubunuzu, mübarek Ramazan-ı Şerifin yirmiüçüncü günü akşamı, iftardan on dakika evvel postadan aldım.” (K: 47)
  25. “Hem gördük ki: Bu Lemaat, Risale-i Nur’un mühim bir kısmının çekirdekleri, tohumları hükmünde gayet güzel vecizelere ve hiçbir edibin ve mütefekkirin muvaffak olamadığı bir tarzla sehl-i mümteni’ gibi taklid edilmez, büyük bir hakikat-ı içtimaiyeyi küçük bir vecizede ve manzum bir kitabı mensur gibi, aynı nesirli bir kitab gibi, hiç nazmı hatıra getirmeden kolayca okunacak bir tarzda bulunması, otuzyedi sene evvel Ramazan-ı Şerifin yirmi gününde her gün bir-iki saat iştigaliyle” (Em: 46)
  26. “Âlem-i İslâm’da Leyle-i Kadir telakki edilen bu Ramazan-ı Şerifin yirmiyedinci gecesinde bir nevi tesemmüm ile şiddetli bir mide hastalığı içinde sinirlerimi ve vicdan ve kalbimi istilâ eder gibi bir diğer dehşetli hastalık hissettim.” (Em: 189)
  27. “Yirmisekiz seneden beri beş vilayet ve beş mahkeme ve beş vilayetin zabıtaları onun başına ilişmedikleri halde, hususan bu defa İstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyade polislerin gözleri önünde, hem iki ay da yaya olarak her yeri gezdiği halde, hiçbir polis ilişmediği ve hem Mahkeme-i Temyiz bere yasak değil diye karar verdiği, hem bütün kadınlar ve başı açık gezenler ve bütün askerî neferler ve vazifedar memurlar giymeye mecbur olmadıklarından ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadığından ve benim resmî bir vazifem olmadığından -ki resmî bir libastır- bereyi giyenler de mesul olmazlar denildiği halde; hususan münzevi ve insanlar arasına girmeyen ve Ramazan-ı Şerifin içinde böyle hilaf-ı kanun en çirkin bir şey ile ruhunu meşgul etmemek ve dünyayı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi görüşmeyen, hattâ şiddetli hasta olduğu halde, ruhu ve kalbi vücuduyla meşgul olmamak için ilâçları almayan ve hekimleri çağırmayan bir adama şapka giydirmek, ecnebi papazlara benzetmek için ona teklif etmek ve adliye ile tehdid etmek, elbette zerre kadar vicdanı olan bundan nefret eder.” (T: 666)
  28. Ramazan-ı şerifin yirmi altıncı gününde Kur’an-ı Kerim’i hatmettim.” (T: 734)
  29. “Bu mübarek ramazan-ı şerifin mübarek bir hediyesi olan bu mübarek risalenin hâtimesine, mübarek üstadımızın Leyle-i Kadirdeki elemli ve ızdırablı hastalıklarına ait bu mektubun ilhakı münasib görülerek ilâve edilmiştir.” (Ni: 202)
  30. “Meselâ: Ramazan-ı Şerifin başında hilâli görmek hususunda iki âmi şahid isbat etseler ve binler eşraf ve âlimler görmedik deyip nefyetseler, nefiyleri kıymetsiz ve kuvvetsizdir.” (Ko: 64)

 

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

Ramazan Ayı kategorisi

www.NurNet.Org