Kategori arşivi: Röportajlar

Tayland Televizyonunun Hüsnü Ağabeyle Ropörtajı

Tayland Devlet Televizyonu 2 saate yakın bir röportaj ile Hüsnü Ağabeyden Risale-i Nur ve Türkiye’de İslam konusunu dinledi. Ezcümle; 1940 ’ların Türkiye’si, cumhuriyet devri, tek parti sultası, Anadolu’da İslami inkişaf, Risale-i Nurun bu inkişaftaki rolü, müsbet hareket metodu, tasavvuf ve İslam gibi konuların ele alındığı uzun bir sohbet oldu.

Nurlardan, Lahikalardan ve İşarât-ül İ’caz’dan derslerle tezyin edilen sohbet, Tayland’dan gelen yayıncılar kadar bizleri de mest etti… Bediüzzaman Hazretlerinin hayattaki son varis ve vekili, manevi evladı Hüsnü Bayramoğlu Ağabey 1941 senesinde ilk defa Nurları yazmaya başladıklarını ifade ederek şöyle devam etti;

“Pederim Hıfzı Efendi Safranbolu âlimleri ve hocalarıyla Üstadımızı Kastamonu’da ziyaret etmişti. Bu ziyaretinde 5 küçük eseri kendisine Üstadımız vermiş ve sizin hanenizi medrese-i nuriye olarak ve iki evladını ve hanımını Nura talebe olarak kabul ediyorum. Karşımızda imansızlık cereyanı var. Bu cereyana karşı Nur-u Kur’an ile ve Kur’an’ın bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nurlarla mukabele edilebilir. Ev halkına selam et, Nurları yazsınlar!” buyurmuş. Bu selamı bize Pederim getirdi. Artık dünyalar bizim olmuştu. Bize dünyada en sevgili şey Nurları yazmak oldu. 15 günde hatt-ı Arabiyi öğrenmiş, her şeyi bir kenara koymuş aşk ile Nurları yazmaya koyulmuştuk. Ben kasem ederim 8 yaşımda aldığım o selamın lezzetinin yerini dünyada hiçbir şey alamaz! Adeta kendimizden geçmiştik. Ta o yaşlarda bu Zat-ı Fatinulasr’ı bu asırda vazifedar en büyük müceddid olarak idrak etmiştik. Kardeşim, işte o selamın manevi hazzı ve duasıdır ki 80 seneye yakın bizi bu hizmette istihdam ediyor. Rabbim ayırmasın.”

Risale-i Nur tarikat mıdır? Tasavvuftan ve kelamcılardan farklı yönleri var mıdır? Varsa nelerdir? sorusuna Hüsnü Bayramoğlu Ağabey Kastamonu Lahikasından şu mektubu okuyarak cevap verdiler; “ Hem Risaleti’n-Nur, sâir ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliya misillü, yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor; belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh vesâir letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar; hakaik-ı imâniyeyi kör gözüne de gösterir.  RN-Kastamonu Lâhikası/11”

Bu hayatın gayesi nedir ve dünyaya neden gönderildik, vazifemiz nedir?.. Sualine ise şu gelen nurani parça ile cevap verdi; “Saniyen: Kur’ân’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksadlar; Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adâlet ile İbadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.

Sual: Kur’ân’ın, şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?

Cevap: Evet, benî-âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücud ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celbetti; “Şu garip ve acip mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:

Hikmet: – Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir? Bu suale, benî-âdem nâmına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu: – Ey hikmet!

Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız olan istîdadlarımızı nemalandırmaktır.

Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî’den Risâlet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelî’nin Risâlet beratı olarak bana verdiği Kur’ân-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku! Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın verdiği şu cevaplar, Kur’ân’dan muktebes ve Kur’ân lisaniyle söylenildiğinden, Kur’ân’ın anâsır-ı esasiyesinin şu dört maksatta temerküz ettiği anlaşılıyor.” (İşârât-ül İ’caz, 15)

Böylece gece uzun ve tatlı musahabelerden sonra gelen misafirlere namazın hakikatı da anlatılarak vedalaşıldı. Cenab-ı Hak yapılan sohbetlerin ve programların tesirini halketsin. Amin. Röportaj kayıt: www.nurdanhaber.com  19.10.2018

Kaynak Linki : http://www.nurdanhaber.com/

www.NurNet.Org

Muhsin Yazıcıoğlu : Said Nursi gibi olmak gerekiyor

Kahramanmaraş’ta 25 Mart 2009’da hâlâ nasıl ve neden olduğu anlaşılamayan helikopter kazasında vefat eden Muhsin Yazıcıoğlu vefat yıldönümünde düzenlenen etkinliklerle anılıyor. 

Milli ve manevi değerleri savunmasıyla bilinen BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Bediüzzaman Said Nursi hakkında müsbet fikirleri de vardı.

Hakperestliği ve millet iradesini savunmasıyla zihinlerde yer edinen Yazıcıoğlu, 24 Mart 2000 yılında Bediüzzaman Vakfı’nın Şanlıurfa’da düzenlediği “Bediüzzaman Haftası Kitap Sergisi” açılışına katılmıştı.

BEDİÜZZAMAN SERGİSİNİN AÇILIŞINI YAPTI

Açılışla ilgili daha önce Risale Haber’e konuşan Vakıf Başkanı Ahmet Rüzgar, Yazıcıoğlu’nun mütevazi kişiliğine dikkat çekmişti. Rüzgar, “serginin açılacağı gün Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun Urfa’da olduğunu öğrendik. Açılışa katılıp katılmayacağını sorduk. Son derece mütevazi bir şekilde isteğimizi kabul etti ve hemen geldi. Sergiyi birlikte açtık. Kitapları inceledi. Daha sonra da Bediüzzaman ile ilgili bir konuşma yaptı. Değerli bir kişilikti. Allah rahmet eylesin” dedi.

EBEDİ HAYATA GÖÇ ETTİKTEN SONRA BOŞLUKLARINI HİSSEDİYORUZ

İşte Muhsin Yazıcıoğlu’nun Bediüzzaman Said Nursi hakkındaki sözleri:

Bediüzzaman‘ın eserlerini kitlelere ulaştırmak ve onun gönlünde yatan ümmetin birliğini, beraberliğini temin etmek maksadıyla kurulmuş olan Bediüzzaman Vakfı’nın başarılı çalışmalar yapmasını temenni ediyorum. Bu değerli zatlar bizim hayatımızın içinde var olduklarında çok iyi anlaşılamıyorlar. Onlar, aramızdan ebedi hayata göç ettikten sonra boşluklarını hissediyouruz. Ama iş işten geçmiş oluyor.

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ ÇAĞININ YILDIZIDIR

“Onlar yıldız gibidirler, bulundukları yerleri aydınlatırlar, akıp gittikleri zaman da arkalarında iz bırakırlar. İşte Bediüzzaman Hazretleri de böyle bir zattır. Çağının yıldızıdır. O, bulunduğu dönemde etrafını aydınlatmıştır. Ebedi aleme göçtüğü zaman da arkasında önemli iz bırakmıştır. Onun bırakmış olduğu izi takip edenler kin bilmezler, kavga bilmezler, yalan bilmezler, devletin beytül malına göz dikmezler, onlar sevgiyi, hoşgörüyü, insanı olduğu kadar bütün yaratıkları yaratandan ötürü severler.

BEDİÜZZAMAN’A GÖNÜL VERMİŞ KİTLELERİN KAYNAĞI KUR’AN’DIR

Bediüzzaman‘a gönül vermiş kitlelerin kaynağı Kur’an‘dır. Çünkü onların bu düşüncelerinin kaynağı Sadece Said Nursi hazretleri değildir. Çünkü onun kaynağının da ne olduğunu bilirler, çünkü kaynağın asıl kaynağı, menbaı Kur’an ve İslamdır, ondan başka bir şey değildir. Mevlana’yı düşünün, bugün insanlar Mevlana gibi büyük bir zirveye ulaşmak için yanıp tutuşurlar. Onun engin hoşgörüsüne hayran kalırlar.

BEDİÜZZAMAN GİBİ OLMAK GEREKİYOR

Bediüzzamanı anmak ve anlamak istiyoruz. Sadece anmak yetmiyor, anlamak lazım, anlamak da yetmiyor. Onu anladığımız gibi olmak gerekiyor. Olmak da yetmiyor, anladığımız gibi olmak ve olduğumuz gibi görünmek ve göründüğümüz gibi yaşamak ve düşündüğümüz gibi görünerek kitlelere, insanlara, insanlığa doğruyu, ahlakı, güzelliği, sevgiyi aşılamaya çalışmak durumundayız. “

Kaynak: RisaleHaber.com

www.NurNet.Org

“İyiliği Emretmek, Kötülüğe Mani Olmak Her Müminin Görevidir”

Yazarlarımızdan Eyüphan Kaya bu hafta “Cuma sohbeti” sayfasına Bismil ilçe müftümüz Ahmet Durmuş Hocamızı konuk etti. İşte müftümüzün sorulara verdiği manidar cevaplar.

Kaya: Muhterem hocam kısaca kendini tanıtır mısınız?

Durmuş: Adım Ahmet Durmuş 1971 yılında Bismil’in Üçtepe köyünde dünyaya gelmişim, ilkokulu orada okudum, ayrıca sıra kitaplarımın bir kısmını da babamın yanında okudum, babam fahri imamdı, ama köyün hemen hemen  tüm çocuklarına ders vermiştir, hala da vermeye devam ediyor.

Daha sonra Karalar köyünde Seyda molla Hıdır’ın yayında bir yıl okudum, oradan da Yukarıdolan köyünde bir yıl okudum ve en son Kızıltepe’de Molla Mehmet Salih Ekinci hocanın yanında okuyup icaze aldım. Molla Salih hocam şu anda Konya’da müderrisliğine devam etmektedir.

Daha sonra evlendim, askerliğimi yaptım, iki yıl milli gençlik vakfında müderris olarak çalıştım. 1997 yılında Kızıltepe’de İmam Hatip olarak göreve başladım. Bir süre Bismil’de İmam-Hatiplik yaptım. Diyanetin açtığı Konya ihtisas kursunu kazandım ve tamamladıktan sonra Vaiz olarak Diyarbakır’a döndüm, bir süre Hani ve Kocaköy’de çalıştıktan sonra Bismil ilçe müftülüğüne geldim, halen buradaki görevimi deruhte etmeye çalışıyorum.

Kaya: Emri bil maruf nehyi anil münker (İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak) bir müminin vasfıdır. Bunu anlaşılır bir tarzda izah eder misiniz? 

Durmuş: Bu çok önemli bir sorudur. Cenabı Allah yer yüzünün imarı için insan oğlunu gönderdi. Kur’anı kerimin üçte biri peygamberler ve ümmetleri arasında geçen diyalogu anlatılıyor.

Malum Peygamberimizden sonra Sahabe,  Tabiin,  Etbai tabiin ve Alimler bu tebliği yapmaya devam ettiler.

Allah celle celaluhu, “insanları hikmetli bir tarzda onları kırmadan daha güzel cümlelerle hakka davet edin”, buyurmaktadır.

Peygamberimizin tebliğ konusunda kullandığı dil ve yaklaşımdan dolayı bir kimseye nasıl muamele ettiğine bir bakalım.

Bir gün gencin biri gelip ya Resulüllah çok azgın bir nefsim var, bana müsaade et ben zina etmek istiyorum, peygamber diyor ki, birisi annenle, kız kardeşinle ya da başka bir yakınınla zina etmeni ister misin? Genç hayır diyor, peygamber diyor ki o zaman sen de başkasıyla zina etme onun da yakınlarına ağır gelir, mübarek elini kalbine bırakıp Allah’ım şu gencin kalbini ıslah et, şevi duygularını teskin et şeklinde bir duada bulunuz ve  elhamdulillah o genç bu yanlış eğilimden uzaklaşıyor.

Yine bir gün bir bedevi mescidin içinde idrarını yapıyor, Sahabeler ona bağırıyorlar, Peygamber onları uyarıp, idrarını yaptığı yere bir kab su dökün deyip, adama mescide necaset bırakmanın doğru olmadığını yumuşak bir dille anlatıyor, adam tamam ya Resulallah diyerek teslim oluyor.

İyiliği emretme, kötülüğü men etmek vazifesi yapılırken, kırıcı ifadeler kullanmamak lazım. Peygamberimiz bir fiili eleştirirken, direk failine yüklenmeden “şu, şu işleri yapanlara ne olmuş?” diye eleştirisine başlıyormuş.

Ayrıca peygamberimiz diyor ki sizden biri bir münkeri görürse eliyle ortadan kaldırsın, gücü yetmiyorsa diliyle eleştirsin, en azında kalbiyle buğzetsin.

Yani bu konuda her mümin sorumludur, sadece bazı insanların işi değildir. İslam dininde “bana ne? sana ne?” gibi sorulara yer yoktur.

İslam’ın hoş görmediği her şey münker kavramı ile ifade edilir.

Kaya: Peygamberimiz “iki gününü bir eden ziyandadır” buyuruyor, bunu nasıl anlamak lazım?

Durmuş: Malum cenabı Allah zamanın önemine dikkat ediyor ve  asra yemin ediyor, bu da zamanın çok önemli olduğuna işarettir. Dolayısıyla zamanımızı Allah rızasına uygun değerlendirmek lazım. Allah-u Teala asra yemin ederek şu işleri yapanlar hariç diğer insanlar zarardadır diyor.

İman edenler, ameli Salih işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler. Tabi ameli salıh ibadetten ibaret değildir, insanlığın lehine olan her şey ameli salıhtır.

Malum her geçen zaman insanı bir adım daha kabre yaklaştırıyor. Seyda Şeyh Muhammed Arapkendi tasavvufu tarif ederken; vakti en iyi şekilde değerlendirmektir diyor. Bir zaman dilimi içinde birçok şey yapabilir sizin en iyisini yapmaya çalışman evla olanıdır, takvaya en yakın olur.

Deniliyor ki, “zaman kılıç gibidir, sen onu kesmezsen o seni keser”. Öyleyse zamanı iyi değerlendirmemiz lazım. İnsan akşam başını yastığa koyunca acaba ben bu gün Allah için ne yaptım? diyerek bir muhasebe etmesi gerekir.

Günde beş vakit  Allah-u ekber nidalarıyla müminler camiye davet ediliyor. Kendimize bir soralım acaba kaç vakit camiye gidiyorum? Ya da namazlarımı zamanda kılıyor muyum, kılmıyor muyum? Başta Namaz kılmak umurunuzda değilse,  zaman tasarrufunda sıkıntı yaşıyorsunuz demektir.

Peygamberimiz , kişi iki şeyin değerini bilmiyor, biri sıhhat, diğeri boş zamandır. Zamanı hayırlı şeylerde kullanmak gerekiyor.

Peygamberimiz malayeni(İlgisiz) işleri terk etmemiz konusunda bizi uyarıyor, bu emri yerine getirirsek hayırlı işlerle uğraşırız, bunun için iyi insanlarla beraber olmamız işimizi kolaylaştırır diye düşünüyorum.

Kaya: Günümüzde akrabalık münasebetleri ne durumda İslami açıdan değerlendirir misiniz?

Durmuş: Maalesef bu ağır bir sorun. İslam dini akrabalık münasebetlerine çok önem vermiş. Ne yazık ki en yakınımız olan anne babayı bile ihmal edenler var.

Yüce Allah kendisine ibadetten sonra anne babasına ihsan etmekle emrediyor.

İnsan şu soruyu kendine sorması lazım; acaba anne babam benden razı mıdır? Çünkü peygamberimiz, “Allah rızası, anne babanın rızasına bağlıdır.”buyuruyor.

Yüce Allah anne babası Müslüman olmayan bir kimseye; Allah’ın emrine aykırı emirleri hariç, anne babanın dediğini yap, onları göz ardı etme, onlarla en güzel bir şekilde muamele et, diyor. Peki anne baba Müslüman olsa bu mesuliyet daha da artmaz mı?

Maalesef birçok Müslüman evlendikten sonra anne baba unutuluyor.

En yakınından başladım, çünkü anne babasına yaramayan diğer akrabasına nasıl yarayacak.

Hz.Peygamber (s.a.v)zamanında Elkeme adında bir sahabe sekerat halinde kelimeyi tevhit getiremiyor, bir türlü can vermiyor.

Peygamber annesini çağırıyor, Elkeme’yi helal etmesini talep ediyor. Annesi diyor ki o evlendikten sonra artık beni ihmal etti, ben ona hakkımı helal etmem.

Hz.Peygamber ısrarcı olmuyor, -hak senindir helal etmeye bilirsin diyor. Sahabelere diyor ki -hele bir miktar odun getirin, annesi diyor -ne yapacaksınız odunları?- Elkeme’yi yakacağım diyor, anne -niye onu yakıyorsun? diyor, peygamber,- zaten bu haliyle ölürse cehenneme gidiyor, deyince annesi ona olan hakkını helal ediyor ve Ekleme kelimeyi şahadeti getirerek vefat ediyor.

Ondan sonra Peygamberimiz, “Eşini annesine tercih edenlere lanet olsun, diğer ibadetleri de kabul edilmesin, tövbe edip onların gönlünü kazanana kadar” diyor.

Malum sılayı rahim konusunda çok önemeli hadisler var, akraba ziyaretinde, rızkın bolluğu ve ömrün uzaması olduğu gibi gelecekte insanın hayırla yad edilmesine de neden olur. Dolayısıyla akrabayı ilgisiz bırakmamak lazım. Bu aynı zamanda İslami bir vecibedir.

Kaya: Cuma gününün önemi hakkında neler söylemek istersiniz?

Durmuş: Cenabı Allah cemaate büyük bir önem vermiştir. Yedüllahi meel cemaeh(Allah’ın nusreti cemaatledir) buyuruyor. Malum bir araya gelemediğimiz için düşman üzerimizde birçok oyunları oynatıyor, bize zulüm ediyor.

Peygamberimiz güneşin üzerinde doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür.

Allah celle celaluhu bazı zaman ve mekanları ayrı bir önem atfetmiştir. Cuma günü de o mübarek zamanlardan biridir.

Vazifemin ilk yıllarıydı, bir camide va’z kürsüsüne çıktım, bir de baktım ki camide çok az insan var, gelenler de yavaş yavaş geliyorlar, halbuki Cuma gününün ayrı bir heyecanı  olmalı, yıkanıp, temiz elbiseler içinde erken abdestimizi alıp camiye gitmek gerekir; zikir, tespit, tefekkür ve selatu selamın yanı sıra verilen va’za nasihate kulak vermemiz, komşularımızın hal hatırını sorarak, onlarla hem hal olmamız  gereken bir gündür.

Cuma gününde duaların kabul olduğu bir an vardır, dolayısıyla bu günü mümkünse komple değerlendirmek lazım. Cuma günü bir maddi manevi kirden arınma günüdür, dua günüdür.

Özellikle Kehf suresinin Cuma günü okunması konusunda Peygamberimizin tavsiyesi vardır.

Öyle önemli bir gün ki, yüce Allah hızlı adımlarla camiye doğru gidin diye emrediyor. Çünkü Cuma namazı hakkıyla eda edilirse büyük günahlar hariç hafta içinde insandan sadır olan diğer günahlar da af olunur.

Yüce Allah ölünceye kadar bizi camiden, cemaatten ve özellikle Cuma’dan mahrum etmesin.

Kaya: Bize zaman verdiğiniz için Güncel gazetesi adına teşekkür ederim.

Durmuş: Sesimizin kamuoyuna ulaşmasına fırsat verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

Eyüphan Kaya – guneydoguguncel.com

“Hayat İbadetsiz Olmaz”

Eyüphan Kaya bu hafta “Cuma sohbeti” için Gavsi Geylani medresesi Müdderisi Abdurrahman Özekinci hocayla konuştu.

Röportaj: Eyüphan Kaya

Kaya: Muhterem hocam kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Özekinci: Ben Abdurrahman Özekinci Bismil ilçemizin İsali köyünde 1945 yılında doğdum. Köyde okul olmadığı için ilkokula gidemedim.

17 yaşında evlendim, bu ara babamın yanında Kur’anı Kerim Mevlüt ve Nubahar’ı okudum, bir az da fıkıh dersini aldım, daha sonra babam Şeddada köyüne beni tahsile yolladı, orada Mele Cemil’in yanında birkaç kitabımı okudum, daha sonra Anculin köyünde mele Abdullah, Mele Şirac’ın yaynında okudum, Mele Muhamedi Piramanın yanında Hell kitabını okudum. Mantık ve mana ilmini de okuyarak 22 yaşlarında Seydayı mele Muhammedi Ğerzi’den İcaze aldım.

Bismil’in Aluz köyünde iki yıl fahri imamlık yaptım, askerlik sonrası sağlıkta memuriyete başladım, sonra mili eğitimde açılan bir sınavı kazandım kütüphanede çalışmak istedim, ama başka yerde çalışmam istendi, feragat ettim, sonra bir süre Et-Balık kurumunda çalıştım. Daha sonra DSİ’ye geçtim, şükürler olsun bu kurum geçişlerinde hep derece ile kazanıyordum. DSİ’de iyi bir maaş alıyordum, artık orada devam ettim ve 37 yıllık hizmet üzerine 2008 yılında emekli oldum.

Hep ilmimi tasarruf etme hasreti içimde vardı. Malum peygamberimiz kişi öldükten sonra;

1-Salih bir evlat,

2-Sadakayı cariye

3-Faydalanılan bir ilim dışında kişin defterine bir akar gelmiyor, ben de ilmimi sarf etmek istedim. Hatta iki yıllık fahri imamlığımda da hanımımın bileziklerini satarak fakihlerin yardımına verdim.

Hani bir kelamı kibar var “Allah için öğrenilmeyen ilim bile, sizi Allahın hizmetine amade ediyor.” Siz geçim kaynağım olsun diye tahsile gönderiliyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki o menfaat hevesi kayb olmuş ve siz Allah’ın emrine amade olmuşsunuz.

Kaya: Medreseyi açmak nasıl oldu? Bu konuda fazla zorlandınız mı?

Özekinci: Daha önce Sur içinde Dar-ul Ulum medresesinde başladık, öğrenci sayımız artınca bir arayışa girdik, derken burası yeni yapılmıştı talep ettim, eksiğimiz var dediler ve tazminatımızda 55 bin lira vardı katkıda bulundum,  burayı medrese planına elverişli hale getirdiler, tefrişatı konusunda da bazı hayırsever Müslümanlar yardımcı oldular. Elhemdulillah.

Şükürler olsun 36 tane yatılı talebemiz var, ben hiç bunların ihtiyacının temini için kimseden bir şey istemedim. Hayırsever insanlar yardımda bulunuyorlar. Zaten ben istemeyi de beceremiyorum. Yüce Allah gönderiyor, bundan dolayı Allah’a şükür ediyorum.

Bir kaç defa icaze törenlerimiz oldu, mezun olan talebelerimizin bir kısmı diyanette görev yapıyorlar, bir kısmı da değişik medreselerde Müderristirler.

Kaya: Peygamberimiz “sevenler ahrette beraberdir” demiş bu hadisi biz az açılar mısınız?

Özekinci:Bazı alimler “elmuhebbetu lil exyar” ismiyle kitap yazmışlar. Allah buyuruyor ki eğer Allah’ı seviyorsanız peygambere tabi olun, Tabi peygamberleri seveceğiz, onun yolunda olanları severiz, alim ve Salihleri severiz,

Peygamberimiz “kişi dostunun dini üzerinedir” dolayısıyla bizim etrafımıza bakmamız lazım, kiminle zaman geçiriyoruz, arkadaşlarımız bizi nereye davet ediyor.

Bir gün peygamberimiz minberdeyken bir Arabi soruyor;

-Kıyamet ne zamandır diye ya Resulelleh?, Peygamber(as)

-Sen kıyamete ne hazırlamışsın? O da diyor ki.

-Allah ve Resulunun sevgisini hazırladım, Peygamber(as)

-Kişi sevdiğiyle beraberdir buyuruyor.

Hz.Enes bu hadisi oradan naklediyor.

Kaya: Yüce Allah “ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım” bu mevzuu bir az açar mısınız?

Özekinci: İbadet konusunda bütün peygamberler ve ümmetleri ibadet ile emrolunmuşlar. Yüce Allah onu tanıyalım diye bizi yaratmıştır.

İbadet, hayatını Allahın emrine amade etmektir, dürüst ticaret ibadettir, helal kesp için çalışmak ibadettir, ilimle uğraşmak ibadettir.

Mesela,

Allah hazreti Muhammed’e beni hep tespih et ve ölene dara ibadetten geri kalma, secde ehlinden olmaya çalış, buyuruyor.

Hz.İa(as) ehline “benim ve sizin Rabbınız olan Allah’a ibadet edin” buyuruyor.

Hz.Hud, Ad kavmına ibadet etmeyi emrediyor,

Hz.Salih Semuda gönderdi ve Allah’a ibadet etmeyi emretti,

Şuayb Medyene Allah’a ibadet etmeyi emretti

Hz.Ademi kavnına gönderildi dedi ki “ey kavmim Allah’!a ibadet edin” dedi.

Hz.İbrahimi kavmine gönderdik ve Allaha ibadet edin ve ehli takva olun.

Velhasıl her kavme bir peygamber gönderilmiş ve Allah’a kulluk emriyle görevlendirilmişlerdir.

Yani hayat ibadetsiz olmaz.

Ka’b bin Rabia gece vakti peygambere hizmet ediyor, Peygamber gece namazına kalkarken diyor ki -ya Ka’b benden bir şey iste, o da dedi ki -ya Resulüllah cennette seninle olma istiyorum, Peygamber, -başka bir şey istemiyor musun? -hayır sadece onu istiyorum.

*Habu ki Ka’b Suffe ehlindendi ve hiçbir şeyi yoktu, ama dünyalık bir şey istemedi.

Resulüllah aleyhisselatu vesselam diyor ki, -o zaman kendi nefsin için çok secde et, bana yardımcı ol, dikkat etseniz yine secdeye işaret ediyor.

Kaya: Cuma günü konusunda bir şeyler söyleyebilir misiniz?

Özekinci: Cuma namazı her Müslüman erkek için farzulaydır yanı bütün erkeklerin eda etmesi gerek bir ibadettir.

Ezan okuduğu zaman camiye gitmek farzdır, namaz sonrası yine alış verişe dönülür.

Ezan, Cami, Cuma namazı bunlar şeairi İslam’dandır.

Hutbe aracılığıyla dini ve dünyevi meselelerde Müslümanlar aydınlanıyor aynı zamanda.

Gündemde ne var?

Siyasetle ilgili,

Ticaretle ilgili,

Hak ve Adaletle ilgili Müslümanlar haftada bir de olsa aydınlatılır. Ondan dolayı Cuma günü de Cuma namazı da önemlidir.

Kaya: Bize zaman ayırdığınız için Güncel gazetesi adına size teşekkür ederim.

Özekinci: Bize zaman ayırıp sesimizin kamuoyuyla paylaşmamıza vesile olduğunuz için biz teşekkür ederiz.

guneydoguguncel.com

Mary Weld / Şükran Vahide Kimdir?

Mary Weld / Şükran Vahide Kimdir?

Mary Weld / Şükran Vahide 1949’da 6 çocuklu Katolik bir ailenin beşinci çocuğu olarak İngiltere’de doğdu. Rahibelerin yönettiği bir okulda eğitim gördü. Durham Üniversitesi’nde ‘Şark Araştırmaları’ okudu. 1982’de aynı okulda doktora yaparken Müslüman oldu ve Şükran Vahide adını aldı. 1985’te İstanbul’a yerleşti. Nur Risaleleri üzerinde çalışmalar yaptı. Said Nursi’nin talebelerinden Mehmet Fırıncı ile evlendi.

 

Röportaj teklifi Etkileşim Yayınevi’nden geldi. Türkiye’de yaşayan bir İngiliz kadın, Mary Weld / Şükran Vahide Said Nursi hakkında bir kitap yazmıştı. Acaba kendisiyle tanışmak ister miydim? Kitabı gönderdiler. İnceledim. Sıkı bir araştırmanın süzgecinden geçmiş, okunası bir kitaptı. Fakat yazdıklarından çok kendi hikayesini merak ettim. Müslüman olup Şükran Vahide adını alması ve Mehmet Fırıncı’yla evlenmesi romancı yanımı kışkırtmıştı. Sarıyer’deki evlerine gittiğimde Şükran Hanım’ı aşırı ketum buldum. Kurduğu cümleler çok kısaydı, geçmişine ve özel yaşamına dair pek açıklayıcı değildi. (Tabii o cümleleri birleştirdiğim için siz bunu fazla hissetmeyeceksiniz) Ne giyiminde ne evin döşenmesinde İngiliz asıllı olduğuna dair bir işaret yakalayabildim. Evliliği ‘hizmet’ kolaylaşsın diye gerçekleşmişti. Bunlar bende derin bir hüzün uyandırdı. Yaptığı onca değerli çalışmaya rağmen ‘kaybolmuş’ bir insan gibi gördüm onu. Tabii bu sadece kişisel bir izlenim. İşin gerçeği böyle olmayabilir…

 

Sözler, Mektûbat, Lem’alar, Şuâlar, İşaratü’l-İ’caz ve birçok küçük risale ve kitapları Türkçeden İngilizceye çevirdiniz. Said Nursi’nin Türkçesi Türkler için dahi çok zordur. Siz dilimize bu denli vâkıf mısınız?

Biz Risaleleri okuyarak Türkçe öğrendik zaten. Üniversitede Farsça, Türkçe, Arapça okudum. Öz Türkçe fazla bilmiyorum. Daha ziyade eski sözcükleri biliyorum. Şimdiki insanlar için belki ağır gelebilir Risalelerin dili. Bana zor gelmedi. Bir Kur’an tefsiri olarak asıl mefhumları, konseptleri ve üslubunu öğrendikten sonra hiç zorlanmadım. Sözlüklerle, adım adım öğrendim.

Risalelerle ilk karşılaştığınızda kaç yaşındaydınız?

28. İngiltere’de Durham Üniversitesi’nde Ortadoğu çalışmaları üzerine lisans yapmış ve doktoraya başlamıştım. İslamiyet’e ilgim vardı. 70’lerde bütün gençler arayış içindeydi. Ben de herkes gibi hayatın manası nedir, diye soruyordum. Umumi bir protest hava vardı. Dünyanın çeşitli bölgelerinde mahrumiyet içinde yaşayan insanlar için adalet ve eşitlik isteyen o gruplara katılmadım. Giderek İslamiyet ile daha fazla ilgilenmeye başladım. Said Nursi’nin bazı kitapları Amerika’da tercüme edilmişti. Bir Türk verdi bana. Çevremde yabancı talebeler vardı. Araplar, Türkler, Malezyalılar… Onlar iyi insanlardı. Sonra Ramazan geldi ve ben oruç tuttum. Müslüman değildim henüz.

Fakat Ramazan’ın sonunda namaz kılmaya başladım. O arkadaşlardan biri fotokopi vermişti bana; abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır falan, o kâğıda bakarak öğrendim. O sene Müslüman oldum; fakat bu uzun bir sürecin son noktasıydı.

Müslüman olduktan sonra orada kaldım ve Risalelerle ilgilendim. Hoşuma gitmişti; çünkü iman meseleleri hakkındaydı. Tercümeleri azdı. Daha iyi anlayabilmek için, kendi kendime sözlüğe bakarak kelime kelime tercüme ettim. İlk tercüme ettiğim, Ene Risalesi’ydi. Yani insanın egosu üzerineydi. Çok enteresan buldum.

İnsan birdenbire bir dini bırakıp öbür dine nasıl geçer?

Ben Katolik olarak yetiştirildim. Rahibelerin yönettiği bir okula gitmiştim. Fakat ayrıldıktan sonra katıldığınız dünyada, önceden öğrendiğiniz dinle ilgi kuramıyorsunuz. O zaman dini bıraktım. Din okulda kaldı. Bu okul bizim ailenin geleneğinde var. Bütün kardeşlerim, hepimiz bu gibi okullara gönderilmiştik. Bir din okulu burası, bir manastır. İlkokuldan başlayarak üniversiteye kadar devam eden… Fakat çok akademik bir yer değildi. Dış dünyaya kapalı bir yerdi. Okulun dışındaki dünya bambaşka tabii.

Anne ve babanızla dinî mevzuları konuşuyor muydunuz?

Hayır. Zaten babam hastalandı ve öldü. Nesi vardı bilmiyorum. Ailemle diyaloğum yoktu. Hepsi dindar insanlardı. İsteseydim konuşabilirdim. Fakat fazla sorgulamadım. Okulum yatılıydı. Bazı tatillerde evimize bile gidemedim. Bazı problemler, hastalıklar vardı. Birbirimizden kopuktuk.

Müslüman oluşunuzu aileniz nasıl karşıladı?

Belki bırakırım diye baskı yapmadılar. 31-32 yaşındaydım, fazla bir şey yapamazlardı. İngilizler böyle durumlarda büyük tepki vermezler zaten.

1985’te Türkiye’ye geldiğinizde bir kültür şoku yaşadınız mı?

Yaşamadım. İngiltere’de iki-üç sene Müslüman olarak yaşadıktan sonra buraya geldiğim için sorun olmadı. Daha ziyade Fatih’te kaldım.

Koyu dinî bir muhitte, tek başınıza bunalmadınız mı?

Yok. Yaşamımı sürdürebildim. Memnun oldum aslında. İnsanlar yer bulmama ve eşya teminine yardımcı oldular.

Entelektüel olarak Risale okumak ayrı şey, farklı kültürde insanlarla yaşamak ayrı şey…

Tabii o zaman yeni Müslüman’sınız, öğrenmek istiyorsunuz. Gözünüz başka şey görmüyor. Yaşam tabii farklıdır burada. Fakat tek başınasınız, herhangi bir baskı altında değilsiniz. Eski halimden koptuğum için fazla zor gelmedi bana yani. Ondan sonra evlendim.

Müslüman olur olmaz örtündünüz. Örtünmenin bin türlü yolu var. Siz en geleneksel şeklini tercih etmişsiniz. Neden?

Çünkü bulunduğum yerdeki Müslümanlar böyleydi. Onların da çoğu Arap’tı. Böyle gördüm, böyle uyguladım.

Kendi stilinizi yaratabilirdiniz.

O aklıma hiç gelmedi. Yani durumu kabul ediyorsun. Böyle kapanmak gerekli diye düşünüyorsun. Daha sonra da değiştirmek aklıma gelmedi. Benim örtünme şeklim daha pratik geliyor.

İngiltere’yi özlüyor musunuz?

Hayır. Faydası yok yani özlemenin, kendini yormanın. İstemeseydim buraya gelmezdim. Güzel bir yer burası.

Dilinizi özlüyor musunuz?

İngilizce kitap okuyorum. Bu yüzden daha ziyade İngilizce düşünüyorum. Ama Türkçe konuşuyorum.

Ana dilinizi fazla kullanmıyorsunuz. Ülkenize gitmiyorsunuz. İstanbul’da da farklı ortamlarda bulunmuyorsunuz. Bu kadar içe dönüklük iyi mi kötü mü?

Ben iyi ya da kötü diyemem. Böyledir yani. İnsan duruma göre hareket ediyor.

Sanat, spor, sinema?

Pek gitmiyorum.

Mary Weld’i özlüyor musunuz?

Yok, hiç özlemiyorum. Her şeyin seyri vardır. Elhamdülillah, önceki hayatımda okumasaydım, şöyle böyle yapmasaydım bu işi yapamazdım. O zaman şükretmek lazım.

Evinize baktım. Burada kendi kişiliğinizin yansımalarını görmek istedim. İngiliz stiline dair hiçbir iz yok…

Niye olacak ki? İşte böyledir. Alıştık zaten. Bizkaç senedir buradayız. Ben daha ziyade evdeyim. Yazıyorum, tercüme yapıyorum. İngilizce olarak daha ziyade Risale-i Nurları dışarı tanıtmada çalışıyorum. 91’den beri her iki senede sempozyumlar oluyor biliyorsunuz.

Said Nursi bugün yaşasaydı ona ne sorardınız?

O 1960’ta vefat ettiğinde demirperde, Sovyet Bloku vardı. Komünizme ve materyalist cereyanlara karşıydı. Tabii zahiren, dünyanın durumu çok değişti. Fakat esasen belki o kadar fazla değişmedi yani. Cenab-ı Hak’tan gelen mesajlarla modernizm, Darvinizm, ateizm gibi salt aklın ürettiği cereyanları mukayese eder ve insanlığın saadeti ve kurtuluşu ancak vahiyle olur der. Şimdi 2006’dayız. Demirperde yıkıldı, yeni dünya düzeni, globalizm var. Fakat bu iki cereyan devam ediyor. Aslında o topyekün Batı’ya karşı değildi. Batı medeniyetinde vahiy, İsa Peygamber’in getirdiği mesajlar da vardı; fakat felsefe kısmı galip geldi. Belki şunu sorardım. Yani bu iki cereyan şimdi aynen devam ediyor mu? Yani vahiy ve felsefe mukayesesi modelini bugünkü dünyayı anlamak için kullanabilir miyiz? Çünkü v ahiy galip olmazsa, dünyaya anarşi hakim olur demişti. Ve biz gördük bunu.

Bu, cevabını bildiğiniz bir soruyu onaylatmak olurdu. Ben olsam ona ‘Senin bıraktığın Kürtler ile şimdiki Kürtler arasındaki farklar neler?’ diye sorardım. Çünkü kitabınızdan öğreniyoruz ki ‘Kürtler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti asla kabul etmezler. Onun yerine ölmeyi tercih ederler.’ diyor o zamanki isyanlar sırasında. Bugünkü manzaraya baktığında acaba ne söylerdi?

Said Nursi, ilk önce Kürtlere Müslüman olarak baktı. Şimdiki durumları hakkında bir şey söyleyemeyeceğim. Fakat, Said Nursi, o zaman -ki bu iki makalesi 1920’de, Paris Barış Konferansı esnasında, emperyalist oyunların oynandığı günlerde yazılmış- Kürtlerin Müslüman kimliğini ön plana çıkartarak onları bu oyunlarda kendilerini kullandırmamalarını istedi. Said Nursi, hep birlik ve bütünlük için çalıştı.

Said-i Nursi bugün yaşasaydı Ermeni, Yahudi ve Rum azınlıkların problemlerine bakışını merak etmez miydiniz?

Sorunuzu tam anlayamadım. Şimdi, teorik olarak azınlık yoktur ki problem olsun. Fakat belki hatırlatmakta fayda var: İkinci Meşrutiyet yıllarında Said Nursi meşrutî hükümeti ve dolayısıyla bütün Osmanlı unsurlarına eşit sivil ve siyasî haklar verilmesini, can-ı gönülden destekledi. Meşrutiyet’in hem İstanbul’da hem Doğu Anadolu’da halklara kabul ettirilmesi için gayret gösterdi. Ayrıca eşit hakların vs. verilmesi hakkındaki argümanlarını İslam şeriatından alınmış prensiplerle destekledi. Kendisi için bu mesele problem teşkil etmedi ve onu gerekli gördü.

Risaleler ikna edici

Said-i Nursi Batı’da diğer Müslüman düşünürler kadar çok tanınmıyor. Size göre onun diğerlerinden farkı nedir?

Batı’da Said Nursi diğer Müslüman düşünürler kadar tanınmış değil; ama her geçen gün orada neşredilen kitap, makale vs. sayesinde çok daha iyi tanınıyor. Bana göre, Batılılar ve Müslüman olsun olmasın bütün insanlar için önemi şundan: İslam’ın esas akide ve inançları için ikna edici kanıtlar sunması, Kur’an’dan alınmış bir düşünce sistemi çerçevesinde bir insanın kendi düşüncelerini kolayca açıklayabileceği iman ve imansızlık tahlillerini takdim etmesi, bulunduğumuz dünyayı Allah’ın varlığını bildiren ayetler olarak görmeyi öğretmesi… Bu yaklaşım, Batı’da Aydınlanma sonrası düşünce cereyanlarından ortaya çıkan birçok sorunu çözüyor, varlığın dünya ve ötesiyle uyumlu bütünlüğünü ispat edip inanan insanı inşa ediyor. Bana göre, Risale-i Nurların Batı’ya vereceği çok şey var. Çünkü post-modern veya post-post modern bir ortamda olan insanlar ‘spirituality’ içinde arayışlarına cevaplar arıyorlar ve maalesef sık sık yarım hakikatlerle veya sapık akımlarla yollarını şaşırıyorlar.

Evlenmek hiç aklıma gelmemişti

Evliliğiniz nasıl oldu?

Buraya geldiğimde bu işler münasebetiyle tanıştık. Çok yardımsever, iyi bir insan. Fakat tabii evlenmek hiç aklıma gelmedi. Evlenmek için gelmedim buraya yani. Bazı işler vardı, onları yaptım. Bittikten sonra başka işe başladım. Fakat sonsuza kadar burada mı kalacağım bilmiyordum. İşte kısmetimiz buradaymış. Evlenmeyi kendisi teklif etti. Herhalde hizmetler için, daha kolaylık olsun diye. Çünkü zorluklar oluyor tabii yalnız bir kadın olarak. Bütün resmî işleri kendim yapıyordum. O bakımdan kolaylık yani başka birinin olması.

Aranızda epeyce bir yaş farkı var. Sizi himayesine mi aldığını düşündünüz?

Herhalde. Tabii insanın duyguları vardır. Sevmeseydim evlenmezdim.

Mehmet Bey Nur talebesi olmasaydı ilginizi çeker miydi?

Herhalde tanımazdım. Daha çok bu camiada bulunuyordum. Şimdi de böyle, daha ziyade burada çalışıyoruz.

Hiçbir zaman başka grupları, başka insanları merak etmediniz mi?

Risaleleri şahsen çok faydalı bulduğum için daha ziyade onlara çalıştım.

Hiç İngiliz arkadaşınız, mektuplaştığınız, görüştüğünüz kimse yok mu?

Çok az.

Buna üzülüyor musunuz?

Böyle olmuş işte…

Nuriye AKMAN’ın Roportajı

İngilizce Risale-i Nur için:

www.sozler.com.tr

www.NurNet.Org