Kategori arşivi: Yazılar

Şükran Hanımın İlk Namazı

Şükran hanım onbeş yaşında yaşı büyültülerek bir devlet dairesine memur olmuştu. Babası yeni vefat etmiş kendinden büyüt dört ablası birde küçük erkek kardeşi vardı. Ablaları evlenip gitmişti, kardeşi ve annesi ile küçük bir kasabada yaşıyordu. Evin geçim kaynağı babadan kalan emekli maaşı ve kendi aldığı maaştı. Babasının hastalığı sürecinde eşe dosta oldukça borçlanmışlardı, öde öde bir türlü bitmiyordu borçlar, işte o zaman tanıştı borçla.

Öğretmen Fehmi beyle hayatı kesişen Şükran hanımın iki oğlu oldu, iyi birer tahsil yapan oğullarını okutmak hiçte kolay olmamıştı.
Bir evimiz olsun deyip eşinin babasına ait arsaya bir kat ta onlar çıkmıştı. Dişinden tırnağından artırdıkları ile yaptıkları evi arsa sahibi baba sahiplenmek isteyince çok zorlu bir hak arama süreci geçirdiler. Nihayetinde hak ettiklerine kavuşmuşlardı ama bütün o tatlı hayallerde bitmişti.

Her ay sonu yapılan hesaplarda ev ekonomisi her seferinde açık veriyordu. Oysa Fehmi bey öğretmen olmasına rağmen hafta sonları ek iş yapıyor ama yine ay sonu hesapları açık vermeye devam ediyordu.

Büyük oğlunun düğünü bitmiş, misafirler gitmiş, Şükran hanım eşini arabada bekliyordu ama Fehmi bey bir türlü gelmiyordu, arabadan inip tekrar düğün salonuna dönünce eşini fotoğrafçı ile tartışırken buldu, Fotoğrafçı elinde bir çok fotoğraf kaldığını bunları alması gerektiğini söylüyordu, Fehmi bey de, alayım kardeşimde cebimde son kalan para bu, ne yapayım şimdi, dese de fotoğrafçı diretmeye devam ediyordu, Şükran hanım eşinin cebindeki son parayı alıp fotoğrafçıya vererek, al kardeşim bunu fotoğraflarda sana kalsın, deyip Fehmi beyi arabaya bindirmişti.

Arabada hiç konuşmadılar, eve geldiklerinde oldukça geç olmuştu.
Şükran hanım ve Fehmi bey, oğlunu evlendirmiş çok mutlu olmaları gerekirken yakasını hiç bırakmayan borçlar onları yine mutsuz etmeyi başarmıştı, sabah ekmek almaya bile para yoktu.

Karma karışık duygularla boğulan Şükran hanım, Fehmi beye

-Biz bu hayatta hiç mutlu olamayacağız galiba bu hayat beni gerçekten çok yordu, gel birer kutu hap içelim bu hayattan gidelim, dedi. Fehmi bey

– Bu bir çözüm değil, diyerek karşı çıktı ama Şükran hanım kafaya koymuştu, babasının ölümüyle başlayan çekilmez hayatına son verecekti.
Duşunu aldı, ilaç kutusuna yöneldi, gözüne “yasin” kitabı takıldı, kitabı aldı Türkçesinden biraz okudu, o an iki rekat namaz kılıp ilaçları öyle içmeyi düşündü, aynı rafta bulunan namaz kitabından namazı nasıl kılması gerektiğini öğrenmeye çalıştı, öğrendiği kadarıyla namaza durdu, Allah’a yönelmiş, bildiği duaları okuyordu, ama çok başka şeyler oluyordu, öyle hafiflemişti ki, duygularına, kalbine hıçkırıklarına hiç söz geçiremiyordu. Aklı, düşünceleri çok farklı bir yere gitti, böyle bir iç huzuru ömründe ilk kez tadıyordu.

İnsan cesedi ; havaya, suya, gıdaya muhtaç olduğu gibi, insan ruhu da namaza ne kadar muhtaçmış meğer.
Aman Allah’ım! Bu nasıl bir şeydi? Hiç bitmesin istedi bu namazı.

Rüku secde, evet; Allah’ı, onu yoktan Yaradın’ı iliklerine kadar hissediyordu. Beden yerde, secdede ama hayır, o bulutların üzerinde idi, hafif hafif ama çok tatlı esen rüzgar, mis gibi kokular, tarif edilmez çok ama çok güzel duygular. Namazın ne kadar sürdüğünü hiç bilmiyor iki rekat namaz belki saatlerce sürmüştü.

Bu dünya darül hizmettir; ücret almak yeri değildir. Ameli sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirette verilecek olsa da bu dünyada da göstermiş, tattırmıştı numunesini.

Selam verdiğimde iki elini açarak “Allah’ım ne olursun, hiç bitmesin bu güzellikler” diye yalvarıyordu yaşlı gözlerle.
Allah kabul etti dualarını.
Elhamdülillah.

Çetin KILIÇ

Zaman, Cemaat Zamanıdır

Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Ortak akıl tek akıldan, iki el bir elden, daima üstün ve galiptir. İki tane “1” alt alta “2” ederken yanyana “11” ediyor. İslam adına insanlık adına hizmet eden her fert ve bütün cemaatler, sivil toplum örgütleri, ferdiyetçilik mikrobundan kurtulmak ve meydana getirilecek şirketi mâneviye havuzunda benliğini eritmek zorundadır, şayet eritemiyorsa, o zaman toplum ve cemaat bilinci yok olur.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu zamanda cemaat olmanın ve cemaat hâlinde hareket etmenin önemini şöyle tarif ediyor. “Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek.”

Kâfirler, din düşmanları, hatta insanlık düşmanları, kitlesel ve cemaat şeklinde plan ve program dahilinde hücum ediyorlar. Birleşik devletler, Birleşik Milletler, Avrupa Topluluğu gibi organize birer hücumla karşımıza çıkıyorlar, bizlerinde bunlara organize ve kitlesel bir şekilde karşılık vermemiz gerekiyor.

Öyle ise İslam toplumları birlik ve beraberlik içine girip, kâfirlere karşı tek vücut tek cemaat olmaları gerekir. Yoksa Allah bize galibiyeti tattırmaz. Küfür bu zamanda ehl-i imana cemaat ve cemiyet şeklinde hücum ediyor, adeta bir tek Müminin karşısına büyük bir küfür ordusu dikiliyor. Hâl böyle olunca bir Müminin böyle dehşetli bir cemaat ve cemiyetlere karşı tek başına karşı koyması hem maddi hem de ruhi olarak mümkün değildir.

Bu sebeple Kur’an ve iman hizmetkarlarının şahs-ı manevi hâline gelip küfrün şahs-ı manevisine mukabele etmesi zaruri bir ihtiyaç ve realite haline gelmiştir. İttihad-ı İslâmı ilk önce küçük dairede mahalli meclislerde tesis etmeliyiz. İslâmiyet dairesi içinde kim hangi meşrebde olursa olsun bu tesisin meydana gelmesine kuvvet vermelidir. Böyle hareket etmekle Allah’ın rahmeti celp olur, fiili dua olur, büyük dairede de ittihad-ı İslâmın meydana gelmesine vesile olur inşallah.

Selam ve dua ile kalın.
Çetin KILIÇ
Kaynak ; RNK, sorularla İslamiyet.

Kıyamet neden kâfirlerin başına kopacak?

İnsanların merak ettiği konulardan biri de kıyametin ne zaman kopacağıdır. Asıl olan kıyametin ne zaman kopacağı değil, bir gün mutlaka kıyametin gerçekleşeceğine iman etmek ve ahiret hayatı için hazırlıklı olmaktır. Yoksa kıyametin küçük örneklerini hemen hemen her gün minarelerde yükselen selâ sedâlarıyla işitiyor ve ölümle bir nevi küçük kıyametlerin koptuğunu görüyoruz.

Cenab-ı Allah, yüce âyetinde kıyamet, “sizi ansızın yakalayacaktır” 1, fermanıyla kıyametin vakti insanların bilemeyeceklerini buyurmuştur. Kıyametin ne zaman kopacağı hakkında soranlara Hazreti Muhammed (asm) bilgisinin olmadığını belirtmiştir. Bunun bir hikmeti de bizim şahsî ecelimiz gibi kıyametin de ne zaman kopacağının bilinmemesi insanları teyakkuzda bırakmasıdır. Sahabeler hemen kıyamet kopacak gibi daima teyakkuzda bulunmuşlar.

Cenab-ı Allah, (cc) Resulüne (asm) şöyle bildirmiş: (Resulüm) “İnsanlar senden kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Onlara de ki: Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.” 2
Evet, insan yaşamak ister. Fakat er-geç ölüm hadisesi ile gerçekleşen insanın küçük kıyameti ansızın gelebildiği gibi, büyük kıyamette ansızın gelebilir. Mü’minlere düşen her an teyakkuzda bulunmaktır.

İkinci husus: “Kıyamet neden kâfirlerin başına kopar?”

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Mektubat eserinin On Beşinci Mektubu’nda, “Kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır” 3 buyurmuş.
Toplu ölümlerin örneği Hazreti Nuh, (as) zamanında gerçekleşmiştir. Hazreti Nuh’a, inanmayanlar, Nuh tufanında topluca boğulmuşlar. Keza daha sonra ki dönemlerde Ad, Semud ve Lut (as) kavmine toplu afetler gelmiştir. Bu afetlerden mü’minler kurtulmuşlar.
Kıyametin büyük âlâmeti olan güneşin batıdan doğması ve tövbe kapısının kapandığı bir anda mü’minlerin topluca ölmeleri; kâfirlerin de artık iman etmeleri geçersiz sayılacağı için kıyamet başlarına kopacaktır.

27.11.2023

Rüstem Garzanlı (Ağrak)
Dipnotlar: 1- A’raf, 187. 2- Ahzab, 63.

3- Mektubat, 15. Mektup, 4. sual.

Cenab-ı Allah, bizi şükre dâvet ediyor

Kur’ân’ı Kerim’de Allah ‘cc’, “Yalnız Allah’a kulluk et ve şükür edenlerden ol” 1,Keza, “Şükür ederseniz elbette daha çok veririm.” 2, gibi ayetlerle bizi şükre dâvet ediyor.

Şükür nimetin arkasındaki eli görüp nimeti verene karşı teşekkür etmektir. İnsan önce nimeti vereni görüyor, yani doğruluyor sonra teşekkür ediyor. Şükürsüzlük ise, hem nimetin arkasındaki eli görmezlikten gelmek ki, bu bir yönü ile inkâr etmek mânasına gelir, hem de nimeti verene karşı nankörlüktür.

Sevdiğimiz bir dostumuz bizi ziyafete çağırsa ve türlü türlü ikramlarla bizi memnun etse; biz de o yemekleri iştahla yiyip içsek, ziyafetten sonra ona teşekkür etmeden kalkıp gitsek, ona karşı büyük bir saygısızlık ve nankörlük etmiş oluruz.

Oysa insan kendisine iyilik yapan birine ömür boyu minnet duyar.Yüce Allah bizi taş yapmadı, hayvan olarak yaratmadı, iman ve İslamiyet ile şereflendirdi, kâinatın özü, mevcudatın başı, mahlûkatın ziyneti yaptı, en harika nimetlere mazhar etti. Bu nimetleri bize veren, Cenab-ı Allah’a ne kadar şükür etsek gene de azdır.

Peki şükrün ölçüsü nedir, diye akla bir soru gelebilir? Bunu asrın müellifi Bediüzzaman hazretlerinden dinleyelim: “Şükrün mikyası kanaattır ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir. Evet, hırs, şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-ı mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir.” 3, şeklinde nazara vermiştir.

Günümüzde öylesine israf haddi aşmış ki, artık meşru dairedeki kazanc ihtiyaçları karşılayamayacak duruma gelmiştir. Bireylerde olduğu gibi devletler nezdinde de israf hat safhaya çıkmıştır.

Bunun için zulmü mübah gören ABD, İngiltere, Fıransa gibi devletler sözde “insan haklarını savunma” adına islâm devletlerini işgâl ederek manen ve maddeten sömürüyorlar.

“Zulm eden zalimdir.” Ey zalimler! “İnsan hakları savunma” adına insanlara zulm etmeyin, o kirli ellinizi mazlûm halkın boğazından çekiniz. Dün Afganistan, İrak, Libya, Suriye. Bugün Filistin, yarın başka islâm devletlerine yaptığınız ve yapacağınız alçak saldırılardan ve Gazze’yi haritadan silip istasyonuzu yapma hayalinden vaz geçiniz. Öldürdükleriniz çocuk, kadın, yaşlı, hasta ve yaralılardır.Biliniz ki, insanlık sizi kınıyor, naletliyor.

Sonuç olarak bugün dünya üzerinde yapılan haksızlıkların altında iktisatsızlık ve şükürsüzlük geliyor. ABD, yarın aç kalacağım diye bugün haksız yere insanları öldürüyorsa bu da şükürsüzlüğün bir neticesidir.Vessellâm.

19.10.2023

Rüstem Garzanlı

Dip Notlar:1-Zümer sures,66. 2- İbrahim Suresi 7. 3-Mektubat,5.Mesele, s.612.

Akıl

Akıl bir alettir, anlamaya yarar. Her şeyde olduğu gibi aklın kullanımında da ifrat tefrit söz konusu olabilir. Herşeye itiraz etmek gereksiz merak etmek, her şeyi öğrenmek istemek, aklın kullanımında ifrat etmek olur. Doktorun verdiği reçeteyi eline alıp, “siz şimdi bana neye göre teşhis koydunuz da bu ilaçları veriyorsunuz? ” demek doğru değildir, veyahut trene uçağa binip makinistin yahut pilotun yanına gidip “sen bunu nasıl kullanıyorsun bizi sağ salim götürebilecekmisin? ” diye sormak ta senin işin değil. Bazı ilimler eğitim gerekir öğrenebilmek yıllar alır.

Merak ilmin hocasıdır elbette sorup öğrenecez hakikatten arzuluyorsak eğitimini alacağız.
Fakat bir insan ancak bir yada birkaç konuda ihtisas sahibi olabilir, diğerleri için teslim olmak icap eder. Yiyeceklerimizin sağlıklı olup olmadığını her seferinde biz kontrol edemeyiz, eden kuruma itimat etmek zorundayız. Altın yahut para sahtemi değilmi yine o konuyu bilene itimat ederiz.

Hayatın akışında zaman zaman mucizelerle karşılaşıyoruz, aslında mucize olmayan hiçbir şey yoktur. Doğum bir mucize değilmi? nefes almak, konuşmak, hatta yürümek bir mucize değilmi? Tavuğun yumurtlaması biraz düşünen için mucize değil de nedir ki? Yumurta şeklinde bir cisim için bile kaç tavuk büyüklüğünde torna makinası lazım. Yumurtayı alıyorsun ister omlet yap ister menemen, istersen koy tavuğun altına bir tavuğun daha olsun. Bunu açıklamak atomlar, protonlar, elektronlar, evrim devrimle olmaz, ilime bilime asla kat a karşı olmak demek değil bu.

Benim kitabım “oku” diye başlar, bilenle bilmeyeni bir tutmaz, alimin mürekkebini şehidin kanından üstün tutar. Bunu açıklamak ancak ve ancak ilmi kudreti sonsuz Rabbim yapar dersen aklın ikna olur. “A” harfini yazmak bile ilim, irade, kudret gerekir, tavukta yumurtayı yapacak ilim mi var? İrade mi var? Kudret mi var? Sebepler, doğa, tabiat deyip işin içinden çıkamazsın, kendini kandırırsın.

Adam Peygamberimiz(sav)’in miracını sorguluyor. Başını kaldır bir bak dünyadan milyonlarca kat güneşi yıldızları sapan taşı gibi döndüren kudret en sevdiği kulunu Resulünu bir anda niye mîraca çıkaramasın, zamanın sahibi O değilmi? Mekanın sahibi O değilmi? Karınca ile ışık bir yerden bir yere nasıl ki farklı zamanda varıyor, karınca bir cm yol alırken aynı zaman diliminde ışık dünyayı 75 kez dolaşıyor, böyle sonsuz kudrete sahip birine nasıl yaptın denilir mi?

Allah’ı tanı, Yaradanını bil, senden ne istiyor öğren, emrine itaat et rahat et, vaad ettiklerine kavuş.
Selam ve dua ile kalın.

Çetin KILIÇ