Din ile Fennin Kesiştiği Kavşak

Memleketimiz de hala imansız yaşayan fenden mürekkep yalayan zavallılar Dünyaca meşhur ilim adamı olan Albert Einstein’in Allahın varlığı hakkında görüşlerini görsünler ve ders alsınlar.

Albert  Einstein

Bu dünyada yaşadığımız hayat bizim için bir sırdır. İnsan bu geçici dünyaya,  gelişinin sebebini düşünmeli? Bunu herkesin anlaması imkânı olmaması ile birlikte, Duygularımız bize diyor ki, buraya gelişimizde ilahi bir maksat var.  Gün geçtikçe ömrümüzün azaldığını görünce bunu anlıyoruz. Bizim bütün hareketlerimiz bize bunu anlatıyor. Vücudumuzda vuku bulan  İç ve dış hareketlerimiz de görüyoruz ki, bu işler bir  kuvvetin te’siri ile oluyorlar. Bundan anlıyoruz ki, vücudumuzun hareketi ile ilgili biz felsefe yapamıyoruz.

Bu hususta Schopenhauer’in görüşü doğru: “İnsan bazı isteklerini yapar ama, her istediğini istediği şekilde yapmaya hür değildir.” demiş. Yani insan yaptığını kendine mal edemez. Ben hayatımı bu düşünce üzere devam ediyorum.

Beni kendine bağlayan: Hayırseverlik, güzellik ve doğruluktur. Bu esasları düşünerek hiçbir zaman beni lüks ve konfor hayat kendine çekememiştir. Benim nazarımda konfor hayatın peşine kendini veren kimseyi: Hayvanın yediği ota benzetirim. Siyaset ve Hürriyyetin hedefi kendinin ve milletin haklarını korumak olmalı. Hiç kimse kendini tapanak yapıp Allaha karşı hürmete engel olmamalı.

Benim nazarımda insan için en güzel şey kendini gösterişten bir sır gibi saklamalı, Bu hayatı yaşamayan kişi ölü gibi sayılır, onun gözleri görmez bir haldedir. İnsanın iç sırlarını ayakta tutan dinine bağlılığıdır. Çünkü insandaki ana kuvvet Allahtan gelir. Çoğu Allah inancına  yetişemiyor. Çünkü Allah’ı varlıklarda değil, yaptıklarında kendini göstermek istiyor.

Dinin esası Allahın varlığına inanmakta yatar. Onu göz ile görmesek te; Akıl Onu her zaman görmeli. Bu inanç insan için büyük bir zenginliktir. Öyle bir zenginlik ki hiçbir zaman bitmez. Ben onlarla beraberim ki, Allaha karşı ihlasla bağlanıp takvayı elde ederler. Ben hiçbir zaman onlar ile olmam ki: derler Allah bu mahlukatı bu dünyada sevindirmek ve üzmek için yaratmıştır. Bana Allahın kainattaki mu’cize varlıklarını seyretmek yeter. Benim ana maksadım kainatta ki Allahın sayısız varlıklarından en küçüğünü keşfetmek.

Bu inancım sebep oldu beni kurtardı, hatta ölüm korkusundan da. Eskiden insanlar çok şeyin hakikatini bilememişler, hatta insanın canını bili kendi kendine olan  bir şey sanmışlar. Ondan sonra Allahın varlığını kabul etmişler ve ona kurban kesmişler.

Dini hayata sahip olmak için içtimai hayata önem verme lüzumunu kabul etmişler. Fakat anne baba ve devleti idare edenler, bunların  tamamı geçici şeyler. Bütün bunlar Allahı bulup, ona inanmak ve ahlaklı olmak için insana birer sebep ve uyarı. Hatta milliyetçilik insan için bazen mukâfata, bazen da cezaya sebep olur. Menfice milliyete sahip çıkarsan ceza, ona müspet  sahip çıkmak ise lehine olur.

Bütün medeni devletler, ahlak ve terbiyelerini dinden almıştırlar. Bazen olur ki, içtimai hayatta ahlaka sahip çıkmak, insani yükseltir. Bu ahlakın da kaynağı dindir. Çünkü insanlardan bazıları iman ve dine sahip olmayı, kendisi için yüksek bir ahlak bilir, ben bunu kozmik bir din sayarım. Yani her yaratıkta Yaratanını görmen lazım. Yani düşüncenin derinlemesine girerken kâinatta görünen her yaratıkta Allahın nasıl bir mucizesi yarattığı görünür.

Böyle bir düşünce insanın duygularını genişleterek insanı yükseltir. Ben inanıyorum ki fen ve san’atın ana vazifesi Allahın varlığını İnsana inandırmaktır. Her ne kadar fencilerin çoğu derler ki: Din başka, fen ilimleri başkadır. Benim düşüncem aksi istikamettedir. Mademki her şey bir sebep tahtında meydana gelir. Elbette ilk  yaradılış dahi bir sebebe bağlıdır. Ana sebep te Allahtır.

Bu hususta benim gibi sizde yaratıklara bakıp inceledikten sonra görürsünüz ki: Onlar kendi kendine olmamışlardır, muhakkak onların bir yaratanı var. Kâinatın yaradılışı hususunda  daha önceki fencilerin görüşü daha isabetlidir. Onlar birleşerek Allahın varlığını kabul ederek, Allahın varlığına inanarak yaşamışlardır.

Kepler ile Nevton senelerce tahsil ettikten sonra önce yazdığım karara varmışlardır. Halbuki yalınız fenni araştırma ile vakit geçirenler, Yaratıcının varlığına bulmaktan mahrum kalmışlardır. Allahın ilhamına mazhar olup araştıranlar kendi kalplerini nurlattıktan sonra, diğer insanların de inanmalarına yardım etmişlerdir. Her ne kadar müşkülat ve tenkitlerle karşılaşmışlar ise de, onların ma’nevi duyguları galip gelmekle araştırmada ilerlemeye devam etmişlerdir.

Bir muasırımız bu kelime ile çok isabet etmiştir:

“Bu maddiyyunluk asrında, insanın duygularının derinliğine hakim olan din onları öğretmiştir  ki, daha önceki ilim adamlarından ders almaya.”

İbrahim Sıtkı Eröz’ün Ne için Allaha İnanıyoruz kitabindan yalnız: Albert Einstein yazısını derleyerek almışımdır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Tevazuda İnsanlardan Bir İnsan Olmayı Nasip Eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Aklımı; pozitif ilimlerin nuruyla
Vicdanımı dinin ilimlerin nuruyla nurlandır Ya Rabbi!
Her iki nurla da Hayatımı nurlandır Ya Rabbi!

Allah’ım!
Tevazuda insanlardan bir insan olmayı
Çalışma ve gayrette insanlardan farklı bir insan olmayı nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Sadelikle bayağılığı
Tevazuyla zilleti
Vakarla gururu
Başarısızlıkla mağlubiyet arasındaki farkı idrak ederek hayata geçirmeyi nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Yeteneklerimizin gücüyle topraklarımızın bereketini birleştir Ya Rabbi!

Bizlere sonsuz rahmetinle içimizdeki gücü uyandırmayı yeniden nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Üzerimize; Rahmetinden bereketli yağmurlar yağdırdığın gibi
Kalplerimize; aşk şevk gayret heyecan kardeşlik birlik beraberlik ve sevgi yağdır Ya Rabbi!

Allah’ım!
Say ve gayretimizi su damlaları gibi sürekli
Tembellik ve cehaletimizi örümcek ağı gibi güçsüz eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Bağlılıklarımızın bağımlılığa dönüşmesinden sana sığınırız muhafaza eyle Ya Rabbi!

Aşırı sevginin ve aşırı öfkenin gözümüzü kör etmesinden sana sığınırız bizleri muhafaza eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Baktıklarımı görmeyi
Gördüklerimi anlamayı
Anladıklarımı hayata geçirmeyi
Duyduklarımı da gerçeğin süzgecinden geçirmeyi nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Hayatımın en acı günü; düşmanlarımın beni ahmak dostlarımın şerrinden kurtardıkları gün olmasın muhafaza buyur Ya Rabbi!

Allah’ım!
Bizleri hayırlı ve güzel işlerde acze düşürme
Kötü ve çirkin işlerde gayrete getirme Ya Rabbi!

Allah’ım!
Kalbim çalıştığı müddetçe gayretimi de kalbim gibi sürekli kıl Ya Rabbi!
Kalbim durduğunda ise eserlerimi manevi hayatımın manevi kalbi olarak devam ettir Ya Rabbi!

Allah’ım
Beni nefesleriyle hayatlananlardan değil yaşadığı hayatla nefes alan kullarından eyle Ya Rabbi!

Allah’ım
Geçmiş için manasız üzülmekten
Gelecek için luzumsuz kaygılanmaktan beni muhafaza eyle.
Geçmişin hüzünlerini sevince geleceğin kaygılarını gayret ve başarıya dönüştür Ya Rabbi!

Allah’ım!
Bugünümü dünlerin hüzünlerine ve yarının endişelerine yedirme Ya Rabbi!

Bugünümü deli dolu değil; dolu dolu yaşamayı nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Gerçeği insanlara göre değil İnsanları gerçeğe göre değerlendirmeyi cümlemize nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Düşmanlarımızın bize olan kin ve öfkesini sevgimizin ateşinde erit ya Rabbi!

Bizi öldürmeye gelenleri ihlas ve içtenliğimizin içinde yeniden dirilt Ya Rabbi!

Allah’ım!
Kur’ an-ı; mezarlara vicdanlara mahkum etmekten beni koru. Mezarlaşmış kalbimi en az mezarda yatanlar kadar Kur’an-dan istifade ettir Ya Rabbi!

Allah’ım!
Tercihlerimi yaptığımda aklımın olmamasından
Aklımı bulduğumda da tercihlerimi yapmış olmaktan sana sığınırım muhafaza buyur ya Rabbi!

Bizlere yirmi yaşında bir fizik yüz yaşında bir bilgelik nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Her gün yeni şeyler öğrenmeyi öğrendiklerimle de de her gün yeni şeyler yapmayı nasip eyle Ya Rabbi!
İki günü eşit olmaktan cümlemizi muhafaza eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Öfkemde de sevincimde de itidal üzere olmayı nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım
Bizlere hatalarında ısrar etmemeyi nasip eyle Ya Rabbi!
Ekşi bir limonu(acılarımızı) tatlı bir limonataya dönüştürmeyi cümlemize nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım
Çaresizliğimin çaresi sensin Allah’ım!
Çarelerinden çaresiz kılma Allah’ım!

Alla’hım!
Ekmek kıtlığından su kıtlığından sana sığındığımız gibi adam kıtlığından da sana sığınıyoruz muhafaza eyle Ya Rabbi!

“Allah’ım!
“Ameli olmayan hesap günü için
Hesabı olmayan bu amel gününde rızana uygun bir hayat yaşamayı nasip eyle Ya Rabbi ”

Allah’ım!
Aklıma ilim ve hikmet
Fikrime feraset ve basiret
Bedenime sıhhat ve afiyet
Ruhuma da tekamül ve sükûnet ihsan eyle Ya Rabbi!

Allah’ım
Sözümüzü baldan daha tatlı
Özümüzü kristalden daha şeffaf
İşlerimizi çelikten daha sağlam eyle Ya Rabbi!

Allah’ım
Cümlemizi tevbe ateşinde yanarak Cehennem ateşinde yanmaktan muhafaza buyur Ya Rabbi!

Allah’ım!
Namazlarımızın merasime dönüşmesinden
Camilerimizin gıybethane ve tembelhaneye dönüşmesinden
Cemaatimizin merasim kıtasına dönüşmesinden
Oruçlarımızın açlığa dönüşmesinden
Haccımızın seyahate dönüşmesinden
Kandillerimizin bayramlarımızın festivale dönüşmesinden
ibadetlerimizin adete dönüşmesinden
Alimlerimizin bilgisayara dönüşmesinden
Evlerimizin lokanta ve pansiyona dönüşmesinden
Evliliklerimizin evcilik oyununa dönüşmesinden sana sığınırızbizleri muhafaza eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Söylediklerimizi gönlümüzün en derinliklerinde hissetmeyi
Hissettiklerimizi de en güzel şekilde ifade etmeyi nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Azdıran zenginlikten İsyan ettiren fakirlikten sana sığındığımız gibi haysiyet fukaralığından kişilik fukaralığından da sana sığınıyoruz muhafaza eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Bizlere televizyonlu odadan kütüphaneli odaya hicret etmeyi nasip eyle.
Mutfağımızdaki tabak sayısı kadar kitap okumayı nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Sana kurban keserken zaaflarımızı da sana kurban etmeyi nasip eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Kan kaybından ölmekten sana sığındığımız gibi değer kaybından ölmektende sana sığınıyoruz muhafaza eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Cümlemize rızana uygun bir hayat yaşamayı ve son nefeste imanla ölmeyi nasip eyle Ya Rabbi!
Amin amin amin…

ALLAH RIZASI İÇİN EL-FATİHA!

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Ebrehe’den Daha Akıllı Fil

Miladi beş yüz yetmiş bir senesinde

Mübarek Muharrem ayının on yedisinde

 

Pazar sabahı, güneşin ilk ışıkları, üzerinde Kâbe’nin

Ordu hazır, hücum emrini beklemekte Ebrehe’nin

 

Altmış bin asker, on üç fil, kendinden Ebrehe çok emin

Hiç kuvvet yok karşısında, direk üzerine gidilecek Kâbe’nin

 

Aklınca yakıp yıkacak Kâbe’yi, kazanacak mutlak zaferi

Alacak intikamını, geçecekti aklındaki öfkesi, kalbindeki kini

 

Verildi emir, hareket etti ordu Kâbe’ye doğru

Nüfeyl b. Habib ise, Ebrehe’nin kılavuzu

 

En büyük fil olan, Mahmud’un eğildi kulağına

“Çök Mahmud, geldiğin yere dön, sakın kalkma”

 

“Allah’ın mukaddes saydığı beldedesin sen”

Bu sözleri duyar duymaz koca fil çöker hemen

 

Kalkmaz yerinden fil, bütün ordu onunla uğraşır

Tüm asker bırakır Kâbe’yi, Mahmud’la savaşır

 

Parçaladılar kafasını, altına yaktılar ateş

Hiç kımıldamazdı artık, inse yere güneş

 

Yemene, Şam’a, doğuya çevrilince eder hareket

Kâbe’ye dönünce hiç kımıldamaz, ettiler hayret

 

Heyecan içinde fil ile mücadele ederken asker

Göründü bir kuş sürüsü, üzerlerine hücum eder

 

Tüm ordunun üstüne simsiyah bulut gibi çöker

Gaga ve ayaklarındaki taşları atarlar birer birer

 

Kuran’ı Kerim, ebabil diye adlandırır bu kuşları

Ayakları ve gagalarında taşırlar esrarlı bu taşları

 

Mercimek veya nohut kadardı her bir taş

Şiddetle devam ediyordu bu İlahi savaş

 

Anında çöker yere, isabet alan her asker

Debelenerek ölümleri birbirinden beter

 

Allah’ın askeri çok, bu sefer kuşlar savaşır

Her bir Ebabil kuşu pişmiş üç adet taş taşır

 

Taş yağmuruna tutuldu altmış bin kişilik ordu

Askerler şaşkın, korkudan sağ sola kaçıyordu

 

Koca ordu birden bire uğradı bozguna

Yığınla ceset oluştu, her biri paramparça

 

İsabet alır Ebrehe’de yaralı olarak taşınır

Cesedi paramparça olmuş bir leşi andırır

 

Vücudu, pul pul olup dökülür parçalanarak

Adeta her bir zerresi ayrıca ölür, ölümü tadarak

 

Hemen ertesi gün yağmur başlar çok şiddetli

Sular sel olup denize döker toplar cesetleri

 

Peygamberimizin doğumuna elli, elli beş gün kala

Bölge halkı şahit olur, çok müthiş dehşetli bu olaya

 

Bunları Cenabı Allah bize “Kuran’da” anlatır şöyle

Kudretini, insanlığa hatırlatır “fil” süresinde işte böyle

 

“Görmedin mi Allah fil sahiplerine ne yaptı?”

“Onların kötü planlarını boşa çıkardı”

“Üstlerine gönderdi sürülerce kuşları”

“Attılar üzerlerine kuşlar, pişkin tuğladan yapılmış taşları”

“Onları yenik ekin yaprağı gibi paramparça etti, kuşların bu atışları”

 

Bekir Özcan-Borborunbekir

www.NurNet.org

Sosyal Depremle İmtihan Olmak

Saad bin Ebi Vakkas hazretlerinden aktarılan bir hadise göre Peygamber (sav) efendimiz, bugün Medine-i Münevvere’de  İcabe Mescidi olarak bilinen yerde secdeye kapanmış ve uzun süre öylece kalmış. Secdede uzun süre kalması, sahabeyi meraklı bir endişeye sevk etmiş. Başını secdeden kaldırır kaldırmaz, sahabeden biri “Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah ne oldu. Niye bu kadar uzun süre secdede kaldın?  diye sormuş.

Peygamber efendimiz, Rabbinden ümmeti hakkında niyazda bulunduğunu, üç  talebinden ikisinin kabul gördüğünü ama ötekine icabet edilmediğini ferman etmiş.
Efendimizin cevabı şöyledir:

“Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu bana verdi. Ondan ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim, onu da verdi. Felaketlerini kendi aralarında vermemesini (tefrikaya, fitneye düşmemelerini) diledim, bunu bana vermedi” (Müslim, “Fiten”, 20).

O, Rabbinden, ümmetinin suya gark edilmemesini istemiş, duası kabul edilmişti; ümmetinin kıtlıkla ve açlıkla helak edilmemesini istemiş, o da kabul görmüş. Ancak ümmetinin sosyal deprem fitneye düşmemesi talebine, yazık ki ilahi cenaptan icabet edilmemiş…

Sosyal deprem fitne, imtihan demektir. Adam öldürmekten kötüdür.  Anarşi, terör, bozgunculuk, şirk, belâ ve daha başka anlamları olsa da genel olarak bölücülük ve bozgunculuk anlamında kullanılır.

Fitne; Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara ve günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir

Hz Muhammed  (sav) ümmetinin imtihanının tefrika ve fitne ile olacağı anlaşılmıştır. “Kendi aralarından” kastını  ise bugün İslam ülkelerinde açıkça görebiliyoruz.

Efendimizin ahirete intikalinin hemen akabinde başlamış ümmet-i Muhammedin fitne ile olan imtihanı. Peygamber ümmetini şii ve sünni şeklinde bölen ve bunu günümüze kadar getiren müslümanların fitneye karşı zafiyetlerinin bir neticesidir.

Fitne çıkartmak haramdır. Kur’an-ı Kerîm’de dinden saptırmak için fitne çıkaranların cehenneme atılacağı ve fitne çıkartmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu ve Hadis-i Şeriflerde de fitne çıkarana Allah’ın lânet edeceği bildirilmektedir.

Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır;

“Fitne çıkartmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara Sûresi 191. Ayet).

Peygamber  Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) de;

“Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lânet etsin”

“Din, dünya menfaatine alet edilince, fitneler zuhur eder, ortaya çıkar.” buyurmuşlardır.

Müslüman, İslâm’ın güzel ahlâkıyla süslenmeli, kimseye zarar vermemeli, isyankâr olmamalı, karışıklık, anarşi/terör çıkarmamalı, kötü niyetli kimselere aldanmamalı, başkalarına kendisini kullandırtmamalı ve aklını kiraya vermemelidir. Kısaca, başkalarına zarar vermekten ve Allah’a karşı günah işlemekten uzak durmalıdır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz fitne konusunda defalarca ümmetini uyarmıştır. İşte o uyarılardan bir kaçı;

“Malı ve canıyla mücadele eden, ortamın karışmış olduğu bir zamanda bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zarar vermeyen Müslüman; mümini kâmildir.”

“Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tövbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın ve başkalarının işine karışmayın.”

“Ne mutlu! Fitne – fesada bulaşmayana. Ne mutlu fitneye maruz kalıp da sabredene.”

“Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı kesin ve Adem  Aleyhisselam’ın oğlu (Habil) gibi olun.”

“Kıyamet kopmadan önce, her yeri fitneler kaplayacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman evinden mümin olarak çıkan kimse, akşama kâfir olarak evine dönecek. Akşam mümin olarak evine gelen, sabaha kâfir olarak çıkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan, yürümek koşmaktan daha hayırlıdır.”

Bütün bu Hadis-i Şeriflerden anlaşılan o ki; fitne kötü bir şeydir. Fitne belasının başta gelen sebepleri arasında cehalet ve dini hayatın zayıflaması vardır.

Bu gün müslümanlar arasında  her zamankinden fazla fitne tohumları ekilmeye başlamıştır Daha düne kadar zaman kardeşlik zamanı denilirken ve uzun zamandır var olma mücadelesi ile kenetlenmiş birbirinin kusurunu görmeyerek kardeşlik içerisinde aynı amaç ve maksada birlikte yürüyen insanlar arasında bu gün farklı fitneler yeşertilmeye çalışılmaktadır.

Fitne İslam düşmanlarının ümmet üzerinde oynadıkları soğuk savaş biçimidir ki; ne zaman birliğimize, bütünlüğümüze sahip çıkamadıysak ve ne zaman tehlikeleri görmezden geldiysek veya gaflete düşüp tehlikeleri görmediysek  işte o zaman fitne çukurlarında çok ağır bedeller ödedik, çok büyük acılar çektik. Kimler kurban edilmedi ki fitne belası ile. Halifeler sahabeler şehit edildi … Şu günlerde yaşadığımız fitnenin çirkin kokusu her yanı sarmış durumda. Yaşanan olaylara her geçen gün bir yenisi eklendiğinin artık hepimiz farkındayız “Her duyduğunu başkasına söylemesi kişiye günah olarak yeter” hadisi şerifinden yola çıkarak kesin bilmediğimiz konularda hüküm vermek, yorum yapmak, yazılan, konuşulan  her şeyi ağzımızda sakız gibi çiğneyerek fitneye katkıda bulunuyoruz. Unutmayalım tarih tekerrürden ibarettir. Hz. Ömer zamanında başlayan fitne hareketi sürekli tekrar ederek günümüze kadar birçok acı örnekleri ile gelmiştir. İşte İslam ülkelerinin  durumu ortada…Müslüman, müslümanı öldürüyor. Bu fitne değil de nedir? Amaç hep aynı müslümanı, müslümana kırdırmak, kardeş katili yapmak, İslam’ın olduğu her yerde, her ülkede iç savaşlar kaoslar oluşturarak emellerine ulaşmak. Seçtikleri yol hep aynı çünkü sinsi İslam düşmanlarının karşımıza mertçe çıkmaya cesaretleri yok ve hiçbir zamanda olmayacak. Ancak böyle sinsi oyunlarla bizi parçalara bölerek, gücümüzü zayıflatma neticesinde bizi alt edebilirler. Oyuna gelmeyelim, fitnelerine alet olmayalım, bölücülük, ayrımcılık yapmayalım. Ne olur uyanık olalım. Birbirimize beddua değil dua edelim. Biz beddua etmeyen bir peygamberin ümmetiyiz. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. “Allah’ım kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar” diye dua eden bir peygamberin ümmetiyiz. Fitne belasında ümmetin birbirine düşmemesi için şer odaklarının oyununa gelmemiz için, kurtuluşa selamete ermek için izleyeceğimiz tek bir yolumuz var. Kur’an ve sünnet. Hadiste buyrulduğu gibi “Haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarından bir köşk verileceğine ben kefilim”diyor Kainatı Efendisi  (sav) .

Bizim  vazifemiz, evvela nefsimizi ıslah etmek, başkalarının da ıslahına çalışmak, belki de cehaletlerinden veya kötü niyetli  insanların yönlendirmesiyle kendi fikri yapısı dışındakileri kafirlikle itham eden kardeşlerimizin de kurtuluşlarına dua etmeliyiz. Bütün Müslümanlar için çok önemli olan Peygamber Efendimizin(a.s.m.) şu hadisi şerifi bizlere rehber olsun.”Ebu Hureyre’den rivayetle; Resulullah’a(a.s.m.).Ey Allah’ın resulü! Müşriklere beddua et, onları lanetle! Efendimizin cevabı çok manidar,”Ben rahmet olarak gönderildim,lanetleyici olarak değil!…”

Perde arkasında münafıklar planlar yapıyorlar, ihanet içindeler, bu aziz milletin mütedeyyin, samimi insanlarını birbirlerine düşürüyorlar. Bu gün ülkemizde  maalesef bu olaylar yaşanıyor. Bir çoğumuz bunlara alet oluyoruz. Bize söylenenlere ölçmeden, tartmadan  inanıyoruz. Araştırmıyoruz, söylenenleri mihenge vurmuyoruz. Doğru ve hak olan Mürşid de olsa insan olduğundan, bir kişi mürşidinin Kur’an ve sünnete aykırı olduğunu düşündüğü emrini sorgulamalı ve gerekirse yerine getirmemelidir. İster tasavvuf olsun ister cemaat olsun, her meslek ve meşrep mihenge tabidir. Mihenk ise Kur’an’dır, Sünnettir. Kur’an ve Sünnete aykırı bir fikir ve amel görüldüğü zaman, kim olursa olsun reddedilir. Bediüzzaman Hazretleri bu hususa şu şekilde işaret eder: “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. (Mihenk burada şeriattır.) Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”(Münazarat)

Söylenenleri mihenge  vuralım. Öz eleştiri yapalım. Piyasada, sosyal hayatta  silik sözler geziyor. Şer güçleri, zındıklar, münafıklar   güçlü olmamızı, kardeş olmamızı istemiyorlar…Şer güçleri bayram yapıyorlar, buna izin vermeyelim. Bunu artık anlayalım… Fitne ateşini söndürelim. Söndüremezsek millet olarak, ümmet olarak bunun bedelini  ağır öderiz… “Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lânet etsin” bu hadisi şerifi ağzımızdan bir söz çıkarken hatırlayalım. Ağzımızdan çıkan bir söz fitneyi uyandırabilir…Olaylara partiler üstü, cemaatler üstü: Kur’an ve sünnet gözlüğüyle bakalım. Kainatın Efendisinin (sav)’in  ‘Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emanetler, Allah’ın kitabı Kur’an ve O’nun Peygamberinin sünnetidir.’ sözü rehberimiz olsun.

Peygamberimiz (sav) in “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi) hadisinin ışığında fitneye karşı, tahriklere kapılmayalım herkesi sağduyuya çağıralım.

Fitne bir toplum için sosyal bir depremi andırmakta ve bütün milli ve manevi değerleri alıp götüren bir kasırga  kisvesine bürünmektedir. Bir toplumun yöneticileri için en büyük mücadele fitneye karşı verilmelidir. Ülkemizde ve İslam aleminde birlik ve beraberliğin sağlanması, huzur  ve barışın devamı için  fitnenin  önlenmesi elzemdir. Fitnenin  uyanmasına izin verilmemelidir.

Türkiye İslam aleminin umududur. “İmanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya (Türkiye’ye) gelmek lazımdı; çünkü en ziyâde burada ihtiyaç var”(Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 441)”.Türkiye her açıdan İslam aleminin merkezi ve kalbi konumundadır. Merkez ve kalp bozuk olursa diğer taraflar da bozuk olur. Öyle ise tedaviye merkez ve kalpten başlamak gerekir. Bediüzzaman’ın Türkiye tercihi bu manaya işaret ediyor. Türkiye ekonomik ve demokrasi açısından ne zaman dar boğazdan çıksa; istikrar sağlansa, fitne uyandırılarak,  Türkiye’de kaos meydana getirilmek istenmektedir. İstikrar geminin denizde rotası istikametinde ilerlemesi demektir. Gemidekiler geminin rotası ile oynamamalıdırlar, geminin dibini delmemelidirler. Gemi batarsa herkes boğulur. Gemiyi batırmaya çalışanlara fırsat verilmemelidir.

Huzur ve mutluluğu   sağlayacak reçeteyi “Kur’an’ın Eczahanesi”nde hazırlayarak insanlığa sunan, Bediüzzamanı dinleyerek yazıma son veriyorum.

Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslamiyetlin mizacıdır, rabıtasıdır.”(Hutbe-i Şamiye)

“Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur.”  (Divan-ı Harb-i Örfî)

“Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.”  (Şuâlar)

“Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz.” (Şuâlar)

“Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedîyle içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-a’mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.”   (Barla Lâhikası)

“İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.”   (Mektûbat)

Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ  noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur’un âlem-i İslâmda intişarına karşı hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.”  (Kastamonu Lâhikası)

“Madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalâlet ihtilâfdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeâiri bozarak Kur’ân ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilâf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.”    (Emirdağ Lâhikası)

“Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzun da taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor?”  (Lem’alar)

 “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve Ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.” (Lem’alar)

“İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?”  (Mektûbat)

Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebat ile çalışmalarını tavsiye ederim.”    (Emirdağ Lâhikası)

“Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız. Onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşe çarpıştıramayız. Bu şeran caiz değildir. Kılıç harici düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz., Kuran ve iman hakikatleriyle tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz zira akim kalır. Bir kaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olabilir”. (Tarihçe-i hayat)

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Bediüzzaman Ve Medrese-i Yusufiye

Medrese-i Yusufiye, Bediüzzaman’ın müspet bakış açısının bir neticesi olarak hapishaneye verdiği isimdir. Ayrıca O; hapishane için terbiyehâne, ıslahhâne, ıstırahathâne ve mübarek bir dershane gibi tabirleri kullanır. Kader-i İlahiyyenin bir tecellisi olarak O’nun da hayatının 28 yıllık uzun bir bölümü medrese-i Yusufiye’de geçer. Ancak O, hapishaneye giderken bir profesörün fakülteye ders vermeye gitmesi gibi giderdi. Zira Bediüzzaman, oradaki mahpusları, halim-selim mü’minler ve hayırlı vatandaşlar haline gelmek isteyen feyz ve irşada muhtaç talebeler olarak telakki etmiştir.

Medrese-i Yusufiye tabirinin bir diğer hikmeti ise iki iftira sonucu toplam 12 yıl hapis ve zindan hayatı yaşayan Hz. Yusuf’tur. Evet, Hz.Yusuf (as)…Zindanı zinaya tercih eden iffet abidesi bir Peygamber… Bediüzzaman’a göre Hz. Yusuf (as), mahpusların piridir ve O’nun (as) vesilesiyle hapishane bir nevi medrese-i Yusufiye olur. Bediüzzaman Hazretleri de Hz. Yusuf’un bu çizgisinde giderek “Meyve Risalesi” gibi eserleri ile hapis musibetine düşenlere manevi, hakiki ve kuvvetli bir teselli vermeye çalışır.

Bediüzzaman, hayatın ve gençliğin darbesini yiyerek en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hale getiren mahpusların, ancak ve ancak din hakikatleri ile ve Nurun imani dersleri ile kurtulabileceklerini ve böylece millete, vatana, dünyevi ve uhrevi istikballerine menfaatli birer insan olabileceklerini kabul etmektedir. Risale-i Nur Külliyatında Bediüzzaman’ın, bu amaç doğrultusunda kaleme almış olduğu birçok hapishane mektupları vardır.

Bediüzzaman, hapishane mektuplarında hapishane yetkililerinin ve görevlilerinin, yapmış oldukları vazifelerinin ibadet ve hizmet boyutunu nazara verir. Mesela; Bediüzzaman; gardiyanlar için yazmış olduğu bir mektubunda, onların yapmış oldukları vazifelerinin, Allah’ın rızasını kazandırabilmesi için mahpuslara şefkatle, sadakatle, sevinç ile muamele etmelerini ve minnet etmemek tarzında mahpusların yardımına koşmalarını şart koşar. Böylece mahpuslara şefkatle muamele etmenin neticesinin çok müspet olacağını, hapishanenin mübarek bir dershaneye döneceğini, mahpusların da netice itibariyle vatana ve millete terbiyeli,  emniyetli ve menfaatli birer insan olacaklarını ve ancak bu tarz ve üslup ile onların topluma tekrar kazandırılabileceğini savunur.

Bediüzzaman’ın hizmet tarzının ve üslubunun en önemli prensiplerinden birisi de müspet hareket etmektir. O, bu tarzını mahpuslara da tavsiye etmektedir. Mesela; mahpuslara, musibetzede arkadaşları olan diğer mahpuslarla iyi geçinmelerini, birbirlerine teselli vermelerini, eskiden yüz düşmanlıkları da olsa onları unutup birbirlerine haklarını helal etmelerini ve kalplerini kırmamalarını tavsiye eder. Böylece hapishanenin, bir medrese-i Yusufiye’ye döneceğini ifade eder.

Hapishane hizmetleri, Bediüzzaman’ın en çok önemsediği hizmet sahalarından birisidir denilebilir. Elhamdülillah, son yıllarda mahpuslara yönelik Risale-i Nur hapishane hizmetleri başlamıştır.
Hapishane hizmetlerini bizzat Bediüzzaman,’ın kendisi başlatmıştır. Nitekim O’nun hakkında Osman Yüksel Serdengeçti’nin kaleme almış olduğu bir mektubunda bu mevzu ile ilgili hissiyatını şu şekilde ifade eder:

“O, hapishanelerden hapishanelere atıldı. Hapishaneler, zindanlar O’nun sayesinde medrese-i Yusufiye oldu. Said Nur, zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu iman abidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar.  Hepsi halim- selim müminler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler.”

Bediüzzaman, hapishane hizmetlerinin devam etmesi için hapishane müdür ve alakadarlarından ilgili yetkililerden şunu rica etmektedir: “madem hapse girmek terbiye içindir; milleti seviyorsanız mahpusları Risale-i Nur şakirtleri ile görüştürün.  Tâ bir ayda belki bir günde bir seneden ziyade terbiye alsınlar.”

Bediüzzaman Hazretleri, bu ifadelerinin boş bir iddia olmadığını tecelli etmiş bir hakikat olduğunu ifade etmek için Denizli Hapishanesinden şöyle bir örnek verir: “hatta Denizli Hapsindeki alakadar zatların/ ilgili yetkililerin az bir zamanda Nurlardan fevkalade güzel ahlak dersini alanlarını gören bazı alakadar zatlar demişler ki: “ terbiye için on beş sene hapse atmaktansa on beş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.

Ayrıca Bediüzzaman, mahpusların, özellikle de gençlik darbesini yiyip en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviren gençlerin, taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurun iman ve Kuran derslerine ekmek kadar ihtiyaçları var olduğunu ifade eder.

Hamdolsun artık nur şakirtleri, mahpuslarla görüştürülmektedir. Risale-i Nur hapishane hizmetlerinde; mahpuslarla cemaatle namazlar kılınmakta,  tesbihatlar yapılmakta, Kuran-ı Kerimler okunmakta ve Nur Dersleri yapılmaktadır. Haftada bir defa da olsa hapishanelerde iki saate yakın mübarek bir dershane ve Medrese-i Yusufiye havası esmektedir.

Mahpuslarla tanışılırken ve sohbet ederken “asıl cezaevi olan Cehennemden kurtulmanız için biz buradayız ve sizinleyiz” sözü karşısında ve sonrasındaki Nur derslerinin manevi ve nurani havanın tesiriyle duygulanıp gözyaşlarını silenleri görünce aslında onlar kadar en az bizim de – bu Nurları ve hakikatleri onlara ulaştırmadığımız için-   suçlu/manen mesul olduğumuzu anlamaktayız.

Nurların imani dersleri okununca koğuştaki havanın hemen değiştiğini fark etmemek mümkün değildir. Nur derslerinin sonunda o hüzünlü çehreler, asık suratlar ve sert duruşlar yerini tebessüm eden simalara, hürmetkâr tavırlara ve ümitli bakışlara bırakmaktadır.

Neticede hapse cahil girip âlim çıkanlar oluyor.  Risale-i Nurlar, mahpuslarda da imanın kuvvetini lakaytlığa ve ibadet iştiyâkını sefahate hâkim kılıyor.  İman ve Kuran dersleri ile hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadetin yalnız imanda olduğunu idrak etmeye başlayan bazı mahpuslarda gam ve yetimâne hüzünler, yerini ibadet iştiyâkına bırakmaya başlamaktadır.
Sonuç olarak Bediüzzaman’ın “Risale-i Nurdaki teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Mahpusların Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var” sözünün ne kadar önemli bir hakikat olduğuna hapishanede gözlerimizle şahit olmaktayız.

Bir zamanlar, Nur Şakirtleri Risale-i Nurları okuyorlar diye hapse düşerlerken elhamdülillah şimdi ise mahpuslara Nur Dersleri okusunlar diye hapishanelere gitmektedirler. Hapishane hizmetleri vesilesiyle Nur Şakirtleri; madem dünyamız ağlıyor, çalışalım bari ahiretimizi ağlamaktan kurtaralım ve Cennete adam yetiştirelim. Boş vaktimizi ise sıkıntılı hülyalar yerine Kuran’dan bildiğimiz sureleri okuyalım, anlamını bildiren arkadaşlardan soralım, kazaya kalmış farz namazları eda edelim, birbirimizin güzel huylarından istifade edelim gibi Risale-i Nurdaki müspet bir tarz ve üslûp ile mahpuslara müstakim ve şefkatli birer rehber olmalarına çalışmaktadırlar.
Bediüzzaman’a göre nur şakirtleri, manevi asayiş muhafızlarıdır.  Risale-i Nur hapishane hizmetleri de Bediüzzaman’ın bu teorik olan ifadesinin, pratik hayata geçirilmiş uygulamalarından birisi olarak telakki edilebilir.
Cenab-ı Hak, mahpusların ağlayan dünyalarına mukabil ahiretlerini ağlamaktan kurtarıp Nurların dersiyle onlara tam bir teselli vermemizi ve bu önemli hizmete vesile olmamızı bizlere nasip eylesin. Âmin…

İbrahim YARDIM
DKAB Öğretmeni

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version