Beytullaha Veda Ederken (Şiir)

Ya Rab! Beni af eyle, yaptığımdan nâdimim,                    

Lutfunla bağışla, Sana günahsız geleyim,

Yardımın erişirse, geri dönmez kademim,

Seni memnun edeyim, tâ ki biter son demim.

 

Rabbim lutfunu ihsan eyle, bu fakirine,

Kapından kovma beni, kul kabul et kendine,

Âilece bizleri, bırakma namert bendine,

Günahımı bilirim, odur benim elemim.

 

Lütfunla bana farz olan haccı, eda ettim,

Arafat’ta vakfettim, Rahmet dağına çıktım,

Elli yaşından sonra, kıblem Kâbeyi gördüm,

Beytine, Hacerine, hürmetle değdi elim.

 

Habibin çıktığı Cebel-i Nura, tırmandım,

O, mübarek Zemzeminden, içe içe  kandım,

Kıblem olan, Beytullaha, baka baka yandım,

O mübarek yerde ben fakir, bol bol Nurlandım.

 

Vardım Ensar ve Muhacirin, Nur “yesribine,,

Gittim Resülün, ravza-i mübarekesine,

Yaklaştım Peygamberimizin, kabr-i pâkine,

Nebinin minberinde, göz yaşımla eğildim.

 

Ya İlahena! Haccımı kabul et, kıl mebrûr,

Benden memnun ol Rabbim, gönlümü eyle mesrur,

Allahtan dileğim, günahlardan kalayım dûr,

Huzur içinde geçsin, geri kalan günlerim.

 

Çünkü şebabette, âcizi sarmışti gaflet,

İsyanım bağışla Rabbim, günahımı affet,

Halîk’a itaat etmemek, ne büyük vahşet,

Ya Rab! Yardımcı ol ki, sönsün nahoş emelim.

 

Ya Rab!  Beni bağışla, sevgilin Habibine,

Günahlardan dur eyle,  Şefiin hürmetine,

Affet, Esmaul-hüsna  izzet-i hürmetine,

Rızana dahil eyle, gerçekleşsin emelim.

 

Ayıbımı setr eyle, bilirim ki Settar’sın,

Günahımı bağışla Rabbim, çünkü Gaffarsın,

Senden başka kimin nesi var ki, verebilsin,

Tıklanacak başka kapı yok, ben Sana geldim.

 

Ey nefsim! Acı kendine günahtan uzak ol!           

İsyan aklına geldikçe, korkudan titre sol,

Yok yok me’yus olmam ben, Halik’ın keremi bol,

Ümit ve korkuyla yaşarım,  yok başka çıkar yol.

                  

 Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

 

Kurban Kesimi ve Arefe Günün Önemi Nedir?

Allah’a mânen yaklaşmak için, ibâdet niyetiyle kesilen hayvana kurban denir. Hicretin 2. yılında kurban kesimi meşru kılınmıştır. Cenab-i Allah, Hazreti Muhammed’e (asm) hitaben: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” Kevser süresi, ayet 2. İslâm âlimleri, bu ayetle imkânı yerinde olan mü’minlere de kurban kesimine işaret olduğunu belirtiyorlar.

Ebû Hüreyre’den, rivayet edilmiş: “Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen kimse bizim mescidimize yaklaşmasın…” görüldüğü üzere maddi durumu iyi olan mü’minler kurban kessin. İmkânı olup ta kurban kesmeyenler için “Mescidimize yaklaşmasın” ifadesiyle de ibadetleri makbul olamayacağı anlaşılmaktadır. “Kurbanlarınızı büyük büyük kesin. Muhakkak ki onlar, Sırat’ta sizin binek hayvanlarınızdır.” demekle de, büyük baş hayvanları kurban etmeğe teşvik edilmiştir.

Kurban kesme, aynı zamanda insanlar için büyük bir nimet ve rahmettir. Maddi durumu müsait olan mü’minler, kestikleri kurbanın etini çevredeki ihtiyaç sahiplerine dağıtmakla yararlanan fakirler; bu kez zenginlere karşı hürmet ve saygı gösterilir. Dolayısıyla fakir- zengin arasındaki kin ve adavette ortadan kalkar, haset yerine; kardeşlik bağı perçinleşir, böylece bayram mutluluğu hep beraber yaşanmış olur.

Peygamberimiz (a.s.m.) Medine çevresinde kıtlık olduğu senelerde, “Kimse evinde üç günden fazla kurban eti bulundurmasın.” buyurmuş, yani çevrede bulunan ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmayı istemiş, kıtlık bitiği sonraki senelerde ise bu üç gün müddetini kaldırmıştır.

Kâinatın medar-i iftiharı Hz. Muhammed, (a.s.m.) yaşadığı sekiz bayramda da en az iki kurban kesmiştir. Bu da bizlere kurbanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Durumu müsait olanlar tek kurbanla yetinmeyip, âlemlere Rahmet olarak gönderilen fahr-i âlem, kurban kesiminde de örnek olmuştur. İmkânı olan Efendimizi örnek alarak iki veya daha fazla kurban kesip çevresinde bulunan fakirlere, komşu ve yakınlarına kurban etini dağıtsın, yardımlaşma ile birlik, beraberlik, sevgi ve samimiyet gösterilsin.

Ayrıca unutmayalım ki, bugünlerde IŞİD zulmünden mustarip olup Türkiye’ye sığınan Suriye ve Irak muhacirleri de maddeten fakir ve mazlum insanlardırlar. Bu insanlara Ensarlar gibi kucak açıp maddi sıkıntılarına ortak olmak, acılarını paylaşmak hem insani hem de insani bir görevdir.

Arefe günün önemi nedir?
Arefe, Kurban Bayramından bir önceki gün, hicri takvimine göre Zilhicce ayının 9’uncu günüdür. 10’uncu gün ise Kurban Bayramının ilk günüdür.
Cenab-ı Allah, (c.c.) Kur’an’ı Kerim’de üzerine yemin edilen,(Fecr,2) Zilhicce’nin ilk on gecesinin ne kadar kıymetli olduğu anlaşılmaktadır.
Duanın faziletlisi, arefe günü yapılanıdır. (Beyhaki)

Bediüzzaman, arefe ile ilgili bir hususiyeti şöyle belirtiyor: “Aziz, mübarek kardeşlerim. Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve arefede dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben, gerçi sizleri göremiyorum ve hususî her birinizle görüşmüyorum. Fakat ben, ekser vakitler, dua içinde her birinizle bazen ismiyle sohbet ederim.” Şualar, 266
Bugünlerde fazileti yüksek olan, tesbihi (Sübhanallah) tahmidi (Elhamdülillah) tehlili (La ilahe illallah) ve tekbiri (Allahu ekber) çok zikir edelim.

Sonuç olarak, İnsanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma sağlansın ki, sulh çiçeği ebediyen solmasın, kimse kimseye dargın kalmasın, çünkü dostluğun ve barışın tek şartı bağışlamaktır. Onun için bağışlamayı ve yardımlaşmayı bilelim ki dargın kimse kalmasın.

Kurban bayramı tüm İslâm âlemine ve insanlığa hayırlara vesile olmasını dilerim.

Rüstem Garzanlı
30.09.2014

www.NurNet.org

Kiminle Nasıl Konuşmalıyız?

BELÂGAT:  Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san’atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek. * Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Duruma göre. İcabına göre. Hal ve vaziyetin gerektirdiğine göre.

Evet, bir kelâm “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezahür ed(er)[1]

Belâgat: mukteza-yı hale mutabakattan ibarettir. [2]

Belâgat, mukteza-yı hali müraattan ibaret değil midir? Hey gözlerin kör olsun herif! [3]

Belâgat ve hidayetten maksad, hakikatı vâzıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilaflardan kurtarmak..[4]

Belâgatın derecatı bulunduğu.. [5]

Bizler  içtimai sosyal bir mahluk olarak şuur sahibi ve imtihana tutulan mahlukattan istidad ve kabiliyetlerine had u hudud tahdid edilmemiş olan, halife-i Ru-yu zemin ünvanıyla mazi hal müstakbel olmak üzere 3 zamanla alakadar olarak alakadarız.

Bu alakadarlık veçhesi sebebiyle kainattaki hemen her şey ile alakadarız. . “Bir dostunu görmeğe müştak olduğu gibi, Cemil-i Zülcelal’i de görmeye müştaktır.[6]” bu kadar alakadarlık içerisinde beşerî münasebetler kurmakta alakadar olduğu şey de kendisine bir şekilde sirayet ederek alakadar etmektedir. Alakadar olduğu şey insana tesir etmektedir. Bu kaçınılmaz bir şeydir insanın fıtrat programı bu şekilde işlemektedir. Nasıl ki muknatıs kendi atki alanına giren şeyleri celb ve cezbeder fıtrat dahi mıknatıstan daha tesirli bir surette bu kanuna tabidir. Peyniri/sütü dolaba hava alacak şekilde koyunca dolaptaki bütün kokuları kendisine çeker insan da bu süt/peynirden daha ziyade çeker.

Bu sirayet günah nevinden ise: “işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.[7] ” neticede ise kalb ve ruha giren şeyler insanın sistemini bozmaktadır.

Kurulan bu münasebetlerde üslub ve kelamın tesiri ise azimdir. Bu üslub kelam meselesinde de belagat çok ehemmiyetlidir. Meslek-i Nuriye itibariyle bizler “kavl-i leyyin[8]” dersini almış ve herkese yumuşak sözlü olarak davranmaya ve hareket ederiz. Lakin burada belagat sahasında belagatı kullanmayıp herkese böyle davranırsak biz sıkıntılar çekeriz.

Bu mevzuda Lemaat’ta şöylece idrak sahiplerine nida edilmektedir.

“Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen; merhametini değil, iştihasını açar.

 

         Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister. [9]” bu veciz ifadelerden anlaşılıyor ki herkese aynı tarzda konuşulmaz ve konuşulmamalıdır. Şayet konuşacak olursak maddi ve manevi sıkıntılar altında ezileceğimiz muhakkaktır. Çünkü “acınacak bir halde olduğu halde اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.[10]” hem kendim etim kendim buldum nevinden zarara kendimizi sokarız.

            Bir nükte anlatılır. Bir nur talebesinin kolunu birisi tutmuş kolunu çevirmiş.

            Nurcu: Yapma mübarek kolumu kıracaksın.. yapma bak.. oldu mu mübarek kolumu kırdın. Şeklinde anlatılır.

Bu nükte gibi bizler herkese anlayacağı dilden konuşursak belagat san’atına tabi olmuş ve rahat etmiş oluruz. Yoksa muhtelif sıkıntılara düçar olarak kendimiz başta olmak üzere çevremize sıkıntılara sebep oluruz.

O halde bizler belagat uygulamazsak belahet, Ahmaklık. Düşüncesizlik. Ne yaptığını iyi bilmemek,  işlemiş oluruz ve Asrın Reçetesi olan Risale-i Nur Külliyatında ki talimata uymamış olup asrın kullanım kılavuzundan mahrum kalmış olup fıtrat sistemimizi bozmuş oluruz. Kapı kapı gezip tamirci ararız.

Bizler o halde herkese anladığı dilden konuşarak hizmet ederiz. Yoksa hizmet diye yaptığımız şey hezimet olacaktır.

Meslek-i Nuriye ile alay edene kavl-i leyyin değil anlayacağı şekilde konuşmalıyız. Ve belagattan abersiz bibehre olan kimseler bu düsturu bilmediği için böyle cevap verilir mi diye işi anlamaz.

Oku oku anlarsın diyerek kimseler bu hakikatten mahrum kalacaktır.

İstikamet odur ki: Risale-i Nurun Talimatı Dairesinde[11] hareket etmektir.  Bunun kapısı da esasat-ı nuriye’den yani Lahikaların kapısından geçmektedir.

Risale-i Nuru düz okuyup geçmek insanda tefekkür kuvvesini geliştirmeyip köreltmektedir. Bizler de tefekkür dikkat ve konu bütünlüğü içerisinde okumalıyız.

Tarihçe, Barla, Kastamonu, Emirdağ, Sikke-i Tastik olan eserler lahikalarımızdır bunlarda istikamet için elzemdir. 5 lahika 5 halifeye yani istikamete  de delalet etmektedir.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Asa-yı Musa ( 131 )

[2] İşarat-ül İ’caz ( 47 )

[3] İşarat-ül İ’caz ( 116 )

[4] İşarat-ül İ’caz ( 39 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 197 ) 

[6] Sözler ( 319 )

[7] Lem’alar ( 8 )

[8] Âsa-yı Mûsâ ( 156 )

[9] Sözler ( 707 )

[10] Sözler ( 147 )

[11] Kastamonu Lahikası ( 89 )

Ömer Hayyam’a Bekir Özcan’dan Nazire-1

Ne ideoloji, ne de Hayyam’a cevaptır
Edebiyat’da, şiir’de; hüner ‘sanattır’
Nakşı görüp de, görmez ise nakkaşı
O, bu dünyadaki en büyük ahmaktır

Bekir Özcan
……………………………………….

Bir geldi mi derin ölüm uykusu,
Biter bu dünyanın dedi – kodusu.
Ölmeden bir haber bekler insanlar
İyi ama oradan kimlerin haberi var?

Ömer Hayyam
………………………………………..

Araştır bu hayat bize nereden geldi?
Ölümü de işte, ‘o’ yaratıp gönderdi?
Değil mi bu insanlığın en büyük derdi?
Hayatı veren, ölümle haber verdi şimdi!

Bekir Özcan
…………………………………

Beni özene bezene yaratan kim? Sen.
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
Öyleyse nedir bu cennet cehennem?

Ömer Hayyam
…………………………………

En güzel sıfatla yaratıp bizi, verdi hayat
Sanatkarın cinsinden olur mu hiç sanat?
Biliniyordu karıştırılacak binlerce halt
Sana işte Cennet Cehennem, istediğinde yat

Bekir Özcan
………………………………….

İçin temiz olmadıktan sonra,
Hacı hoca olmuşsun, kaç para?
Hırka, tespih, post, seccade güzel
İyi ama Tanrı kanar mı bunlara?

Ömer Hayyam
………………………………….

Bal küpünden sirke sızmaz
İç temizliğini, dil anlatamaz
Mümin, kardeşini yanıltamaz
Yapsa eğer, Allah’ı kandıramaz

Bekir Özcan
………………………………..

Felek ne cömert aşağılık insanlara!
Han hamam, dolap, değirmen onlara…
Onurunu satan insanlar var dünyada
Sen gel de, çüş deme böyle adamlara.

Ömer Hayyam
………………………………

Kainatta, önümüzde her çeşit nimet
Vereni tanımıyor o zalim namert
‘Oha’ dan ‘çüş’ ten anlamaz o meret
Adam, ‘insanlığı’ yitirmiş budur asıl dert

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

 

Nâbi’nin Hz. Peygamber aşkı

Osmanlı’nın ünlü şairlerinden biridir. Nâbi’nin içini Medine ve Hz. Resulü’nün aşkı yakmaktadır. Bir gün, İstanbul’dan kalkan hac kafilesine dâhil olur. İçinde bulunduğu kafile devrin âlimlerinden ve idarecilerinden oluşmaktadır. Medine’ye yaklaşılır, vakit gecedir. Ufukta Mescid- i Nebevi’nin minareleri görülünce durulur ve dua edilir. Herkes istirahate çekilir. Ancak Nâbi’yi bir türlü uyku tutmaz, büyük bir heyecanla çadırlarda dolanır durur. Bir an önce sabahın olmasını istemektedir. Çadırların arasında deli gibi dolaşırken, valilerden birini, sırtını çadır direğine dayamış, ayağını peygamberin şehrine, Medine’ye doğru uzatmış olduğunu görür. Bu durum Nâbi’ye göre ciddi bir saygısızlıktır. Hemen idareciyi tutup sarsar ve edebe davet eder. Bu manzara karşısında hiç de tasalanmadığını görür ve şu muhteşem naat dilinden dökülür: “Sakın terk-i edepten kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu Nazargah- ı ilahidir Makam-ı Mustafa’dır bu, Müraat-i edep şartıyla gir Nâbi bu dergâha, Metaf-ı kutsiyandır cilvegahı enbiyadır bu.” Vali bu cümlelerden haylice rahatsız olur ve kin besler. Kervan Medine’ye girdiği saatlerde müezzinler sabah ezanını okumaktadırlar. Kervandakiler huşu içinde ezanı dinlerler. Ezanlar bitmiştir ama minarelerden bütün müezzinler: “Sakın terk-i edepten kuy-ı Mahbub-i Huda’dır bu, Nazargah-ı ilahidir Makam-ı Mustafa’dır bu” naat’ını okumaya başlamışlardır. Herkes neler olduğunu birbirine sormaya başlar. Büyük sır az sonra çözülür. Müezzinler bu naat’ın hikâyesini şöyle anlatırlar: “Gece Allah Resulü (sav) rüyama girdi. ‘Ümmetimden çok sevdiğim Nâbi isminde birisi benim misafirim olarak geliyor. Kendisini bu naat’ı okuyarak karşılayın’ dedi. Bu bize rüyamızda öğretildi.”

AŞK-I MUHABBETVeysel Karani

“Bana, ‘Sen kimsin?’ diye sormayın. Ömrü azıcık kalmış bir HİÇ’im. Ben, hiçbir şeyim, hiçbir şeyim. Yürek vermediğiniz, ta içinize erişemez. İnsanlara baktım ki her biri kendisine bir sevgili edinmiş. Kimi kadın, kimi erkek. Bazısı nefis, bazısı da heva. Kimi mal, kimisi de şöhret. Herkes o sevgiliyle ölüm anına kadar beraber olabilmiş, bazısı da kabrin başına kadar beraber bulunabilmiş, toprağa verilince ona veda etmiş. Herkes sevgilisini karanlık bir kuytuya bırakıp geri dönüyor. Düşündüm. Kendime öyle bir sevgili bulayım ki, hayatımda ve vefatımda benimle beraber olsun. Ömrüm, özüm ve sözüm üç aşk üzerine örüldü: Allah aşkı, Peygamber aşkı ve Annem. Bana kendini üç kelimeyle anlat deseler; yetimlik, yalnızlık ve yolculuk derim… Babasız kalmanın acısını imanla doldurdum, yalnızlığımda Allah’a sağındım. Yolculuğumu Habibullah’ın aşkına adadım.“(2)

SEVME K     &   SEVEBİLMEK

İman etmedikçe cennete giremezsiniz” diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: “birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!” Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi.

Dahası “Mü’min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!” diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu.

Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki; “Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!”

Allah’ın bize gönderdiği Hz. Muhammed (sonsuz sayıda selam, hürmet ve muhabbet ona olsun).

Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl.(1)

AMİN AMİN ALLAHÜMME AMİN…

SELAM VE DUA İLE…

Hatice Başkan

www.NurNet.org

1.Sözler /6. Söz

2Aşk’a Yolculuk – Veysel Karani-272

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version