Allah c.c. (şiir)

Allah vardır ve birdir

İnkâr eden kâfirdir

 

Kula ediyor gufran

Tövbe ettiği zaman

 

Her şey O’nun ilminde

Hazineler indinde

 

O’ndan başka ilah yok

Batıl ilahsa pek çok

 

Her şeye gücü yeter

İnanana yok keder

 

Birdir Haktır Uludur

Tek yol O’nun yoludur

 

Yaratmış tüm âlemi

Hem kürsü hem kalemi

 

Yoktur eşi benzeri

Yaratmış göğü yeri

 

Her şeye hayat veren

Dirilten ve öldüren

 

Mazlumun sığınağı

Büyük ümit kaynağı

 

O’dur Rahim ve Rahman

Ve her şeyi yaradan

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

06.12.2012

 

“İhtiyaca göre Kur’an kursları”na büyük ilgi!

Diyanet İşleri Başkanlığı Yaygın Din Eğitimi Daire Başkanı Belgin Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2 yıldır pilot uygulaması yapılan “İhtiyaç Odaklı Kur’an Kursları Öğretim Programı“nın 2012-2013 öğretim yılında, yurt genelinde uygulanmaya başlandığını söyledi.

Yeni sistemle Kur’an kursu öğretimin 4 dönemde, sürekli kayıt alan bir yapıya kavuşturulduğunu anlatan Aydın, “Öğrenci sayımız iki katına çıktı. Geçen yıl 430 bin iken bu yıl kursa katılanların sayısı 947 bin oldu. 4 dönem halinde kayıtlarımız devam ediyor. ‘Kayıtlar bitti, doldu. Artık yeni kayıt yapamıyoruz’ gibi bir şey söz konusu değil” diye konuştu.

İhtiyaç Odaklı Öğretim Programı dahilinde “temel ve ek öğretim programları” ve “hafızlık temel eğitim programları” başlıklarında eğitim verildiğini anlatan Aydın, temel ve ek öğretim programı içerisinde kişilerin ihtiyaçlarına göre hem Kur’an-ı Kerim öğrenme, geliştirme hem de dini bilgiler konularında istedikleri kurları seçebildiklerini anlattı.

Aydın, “Bazı vatandaşlarımız 8 ay boyunca kursa gelmek istemiyor. Kur’an-ı Kerim’i belli bir parça öğrenip gitmek istiyor. Diğeri de ‘ben zaten geçen yıl biliyordum, tecvit kurunu almak istiyorum’ diyor ona geliyor. Tecvidi bilen bir başkası da Kur’anı anlamak için mealli hatim yapmak isteyebiliyor. Çok değişik ek öğretim programlarımız var. Bu ek öğretim programları çerçevesinde öğrenciler sürekli bir hocayla muhatap olarak derslerini alabiliyorlar” ifadelerini kullandı.

4 AYRI GRUP

Yeni yönetmelikle Kur’an kurslarının A, B, C ve D olarak kategoriye ayrıldığını edildiğini anlatan Aydın, A grubu kursların büyük illerde çok sayıda öğrenciyi barındıran yatılı kurslardan oluştuğunu ve sayısının da 123 olduğunu kaydetti. B sınıfı kursların 481 adet olduğunu ve bunların da yatılı veya gündüzlü öğrenci sayısının daha az olduğu kurslardan oluştuğunu belirten Aydın, C grubu kursların sayısının ise 14 bin 128 olduğunu tek sınıflı ya da iki sınıflı öğrencisi az olan kurslar olduğunu bildirdi.

Aydın, bu yıl ilk defa D grubu Kur’an kursları açıldığını, bunların müftünün teklifi ve mülki amirin onayıyla açılabilen kurslar olduğunu kaydetti. D grubu kursların fiziki imkanın yeterli olmadığı yerlerde ihtiyaç gerektiğinde açıldığını söyleyen Aydın, “Uygun olabilen her türlü yerde bazen bir dairenin bir odasında, bazen köy odasında, bazen de cami içerisinde bir odacıkta yani sınıf ortamı olan her yerde Kur’an eğitimi yapılabilecek. Bu da yine müftülüğün onayladığı öğreticilerimiz tarafından yapılabilecektir. D grubu Kur’an kursumuzdan 3 bin 274 tane var. Bunlar bu sene var, seneye olmayabilir” dedi.

Kur’an kursu öğreticilerinin performanslarının da yeni uygulamayla artacağına dikkat çeken Aydın, önceki eğitim programlarında bir öğreticinin 15-30 öğrenciyle eğitimi tamamladığını yeni dönemde ise 80-90 öğrenci ile eğitimi tamamlayabileceğini dile getirdi. Aydın, “Hocalarımız hizmetlerini yapmak istedikleri takdirde fiili olarak 30 saat derse giriyor. Bunun haricinde 10 saat daha müftünün görevlendirebileceği vaaz, irşat veya sosyal hizmetler gibi konularda da görev yapabiliyor. Biz yeni yönetmeliğimizde hocalarımıza ‘haftada 40 saate kadar fiili görev yapacak’ diye bir uygulama başlattık. Hocalarımızın mümkün mertebe en az 40 saat çalışmaları gerekiyor” diye konuştu.

Camilerde Kur’an-ı Kerim öğretiminde öğrenci sayısı 63 bin 658

Belgin Aydın, camilerde de Kur’an öğretimi programı olduğunu ve cami imam hatibi ve müezzinlerinin eğitim verdiğini belirterek, “Temel ve ek öğretim programlarımız gece 23.00’e kadar devam edebildiği ve bizim personelimiz tarafından verildiği için çalışan erkeklerimize çok güzel bir kapı açtı. Şu anda öğrenci sayımız oldukça fazla. Camilerde Kur’an öğretiminde 63 bin 658 öğrencimiz var” dedi.

Eğitim öğretim programlarında gün ve saat konusunda esneklik olduğunu dile getiren Aydın, “Kur’an kurslarımızda çalışan kadınlarımız, çiftçilerimiz, memurlarımız, işçilerimiz için cumartesi-pazar ya da akşam mesai sonrasında gece 23.00’e kadar açık kalmak kaydıyla eğitim programlarımız hazırdır. Sadece şu saatler arasında ders yapılacak, şu günler ders yapılacak diye bir kaidemiz yok” diye konuştu.

“İsteyen herkesi Kur’an-ı Kerim’le tanıştırmak istiyoruz”

Aydın, 2012-2013 eğitim öğretim yılının Kur’an kursları açısından çok önemli bir yıl olacağını belirterek, “İsteyen herkesi Kur’an-ı Kerim’le tanıştırmak istiyoruz. Ulaşamadığımız hiç kimse kalmasın istiyoruz” ifadelerini kullandı.

Aydın, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullardaki öğrencilerin öğleden sonra ya da cumartesi-pazar günleri ilgili müftülüklere gelerek, Kur’an ve dini bilgiler eğitimlerini Kur’an kurslarında alabileceklerini söyledi.

18 bin 6 Kur’an kursunda 947 bin öğrenci

Yeni sistemle kategorize edilen Kur’an kurslarının sayısı 18 bin 6’ya ulaştı. Öğrenci sayısının 947 bin’e ulaştığı kurslarda öğrencilerin 497 bin 819’u temel öğretim, 354 bin 496’sı ek öğretim, 19 bin 204’ü hafızlık, 63 bin 658’i camilerde Kur’an öğretimi ve 11 bin 823’ü ise hafızlık temel öğretim programına katılanlardan oluşuyor.

Kaynak: AA

Düşünmeden Öğrenmek “Zaman Kaybetmektir”!

Sizce âlim kimdir ve insanların ne kadarı ilim sahibidir? Bilmenin yolu nedir? Yüzlerce ve binlerce kitabı okumak yoluyla edindiğimiz bilgiler, ‘asıl gerçekleri’ bilmemize yeter mi? İnsanlığa yön veren binlerce bilim adamı gerçekten de bilim adamı mı? Nerede hata yapıyoruz?

Bir araştırmaya göre, insanların yüzde 90’ı hiç kitap satın almıyormuş. Alanların yüzde 90’ı da kitaplarını okumaksızın kütüphanelerinin bir köşesine atıveriyorlarmış. Artık kaç kişinin okuduğunu siz tahmin edin. Peki acaba bunlardan kaçı, bir de öğrendiklerini sorgulama zahmetine katlanıyor? Siz ve biz, okuyan şanslı azınlık arasındayız. Ama biz, kütüphanemizde kimbilir kaç tane birkaç sayfası okunmuş veya sadece içindekiler bölümüne bakılmış kitap saklıyoruz. Okuma konusunda yeterince azimli olmadığımız anlaşılıyor.

Peki ama, bizi evrenin sırlarına ulaştıran, hayatta iz bırakıcı başarılara taşıyan tek önemli yol, tek başına bol bol okumak mıdır? Eğer öyleyse, binlerce kitap okumuş pek çok bilim adamının insanlığı sürüklediği bu sapmalar nereden kaynaklanıyor? Biyolojinin her bir keşfiyle çürümeye devam eden evrim teorisini Charles Darwin hangi bilime dayanarak ileri sürmüştü? Sosyolog Auguste Comte, evrenin yaratıcısız bir mekanizma olduğunu hangi bilime kapılarak sanmıştı? Freud, tüm psikolojiyi yalnızca cinselliğe nasıl bağlayabilmişti? Bunlar gibi pek çok müthiş(!) bilim adamı, nasıl bu kadar cahil kalabilmişti?

Aslında bu hepimizin sorunu. Yarın sabah doğu ufkunda iki güneş görsek, korkudan patır patır bayılıp düşerdik. Ama her sabah bir güneş, her gece bir ay ve sayısız yıldız nedense bize heyecan vermez. Sonra, annelerin vücudunda yaratılan binlerce bebek her gün çığlıklarla dünyaya gözlerini açar. Bunlar sıradan gelir de, bir ağacın dalında bir bebeğin yaratıldığını görsek, nutkumuz kesilir. Neden?

Çünkü, biz gerçekleri öğrenmiyoruz. Gerçeklere bilim adamlarının giydirdikleri kalıpları öğreniyoruz. Gökte gördüğümüz, gerçek güneş değil, bilim adamlarının veya büyüklerimizin yorumladığı güneştir. Bu yüzden herşeyin arkasına gizlenmiş olağanüstü gerçekler bizden kaçıyorlar. Öğreniyoruz; ama düşünmüyoruz. Ezberliyoruz; ama anlamıyoruz. Bildiğimizi sanıyoruz; ama öğrendiklerimizi artırarak cehaletimizi besliyoruz. Zira yanlışı öğrenmek, cehaleti artırmaktır. Einstein der ki, “İnsan, aklının sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye ulaşamaz.” Aynı fikri Konfüçyus şu sözüyle destekler: “Düşünmeden öğrenmek, zaman kaybetmektir.” Biz düşünerek mi öğreniyoruz; düşünmeden mi?

İlkokuldan üniversiteye uzanan çizgide okuduğumuz yüzlerce kitabın hangisi, bizi gerçekten düşünmeye ve sorgulamaya sevk ediyordu? Düşünmeksizin öğrendiğimizde, bilgileri zihinlerine yığan, ama hiçbir şeyin aslını ve özünü kavrayamayan, ‘bilgili’ görüntüsündeki cahillere dönüşüyoruz. Sadece sınav için, diploma için veya daha iyisi, eğlenmek, zaman geçirmek veya bildiklerimizle büyüklenmek için öğreniyoruz. Bu yolla öğrendiklerimiz de, bize kalıcı heyecan ve mutluluk vermediği için, evrenin olağanüstü boyutlarına hayranlık duyamıyoruz. Öğrenme zevkini ve coşkusunu yitiriyoruz.

Dimmet der ki, “Sistemli düşünceyi alışkanlık hâline getirmedikçe, öğrenimin hiçbir kıymeti yoktur.” Bilgilerimiz düşünme sürecinde kullanacağımız işaret taşlarıdır. Onlar, sonsuz bilinmeyenlerin yüze çıkan zerrecik uçlarından ibarettir. Düşünerek keşfedeceklerimiz, okuyarak öğrendiklerimizden yüzlerce kat daha derin içerikler taşıyacaktır. Okuyarak bildiğiyle yetinen, yediklerini kursağında bekleten kuşa benzeyecektir. Bilgi ancak düşünce yoluyla içselleştirilebilir. Öğrendikleri üzerinde düşünenler, yediklerini süte dönüştüren koyunlar gibi, nezih eserler üretmeye hazırlanıyorlar. Gözleriniz üzerinde neden kaşlarınız var? Gözkapaklarınızın, kirpiklerinizin işi ne? Başka türlü olsaydı neler olurdu? Nasıl oluyor da bütün gözler birbirine hem benziyor, hem de her biri birbirinden farklı oluyor? Gören kimdir?

Okuyarak bulacağınız cevaplarla, düşünerek bulacağınız cevaplar arasında uçurumlar göreceksiniz. Keşfetmenin yolu, düşünmek ve sorgulamaktır. Düşünmek, bilgi labirentinde sürekli çıkış yolları aramaya benzer. Düşünmek, insanın en büyük ibadetleri arasında yer alır. Peygamber (a.s.m.) düşüncenin önemini, “Bir saat düşünce, bir sene (nafile) ibadetten hayırlıdır” sözüyle vurguluyor.

Düşünce insan zekasının en temel geliştiricisidir. Zekanın bir boyutunda daha çok bilgi, diğer boyutunda da, bilgiler arasında daha çok ilişki ve bağlantı yer alır. Bilgilerimiz arasında bağlantılar kurmanın ve geliştirmenin, diğer deyişle dahileşmenin tek yolu, kişisel tefekkürden ve sorgulamaktan geçiyor.

Şu halde, işte önerilerimiz: Öncelikle, düşünceye dayanmayan, düşünceyle içselleştirilmeyen bilginin kolaylıkla kaybolacağını, pratik hayatta kullanılamayacağını, yeni keşiflere zemin hazırlayamayacağını kabul etmeliyiz.

İkinci kural: Bir bilgi öğrendiğimizde, onun üzerinde yüzlerce ve binlerce kez zihin egzersizi yapabilmeliyiz. Onu alabildiğince farklı açılardan ve farklı ilişkiler içerisinde görebilmeliyiz. Parolamız şu olmalıdır: “Bir öğren, bin düşün.”

Üçüncü kural: Sahiplenmeye karar verdiğimiz her yeni bilgiyi şu sorularla kuşatmalıyız: Niçin böyle? Bunu kim böyle yaptı? Hangi faydaları ve özellikleri içeriyor? Böyle olmasaydı ne olurdu veya başka türlü nasıl olabilirdi? Bu başka ne ile ilişkili? Bu hangi sistemin parçası?

Diğer kural: Bilgilerimizi yalnızca kitaplardan veya okullardan edinebileceğimiz saplantısından kurtulmalıyız. Hayatın her sahnesinde bir karatahta ve bizi eğiten bir öğretmen vardır. Sıradışı başarılara ulaşanların çoğunluğu, eğitimlerini ve başarılarını okullarından çok, tefekkürlerine borçludurlar. Kimse üniversitede okuyamadığına üzülmesin. Hayatımızın kendisi, doğarken kaydedildiğimiz en büyük üniversitedir.

Biz, sonsuzluğa hazırlanıyoruz; diplomamızı öldüğümüz gün alacağız. Delirircesine okumak çare değil. Kütüphaneleri sırtımızda taşısak ne çıkar. Öğrendiğimiz kadar âlim değiliz. Düşüncelerle yoğurduğumuz bilgilerimiz kadar bilgiliyiz. Kısaca, zekanın ve dehanın bir boyutu okuyup öğrenmek, ama diğer boyutu bol bol düşünmektir. Yaratıcımızdan öncelikle, “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini aldık. Zira okumadan ve öğrenmeden düşünemezdik. Ama bize okumayı bir kez emretmişse, düşünmeyi defalarca emretmiştir. Israrla şöyle sormuştur: “Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?

Muhammed Bozdağ /

mbozdag@yetenek.com

Sadece “Kur’an-ı Kerim” bize yeter mi? Peki, ama nasıl?

Sözünü edeceğimiz kişiler Kur’ân’a iman eden ancak tuttukları yol ile İslâm’ın yaşanmasına, hayata mal olmasına bilmeden de olsa zarar veren bir kesim.

Her menfi hareketin arkasında bir ecnebi parmağı aramak herkesin hemen aklına gelen öncelikli şık. Ama, sözünü edeceğimiz kimseler ecnebilere alet olmaktan çok, onları bilmeyerek sevindiren cinsten.

Şöyle ki, ülkemizde Kur’ân hakikatlerine gönülden bağlı, İslâm ahlâkını benimsemiş, ibadetlerini aksatmadan yerine getiren büyük bir gençlik kesimi var. Bunların sayılarının her geçen gün biraz daha artması, bütün düşmanlarımızı derinden düşündürüyor. Bu yıkıcı güçler, gençliğin İslâm’la tanışmasına engel olmak için özellikle içkiyi, uyuşturucuyu, sefahati, her türlü ahlâk dışı yayınları sürekli teşvik ediyorlar.

Hedefleri, akıl ve kalplerini şehvet odaklı işleten hayvanî bir gençlik ortaya çıkarmak. Bu vadide hayli yol aldıklarını da teslim etmek durumundayız. Ancak, yıkımın kolay, yapmanın zor olduğu dikkate alındığında onları her geçen gün biraz daha ümitsiz eden bir tablonun büyüdüğü ve yükseldiği de bir gerçek.

İşte yıllar önce, bu düşmanları sevindirecek ve onlara sönük de olsa ümit ışığı olabilecek bir tuhaf akım çıkmıştı ortaya. Bunlar bugünlerde yeniden boy gösterme hevesine kapıldıkları için konu üzerinde kısaca durmak istiyoruz.

Bu kişiler diyorlar ki, Kur’ânda her şey vardır, başka bir kaynak aramaya gerek yoktur. Bunlar, İslâm’ın temeli olan kelime-i şahadetin her iki kanadına da iman ettiklerini ifade etmekle birlikte, ikinci kanadı, amel konusunda hiç nazara almama gibi tuhaf bir yola girmiş bulunuyorlar. Bunun için de, hadis-i şerifleri İslâm’ın ikinci kaynağı olarak kabul etmiyor, her şeyin zaten Kur’ânda bulunduğunu, bunlara gerek olmadığını söylüyorlar. Kendilerine diyorsunuz ki, “Kur’ânda namaz emredilmekle birlikte nasıl kılınacağı tafsilatıyla anlatılmamış; hadis-i şerifler ve Allah Resulünün (asm.) uygulamaları olmaksızın nasıl namaz kılacağız?

Bu sorunuza, Kur’ânda anlatılandan ne anlıyorsak namazı öylece kılacağız diye cevap veriyorlar. Sorularınızı artırıyorsunuz, “Kur’ânda beş vakit namaz açık olarak geçmiyor, sadece sabah ve akşam namazından bahsediliyor, bir da orta namazdan. Bu ise ikindi namazı olarak anlaşılabiliyor.” dediğinizde, size hemen hak veriyor ve “Zaten namaz iki vakittir üçüncüsü bizim tercihimize bırakılmış.” diyorlar. “O halde,” diyorsunuz, “iki vakit de olsa bu iki namazı kaç rekât kılacağız, namazda neler okuyacağız. Zira bunlar da Kur’ânda açıklanmamış.”

Bu sorunuza şu garip cevabı alıyorsunuz: Rekat diye bir şey yok, Kur’ânda sadece namaz emredilmiş, rükûdan, secdeden bahsedilmiş, kıble tayin edilmiş. Kişi gerisini kendisi belirleyecek, dilediği namazı yine dilediği kadar rekât kılabilir; bir rekât da kılar, on rekât da.

Bu kesimin bütün yanılmalarını burada aktarmaya gerek yok. “Namaz dinin direğidir.” (Tirmizi, İman 8) hadis-i şerifinden hareketle açıklamalarımızı sadece namaz örneği üzerinde yapmakla yetineceğiz. Diğer ibadetlerdeki fikir sapmaları da bundan farksız.

Önce, etrafımıza şöyle bir bakalım, bunların dediği şekilde namaz kılan kimse var mı? Yok. Kendilerinin de böyle bir namaz kıldıklarını hiç sanmıyoruz. Kılsalar, haklı bildikleri bu dava ile ortaya çıkar, namazı o şekilde kılan bir ekol teşkil eder ve sayılarının artması için de gayret gösterirlerdi. O halde, bu fikrin neticesi, güya Kur’âna uygun namaz kılma perdesi altında, namaz kılmayan bir nesil yetiştirmek.

Kur’ânın ilk muhatapları ve Resulullahın (asm.) ilk arkadaşları ve talebeleri olan sahabelerin böyle bir namaz kıldıklarını bunlar da iddia edemiyorlar. Sahabeler Allah Resulünün (asm.) her hareketini, özellikle de ibadete dair uygulamalarını büyük bir titizlikle aynen tatbik ve taklit etmişler. Onları takip eden tabiin döneminde ve daha sonraki asırların Müslümanlarında da böyle bir ferdî ve keyfî uygulama görülmüyor. Bu hal, tâ bu asra kadar böylece devam ediyor.

Hak mezhepler yanında, dalâlet fırkası dediğimiz İslâm’ın istikamet çizgisinden sapma gösteren kesimlerde de böyle indî bir ibadet şekli göremiyoruz. Bu asra kadar böyle bir uygulama görülmediğine göre, bu kesimin iddiaları esas alındığında bugüne kadar Kur’âna uygun ibadet hiç yapılmamış oluyor. Dolayısıyla, İslâm dini hayata mal olmamış, sadece inanç planında kalmış bir din oluyor.

Yine bunların telakkisine göre, Peygamber Efendimiz de (asm.) namazın nasıl kılınacağını ümmetine öğretmeyen, onları bu noktada kendi görüşleriyle baş başa bırakan birisi olarak görülüyor. “O halde, peygambere ne gerek vardı?” diye bir soru akla gelebiliyor. Eğer peygamberin tek görevi insanlara Kur’ânı tebliğ etmek ise Kur’ânın nasıl yaşanacağı konusunda örnek olmak gibi bir görevi yoksa, o zaman Kur’ânın nazil olması, peygamber olmaksızın bir melekle de gerçekleştirilebilirdi.

Melekler, diledikleri şekillere girebilen nuranî varlıklardır. Nitekim Cebrail Aleyhisselam Allah Resulünün (asm.) huzuruna, sahabeden Dıhye’nin suretiyle çıkabildiğine göre, Cenab-ı Hak, Kur’ânı da Cebrail vasıtasıyla ve Tevrat’ta olduğu gibi bir defasında toplu olarak inzal eder, uygulamasını insanların şahsî görüşlerine ve tercihlerine bırakabilirdi.

Bu kişilerin takıldıkları nokta, namaz ve diğer ibadetleri Cenab-ı Hakk’ın niçin bütün tafsilatıyla Kur’ânda anlatmadığı meselesi. Onlar, bunu şöyle yorumluyorlar: Demek ki, buna gerek yok ve kulların bu konuda serbest bırakmaları onlar için bir rahmet.

Böyle bir anlayışa göre, beşerî kanunlarda da bu kadar tafsilata gerek yok. Bütün suçları tek tek sıralamak, bunların cezalarını bütün teferruatıyla ortaya koymak yersiz ve mânasız. Herkes anayasayı incelesin, nasıl anlıyorsa öyle uygulasın.

Yine bu anlayışa göre, kâinat kitabındaki ince mânaları da araştırmak yersiz. Allah açıkça neyi göstermişse onunla amel etmek kâfi. Yani, güneşle yolunu göreceksin, havayı teneffüs edeceksin, toprağı ekip biçeceksin, suyu içecek ve ekinlerini sulayacaksın o kadar. Ne yer altı kaynaklarını, ne iç organların görevlerini, ne genlerin, ne atomların, ne ışınların keyfiyetini araştırmak gerekmez. Zira, gerekseydi Allah onları da güneş gibi, su gibi gözümüze gösterirdi.

Böyle bir düşünce nasıl insanı ilimden ve medeniyet nimetlerinden mahrum bırakırsa, sadece Kur’ân ayetlerinde açıkça beyan edilen mânalara bakmak da Kur’ânın çok geniş mâna ikliminden, çok derin feyiz kaynaklarından insanı mahrum eder. Böyle bir kişi, sadece anladığı kadarıyla yetinir, anlamadıklarını yahut açıklanmayan hükümleri yaşama ihtiyacı duymaz. Zaten nefsin de istediği, böyle şükürsüz bir hayat, ibadetsiz bir dindir.

İçtihada karşı çıkan, mezhepleri tanımayan, ilm-i hali gereksiz bulan bu kişilerin yaptığı da, aslında, çok yanlış bir içtihattır. Yani, “Sadece Kur’ân ayetleri yeterlidir, hadislere bile ihtiyaç yoktur.” demek, başlı başına ve sorumsuzca yapılmış cüretkâr bir içtihattır.

Zira, Kur’ân-ı Kerimde, “Sadece ayetlerle iktifa edin, Peygamberin sünnetine uymanız gerekmez.” mânasında bir ayet yoktur. Aksine, o Hak elçisine her hususta uymamız gerektiğini emreden ayetler mevcuttur. Bunlardan bir kaçını ileride arz edeceğiz.

O halde böyle bir anlayış, tamamen his ve hevesten kaynaklanan yanlış bir içtihattır.

Bakınız, içtihat kapısını açan ve ayetlerden hüküm çıkarmaya imkân veren ayet-i kerimede ne buyruluyor:

Eğer o meseleyi peygambere ve müminlerden ihtisas sahibi kimselere havale etselerdi, elbette o kimselerden hüküm çıkarmaya ehliyetli olanlar işin doğrusunu bilirlerdi.” (Nisâ, 4/ 83)

Ayette geçen “istinbat” yani hüküm çıkarma imkânı, yine ayetteki ifadesiyle ulu’l-emr olan yetkili kişilere tanınmıştır. Nitekim, bu ayetin verdiği müsaade ile Allah Resulü (asm) bizzat içtihat yaptıkları gibi, sahabenin yetkili âlimleri de içtihatta bulunmuşlardır.

Sadece Kur’ânla amel ederiz.” diyen kişiler Kur’ânın bu ayetiyle de amel etmek gerektiğini, bunun ise yetkili kişilerce yapılan içtihatlara uymak manasına geldiğini de bilmelidirler.

Fıkıh konusunda zamanın ihtiyacına ve ortaya çıkan yeni durumların halline dair yapılan içtihatlar, Üstat Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle, yüzde on kadardır; şeriatın yüzde doksanlık kısmı ise muhkemattır, yani kati hükümlerdir. Kur’ânın açıkça bildirdiği meselelerde ve Allah Resulünün (asm.) kati beyanlarında içtihat yapılamaz ve bunlar şeriatın yüzde doksanını teşkil ederler.

Allah Resulü (asm.) namazla ilgili ayetleri nasıl uygulamışsa bunlara aynen uymak, her Müslüman üzerine bir borçtur. Peygamber Efendimiz (asm.) sabah namazını iki rekât kılmışsa, bunu ne bire indirmeye, ne de üçe çıkarmaya kimsenin yetkisi yoktur. O Hak Elçisi (asm.) bütün ömrü boyunca sabah namazını iki rekât kılmışken, bütün ashab-ı kiram da O’na aynen uymuşlarken, bugüne kadar gelen bütün alimler ve onlara uyan bütün müminler de bu konuda ittifak etmişlerken, artık “Kur’ânda sabah namazının iki rekât olduğuna dair bir ayet.” yok gibi bir gerekçe ile, başta Peygamberimiz (asm.) olmak üzere bütün Müslümanlara ters bir uygulamaya gitmek, dini tahrife yönelik değilse çok büyük bir gaflettir.

Her kim de, hidâyet yolu kendisine iyice belli olduktan sonra, Resulullaha muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, Biz onu döndüğü yolda bırakırız. Fakat âhirette kendisini cehenneme koyarız. Orası ne fena bir varış yeridir!” (Nisa, 4/115)

Yine bu kişiler Kur’ânı okuduklarına göre şu ayet-i kerimeleri de görmüşlerdir:

Peygamber size her ne getirirse onu alın, sizi neden menederse ondan da sakının.” (Ahzab, 33/21)

Kim Resûlullah’a itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ, 4/80)

De ki, Allah’a ve resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, elbette Allah küfre girenleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/ 32)

De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin; tâ ki Allah da sizi sevsin. …” (Âl-i İmran, 3/ 31)

“Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Kur’ân’ı ve Resûlullah’ın öğütlerini işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin!” (Enfâl, 8/20)

Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle birliktedir. İşte bunlar ne güzel arkadaştır!” ( Nisâ, 4/69)

Allah ve Resûlü, herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab,33/36)

Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kabul edip, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 4/65)

Cenab-ı Hak, bu ayet-i kerimelerde Resulünü hiç nazara vermeden, doğrudan, “Benim emirlerime uyun, yasaklarımdan sakının. Bana itaat edin. … ” diyebilirdi. Bunun yerine, bu gibi ifadelerin ihtiyar edilmesi, Allah’a itaatin peygambere uymaksızın mümkün olamayacağı içindir.

Hele bazı hükümler vardır ki, en âlim insanlar da bu konuda bir karar veremezler. Konumuza sadık kalarak örneğimizi de yine namazdan verelim. Yetkili âlimlerimiz namazın vakitleriyle ilgili ayet-i kerimelere bazı izahlar getirebilseler bile, namazın rekâtlarına, rüku ve secdelerin sayılarına, bunların yapılış sıralarına, rükuda ve secdede okunacak tespihlere kadar çok meselede bir hüküm veremezler. Zira, bu gibi meseleler peygamber talimi olmaksızın mücerret akılla ve ilimle halledilemez.

Biz bu gibi iddia sahiplerinin bazı yazılarını okuduk. Dikkatimizi çeken bir noktayı yazmak isteriz:

Bu yazıların çoğunda Peygamber Efendimiz (asm.) için sadece peygamber denilmekle yetinilmiş, ne hazret denilmeye, ne de aleyhissalatü vesselam diyerek ona salat ve selama gerek duyulmamıştır. Bunun o kişiler için büyük bir kayıp olduğunu düşünüyoruz.

Sadece bir kısmına kısaca değinmekle yetindiğimiz bu yanlış anlayış ve hatalı davranışların, bir kasıt eseri olmayıp gafletten kaynaklandığına inanmak istiyor ve kendilerinin bu yoldan kısa zamanda dönmelerini temenni ediyoruz. Aksi halde, bazı kişilerin namazsız ve ibadetsiz bir hayat geçirmelerine sebep olacaklar ve “Sebep olan işleyen gibidir.” hükmünce onların bütün ihmallerinin ve günahlarının bir katı da kendilerine yazılmakla büyük bir zarara uğrayacaklardır.

Prof. Dr. Alaaddin Başar

sorularlaislamiyet.com

Hekimoğlu İsmail, Mustafa Sungur Ağabeyi anlattı!

Kendi ifadesiyle “Derdini Seven” biri o. Öyle de yaşıyor. İyi güne, kötü güne, hastalığa-sağlığa şükreden tam bir teslim, tevekkül ve tefekkür abidesi. Ömer Okçu. Nam-ı diğer Hekimoğlu İsmail. Geçen hafta Rahmet-i Rahman’a kavuşan Mustafa Sungur Ağabeyi anlattı.

Türkiye’nin şükür ve tefekkür ufuklu mümtaz aydınlarından Hekimoğlu İsmail şimdi 90 yaşında. Hasta haliyle bile boş durmuyor. Hayatın dertlerinden ve hastalıklardan şikayet edenlere de sitem ediyor.

Hekimoğlu İsmail evlilikte eşler arasındaki anlaşmazlığın enaniyetten kaynaklandığını söylerken, Ümmeti Muhammed’in dağanık halinin de fotoğrafını çekiyor.

Kaynak: samanyoluhaber.com

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version