Stephan Hawking inkar ederken aslında Allah’ı ispatlıyor!

Hawking, kitabında ‘Tanrı, evrenin nasıl var olduğunu anlayamayanların uydurduğu mitolojik bir kahraman. Modern bilim evrenin bir yaratıcıya ihtiyaç olmadan var olabileceğini açıklıyor. O halde Tanrı’ya gerek yok.’ tezini savunuyor. Hawking kitabının tamamını bu tezi ispat etmek için yazmasına rağmen, farkına varmadan, birçok yerde tezini çürütüyor aslında.”

Zamanımızın Einstein’i olarak da bilinen meşhur fizikçi Stephan Hawking’in Tanrı’nın varlığına ihtiyaç olmadığını iddia eden son kitabı dünya genelinde çok tartışılmıştı. Yazılı ve görüntülü medyada haftalarca kitaptaki bazı argümanlar konuşulmuştu. Türkçe’ye “Büyük Tasarım” olarak çevrilen kitapla ilgili ilginç bir tartışmayı da Dr.Furkan Aydıner son kitabına taşıdı.

Etkileşim Yayınları arasında çıkan “Seküler Bilimin Tanrıları” isimli kitabında, Dr. Aydıner, Stephan Hawking’in son kitabında kendini ayağından vurduğunu ve yanlışlıkla Tanrı’nın varlığını birçok yerde ispat ettiğini yazıyor.

Hawking’in son kitabını genel olarak nasıl buldunuz?

Bildiğiniz gibi, bu kitap Hawking’in ilk kitabı değil. Hawking, çok genç yaşta felç geçirmesine rağmen bilimsel çalışmalarını büyük bir özveriyle devam ettirip alanında zirve yapması herkesin takdirini topladı. Tıpkı bir pop sanatçısı kadar küresel boyutta şöhrete kavuştu. Hawking, bu ilgiyi paraya çevirmek için şimdiye kadar birkaç kitap yazdı. Kitapları milyonlarca insana ulaştı. Beni rahatsız eden, Hawking’in önceki kitaplarında kendini inanan biri olarak takdim etmesidir. Oysa, medyadan öğrendiğimize göre, bir önceki eşi onun eskiden beri ateist olduğunu söylüyor. Demek ki, daha geniş kitleye ulaşmak için inançsızlığını gizlemekle kalmamış, kendini inançlı gibi lanse etmiş. Hatta “Zaman’ın Kısa Tarihi” kitabında eğer dört çekim kuvvetini açıklayacak tek bir model geliştirilirse kozmolojik sırlar çözülür ve “Tanrı’nın ne düşündüğünü” sormaya başlarız diye yazmıştı. Aynı Hawking bu son kitabında inançsızlığını ilan etmekle kalmıyor, inançsızların peygamberliğine soyunuyor.

Hawking’in son kitabındaki temel argümanı nedir sizce?

Hawking, kitabında kısaca şu tezi savunuyor: Tanrı, evrenin nasıl var olduğunu anlayamayanların uydurduğu mitolojik bir kahraman. Modern bilim evrenin bir yaratıcıya ihtiyaç olmadan var olabileceğini açıklıyor. O halde Tanrı’ya gerek yok.

İlginçtir, Hawking kitabının tamamını bu tezi ispat etmek için yazmasına rağmen, farkına varmadan, birçok yerde tezini çürütüyor aslında. Hawking gibi zeki birinin bu kadar basit hataları farketmemesi bile Tanrı’nın varlığına delil olarak zikredilebilir.

Nasıl yani?

Demek ki, Tanrı var ki, Hawking’i şaşırtmış. Yoksa bu kadar zeki birinin kendini ayağından vurmasını baska nasıl izah edeceğiz. Hawking’le beraber kitaba katkıda bulunan ikinci bir isim daha var. Anlaşılan ikisi de bu hataları fark etmemiş. Kitabı okuyan editör de fark etmemiş. Demek ki, Tanrı var ki, onların hepsini şaşırtmış.

Bu çok ilginç bir nokta.  Hangi yanlışlarla Tanrı’nın varlığını ispat ediyor kitap? Bir misal verebilir misiniz?

Birçok misal verebilirim. Evvela kitabın ismi “Grand Design” (Büyük Tasarım) çok büyük hata. Hawking, çok açık olarak kainatın büyük bir tasarım eseri olduğunu kabul ediyor. Ancak, her tasarım, onu yapan tasarımcıya delildir. Dünyadaki en basit bir tasarım bile akıl ve ilim sahibi bir tasarımcının elinden çıkmıştır. Çok muhteşem bir sarayın tasarımını görüp takdir edip onu çizen mimarı görmemek körlüktür. Aynen öyle de, Hawking hem kitabın başında hem içerisinde kainatın çok muhteşem bir tasarım eseri olduğunu kabul ediyor. Bunun birçok misallerini sunuyor. Hatta, kitabın önsözünde muhteşem kainatın akılları hayrette bıraktığını, bilim kurguları geride bıraktığını yazıyor. “Felsefe ölü artık” diyerek felsefecilerin hayallerinin bile hakikatı anlamada yetersiz kıldığını anlatıyor. Azıcık tahkik ehli olan biri böyle muhteşem bir sarayın ustasız olabileceğini nasıl kabul edebilir?

İlginç bir tespit. Başka ne tür misaller var.

Hawking kitabının birçok yerinde “şans” olmadan bugünkü evrenin olamayacağını yazıyor.  “Bizim güneş sisteminin şanslı bazı özellikleri var. Onlar olmasaydı yeryüzünde hayat mümkün olmayacaktı.” diyor. Hawking örnek olarak Kepler’in dünyanın yörüngesiyle ilgili ölçümünü zikrediyor. Kepler, dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin tam daire olacağını öngürüyor. Ancak, yaptığı ölçümler yörüngenin tam daire değil yüzde 2 sapma ile eklips olduğunu gösteriyor. Kepler bunu bir türlü kabullenemiyor. Bir yerde hata yapmış olmalıyım diye tekrar tekrar hesaplar yapıyor. Ancak hep aynı sonuç çıkıyor. Oysa, yörüngenin eklips olması hata değil, Hawking’in tabiriyle, bizim için “büyük bir talih” olduğu sonradan anlaşılıyor. Yörüngesi mükemmel daireden yüzde 20 sapan gezegenler var. Orada sıcaklık 200 derecenin üzerinde. Yazları aşırı sıcak, kışlar ise aşırı soğuk. Bu durumda, Hawking’e göre, sular ya sürekli buz kalacak ya da tamamen buharlaşıp uçacaktı. Mükemmel daire olsaydı dört mevsim olmayacaktı. Hawking’e göre, birçok konuda olduğu gibi bunda da şansımız yaver gitmiş. Hedefi tam 12’den vurmuşuz. Yörüngedeki yüzde 2’lik tesadüfi sapmayla bugünkü evimize kavuşmuşuz. Ne güzel bir misal! Kulağa hoş geliyor ancak akıl kabul etmekte zorlanıyor. Bence, aklını birazcık kullanıp Hawking’in verdiği bu misaller üzerinde düşünen, kainatta çok hassas dengeler üzerine kurulu birbirine bağımlı binlerce sistemin tesadüfün değil sonsuz kudret sahibi bir ilahın eseri olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.

Hawking gibi zeki biri nasıl bunları düşünememiş?

Doğrusu ben de anlamadım. Bunun gibi birçok örnek var kitabında. Bar bar Allah’ı anlatıyor. Kitabın sonuna gelince okuduğum teşekkür notu sözkonusu hataların bile tesadüfi olmadığı konusunda bana kesin kanaat verdi. Bence Hawking kendine en büyük darbeyi bu“teşekkür” notuyla vurmuştu: “Tıpkı evren gibi kitap da bir dizayn eseri. Ancak, evrenin aksine, kitap kendiliğinden yoktan var olamaz. Kitap bir yazarı gerekli kılar. Ancak yazara yardımcı olanlar onun yükünü azaltıyorlar. Ben de bu kitabın yazılmasında katkısı olanlara çok teşşekkür ederim.” Hawking, bu notuyla hem kainat kitabının Katibi’nin varlığını hem de O’na teşekkür edilmesi gerektiğini gösteriyor akıl sahiplerine.

Nasıl yani?

Hawking’e göre Latin alfabesinin 26 harfi rastgele bir araya gelip bir kitap şeklinde dizilemez. Bunun için zeki bir değil birkaç dizayncıya ihtiyaç var. Peki o halde, içiçe farklı alfabelerle yazılı kainattaki hadsiz kitaplar kendi kendine dizayn edilmiş olabilir mi?

Kainat ve kitabı temel unsurlarının dizilişi noktasında birbirine benzetebiliriz. Örneğin, Hawking’in kitabı 26 harfin dizilişinden ibarettir. Bu harflerin çok sayıda tekrarı var kitapta. Muhtemelen Hawking’in son kitabı 400 bin karakterden (harften) oluşuyor. Yani 26 harf toplamda 400 bin defa kullanılarak bir dizilim yapılmış, neticede Grand Design isimli kitap ortaya çıkmış. Dijital kitap yerine lego şeklinde olan harflerin dizimiyle kitap yazdığımızı düşünelim. Elimizde 400 bin harf kalıbındaki lego parçası olsa onları belirli şekilde dizerek Grand Design kitabını oluşturabiliriz. Şimdi böyle bir dizilim akıl, şuur ve ilim sahibi olmayan bir tarafından yapılabilir mi? Elbette yapılamaz.

Hawking, teşekkür notunda diyor ki, sakın ha bu dizilim kendi kendine oldu diye düşünme. Birçok zeki insanın emeği var bunda. Peki kainat dediğimiz nedir? Element alfabesi, kristal alfabesi, molekül alfabesi, hücre alfabesi gibi farklı alfabelerin dizilimleriyle yazılan şaheserler bütünüdür. O halde, bu kadar sayısız harikulade kitaplar kendi kendine dizilmiş olabilir mi?

İlginç tespitler. Başka neler var Hawking’in kitabında.

Kitaptaki argümanlardan biri de 11 parallel evrenin olduğuyla ilgili. Hawking, bu konudaki bilimsel iddiaları hayli kuvvetli buluyor. Bizim dört boyutlu evrenimiz diğer evrenlerin bir nevi gölgesi konumunda diyor. Malum paralel evrenler düşüncesi hayli popüler modern fizikçiler arasında. Bence Hawking bu konuda da topu kendi kalesine atıyor. Çünkü, paralel evrenler fikri Tanrı’nın varlığını çürütmediği gibi daha da zorunlu kılıyor. Kaldı ki, bütün Müslümanlar 1400 yıldır “âlemlerin Rabbi” diye namazlarında okuduğu Fatiha suresiyle âlemlerin birden fazla olduğunu söyleye gelmiş. Dolayısıyla paralel evrenler olması İslam’ın öğretilerle çelişmediği gibi belki destekliyor denilebilir. Daha da ilginci, Hawking, bizim âlem dediğimize bir nevi izdüşümü/gölgesi diyor. Ontolojik olarak bizim evrenin varlığını diğer evrenlere dayandırıyor.

“Gölge” tabirini kullanıyor mu Hawking?

Evet. Biliyorsun bazı Müslüman âlimler asırlardır varlıkların bir nevi “gölge” olduğunu söylüyor. Eşyanın hakikatı Allah’ın isimlerine dayanır ve oradan gelir. Yani varlıklar İlahi isimlerin tecellileri veya gölgeleri hükmünde. Bence daha da ilginç olanı Hawking’in sicim teorisi çerçevesinde ortaya atılan “görünüveren parçacık” (emergent particle) kavramını kullanarak evrenin kendi kendine olabileceğini söylemesidir. Kitaptan anladığım kadarıyla Hawking, Tanrısız evren argümanına en güçlü delil olarak bu parçacıkları gösteriyor. Doğrusu bunu okurken çok hayret ettim. Bu kadar zeki biri bu kadar bariz bir hatayı nasıl yapabilir diye sordum kendime.

Neymiş hatası?

Hawking diyor ki biz eskiden 13.6 milyar sene önce yoktan var olup sonra bir kısım doğa kanunlarıyla işleyen bir evren anlayışına sahiptik. Oysa, Kuantum fiziği yoktan var olmanın atom altında devamlı gerçekleştiğini söylüyor. O halde, diyebiliriz ki, şu anda olduğu gibi 13.6 milyar önce de evren yoktan kendi kendine var olmuştur. Evrenin ustasını aramaya gerek yok diyor.

Siz ne diyorsun bu argümana karşı?

Saçmalardan seçmeler diyorum. Hawking’in bu görüşünün saçmalığını bir örnekle açıklayayım müsaade ederseniz. New York şehrinde binlerce senedir var olan ancak nasıl var olduğu bilinmeyen binlerce taklidi imkansız saraylar olduğunu varsayalım. İnsanlar binlerce yıl bu sarayları inceleyip nasıl var olduklarını merak ederken acayip bir gelişme oluyor. Birisi bu sarayların göründüğü gibi sabit olmadığını, gözle farkedilmeyecek süratte her an yeniden inşa olduklarını keşfediyor. Daha da ilginci New York gibi milyarlarca başka şehirlerde benzer sarayların aynı şekilde var olduğu anlaşılıyor. Bunun üzerine akıllı geçinen birisi ortaya atılıp sarayların ustasını merak edenlere şunu söylüyor: “Şu anda kendiliğinden yoktan var oldukları gibi bundan 5000 sene önce de kendiliğinden yoktan var olmuştur”. Sence bu iddia sahibinin dahi olması söylediğinin doğru olma ihtimalini artırır mı? Kesinlikle hayır! Her insan kendi tecrübe ve gözlemiyle bilir ki, bir iğne bile ustasız olmaz. Taşlar yığını basit bir kulubecik bile ustasız vucut bulmaz. O halde her an yenilenen ve taklidi imkansız harikulade saraylar nasıl ustasız olsun ki? Sarayların sürekli yoktan icatları ustasız olduklarına değil, ustasının tek ve sonsuz kudret sahibi olduğuna şehadet eder. Çünkü, bu derece hadsiz sarayları hadsiz süratle yenilemek kudretin nihayetsizliğine delildir. Mantıken nihayetsiz kudret tek Bir ustada olabilir. O halde, sonsuz kudret ve ilim sahibi her an herşeyi var edip varlıklarını devam ettiriyor.

İlginç ve güzel bir sohbet oldu. Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Asıl ben teşekkür ederim…

Yusuf Levent’in Moral Dünyası dergisinde Dr. Furkan Aydıner ile yaptığı röportaj

Tesettürün Aile Hayatını Korumadaki Önemi

Giyim-kuşam en önemli aile meselelerimizden birisidir. Zira, tesettür, evvela kadın-erkek için dini bir emirdir.

Sâniyen; eşler ve ailenin diğer fertlerini psikolojik olarak etkilediğinden (kıskançlık, olumsuz bakışları celbetmek vs.) yönünden de önem arz eder. Tesettüre riayetsizlik, kimi zaman aile içi kavgalara ve nihayet boşanmalara kadar götürür.
Yüce kitabımızda örtünmeye dair pek çok âyet-i kerimeden birkaçı şöyledir:
“Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takva elbisesi… İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar diye onları indirdi.
“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.
“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf, 26-27, 31.)
“Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, Müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor.” (Nahl Sûresi, 81.)
Bu emirler kadın erkek herkese yöneliktir.
Tesettür ve giyim kuşama verilen önem başka âyetlerle de şöyle desteklenmektedir:
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” (Nur Sûresi, 30)
“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut Müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!” (Nur Sûresi, 31)
Şüphesiz bu âyetlerin her biri bir emirden öte insanın imtihanında başarılı olması için verilen işaretlerdir. İnsanoğlu harama batmamak için, sadık ve dürüst bir hayat sürmek için bu emirleri uygulamalıdır. Allah’ın “Settar” isminin bir gereğini yerine getirmeli, O’nun isimlerini kendi üzerimizde tecelli ettirmeliyiz. Elbet bu emirlerin altında yatan hikmetler sadece bu kadar ile sınırlı değildir. Bir de bunun sevap ciheti vardır ki herhangi bir maddiyat ile ölçümü mümkün değildir.
Ali FERŞADOĞLU / Nur Postası

Uzakdoğu Üniversitelerinde Gündem: “Risale-i Nur”

Risale-i Nur eserleri ve hizmetleri ilk olarak 1980’li yıllarda Malezya’ya gitmiş ve okunmaya başlamıştı. Ciddi anlamda okumalar 1980’li yıllarda ABD ve Avrupa’da, özellikle İngiltere’de okuyan gençler orada Risaleleri tanıması ve ülkelerine döndüklerinde kendi çaplarında Risale-i Nur hizmetlerini yaymaya başlamalarıyla oldu. Ancak külli manada ilk duyuru, 1999 senesinde Malezya UKM (University Kabansaan Malaysia) üniversitesinde yapılan ve üç gün devam eden, başta ABD, Türkiye, Mısır, Avustralya, Filipinler, Endonezya, Brunei ve Tayland olmak üzere birçok ülkeden akademisyenlerin de iştirak ettiği büyük bir sempozyumla yapıldı. Bu sempozyumdan sonra yörede daha ciddi çalışmalar başlamış oldu. İlki 1999’da yapılan sempozyumdan sonra Malezya’da 5, Endonezya’da 16, Filipinler’de ve Avustralya’da 3’er tane olmak üzere bölgede çok sayıda sempozyum yapıldı. Bu arada İstanbul’da yapılan sempozyumlara gelen akademisyenler yörelerinde ilmi ve akademik çalışmalarını yürüttüler. Nihayet günümüzde Risaleler ve Said Nursi bölge ülkelerinde çok sayıda master ve doktora çalışmasına konu oldu.

Bu çalışmaların devamı olarak 2-9 Aralık 2012 tarihlerinde Türkiye ve İngiltere’den bölgeye giden akademisyenlerin yanı sıra bölge ülkelerinden de çok sayıda akademisyenin katılımıyla Malezya üniversitelerinde bilhassa bilim–din ilişkilerine odaklanan BİLİMİN KÜLTÜR VE MEDENİYET OLUŞUMUNDAKİ KİLİT ROLÜ: RİSALE-İ NUR PERSPEKTİFİ konulu bir dizi akademik toplantıda Risalelerin bu anlamda oynadığı rol ele alındı.

Malezya’nın önemli düşünce kuruluşlarından olan IAIS-Uluslararası İleri İslam Düşüncesi Enstitüsü ile İİKV’nin ortaklaşa düzenlediği konferans 4 Aralık Salı günü yapıldı. Bu konferanstan önce 3 Aralık Pazartesi sabahı UKM’de ve aynı gün öğleden sonra Uluslararası İslam Üniversitesi İslam Birliği Enstitüsü’nde ve 5 Aralık günü ise Malezya Putra Üniversitesi’nde 3’er saatlik paneller yapıldı. Bu panellere çok sayıda öğretim üyesi ve öğrenci katıldı. Konuşmacıların sunumlarından sonra  Risalelerin daha iyi anlaşılmasına yönelik soru-cevap seanslarına geçildi.

Bu toplantılarda İngiltere’den Prof. Dr. Colin Turner ile Mahshid Turner, Türkiye’den Prof. Dr. Yunus Çengel, Prof. Dr. Faris Kaya ve Doç. Dr. İsmail Latif Hacınebioğlu birer tebliğle katıldılar.

Konferansın açılış bölümünde Uluslararası İleri İslam Düşüncesi Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Hasim Kamali ile İstanbul İlim ve Kültür Vakfı İcra Kurulu Başkanı Prof. Dr. Faris Kaya konferansin duzenleyicisi sifatiyla  birer konuşma yaptılar. Konferansın açılış konuşmalarında Bediüzzaman Said Nursi’nin bilime bakışının ve fen bilimleri ile dini ilimleri bir çeşit mecz ederek ele almasının, İslam dünyasının ihtiyaç duyduğu bir yaklaşım şekli olduğu ve örnek alınması gerektiği hususu üzerinde duruldu.

Risalelerde fen bilimlerinin nasıl işlendiği örneklerle ortaya konuldu ve bilhassa mana-i ismi ve mana-i harfi kavramları üzerinde duruldu.

Daha sonra üç oturum halinde akademisyenler uzmanlık alanlarında risalelerin konuya ilişkin bakış açısını ortaya koymaya çalıştılar. Çok ciddi bir akademisyen kitlesinin takip ettiği konferans oturumlarının sonunda soru-cevaplarla konu daha da derinlemesine ele alındı.

Akademisyen heyeti Malezya konferansı sonrası Endonezya’ya geçti. Biri Palembang Üniversitesi’nde 6-7 Aralık tarihlerinde, diğeri 8 Aralık 2012 tarihinde Bandung’da olmak üzere iki uluslararası katılımlı konferans yapıldı. Bu konferanslara Colin Turner, Yunus Çengel, İsmail Latif Hacınebioğlu, Mahshid Turner ve Faris Kaya’ya ilaveten üniversite rektörü Prof. Dr. Eflatun Mukhtar, Mısır Ezher Üniversitesi’nden Prof. Dr. İsmail Abdunnebi Sahin, Cakarta Serif Hidayetullah Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mulyadhi Kartenagara, Dr. İsmail Sukardi (Palembang Üniversitesi), Prof. Dr. Muhammed Sirozi (Palembang Üniversitesi) ve Prof. Dr. Amany Lunis (Serif Hidayetullah Üni.) ‘Prof Dr hamid Zarkasy (Darusselam Islam Enst)’Prof Dr Abdulrezzak (Palembang Univ), Prof Dr Amin Suyitno (Palembang Univ) ve Prof Dr Dusky Ibrahim ( Palembang Univ ) de birer tebligle  katıldılar.

Güney Sumatra Valiliği ve Palembang Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen iki günlük Pelambang Konferansını takriben 300 kişiden oluşan bir akademisyen topluluğu takip etti. Konferansın ilk günü akşamı ise eyalet valisi, Alex Noerdin’in konağında takriben 1500 kişilik bir heyete akşam yemeği verdi. Bu yemek esnasında da Said Nursi’nin bilime bakış vizyonunun önemi üzerinde duruldu.

İİKV

Konferansın oturum başlıkları ve sunulan tebliğ başlıkları şöyle:

Birinci Oturum: İnsanlık İçin Daha İyi Bir Geleceğin Tesisinde Bilgi, Bilim, İman ve Ahlakın Yeri ve Önemi: Said Nursi’nin Yaklaşımı

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Kerim Douglas Crow (Principal Fellow, IAIS Malezya)

Konuşmacılar:

1) Prof. Dr. Colin Turner (Durham University, İngiltere)

Yaradılışı Okumak: Said Nursi ve ‘Mana-i İsmi’ ve ‘Mana-i Harfi’ Kavramları

2) Prof. Dr. Yunus Çengel (Adnan Menderes Üniversitesi)

Nursi’nin Bilimlere Bakışı ve Bilimsel Metod

3) Prof. Dr. Zulkifli Haji Mohd Yusoff & Ms. Betania Kartika Muflih (University of Malaya, Malezya)

Kur’anî ve Kozmik İşaretler Vasıtasıyla İmanı Kuvvetlendirmek: İmam Bediüzzaman’ın Yaklaşımı

İkinci Oturum: Said Nursi’nin Bilim ve Kalkınmaya Dair Görüşleri

Oturum Başkanı: Dr. Daud Batchelor (Associate Fellow, IAIS Malezya)

Konuşmacılar:

1) Prof. Dr. Muhammad Sirozi (State Institute for Islamic Studies [IAIN] Palembang, Endenozya)

İslam Dünyasında Bilimin İhyası: Bediüzzaman Said Nursi’nin Bazı Fikirleri

2) Doç. Dr. İsmail Latif Hacınebioğlu (Süleyman Demirel Üniversitesi)

Holistik Bilgi Yaklaşımı Vasıtasıyla Epistemik Tercihler: İlahi Birer Kitap Olarak Tabiat, Bilim ve Vahiy

3) Mrs. Mahshid Turner (Durham University, İngiltere)

Dinin ve Maneviyatın Fiziksel ve Ruhsal Sağlığa Etkileri Bilimsel Olarak Ölçülebilir mi?

Üçüncü Oturum: Said Nursi’nin  Medeniyet Ölçeğinde Tecdid Anlayisi

Oturum Başkanı: Mr. Abdul Karim Abdullah (Research Fellow, IAIS Malezya)

Konuşmacılar:

1) Doç. Dr. Hj Fadhlullah Jamil (University Science Malaysia, Malezya)

Bediüzzaman’ın Malay Dünyası Üzerindeki Nüfuz ve Tesiri: Genel Bir Değerlendirme

2) Doç. Dr. Saim Kayadibi (International Islamic University Malaysia, Malezya)

Said Nursi’nin Dünya Görüşündeki Medeniyet Parametrelerinin İhyası: Ontolojik Mücadele

3) Dr. Mohammed Farid Ali (Research Fellow, IAIS Malezya)

Merhamet ve İyilik Aracı Olarak Kanaat: Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’una Hususi Atıflarla

Bu konferansta sunulan tebliğler, daha sonra Enstitü dergisinin özel sayısı olarak yayınlanacaktır.

Endonezya Konferanslari

Diyanet Risale-i Nur’ları Neşredebilir

9 Aralık akşamı Dost Tv’de gerçekleşen “Mustafa Sungur Özel Programı” na Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Mehmet Fırıncı Ağabeyler ayrıca İstanbul İlim ve Kültür Vakfı mütevelli heyeti üyesi Said Yüce konuk oldu.
Ağabeyler, Mustafa Sungur Ağabey ile nasıl tanıştıklarını ve hatıralarını naklettiler. Ayrıca programda özel hatıralarda anlatıldı.
Program da en ilginç hatıra Said Özdemir Ağabey’den geldi. Dönemin Başbakan’ı Adnan Menderes’e Bediüzzaman hazretlerinin bir mektup gönderdiğini ve bu mektupta büyük bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunu ve bu tehlikenin önlenmesinde Risale-i Nurların devlet eliyle basılmasının sadaka hükmüne geçerek önlenebileceğini yazdığını belirtti. Fakat dönemin şartları itibariyle Risale-i Nur’ların devlet eliyle basılamadığını bunun sonrasında 1960 darbesinin gerçekleştiğini belirtti.
Program konuklarından Said Yüce ise Mustafa Sungur Ağabey’i Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in hastanede yaptığı ziyaretten bahsetti. Mustafa Sungur Ağabey’in yaklaşık iki aydır gözlerini açmadığını bu ziyaret esnasında gözleriyle Mehmet Görmez’in selamını aldığını belirtti. Ayrıca Said Yüce bu ziyaret esnasında Mehmet Görmez’le yaptığı görüşmede Diyanet İşleri Başkanlığı’nında Risale-i Nurları neşretmek için çok istekli olduğunu yakın bir zamanda bunun gerçekleşebileceğini ifade etti.
Risale Ajans

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version