Etiket arşivi: A.Raif Öztürk

Cehaletin, Yalanın ve İftiranın Böylesi…

Sol tandanslı olduğu bilinen Ulusal Tv.’nin Anahaber bülteninden bir bölümü, video olarak Facebook’da izleyince hayretler içinde kaldım.

Kendimi “Aman Allah’ım, bir konu bu kadar da mı çarpıtılır? Bu kadar da mı yalan haber yapılır? Masum halkı yanıltmak için, bu kadar da mı iftira atılır?”Ve“Bu kadar da mı kara cahil olunur?” demekten alamadım.

Aslında böyle bir haberin cehaletten kaynaklanmadığı, çok daha kuvvetle muhtemeldir. Asıl maksat, Kıyamete kadar insanlık alemine ışık tutacak olan İSLAM’I ve KUR’ANI, en güzel ve en mantıklı delillerle anlatan ve bu asrın en etkili bir İSLAM ALİMİNE çamur atmak olmalı. Bu iftiraya, “Tutmasa bile izi kalır” ümidine yapışmaktır.
Bu tür yanlı ve yanlış haberlerle körpe dimağları yanıltmaya yönelik çalışmaları, gençliği ve körpe dimağları korumak adına, tekzip etmek ve doğruları göstermek şarttır.Çünkü;“Bir kötülük gördüğünüzde elinizle düzeltin. Bu mümkün değil ise lisanınızla düzeltin. Bu da mümkün değil ise kalbinizle buğz edin!”Hadis-i Şerifi mucibince, ben bu gün bu konunun doğrusunu göstermek ve açıklamak zorunda kaldım.
O yalan haber aynen şöyleydi: “Cumhuriyet düşmanı Said Nursi’nin risalesi, İstanbul, Bağcılarda bir ortaokulda ders olarak okutuldu. Okul yönetimi bu görüntüleri, Milli Eğitim Bakanlığının Resmi paylaşım ağı EBA’da yayınlattı… …”..haber böylece uzuyordu. Mühim olan, cümlenin başındaki boldladığım 4 kelimelik kısımdır.
Yani, “Cumhuriyet düşmanı Said Nursi’….” ..ifadesi külliyen ve kesinlikle yalandır, iftiradır, çarpıtmadır ve halkı yanıltmaktır. Eserlerinin; 52 ayrı lisanda tercüme edilerek, neredeyse tüm ülkelerde rağbet görerek okunan, hatta bazı üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan, adına tezler hazırlanan ve kürsüler kurulan bir İslam alimine çamur atmaktır. Bu konuları araştıramamış olan genç kardeşlerimizin yanılmamaları için arz ediyorum.
Bakınız,çarpıtılan olayın aslı nasıl:
Bediüzzaman Said Nursi Hz. ŞUALAR adlı serinden 14.Şua’da şöyle buyuruyor: “Hulefa-i Raşidin; hem halife, hem Reisicumhur idiler. Sıddik-ı Ekber Hz. Ebu Bekir (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette Reisicumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki HAKİKAT-İ ADALETİ ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar ‘CUMHURİYETİN REİSLERİ’ idiler.”
Bu cümlede; Bediüzzaman Said Nursi Hz.’nin ne kadar Cumhuriyetçi olduğu çok net ifade ediliyor, değil mi? İsterseniz bir de anekdot arz edeyim ki hiç bir tereddüt kalmasın:
Yüce Dinimizin nurundan gözleri kamaşan tek parti zihniyeti;İslam’ın yayılmasını önlemek amacıyla,bu konudaki en etkin alim Bediüzzaman Hz.’niyıldırmak için, onu sudan bahanelerle sürgün ediyor ve mahkemelerde, hapislerde süründürüyorlardı. Bir mahkeme sırasında tutanaklara geçen bir duruşmada, şöyle bir anekdotcereyan ediyor.Tarihçe-i Hayat esrinden aynen iktibas ediyorum:
-..“Orada, mahkemede benden sordular ki: “CUMHURİYET hakkında fikrin nedir?”
Ben de onlara dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka, daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir Cumhuriyetçi olduğumu, elinizdeki Tarihçe-i Hayat’ım ispat eder.

Hulasası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ‘..niçin çorbanın tanelerini karıncalara veriyorsun?’ Ben dedim: ‘Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. CUMHURİYETperverliklerine(Cumhuriyet sever ve Cumhuriyetçiliklerine) hürmeten, çorbamın taneleri karıncalara veriyorum.’”…

Yukarıda arz ettiğim haberdeki“..Cumhuriyet düşmanı Said Nursi … ….”..ifadesinin ne kadar saçma, yalan ve iftira olduğu herhalde herkes çok iyi anlaşılmıştır. Aynen gündüze-gece veya aka-kara demek gibi gerçeklere terstir.
Çarpıtılmaların sebebi ise herkesçe malumdur: Bediüzzaman Said Nursi Hz. Cumhuriyete asla düşman değil, fakatlaikliği “dinsizlik” olarak dayatmalara,daha doğrusu dayatılmasına düşman idi. Dinden nasibi olmayan o zihniyet, Said Nursi’nin‘en etkili eserlere sahip olan bir din alimi’ olması nedeniyleve eserleriyle materyalizmi zir-ü zeber ettiği için onu hazmedemediklerinden,masum halka özellikle onu yanlış tanıtmak amacıyla böyle iftiralara tevessül ediyorlar.
Bu tür yalan ve iftiralara, bu güzide halk elbette rağbet etmez ve etmeyecek. Aksine, bunlara inat asrın en ünlü alimleri tarafından kendisine Bediüzzaman unvanı verilen Said Nursi’yi, daha yakından inceleme bahtiyarlığına erişeceklerdir. İnşaallah…
Ben kendimden biliyorum: 1968 Yılında imamlar bile kendilerini onların şerrinden korumak için, ceplerine (eski tarihli bile olsa) Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri koyuyorlardı. Bizler de mecburen o gazetelerin yanlış haberleriyle eğitiliyorduk(!!!)… Ben bir gün aynı zihniyetin gazetesi olan Cumhuriyette,“Said Nursi kendisini Peygamber ilan etti” manşetini görünce çok merak etmiştim.

Üstelik te ispat olarak, Şualar kitabının 19. Sayfası, 4. Satırında “Ben ve benden evvelki peygamberler”…..diyor, cümlesini eklemişti. Bu ispata inanarak, bu zattaki bu çelişkiye (!) hayret edip çok ciddi araştırmalar yapmıştım. Şualar’ı bulup, o sayfayı Yüksek Elk. Müh. Bir ağabeyimle birlikte açtık. Ve o cümlenin önündeki; “Rasulallah ferman etmiş ki; Ben ve benden evvelki Peygamberler, kelime-i tevhit üzere….”..vs. olduğunu görünce, bu yalanlara, iftiralara ve halkı yanıltmalara tepki olarak inatla, o eserlerin tamamını okumaya karar vermiştim.

Binlerle şükürler olsun, iyi ki tamamını okumuşum…

İşte bu gün de bu yalan ve iftiralara da, böyle tepkiler olacağına can-u gönülden inanıyorum. Vesselam…
A. Raif Öztürk – Risale Ajans

En Etkili Düşmanlarımızı Tanıyor muyuz?

Şu fani hayattaki sınavın gereği olarak, her birimizin zararına çalışan iki önemli düşmanlarımız var. Ayrıca bizlere sürekli yardımcı olan iki önemli dostlarımız var. Düşmanlarımız, Nefis ve Şeytandır. Dostlarımız ise Vicdan ve melektir. Nefis ve Şeytan şu Dünya hayatımızdaki SINAV gereği görevlendirilmiştir. Melek ve vicdan ise Yüce Rabbimizin “..kulum bunların cazip vesveselerine kapılmasın, tuzaklarına düşmesin, illa Cennetlerimi hak etsinler” şefkat ve merhametiyle,insana yardım için görevlendirilmiştir. Ancak hiç birinin yaptırım gücü olmayıp, sadece his, vesvese ve duygu şeklinde bizleri etkileme gücüne sahiptirler.

Akıl ise özellikle bu gerçekleri İDRAK etmemiz ve yaratılış gayemize göre “Sırat-ı Müstakimde”, yani doğru yolda hareket etmemiz için bahşedilmiştir. Fakat akıl bir PUSULA aleti gibidir.

Yani, Pusula her zaman doğru yönü göstermek için icad edilmiş olmasına rağmen, manyetik alanlardan veya metal olan bölgelerden etkilendiği zamanlarda, doğru yönü gösteremez. İşte aklın da bizlere doğru yolu tercih etmemiz için yaratıldığı halde, aklı da engelleyen birçok ETKİ ALANLARI ve negatif bölgeler vardır.

Bu etki alanlarının en önemlileri yukarıda arz ettiğimiz nefis ve şeytana ilave olarak, nefis ve vicdanımızı etkilemek için kurulan TV, menfi dizi, sinema veya tiyatrolar ve kötü arkadaşlardır. Ve arkadaş edinilen internetin şer veya zararlı ortamları, fuhşiyatı teşvik eden kıyafetler, lüzumsuz meşguliyetler ve diğerlerini de sayabiliriz.

Bu nedenlerle de doğruyu bulabilmemiz ve isabetli tercih yapabilmemiz için, öncelikle aklımızı bu etki alanlarından mutlaka azami sakınmamız ve azami derecede korumamız şarttır. Korunmanın ilk şartı ise öncelikle bu etki alanlarından uzak durarak ciddi bir şekilde sakınmaktır.

Aklımızı bu etki alanlarından korumanın birçok metod ve prensiplerini öğretmek için de Yüce Rabbimiz, Şefkati ve merhameti gereği olarak bizlere madde madde açıklayan bir Kitap yani Kur’anı göndermiştir.
“Kullarımın dünya meşguliyetleri bu kitabı anlamaya engel olabilir”ihtimaliyle, yani “illaki anlasınlar da maddi ve manevi tehlikelerden kurtulsunlar” diye, bu kitabı en güzel bir şekilde açıklaması için, özel donanımlarla teçhiz ettiği en büyük Peygamberi SAV görevlendirmiştir.

Peygamberimizden SAV sonraki asırlarda yaşayan insanların, bu nurdan yararlanma imkanları azalacağı için veya medeniyetve materyalizm artışına göre yaşantılar değişeceği için, her asırda o asrın ihtiyaçlarını karşılayacak donanımda Kutup İmamları, Müctehidler, Bediüzzamanlar ve İslam alimleri görevlendirmiştir. Ta ki insanlar illa ki şeytan ve nefsin tuzaklarına düşmeden doğru yolu bulsunlar…

Oysa Nefis ve Şeytan her an bizleri yanıltmak ve saptırmak için GARD almış durumdadır. Aynen birbirilerinin karşısında gard alan boksörler gibi, fakat bir farkla. O her zaman gardlı,biz ise diğer boksör gibi gardlı olmamız gerekirken, genellikle gafletteyiz ve maalesef gülüşte oynaştayız. Hatta bunun bile farkında değiliz. İşte mühim olan da budur!…
Bir memleket düşününüz ki donanımlı bir ordusu yok, emniyet güçleri yok. Diğer ülkeler tarafından, bu savunmasız ülkeyi istila ve işgal edilme ve de paylaşılma yarışına girilmez mi? Dünyadaki acı manzaralar ortada. İşte bu çok önemli tehlikeler nedeniyle akilher ülkenin donanımlı bir ordusu ve emniyet güçleri vardır ve her zaman teyakkuz halindedir. Aynen sürekli GARD halinde olan boksör gibidir. Çünkü diğer boksör her an rakibinin gardının zayıf düştüğü anı bekler ve gözler. Bunu fark eder etmez de saldırıya geçer.
İşte NEFİS ve ŞEYTAN da her zaman bize karşı böyle GARD almış durumdadır. Aynı zamanda yukarıda arz ettiğimiz aklımızı kullanmamızı engelleyen etki alanlarını (yani TV, menfi sinema veya tiyatrolar, internetin şer veya zararlı ortamları, fuhşiyatı teşvik eden kıyafetler, lüzumsuz meşguliyetleri) bizlere hoş gösterir.

Elbette her insan bu tuzaklara düşmeye meyillidir. Ancak insan, İMANİ bilgilerle donanımlı olup da GARDINI tam alırsa ve gaflete hiç düşmez ise nefis ve şeytan da bu kişiye zarar veremeyecektir. Acaba hangimiz bunu yapabiliyoruz?…
 

Son olarak yukarıda iki kez vurguladığım “aklımızı kullanmamızı engelleyen etki alanları”ndan korunmanın EN ETKİN çarelerini arz edelim. Öncelikle bu konudaki imanibilgi ve becerilerimizi en hızlı bir şekilde arttırmak zorundayız. Telefonumuzun şarjı gibi her gün bu konuda birkaç saat şarja bağlanmak, yani İmanımızı kuvvetlendirici kitaplar okumak ve iman ve Kur’an sohbetlerinin, Nurterapilerininmüdavimi olmak zorundayız.

Bu konudaki her gaflet, yani bir boşluk, nefis ve şeytana bağışladığımız bir fırsat olacaktır ki onlar bu boşluğu bizim aleyhimize mutlaka değerlendireceklerdir. Allah cc sizleri de beni de muhafaza eylesin, amin

İşte bu nedenlerledir ki iman ilimlerinin her gün mutlaka tahsili, 4 mezhebe göre de bir vecibedir.İ.azam, A.İ.Hambel,İ.Şafive S.Sevri, İ.Eş’ari ; “Her Müslüman İman delillerini aramaya mecburdur. Aramayı terk ederse asi ve günahkar olur” demişler.
İmam-ı Eş’ariHz. bu ‘Asi’ ifadesini, içki, kumar gibi diğer günahları işleyenler gibi asiolduğunu bildirmektedir. Kaynak: Bakara S.260. Ayet. Hadis-i Şerif:“İlim talep etmek kadın erkek bütün Müslümanlara farz-ı ayndır.” (İbn-iMace, Mukaddime, 17)
NOT: Bu duygularla İ.İ.K.Vakfımızın Uluslararası programları gereği, 3 gün önce Ülkemizden 6 kişilik bir gurup olarak, Ukrayna’ya da (TheNationalUniversity of Ostroh’da ) bu konuda bir tohum serpmeye gittik.

A.Raif Öztürk – Risale Ajans

Acaba kim ilerici? Kim gerici?

Bir haftalığına çıkacağımız bir seyahat veya yolculuk için, bazen aylar önce hazırlıklara başlarız. Hele hele bu yolculuk, yabancı dilini bilmediğimiz bir ülkeye olursa, yıllar önceden o memleketin lisan kurslarına başlarız. Nitekim bendeniz, bir aylığına bir teknik araştırma için Japonya’ya ve İngiltere’ye gönderileceğim zaman, okul İngilizcemi yeterli bulmayarak, kendi imkânlarımla 18 ay daha İngilizce kurslarına devam etmiştim. Beni hiç kimse yadırgamadığı gibi, çok da takdir edilmiştim. Gerçekten de çok işime yaramıştı. Bana vaad edilen yukarıdaki yolculuğumdan cayılma ihtimali de vardı. Bunlara rağmen, o hazırlıklar için hiçbir masraftan da gayret ve fedakârlıklardan da kaçınmadım.

Oysa her birimizin önünde ve yakın bir zamanda, öyle zorunlu yolculuklarımız var ki, cayılma ve vazgeçilme ihtimali HİÇ YOK. Tek bir kişi bile istisna bırakılmayacak. Üstelik de bu yolculuk çok uzun ve altı aşamada tamamlanacak ve her aşaması da çoook uzun yıllar sürecek. Bu zorunlu yolculuktan birinci aşama; Kabirdir. Kabir, kişinin dünyaya gönderiliş sebebini yerine getirişine göre, ya cennet bahçelerinden bir bahçeye, ya da cehennem çukurlarından bir çukura dönüşecek. Süresi ise binlerce seneden beri orada ikamet edenler olduğu gibi, bu sevkiyatın daha ne kadar süreceği de Allahın ilmindedir.

İkincisi Haşirdir; Yâsîn S., 51. Â.: “Sûr’a (tekrar)üfürüldü(ğünde) kabirlerinden fırlayanlar, süratle Rablerine (mahşer yerine) doğru gidecekler.” Diriltilip, mahşer yerinde toplanmanın, yani o zorla sevk edilmenin süresi, 1000 yıl civarında olduğu bildiriliyor…

Üçüncüsü Kıyamet; (1000 sene olduğu bildiriliyor.) Secde S., 5. Âyet: Allah, gökten (meleklerle) bütün dünya işlerini idare eder. Sonra (melekler o işlerde), bir günde O’na yükselir ki, (o günün) miktarı, sizin saydıklarınızdan (dünya yılından) bin yıldır…

Dördüncüsü Sırat: Yani Sırat köprüsü, Nass ile sabit olup, mahşer gününde cehennem üzerine kurulacak olan köprüdür. Kur’an-ı kerimde mealen buyruluyor ki: Saffat S., 23-24. Ayet. “Allah, meleklere şöyle emreder. Zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna (sırata) koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.” Dünyadaki köprüler sabit ve herkes için aynı olmalarına rağmen, Âhiretteki bu köprü, kişilere ve onların amellerine göre değişkendir. Bu Hadîs-i Şerif, Cehennemlik olma veya kurtulma arasında bocalanan bir sorgulama süreci olarak da te’vîl edilmektedir. Nice kimseler Sırattan geçtiğini bilmeyip, meleklere derler ki: “Bize vaad edilen Sırat ve Cehennem nerede kaldı, biz onlardan geçtik mi?” Melekler de şöyle cevap verirler: “Siz Cehennem üstündeki Sırattan geçtiniz; fakat Cehennem ateşi sizin nurunuzdan çekilip, örtülmüştü.”[Bkz.: Camius-Sagir] Bu yolculuklardaki bildirilen o uzun süreler ve zaman, kişilere göre değişken olacaktır.

Yani Mü’minler için Tayyi zaman işletilecektir.

Tayyı zaman; “Zamanı ortadan kaldırmak” demektir. Çok uzun bir zamanı pek kısa olarak görmek ve yaşamaktır. Mesela: Kur’an-ı Kerimde beyan edilen “Ashab-ı Kehf” mağarada 309 sene kaldıkları halde, kendileri yarım gün kadar kaldıklarını zannettikleri gibi…

Beşincisi Mahkeme-i Kübra; Adaleti İlâhinin tecelli ettiği tek ve en büyük mahkeme. İbrahim S., 42. Âyet.: Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Nebe S., 40. Âyet: Kâfir, “ah! Ne olurdu ben de toprak olsaydım” diyecek. Yani keşke, dünyada hayvan olarak yaşasaydım da onlar gibi sorgulanmasaydım ve bu acı âkıbete düşmeseydim diyecek…

Altıncısı ise Bu yolculuklardan sonra da Dünya hayatındaki kazançlarına göre yâ EBEDÎ Cennetlere (inşallah) veya Cehenneme (Allah muhafaza etsin) kadar devam edecektir. İnanmamak, asla bu zorunlu yolculuğa engel değildir, Cennetlere engeldir. Âl-i İmrân, 133.: “Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!”Râ’d 24.: Melekler: Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (Cennet) ne güzeldir! (derler).” Peygamberimiz SAV, Yüce Allah’ın “Ben salih kullarıma Cennette öyle nimetler hazırladım ki, ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de bir beşerin hatırına gelmiştir” buyurduğunu bildirmiştir. (Buhârî, Tefsir 32:1.)

İspat mı istiyorsunuz? Düşmanlarının tamamının “Muhammed-ül EMÎN” dediği ve insanlığın en doğru sözlüsü Peygamber efendimiz, gidip bunları görerek gelip haber vermiştir. Gelmiş-geçmiş bütün 124 000 Peygamberler, 224 000 Asfiya ve evliyalar da aynı yolculukları haykırmışlar. Kâinâtın Hâlikı ve her birimizin Rabbi olan Yüce Allah cc bu konuda gevşekliğe ve gaflete düşmeyelim diye gönderdiği Kur’ân-ı Kerîmin birçok yerinde, üstelik de tekrar tekrar bildirmiştir…

Şimdi, şu can alıcı sorulara cevap arayalım: Bir haftalık, bir aylık, birkaç yıllık yolculuklar için bunca hazırlıklar yapan ileri görüşlü (!) insan, acaba şu mutlaka sevk edileceğimiz 50 000 senelik yolculuklara niçin çok ciddi hazırlıklar yapmaz? Veya en çok 100 senelik bir dünya hayatı için 20-30 sene tahsil zahmetlerine ve masraflarına katlanan insan, acaba şu 50 000 senelik yolculuklar için ve EBEDÎ ahiret hayatını Cennetlerde geçirmek için, niçin 2-3 senelik tahsile nazlanır? Hatta hazırlanmak isteyenlere, acaba niçin engel olurlar?…  Ne dehşet verici bir şeydir ki; 16 sene okula git, Dünyaya niçin geldiğine dair, Hiçbir şey öğrenme!!!” (Mahmud Efendi Hz.)

Bu yolculuklara hazırlanmayı ihmal edenlere, acaba ilerici veya İLERİ GÖRÜŞLÜ denilebilir mi? Acaba bu yolculuklara ciddi bir şekilde hazırlananlara, niçin ve hangi akla hizmetle GERİCİ deniliyor? İSLÂMİYET, akıllı ve İLERİ görüşlü insanların tercihidir. Bu Tercihi Yapanlara da MÜSLÜMAN denir! NAMAZ ise bu tercihi yapanların ALÂMETİDİR!(U.A.)

Ya İslam’la yükselir, Ya inkârla çürürsün. Yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün. N.F.K.

A. Raif Öztürk – Nuraniyyat

 

Akşam Dilencisi Gibi

Risale-i Nur sohbetlerinde, zaman zaman verilen şu “akşam dilencisi” örneğini duydukça, ben her seferinde sanki ‘yeni duyuyormuşum’ gibi çok duygulanırım ve kendimi akşam dilencisi gibi hissetmeye başlarım.
Peki, nedir bu akşam dilencisi misali? Arzedeyim:

Büyük kentlerde oturanlar bilirler ki, kalabalık caddelerde özürlü veya muhtaç birçok dilenciler vardır. Akşamüzeri olunca dilenciler, o günkü sermayelerine bir göz atarlarmış. Eğer o akşamki nafakalarını henüz çıkıştıramamış ise yolun her iki tarafında da dilenmeye başlarlarmış.

Yani, yolun kendi tarafı tenha, karşı tarafı kalabalık ise telaşla yolun karşısına geçerek, orada da yalvarmaya başlarlarmış. “Peki,bunun bizimle ne alakası var” diyeceksiniz. Onu da arz edeyim.

Gerçek şu ki, yaşı 40’ı geçmiş olanlar da yani Hz. Ömer’in buyurduğu gibi “şakaklarında tek tük beyaz kıllar çıkmaya başlamış olanlar” da akşam dilencileri gibidirler. Hatırlayınız; hani Hz. Ömer kendisini her zaman “ÖLÜM VAR YA ÖMER” diye ikaz etmek üzere bir köle görevlendirmişti. Şakaklarında beyaz kılları görünce o köleye “senin görevin bitti, bak bana haberciler geldi” demişti. İşte bizlere de o haberciler geldiğinden, akşam dilencisi gibiyiz. Mutlaka uhrevi sermayelerimizi merak edip, acilen bir envanter yapmalıyız.

Eğer Yüce Rabbimizin bizlerden talep ettiklerini hazırlayabildiysek ne ala. Şayet uhrevi (Ahirete ait) sermayemiz noksan ise en az o akşam dilencileri gibi telaşlanılmalıyız ve nerede bir ahiret azığını arttırma ümidimiz var ise oralara koşmalıyız. İşte ben de bu akşam dilencisi örneğini ilk duyduğumdan beri çok duygulanıyorum ve kendi adıma çok telaşlanıyorum. Pek tabiidir ki, bu konuda ne kadar çok telaşlansak yine de azdır. Çünkü her sınavın defalarca tekrarı var, fakat bu sınavın tekrarı tek bir kez dahi ASLA yok! Bu sınavın neticesi de öyle basit zararlar veya basit avantajlar değil ki. Ebedi akıbetimizde,ya ebedi Cehennem, ya da ebedi Cennetler bizim olacak. Nasıl ihmal edilebilir ki?…

Öyle ya; Azrail AS bize “haydi sınavın bitti, gidiyoruz” dedikten sonra, kabirden başlamak üzere 50 000 senelik bir BERZAH yolculuğu başlayacak. (Bu rakamı hazmedebilmemiz için, Hz. Adem’den AS bu yana geçen sürenin Hadis-i şeriflere göre 8400 sene olduğu, modern ilme göre ise 10 000-15 000 sene civarında hesaplandığı düşünülerek, mukayese edilmelidir.)Bu upuzuuun kabir, haşir, kıyamet, sırat, mahkeme-i Kübra yolculukları için hazırlıklarımız, acaba ne alemde?…

Yabancısı olduğumuz modern şehirlere bile seyahat etmeden önce, bir ay için bile olsa ne kadar hazırlıklar yaptığımızı bir düşününüz. Tek başımıza, KABİR denilen bir alemde başlayacak olan bu kaçınılmaz uzun yolculukta acaba neler geçerli olacak?

Bunları çok iyi öğrenip, akşam dilencisi gibi telaşlanmamız ve eksiklerimizi mutlaka tamamlama yarışına girmemiz gerekmiyor mu? Gerçek HAL böyle iken, hepimizdeki bu GAFLET niye?

Benim oğlum üniversite sınavlarına hazırlanabilmek için, bir ay önceden Çavuşbaşı’ndaki evimize kapanmıştı. Üstelik de kazanamasa bile dilediği kadar tekrarı vardı ve avantajı ise sadece üniversiteye girebilmek idi. Oysa bizim bir aydan fazla ömrümüz olduğu garantili mi?…

İhsan Kasım Salihi hocamıza bir genç tarafından “satranç, futbol veya Basket gibi oyunlar oynamak günah mı?” diye sorulmuştu. O zat da benim yanımda unutamadığım şu cevabı verdi: “Birkaç gün sonra tekrarı olmayan ve çok önemli bir sınavınız olsa, bugün bu oyunları oynar mısınız?”..deyince genç: “Tamam hocam, mesajı aldım” diyebildi…

Şu kısacık ömrümüzdeki sınavımızın ise asla tekrarı yok!

Sınav süresinin sona erdirilme zamanı ise MEÇHUL. Yani bir ay garantisi bile yok. Daha geçen aylarda liseli bir kızımız, okulda arkadaşlarının basket oyununu seyrederken, kalp krizi geçirerek bu sınavı sona erdirilmedi mi? Benim mağaza çalışanımın 19 yaşındaki arkadaşı, “başım ağrıyor” şikayetiyle hastaneye gidiyor.  Beyninde tümör tespit ediliyor ve birkaç ay içinde dünya sınavı sona erdiriliyor. Doktorlar heyetinden sağlık raporları olduğu halde, sahada maç ederken ahiret sınavı biten gençlerin sayısı, hiçte az değil. Sizin de çevrenizde de böyle genç ölümler elbette vardır…

Kısacası, istatistiklere göre her gün ortalama 350 000 kişinin vefat ettiği, yani fdünya sınavının bittiği biliniyor ve bu vefatların %46’sı yaşlı ölümler. Diğerleri ise 0-45 yaş arası ölümlerdir. Demek ki akşam dilenciliği için, illa da yaşlı olmak gerekmiyormuş…
Mademki gerçekler böyle! Her ileri görüşlü, zeki, ferasetli ve akıllı insanın en önemli derdi ve telaşı, ‘Azrail’e AS gafil yakalanmamak için, akşam dilencisi gibi çabalamak’ olmalıdır.
KONUMUZA TAÇ: En‘am Süresi, 32. Ayet.“Dünya hayatı bir oyun ve bir eğlenceden başka bir şey değildir! Ahiret yurdu ise, (günahlardan) sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. Hiç akıl erdirmez misiniz?”…
Risale-i Nur’dan: Halbuki ömür sermayemiz pek az, lüzumlu işlerimiz ise pek çoktur. Nasılki sarhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle, menhus(uğursuz) ve kısa bir zevk verir. Aynen öyle de, böyle fani boğuşmaları ve hadiseleri merakla takip etmek, bir nevi sarhoşluktur ki, hakiki vazifelerden gelen ihtiyacat ve yapmamaktan gelen teellümatı(elem ve üzüntüleri)muvakkaten (geçici olarak)unutturduğu için, menhus bir zevk verir.Vesselam…
A.Raif Öztürk – risaleajans.com

İnsan Vücudundaki DENGE Mucizesi

“Allah’ın hesabına kainata bakan adam, her ne müşahede ederse İLİMDİR.
Eğer gafletle,esbap hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de CEHİL olur.”Said Nursi.

Kainata ve olaylara Allah hesabına, yani ilim adına baktığımızda görüyoruz ki; ayakta durmamız ve bir adım atabilmemiz bile, başlı başına esrarengiz bir mucizedir.

Yıllar önce, “Harika DENGE İşte Böyle Olur…” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıda dünya ve Kainat üzerindeki esrarengiz dengeleri nazara vererek, Yüce Kudretin Sıfat ve Esma tecellilerini izlerken iliklerimize kadar ürpermiştik. Bugün ise sadece “İnsan Vücudundaki (yani her zaman tefekkür edebileceğimiz)DENGE mucizesi” ile aklımızda, fikrimizde ve bütün benliğimizde fırtınalar koparacağını umduğum çok zevkli bir konuyu mütalaa edeceğiz.
Yüksek Makine Teknik Ressamı olduğum ve 26 sene Otomatik Makinalar Teknisyenliği yaptığım için, yeni yürümeye başlayan bir çocuk gördüğümde, ondaki “mucizevi teknolojiyi” düşünerek bazen iliklerime kadar ürperiyorum. Bu yürümede görülen Yüce Rabbimizin Sıfat ve Esma tecellilerinin, benliğimizde nasıl ulvi lezzetler bıraktığına sizler de şahit olacaksınız.
İş hayatımda otomatik makinalardaki birçok işlemi robotlara yaptırdığımızdan, sadece bir işlem için; mekanik, hidrolik, pnomatik ve elektronik gibi 4 ayrı teknolojileri girift ve senkronizeliolarak kullanıyorduk. İşte bir çocuğun sadece ayakta dengede durabilmesi ve birkaç adım yürüyebilmesi için, nasıl bir teknolojiye ihtiyaç olduğunu bu bilinç ve duygularla düşündüğümüzde, müthiş bir mucize ile karşılaşıyoruz.
Malumunuz olduğu üzere Japonlar da ayakta durup yürüyebilen bir robotu, ancak 14 yıl süren çalışmalar sonunda yapabildiler. İlim çevrelerinden büyük takdir alan ‘Asimo’ isimli bu robot, kamuoyunun da dikkatini çok çekmişti. Fakat her gün 350 000 çocuk (doğduğunu ve bir müddet sonra da) yürümeye başladığını sürekli gördüğümüz halde, bu esrarengiz ve mucizevi olaya tamamen aşina olduk. Sıradan bir olay gibi görmeye başladık.

Buradaki ilahi mucizeyi ıskaladık. Bu ıskalama ise ciddi bir hastalıktır ve adı da ÜLFETTİR. Bu hastalıktan kurtulmanın en önemli ilacı da TEFEKKÜRDÜR.

Tefekkür ise Kur’anda emredilen bir ibadet biçimi olup, bir saatine bir senelik ibadet sevabı vaad ediliyor. (H.Ş.) Vakı’a S., 62. Ayette ise; “Andolsun, ilk yaratılışı bildiğiniz halde, Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?” Buyruluyor. İşte bugün bu konuyu incelerken, bu tefekkür ibadetinden de istifade edeceğiz. Üstelik de bu konuyu iyi anladığımız takdirde, her zaman tefekkür lezzetiyle yaşayacağız, inşallah…

Ayakta durma ve yürüme, çok kolay bir davranış gibi gözükse de, farkında olmadığımız birtakım girift işlem ve hesaplamalar sonunda gerçekleşmektedir. Yürüme; ayağın basma mesafesinin belirlenmesi, aynı yönde ve zıt yönde çalışan kasların hangi gerginlikte (tonus) olacağı, ne kadar kasılıp gevşeyeceği, vücudun ağırlık merkezinin hangi noktaya taşınacağı gibi çok sayıda faktörün,refleks olarak hesaplanması neticesinde gerçekleşir.
Yürüme fiili:

1- Taşıyıcı ve hareketi sağlayan sistem,
2- Motor kontrol sistemi,
3- Denge ve koordinasyon sisteminin birlikte çalıştırılmasıyla gerçekleşir.

Kulak, bir işitme organı olduğu halde, ayrıca dengenin sağlanmasında tam rol oynayan ve kişinin uzaydaki durumu hakkında beyine bilgi sağlayan bir organ olarak yaratılmıştır. Denge ve uzaydaki konum hissinin sağlanması, İÇ KULAĞA verilmiş bir programdır. Alıcıları (sensörleri) ise içkulaktaki şu yarım daire kanallarında, ütrikül ve sekkül denilen minicik kesecikleri içine yerleştirilmiştir. “BenignPozisyonelParoksismalVertigo” (BPPV)kristalleri.Şekil-1’e bakınız:

Şekil 1. Dengenin iç kulaktaki algılayıcı yapıları. (Sarı yıldız ütrikülü, kırmızı yıldız ise sekkülü işaretlemektedir).
Önemli olan bir nokta da şudur ki, denge sadece iç kulağımızın sağladığı bir duygu değildir. Gözler ve alıcıları(sensörleri) derimizde ve eklemlerimizde yerleşmiş olan derin duyu sistemi(propriyoseptif sistem), beyincik ve beyin, birlikte ve senkronizeli yani eşzamanlı bir şekilde, bu esrarengiz faaliyetleri sağlamaktadırlar.

Özellikle gözlerin ve kulağın beyne sağladığı verilerin birbiriyle uyumlu ve eşzamanlı olması, dengenin sağlanmasında ve sürdürülmesinde çok önemli rol oynar. Görme sistemi ve onun algılayıcı organı olan gözler birçok özelliği ile uzaydaki durumumuzun algılanmasında ve dengenin sağlanmasında rol oynamaktadır.Başın ve vücudun hareketleri sırasında, etraftaki cisimlerin ve yerlerin görme noktasında ve görme alanında tutulmasını sağlayarak bu işlevini yerine getirir…

Derin duyu sistemi (propriyoseptif sistem) denilen ve alıcıları (sensörleri) vücudumuzun çeşitli bölgelerinde derimizde ve eklemlerimizde yerleştirilmiş olan sistem uzaydaki durumumuzun algılanmasında ve dengenin sağlanmasında çeşitli mekanizmalarla katkı sağlamaktadır.Bazı refleksler, kas gerginliğinde ayarlamalar, başın pozisyonunu ayarlamalar yoluyla, bu faaliyeti yürütür.Derin duyu sisteminin algılayıcıları;ayak tabanlarımızda, kalçalarımızda, boynumuzda, çene eklemi dahil eklemlerimizde yoğun biçimde yerleştirilmiş durumdadır.
Dengenin sağlanmasında iç kulağın görevi çok önemlidir. En sık rastlanan denge bozuklukları kulak kaynaklıdır. Özellikle başın hareketlerinde hız ve yön bilgilerini beyne sağlar. Ayakta durma ve yürümede çok önemli üç refleks ile bilinçdışında yürütülmektedir.
1.) Yerçekimine göre vücudun ağırlık merkezini korumaya çalışan vestibülo-spinal refleks.(kulak ile iskelet-kas sistemi arasında işleyen bir refleks.) Ayakta dik duran bir insanda vücudun ağırlık merkezi, beşinci bel omurunun önündedir.
2.) Görme alanının devamlılığını sağlayan vestibülo-oküler refleks.(kulak ile göz küreleri arasında işleyen bir refleks.)
3.) Gövdenin hareketi sırasında başın durumunu koruyan ve sürdüren vestibülo-servikal refleks.(kulak ile boyun kasları arasında işleyen bir refleks.)
Köşe yazısı sınırlarını zorlamamak için, esas fırtına bu yazının ikinci bölümünde, yani bir sonraki yazıda kopacak, inşaallah

Allah’a emanet olunuz

A. Raif Öztürk – Risale Ajans