Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Allah Övülmek Mi İster? Allah’ın Övülmeye İhtiyacı Var Mıdır?

Bir kardeşimiz soruyor. Bugün şöyle bir soru ile karşılaştım. Allah’ın bizim onu övmeye ihtiyacı yok. Öven melekler var. Niçin bizi yaratmış ve niçin övülmesini istemiş? Böyle bir soruya müspet cevap nasıl olur? Allah’a emanet olun.

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Allah hiçbir şeye muhtaç değil, övülmeye de muhtaç değildir. Allah’ın övülmeyi istemesi genel olarak iki şeyden kaynaklandığı düşünülebilir: Allah’a bakan yönü, insana bakan yönü. Ancak biz bunu birkaç madde halinde açıklamaya çalışacağız:

a. Her sanat ve maharet sahibi kendi sanat ve maharetini sevdiği gibi, Allah da kendi sanat ve maharetini sever. Kendi harika sanatını, eşsiz maharetini sevmeyen, ona değer vermeyen kimse, kendini tanımayacak, güzel sanatının kıymetini bilemeyecek kadar cahil olduğuna hükmedilir. Eşsiz bir cemal ve kemal sahibi, benzersiz bir sanat ve maharet sahibi yüce Yaratıcının bu güzelliklerini görmemesi, onlara değer vermemesi düşünülebilir mi?

b. Kendi sanat ve maharetini seven, beğenen herkes, o harika sanatların başkası tarafından takdir edilmesinden memnunluk duyar. Böyle bir duyguya sahip olmayan kimsenin bir eksikliği var demektir. İnsan için bu husus bir ihtiyaçtan kaynaklansa bile, Allah için düşünüldüğünde elbette bu bir ihtiyaçtan kaynaklanmaz. Ancak, Allah’ın da kendine mahsus –hiçbir şeye muhtaç olmayan varlığına yakışır- bir kudsi memnuniyeti, kutsi lezzeti vardır. 

c. Allah’ın sıfatları sonsuz olduğuna göre, onun kutsi memnuniyeti de sonsuzdur. Bu sonsuz memnuniyetini -sırf bir lütuf, bir değer vermenin ölçüsü olarak- kâinatta en mükemmel varlık olarak yarattığı ve vahiy mesajlarına muhatap kabul ettiği insanlarla paylaşması da o nispette geniş bir yelpazede ve bütün zaman dilimlerinde cereyan edecektir.

Bunu hazmedemeyen varsa, vicdanının derin sesine kulak versin, “tasdik” sinyallerini duyacaktır.

d. Bütün kâinat hal diliyle Allah’ı tespih etmekte, onun kusursuz, mükemmel bir sanatkâr olduğunu haykırmaktadır. İnsanın gözü, kulağı, midesi, bağırsağı, sindirim sistemi, dişleri, damağı ve dimağı da bu tespih harmonisine katılmaktadır.  Mükemmel sanat, sanatkârın mükemmelliğini göstermektedir.

Acaba, bütün kâinatta en mükerrem, en muhterem bir varlık olarak yaratılan, kendi yaratıcısına karşı en sevimli, en nâzik ve nazenin olması gereken insanı yalnızlıktan kurtarmak, bu umumi tespih harmonisine katılmaya davet etmek, insana verilen bir değer değil de nedir?

Demek ki, Allah’ın övülmesini istemesi, kendi ihtiyacından değil, insanların ihtiyacına bakar. “İnsan ihsanın/iyiliğin kulu, kölesidir” düsturu, bu gerçeğe işaret etmektedir. Bütün her şeyini kendisine borçlu olduğu Allah’a karşı her an saygıyla dolu olmak, sonsuz nimetlerine karşı teşekkür etmek, iyiliklerini nankörlükle ört-bas etmeyip –överek- ilan etmek ne kadar güzel bir hakikat ise, bu vicdanî hazzı duyması için insana, bu lezzet verici teşekkür ve övgülerini nasıl yapması gerektiği konusunda rehberlik etmek, övgünün şeklini öğretmek de o kadar güzel bir hakikattir.

e. Kaldı ki, Allah Kur’an’ında ve peygamberi a.s.m. vasıtasıyla ahlakını bildirmektedir. Allah’ın bu ahlakını beğenmeyen zavallılar, Allah’ın kendini olduğu gibi değil, kendilerinin istediği gibi olmasını isteme küstahlığını göstermektedir.  Oysa Allah’ı tespih etmek, ona teşekkür etmekten ibaret olan övgüler, Allah’ın en çok önem verdiği birliğinin bir simgesi ve ortağının olmadığının bir ilanı hükmündedir. Bu aciz insan birine bir çay ikram etse, tabii ki ona karşılık bir teşekkür bekler.  Halbuki Allah’a hamd eden, bütün nimetlerin sahibi yalnız Allah olduğuna şahadet etmiş olur. O’na teşekkür etmesini bilmeyenler, ister istemez gaflet nedeniyle Allah’ın nimetlerini sebeplere taksim ederler. Bu ise, imanın esaslarına ters olduğu gibi, gerçek anlamda fıtratı tevhit üzerine kurulmuş olan insanın şirk çukuruna yuvarlanıp kendi değerinden kayba uğraması anlamına gelir.

f. Beş kuruşluk dünya menfaati için şeytanın bile ayağını öpmekten çekinmeyen bu gibi insanlar, Allah’ın rahmet elini öpmekten uzak durmaları gerçekten ibret vericidir.

Bunun gibi hak yoldan ayrılıp demogoji yapanlar, veya imanı zaif olanlardan biri: Bir kardeşe: Allah nekadar büyüktür sorar? Oda cevaben, sen düşmanını severmisin der? Oda yok der. Oda ona Allah okadar büyüktür ki sen gibi Allah düşmanlarını önünü sonsuz ni’metleri serer. Anladınmı Allah nekadar büyükmüş? 

Bir ressamın –Allah’ın sanatını taklit ederek- yaptığı bir resim tablosunu öve öve bitiremeyenler, kâinatın yaratıcısına karşı övgüde bulunmaktan sıkılmaları, nankörlük içinde bir hezeyandan başka ne ile izah edilebilir.

Ayrıca unutmamak gerekir ki, şeytanın işi, böyle düşüncelerle insanların aklını çelmek ve şüphe uyandırmaktır. Eğer Allah –haşa- “övülmeyi istemeseydi, hatta yasak etseydi”, bu takdirde şeytan “Övülmeyi istemeyen, kendi kıymetini bile bilmeyen, kendi değeri için bir taş koymayan bir

Sen tapanağa bile inanamazsın..” türü telkinler yapacaktı.  Ne yapabiliriz ki, cennet adam istediği gibi, cehennem de adam ister. Bu düşünceler bize gösteriyor ki, cennet ucuz olmadığı gibi, cehennem de lüzumsuz değil

Selam ve dua ile…

Kardeşiniz Abdülkadir Haktanır’dan

Müminlere Allah’ın Rahmet Eli

Geliyor Ramazan! Allahın rahmet eli,

Onla çoğundan def olacak günah seli,

Ramazan da deli olabiliyor veli,

Çünkü istiğfar günahı siler o belli.

 

Akıllıya büyük hazinedir Ramazan,

Ramazan bizlere, sevap verir  her zaman,

Mü’min  sevap yapmaya koşar durmadan,

Çünkü  insan hesap gününe koşar her an.

 

Şuurlu buraya niye  geldiğini bilir,

O günahlarına ağlar ve temizlenir,

Ramazanda günahların çoğu erir,

Mü’mine Ramazanda sevap durmaz gelir.

 

Allah günahlardan kaçan insanı çok sever,

Ondan halife-i arzı akılla süsler,

Kula aklı hakimse dünyada da güler,

Hele ahirette sonsuz mutluluğa  erer.

 

Âbide Rahman olan Rabbimiz elverir,

Onun yardımıyla hayırlar durmadan gelir,

Çok çeşit nimetler karşısına serilir,

Mahi Ramazan bunların bi tanesidir.

 

Ramazandır Mümine büyük hazine,

Ne mutlu ona, bu aya kıymet verene,

Ondan zevk alamaz  boşa çalanlar çene,

Çünkü onlar İslam’dan kalmıştır bigane.

 

Mü’min der ah! Ne zaman Ramazan gelecek,

Mübarek ayı, durmadan iple çekecek,

İmansız, Müslüman olsam aç kalmam gerek,

Bilmez ki onu imtihan ediyor felek.

 

Zavallı şükretmez ki ârza halife olmuş,

Hiç hak etmeden önünde çok ni’met bulmuş,

Hayvan olmamak için, ortaya ne sunmuş?

İmansız kalmakla hayvandan beter olmuş.

 

Müslümana büyük şeref verir  Ramazan,

Ey Mü’min! Rabbine âbd ol bol sevap kazan,

İbadetini devamlı yap değil bâzan,

Günahkar  ve âteisti bekliyor hazan.

 

Rabbim verdiğin ni’metler için çok şükür,

Şükrümüzü sayarken sesimiz çıksın gür,

Bizi şâkirinden kıl, uzaklaşsın küfür,

Kardeş oruç tutma diyenin yüzüne tükür.

 

Rabbim günahtan koru bizi çünkü  Gaffarsın, 

Nahoş halımızı setret çünkü settarsın,

Rahmetine dahil et, Sen Halikımızsın,

Senden başka, kimin nesi var ki versin.

 

Ramazan’dır, Mü’minlerin yüksek mi’racı,

Ramazan dır, biz Müslümanların baş tacı,

Ramazan’dır, dertlilerin eşsiz  ilacı,

Ramazan’dır, Mü’mini zirveye çıkarıcı.

Biz günahkârları ateşte yakma Rabbim…

 

Abdülkadir Haktanır

Pek Muhterem sitemizi okuyan Kardeşlerim!

Risale- Nurların neşredilip yayılması için Üstadın çevresine toplanan ağabeyler bizi hayrette bırakıyor.

Kanunlar Ağabeylerin aleyhinde olduğu halde, onlar Üstadın yardımına yetişip toplanmaları, Risale-i Nurların Allahın avnu inayetinde olduğu için onların Allah tarafından istahdam olmalarından başka sepep bulamazsınız.

Can pahasına onların hizmete yetişmeleri gösteriyor ki: Onlara bu gayreti veren yalnız ve yalnız Allahın inayetidir.

Aşağına onların sırasını yazıp sizlere göstereceğim:

Başta Hulusi Ağabey orduda komutan olduğu için, Üstad ile görüşmesi yalınız üç defa olmasına rağmen, mektupla aracılarla haberleştikleri halde, Mektubat kitabı Onunla mektuplaşma neticesinde meydana gelmiş.

2- Santral Sabri Ağabey.

3- Sıddık Süleyman Ağabey.

4- Bekir Ağa isimli Ağabey.

5- Hüsrev Altınbaşak Ağabey.

6- Hafız Ali Ağabey.

7- Re’fet bey Ağabey.

8- Binbaşı Asım bey Ağabey.

9- Haci Hafız Ağabey.

10- Şamlı Hafız Tevfik Ağabey.

11- Mustafa Çavuş Ağabey.

12- Abdullah Çavuş Ağabey.

13- Hakkı Efendi Ağabey.

14- Sabri Bıçak Ağabey.

15- Mustafa Ali Çavuş Ağabey.

16- Molla Hamid Ağabey.

17- Mustafa Gül Ağabey.

18- Ahmed Feyzi Ağabey.

19- Mehmed Feyzi Ağabey.

20- Tahiri Mutlu Ağabey.

21- Çaycı Emin Bey Ağabey.

22-  Nazif Çelebi Ağabey.

23- Hasan Atıf Ağabey.

24- Hasan Feyzi Ağabey.

25- Küçük Ali Ağabey.

26-  Haci Bahri Ağabey.

27- İbrahim Fakazlı Ağabey.

28- Marangoz Ahmed Ağabey.

29- Abdülmecid Nursi Ağabey.

30- Aracli Abdullah Ağabey.

31- Mustafa Oruç Ağabey.

32- Hıfzi Efendi Ağabey.

33- Mustafa Osman Ağabey.

34- Ahmed Fuad Ağabey.

35- Ceylan Çalışkan Ağabey.

36- Mehmed Çalışkan Ağabey.

37- Mustafa Acet Ağabey.

38- Zübeyir Gündüzalp Ağabey.

39- Mustafa Sungur Ağabey.

40- Sabri Halıci Ağabey.

Ve daha bir çok Ağabey bundan sonra hizmete dahil olmuş

Bu hahikatleri sizinle paylaşan: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Risale-i Nur Talebelerinin Müstesna Vasıfları

Risale-i Nur Talebelerinin vasıfları nelerdir diye sorulabilecek bir soruya verilebilecek en kaliteli cevap şu olacaktır: Risale-i Nur Talebeleri kalplerinde barındırdıkları sarsılmaz bir iman ve engin bir şefkatle kendilerini insanlığın husussan bu vatan evladının dünyevi ve uhrevi saâdetine adamış mana erleridir. En önce şunu belirtmek gerekir ki Risale-i Nur Talebeleri veya kısaca Nur Talebeleri gaye edindikleri Allah’a iyi bir kul olmak ve ellerindeki Kur’ânî hakîkatleri muhtaçlara ulaştırmak hizmetinde bizzat ve en evvel İslamiyet’in tebliğcisi ve Cenâb-ı Hakk’ın en son ve en sevgili peygamberi Hz. Muhammed (A.S.V.)’ı kendilerine bir model almışlardır. Onların Efendimizin sünnetine sıkı sıkı yapışmaları da şu zamanda tam bir ehl-i sünnet vel cemaat olduklarının en kuvvetli delilidir.

Nur Talebeleri her zaman ve her yerde okudukları üstadları Bediüzzaman Said Nursi’nin te’lif etmiş olduğu Risale-i Nur Külliyatı’yla da Halık-ı Kâinat’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerîm’e sıkı sıkıya bağlıdırlar. Çünkü Bediüzzaman’ın da ifade etmiş olduğu gibi Risale-i Nurlar Kur’ân’ındır ve Kur’andan çıkmış, Kur’anı hakikatlerı anlatan eserlerdir. Her bir risale Furkan ayetlerinden yansıyan ışıklardır. Böylece Nur Talebeleri en doğru ve en geniş cadde olan Kur’an’ın caddesindedirler. Hiçbir batıl inanç veya sapık düşünce onlarda yoktur ve olamaz. Çünkü onlar doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakim’e şakird olmuşlardır. Kur’an- Kerim’in vermiş olduğu feyiz, Peygamber Efendimizin ( A.S.V.) temsil ettiği hayat tarzı ile Nur Talebeleri kuvvetli ve hakiki imanın peşindedirler. Onlar sadece kuru bir taklitle değil deliller ve hüccetlerle görür gibi Allah’a îmân ederler ve bu yüzdendir ki hiç bir vesvese ve şüphe onların imanlarında gedik açmaz, açamaz.

Şöyle söyleyebiliriz ki Nur Talebelerinin hedef ve gayesi Kur’an-ı Hakim’in ali bir tefsiri olan Risale-i Nur’la Halık-ı Kainat’a olan imanlarını kuvvetlendirmek ve başkalarının da imanlarına kuvvet verebilmek için çalışmaktır. İmandan sonra nur Talebelerinin en belirgin vasfı tam bir ihlasla yaşamaları ve hareket etmeleridir. Biraz daha açarsak; onlar yalnız ve yalnız Allah için yaşarlar ve kalplerinde O’ndan gayri hiçbir şeye gönül bağlamazlar. Onlar severler ve merhametlidirler fakat bu Allah adına bir muhabbet ve Cenab-ı Hakk namına bir şevkattir. Onlar sırf Allah rızası için çalışırlar ve rıza-yı ilahiden başka hiçbir maddî ve mânevî menfaati gaye edinmek bir yana düşünmekten bile akrepten kaçar gibi kaçarlar. Zaten Risale-i Nur hizmetinin bu vatanda ve tüm dünyada hızla yayılmasının amili de Nur Talebelerinin hiçbir şey beklemeden ve ummadan hatta şahsi kemalatlaranı da bu yolda feda ederek başkalarının dünya ve ahiret saadetleri için çalışmalarıdır. Onlar ihlaslarına en ufak bir zarar getirmemek için hiçbir maddi hediyeyi ve sadakayı kabul etmezler.

Başka insanlara muhtaç olmamak ve yüz suyu dökmemek için her hususta kanaat ve iktisadı kendilerine düstur edinmişlerdir. Risale-i Nur Talebelerinin anlatmakla tarif edilmeyecek bir özelliği de aralarındaki samimi uhuvvet yani kardeşliktir. Onların bu manevi kardeşliği nesebi kardeşlikten daha iledir. Bu sıcak uhuvvet onları birbirinin sahibi, bedeli ve canı, cananı yapar. Birinin gözü diğerinin de gözüdür, birinin eli diğerinin de elidir, birinin validesi diğerinin de validesi gibidir. Bu sırla onlar binler dille dua etmiş gibi, binler vücutla İslam’a hizmet etmiş gibi bir ecir ve sevab kazanırlar.

Bu ciddi uhuvvetin tabii neticesidir ki onlar birbirlerine her şeylerini feda eden, kardeşinin, maddi ve manevi menfaatini kendisine tercih eden, hata, kusur ve düşmanlık karışsında değil kızmak lütuf ve şefkatle muamele eden ali-cenab bir ruha sahiptirler. Risale-i Nurlar’a hiç okumamış birinin kısa bir süre içerisinde bu nurani dairede enaniyetini ve gururunu eritip İslam davasına gönül vermesi de bu dostluğun sayesindedir. Onlar her mü’min ve Müslümanı kim olursa olsun hangi yolda giderse gitsin hatta şahsına düşmanlık da beslese affeder ve severler. Çünkü onlar asıl, azılı iman ve İslamiyet düşmanlarına karşı mücahede ederler.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Haklarından Çıkmak İçin Anne ve Babaya İyilik

*”Dinimizde evlâdın anne ve babaya karşı görevleri nelerdir?”

Anne ve baba hakkı, Allah hakkından sonra gelir ve en önemli haklardandır.
Kur’ân, “Biz insana, önce Bana, sonra da anne ve babana şükret diye tavsiye ettik” buyuruyor.

Evlât olarak–Allah hakkı için—dünyada en nazik olacağımız insanların birincisi annemiz, ikincisi babamızdır. Onlara saygıda kusur etmeyeceğiz.
Şu hadisleri dikkatle inceleyelim:

* “Anne ve babasını râzı eden Allah’ı râzı etmiştir. Anne ve babasını kızdıran Allah’ı kızdırmıştır.”
* “Akşam rüyâ-yı sâdıkada gördüm ki, ümmetimden bir adam vardı. Susuzluktan dili dışarıya sarkmış, soluyordu. Tuttuğu Ramazan orucu geldi ve ona su ikrâm etti. Ümmetimden bir adam gördüm ki, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlık, üstü karanlık, altı karanlıktı. Yaptığı hac ve umresi geldi ve onu bu karanlıklardan kurtardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, ölüm meleği ruhunu almak için gelmişti. Anne ve babasına yaptığı iyilikler geldi. Meleğin o anda ruhunu rahatsız etmeden almasını te’min etti. Ümmetimden bir adam gördüm ki, mü’minlerle konuştuğu halde, onlar kendisiyle konuşmuyorlardı. Akrabalarıyla olan iyi ilişkileri geldi ve onlara hitaben, ‘Bu akrabalarına iyilik ederdi’ dedi. Bunun üzerine onlar onunla konuştular. O da onlara karıştı.”

* “Cennete girdim. Orada bir güzel okuma sesi işittim. ‘Bu okuyan kim?’ diye sordum. ‘Hârise bin Nu’man’ dediler. (Hârise bin Nu’man annesine ve babasına iyilikleri sebebiyle bu makama ulaşmıştır.) İşte anne-babaya yapılan iyilik böyledir. İşte anne-babaya yapılan iyilik böyledir. Kişiyi böyle yükseltir.”

* Bir adam: “Yâ Resûlallah! Benim hısımlarım var. Ben onlara yaklaşıyorum, onlar benden uzaklaşıyorlar, benimle alakâlarını kesiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum, onlar bana kötülük yapıyorlar. Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba ve saygısız davranıyorlar” dedi.
Allah Resûlü (asm) buyurdu ki:
“Eğer dediğin gibiyse, sanki sen onlara sıcak bir şey yedirmişsin, öyle mi? Sen bu hâl üzere devam ettikçe, onlara karşı Allah’ın rahmeti seninle beraber olur.”

* “İyiliklerine karşılık akrabalarına iyilik yapmak ve ziyarette bulunmak kâmil bir yakınlık sayılmaz. Asıl kâmil yakınlık, kendisiyle yakınlık bağları koparılmak istendiği vakit, yakınlığını koparmamak ve onu devam ettirmektir.”

Biz haklı da olsak, haksızlığa da uğramış olsak, anne ve babamızla ilişkilerimizi koparmayacağız. Eğer uzaktaysak, telefonlaşmaktan çekinmeyeceğiz. Telefon da dâhil her türlü haberleşme araçlarıyla görüşmeye, aramaya, hâl ve hatırlarını sormaya, bir ihtiyaçları varsa elimizden geldiğince ilgilenmeye ve yardımcı olmaya devam edeceğiz; sırf Allah için, yalnız, yalnız ve yalnız Allah için.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, dünyayı da isteyen, âhireti de isteyen, annesini ve babasını memnun etmelidir. Çünkü onları memnun ve razı etmek dünyada rızıkta bolluk ve bereket sebebidir; âhirette ise Allah’ın rızasına ermeye ve Cennete girmeye vesiledir. Onları kırmak ve rencide etmek ise, tek kelimeyle,—Allah muhafaza—dünyada ve âhirette hüsran ve felâket demektir! Allah’ın rahmetini ve merhametini isteyen, rahmetin birer hediyesi olan anne ve babasına muhakkak merhametli davranmalıdır.

Zaten biz Allah için yaşamıyor muyuz? Bizim kalbimiz Allah’a dönük değil mi? Bizim muhatabımız bire bir Cenâb-ı Allah değil mi? Anne ve babamızın beşeriyet icabı hatalarını büyütüp onlara saygıda kusur edersek, biz kaybedenlerden oluruz. Onlara duâ edelim. Hallerini ve hatırlarını aramaya-sormaya devam edelim. Onların bize olumlu cevap vermesini beklemeyelim bile. Belki onların da kalbi bize karşı kırıktır! Belki bizim de hatalarımız var! Kendimizi denetliyor muyuz? Kendimizi sorguluyor muyuz? Kendimize çuvaldızı batırıyor muyuz?

Hatamız varsa onların gönlünü almaya ve helâlleşmeye bakacağız; hak dâvâ etmeden! Eğer hakkını helâl etmiyorsa, biz nezaketimizi ve saygımızı asla bozmayacağız. Suçumuz olmasa da, gönlünü almaya, gönlüne girmeye devam edeceğiz. Başarıncaya kadar! Usanmak, geri çekilmek, sabırsızlık göstermek yok! Telefonu yüzümüze kapasalar bile; biz hiç bozulmadan, yeniden açıp; “Anneciğim, babacığım! Ellerinizden öperim. Allah’a emanet olun” diyeceğiz ve telefonu nazikâne kapatacağız. Annemize ve babamıza karşı âdeta melekleşeceğiz.
Allah’ın rızasını kazanmak elbette ucuz değildir. Cenâb-ı Hak, cümlemize rızasına dâhil ameller nasip eylesin. Âmin.

Dipnotlar:
1- Lokman Sûresi, 31/14
2- Câmiü’s-Sağîr, 3/3553
3- Câmiü’s-Sağîr, 2/1456
4- A.g.e., 2/2159
5- Riyâzü’s-Sâlihîn, 318
6- A.g.e., 322
7- Mektûbât, s. 252

Hazırlayan: Abdülkadir Haktanır