Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Anne Baba Olmuş Ve Olacaklara Çok Mühim

Nice dualar vardır ki hakkıyla işitenin bilinciyle Zekeriyya Aleyhisselamın dlinde tecelli bulur ve: “Rabbim tarafından bana hayırlı bir nesil bağışla” (Al-i İmran, 38) niyazıyla arşı alaya yükselir. Hatta salihlerden bir evlat vermesi için İbrahim Aleyhisselamın yakarışı da nakledilir kitabı Mübinde: “Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver” (Saffât, 100) diye…

Mü’minin her ameli ve niyazı bir duadır çocuk tadında… Çocuklarımız da cennet reyhanıdır Nebi katında… Şefkat ve merhamet sevgimizin bir parçası, evlada müspet sevgimiz ise, imanımızın kâmil manasıdır.

Tüm dualarımız çocuklarımız yavrularımız salih amel işlemesi, amellerimiz ise çocuklarımızın ahlakını güzelleştirmektir aslında… Nice olaylar ve konuşmalar vardır ki çocuğumuzun ahlakına, şahsiyet ve karakterine etkiler de farkında olmayız… İşlediklerimizi yalnız kendimize diye düşünür ama nice zihinlerin ve hayatların olumsuz te’sirini hesaba katmayız. Allah asıl hesap görücüdür O Kudret ise kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden çocuklarımızın bile ne hale düştüklerini ve nasıl bir te’sir altında kaldığını bizlere açık bir şekilde gösterir.

Tarih kitapları Ebu’l Vefa Hazretlerinin oğlundan bahseder…
İstanbul’un Vefa semtine adı verilen Ebu’l Vefa, Fatih devrinin büyük âlimlerinden ve evliyasındandı. Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerinden biriydi.

Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki bir oğlu kötü bir alışkanlık edinmiş. Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyormuş. Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu mu kolayca delinecek bir nesne. Ebu’l Vefa’nın oğlu da bunu yapıyormuş.

Sakalar, “Bir din ulusunun oğludur, çok sürmez geçer” diye bir müddet dayandılarsa da baktılar vazgeçeceği falan yok, Ebu’l Vefa’ya şikâyet ettiler.

Ebu’l Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kalır. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapar? Ebu’l Vefa şikȃyet edenlere, “Tamam” dedi. Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir.
Önce kendinden işe baþladı:

— Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi? diye düşündü. Bir şey bulamadı. Hanımına sordu:

— Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün, bana bildir, yoksa oğlanın sonu kötü, dedi.

Hanım düşündü, taşındı, rüyaya yattı, nihayet bir olay hatırladı. “Oğlana hamileyken oturmaya gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıktıkça yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını içmiş.” Bunu Ebu’l Vefa Hazretlerine anlattı.

Ebu’l Vefa: “Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helallik dile” diye tembihledi. Kendi de sucuları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi.

Oğlana olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi. Hakkında böyle şikâyet var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi. Ama çocuk bir daha çivili sopa ile kırbaları delmedi.

Önce aile suçu kendisinde aradı sorunun kaynağını  buldu da… Suç hemen çocuğun üzerine atılmadı. Bir yerde yanlış yapılmıştı, anne ve baba birlikte hareket ederek sorunun kaynağını buldular. Sorun halledilince de problem kendiliğinden ortadan kalkmış oldu…

Resulü Kibriya’nın -Salât ve Selam O’nun üzerine olsun- emri yerine getirilmiş oldu: “Çocuklarınıza ikram (ve ihsan) ediniz. Terbiyelerine çok dikkat ediniz. Onları güzel terbiye ediniz.” (Seçme Hadisler, sh: 29, Diyanet Yay.)  “Çünkü onlar, Allah’ın size hediyesidir.” (A.g.e. sh: 30)

“Ya Rabbi! Yolumuzu aç!
Dualarımızı aziz ve yüce İsmin hürmetine kabul et.
Bildiğimiz bilmediğimiz her türlü tehlike ve kötülüklerden koru.
Bildiğimiz bilmediğimiz her türlü güzellik ve iyiliklere eriştir.
Bizleri muvaffak ve muzaffer eyle.” Amin

Hisse almak için bu kıssayı size nakleden Kardeşiniz:

Abdülkadir Haktanır

 

Tabiinlerin İmamlarından Malik İbni Dinar

Günlerden bir gün Evlenmeyi arzuladım ve bir çocuk sahibi olmayı..

Evlendim ve bir çocuğum oldu..Adını Fatma koydum..Onu çok sevdim..Ve Fatma büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü..Kalbimdeki isyanda azaldı onunla..

Elimde içki kadehi vardı onu içme isteğiyle doldurmuştum Fatma onu devirdi..daha yaşı iki bile değildi..

Sanki ona bunu yaptıran Allah’tı!

O buyurdukça kalbimdeki imanda onunla buyurdu..Allaha yaklaştığım her bir adımda içinde olduğum günahlardan (isyanlardan)  uzaklaştım biraz …

Ta ki Fatma 3 yaşına basana kadar..

3 Yaşıni bitirdiğinde Fatma öldü!!

Ve anlatmaya devam ediyorum:

Kızım Fatma ölünce durumum vaziyetim eskisinden daha da kötü oldu..

Ve bende çevremdeki Müslüman’larda olan ve beni bu büyük üzüntüye karşı dayanmamı sağlayacak sabır yoktu..

Her şey çok kötüye gidiyordu.. Şeytan durmadan benimle oynuyordu..Ta ki o gün geldi ve Şeytan bana dedi ki:

“Bugün öyle bir sarhoş olacaksın ki daha önce hiç böyle sarhoş olmamıştın!!”

Ve ben o gece içmeye ve sarhoş olmaya azmetmiştim..Gece boyu içtim..içtim.. içtim!!

Öyle bir duruma gelmiştim ki rüyalar beni birbirine atıyordu..Ta ki o rüyayı görene kadar:

Rüyamda kiyamet günündeydim!güneş kararmış,denizler ateşe çevrilmiş, depremler oluyordu durmadan..

İnsanların hepsi kıyamet günündeydi.. İnsanlar zümre zümre..grup gruptu..ve ben o insanların arasındaydım..

Sesler duyuyordum birisi sesleniyordu:

Ey Filan oğlu filan!! Ey Cebbar hesap vermeye hadi! Diyordu ..

Ve o çağrılan insanların yüzlerinin rengi simsiyah olmuştu duydukları o korkudan..

Birçok insan çağrıldı.. ta ki kendi ismimi duyana kadar..

Ses beni çağırıyordu..Haydi Cebbar Hesap vermeye!! Diyordu..

O an çevremdeki o insan kalabalığından kimse kalmamıştı.. Kıyamet günü.. Mahşer yeri bomboştu..

Sonra bir anda karşımda bir fare gördüm çok buyuktu (devdi), çok vahşi ve çok saldırgan dı.. Çok güçlüydü.. Ağzı açık bana doğru koşuyordu..

Bende duyduğum korku ve dehşetten dolayı ondan kaçmaya başlamıştım..

Kaçarken bir anda karşımda oldukça yaşlı ve zayıf bir adam gördüm! ve ona seslendim:

-AHH!! Beni bu dev fareden kurtar!!

Bana dediki: Oğlum Ben çok zayıfım seni ondan kurtaracak gücüm yok. Ama şu yönde koş, eminim kurtuluşa ereceksin..

Ben onun dediği yöne doğru koşmaya başladım..Dev fare hala arkamdaydı beni kovalıyordu..Ve karşıma cehennemin ateşi çıktı..Yüzümde hissediyordum o dehşetli sıcaklığı!!!

Fareyle cehennem arasında sıkışmıştım..

Ve kendi kendime dedim ki o an.. Ben bu fareden ateşe düşmek için mi kaçıyorum!!

Ve koşa koşa bana bu yolu tarif eden o zayıf adama doğru koşmaya başladım..Farede peşimdeydi gittikçe yaklaşıyordu bana

Çok korkuyordum!! Adamın yanına geri geldim ve ona dedim ki:

-Allah aşkına beni bu fareden kurtar yalvarırım!

Ve yaşlı adam benim halime ağlıyordu..

Bana dedi ki:

Beni görüyorsun ben çok zayıfım güçsüzüm benim seni kurtaracak halim yok..Ama bu sefer şu yönde koş! Bu sefer inşaallah kurtuluşa ereceksin….

Adamın dediği yönde koştum deli gibi..Fare hala kovalıyordu bir adım arkamdan koşuyordu..Beni ısıracaktı az kalmıştı…Ta ki karşımda o daği görene kadar…

O dağın üstünde bir sürü bebek vardı..

Ve o dağın üzerinde bulunan çocukların hepsi ağlıyorlardı..hepside ayni şeyi söyleyerek  haykırıyorlardı..

Diyorlardı ki:

-Ey Fatmaaa!! Babana bak! Babana Bakkk!!

Ben Malik ibnı Dinar dedim ki:

O an o çocuğun kızım Fatma olduğunu anlamıştım..

Ve o an 3 yaşında ölüp te cennete gitmiş bir kızım olduğuna çok sevinmiştim..Beni bu dehşetli korkudan (fareden) kurtarıp Cennete sokacaktı…

Kızım beni sağ eliyle tuttu ve kurtardı…

Ve sol eliyle fareyi itti..ben o an korkudan ülü gibiydim..

Sonra tıpkı Dünyadayken olduğu gibi onu kucağıma oturttum!

Bana:

Ey Babacığım! Deyip şu ayeti okudu bana:

 

Mealen: Kalplerinizin Allahın zikriyle dolmanızın zamanı gelmedi mi?

 

Ona dedim ki:

Kızım! Bu fare neydi bana anlat!!

 

Dedi ki: O fare senin dünyada içinde olduğun isyankȃr o   amellerindi..O fareyi sen besledin büyüttün ve onun seni yiyebilecek büyüklüğe  sen ulaştırdın!!

Ey Babacığım! Sen bilmiyor musun ki dünyada islenen ameller Ahirette kıyamet gününde mücessem olarak karşımıza çıkar!!

Ona dedim ki:

Peki o zayıf adam kimdi?

Dedi ki:

O Yaşlı ve zayıf adam senin güzel amellerindi..Sen onu böyle zayıf böyle güçsüz.. böyle çaresiz bıraktın..onu kendi haline ağlattın..!!!Seni kurtarmasına izin veremeyecek duruma onu sen koydun!

Eğer ben doğmasaydım ve küçük yaşta günahsız olarak ölmeseydim seni bu dehşetten kurtaracak başka birşey yoktu!

O an uykudan ağlaya ağlaya uyandım!

Ağzımdan çıkan şu kelimelerle:

Evet Allah’ım vakti geldi.. Evet Allah’ım vakti geldi!!

Hemen gusul abdesti alıp giyinip camiye kosayım sabah namazına! Günahlarımdan arınmak kendime cennet yolunu çizmek.. tövbe etmek Allaha yalvarmak için…

Camiye girdiğim an imamın okuduğu o ayet!!!

Rüyamda kızımın beni kurtardığında okuduğu ayetti!!

 

Meali: “İman edenlerin kalplerinin Allah’ın Zikrine dolmasının zamanı gelmedi mi?”

 

Bunlari yaşayan kişi…

Tabiinlerin imamlarinin efendisi!!

 

MALiK BiN DiNAR!!!

O ondan sonra insanlar arasında geceler boyu ağlamasıyla bilinirdi…

Ve derdi ki:

Allah’ım! Kimin cennete gireceğini, kimin cehenneme gireceğini sadece sen bilirsin!

Ben bunlardan hangisiyim???

Allah’ım!! Beni cennet ehlinden eyle! Cehennem ehlinden eyleme!

Malik Bin Dinar büyük bir tövbe etti..

Ve insanlar arasında şöyle meşhur oldu:

Caminin kapısına giderdi ve insanlara seslenirdi..derdi ki:

Ey asi insanlar ey günahkar insanlar…Allah’ınıza dönün!! Gafil insanlar….Allah’ınıza donün!!!

Ey Allahtan kaçan kullar..Allah’ınıza dönün!

Rabbin sana gece gündüz sesleniyor! Seni çağırıyor!!!

“BANA BIR KARIS YAKLAŞANA BEN BIR DIRSEK YAKLAŞIRIM.. BANA BIR DIRSEK YAKLAŞANA BEN BIR KULAC YAKLAŞIRIM…BANA YÜRUYRNE BEN KOSARIMM”!!.. Diyen Sensin Allahım…

La ilahe illa ente Sübhaneke…İnni küntü minez-zalimin(tövbe duası)

Peygamber efendimiz bir hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

Meali:

“Bir insanin hidayetine vesile olman senin için dünyadan ve içindeki her şeyden hayırlıdır”

 

Bu hakikatı siz kardeşleri ile paylaşan:

Abdülkadir Haktanır

Kabre İmanla Girme Müjdesi !

Kardeşlerim, bugünlerde biri Risaletü’n-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi.

Ehemmiyetine binaen yazıyorum.

BİRİNCİ MESELE :

Birinci Şuada iki üç ayetin işârâtında, Risaletü’n-Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gideceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsi bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir.

Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım.

Lillahilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:

Birinci emare:

İman-ı tahkiki ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki:

“Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir.”

Bu nevi iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor.

Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor.

Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.”
Bu iman-ı tahkikinin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir.

Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.

İkinci yol

iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, bürhanî ve Kur’ani bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakinle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.

Bu ikinci yol

Risaletü’n-Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü’n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkün ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.

 

İkinci emare:

Risaletü’n-Nur’un sadık şakirtleri, hüsn-ü âkıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimi dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.

Ezcümle:

Risaletü’n-Nur’un bir hâdimi ve birtek şakirdi, yirmi dört saatte Risaletü’n-Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risaletü’n-Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selamet-i imanlarına ve hususi hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duayı, en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.
Hem Risaletü’n-Nur’un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz olan İmân hususunda, birbirine selamet-i İmân hakkındaki samimi, masum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selamet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor.

Çünkü herbir dua umuma bakar.

Bediüzzaman Said Nursi  | Kastamonu Lâhikası | 18-19

(Evet benim sadık kardeşlerim!  Yapın tespihati terketmeyin. Yani  o dua  havuzuna atın ki sizde ondan istifade edesiniz. İşinizden dolayı zamanında yapamadı iseniz boş vakitlerinizde onu kaza edin ki faydasından mahrum kalmayasınız.) Nakleden kardeşiniz: Abdülkadir Haktanır

Devlet, Fertlerden Teşekkül Eder

Binanın inşaatı çatıdan değil temelden başladığı gibi, devlette iyi eğitilmiş fertlerden teşekkül etti ise ayakta uzun yıllar kalabilir. Fertlerin sağlamlığı, başka zamanlarda da fakat bilhassa bu zamanda, din ile dünyasını öğrenmesinden geçer, insanın her iki hayatı sağlam öğrenmesi için de, 6-7 yaşından kafasına bilgin almaya başlayıp, ömrünün sonuna kadar, Alim ve tecrübeli kimselerin bilgilerinden istifade edip ve devamlı faydalı kitap okumakla istenilen neticeyi elde edebilir. Benim nazarımda, Şuurlu bir anne ve baba için, evlatlarına geçici dünya hayatının istikbalini temin etmek için bir meslek veya herhangi tahsil yaptırmaya gayret ederken, o çocuğun, sonu gelmeyen ebedi bir hayati için de lazım olan gayreti de kat’iyyen ihmal etmemesidir. Dediğim gibi, bu iş buğünkü anne ve baba için kolay bir iş olmadığı gibi, bu anne babanın da, katiyen bundan daha mühim hiçbir işi yoktur. Şimdi çocukları eğitmekte kimin rolü fazladır sorusuna karşı: Çocukları eğitmekte en büyük rolü anne oynar sonra baba, ondan sonra öğretmen, yani devletin eğitim sistemi gelir. Her ne kadar İslam âileden sorumlu babayı tutarsa da, baba evin geçimini dışarıdan teminle uğraştığı için, baba çocukların eğitiminde anne kadar hisse alamaz ama, evladını takip etmekte ön planda yine baba gelir.

Evet! Çocuğun eğitimini zamanında yapamayıp vakit elden geçti ise, sonra onunla  hiç uğraşmayacak mıyız? Tabii ki uğraşacağız, ne kadar olursa hiçe benzemediğini bilerek, ona bir şeyler öğretmeye çalışacağız. Hele maneviyattan mahrum bırakmamak için yaş ne kadar  ilerlerse ilerlesin, kim olursa olsun insandan ümidi kesmeyip bir şeyler vermeye çalışacağız. Hatta yabancı bile olsa sözümüz geçtiği kimseye, bildiğimizi esirgemeden, azda olsa hiçten daha iyi olduğunu bilerek onun canına kıymayacağız, farzların üstünde bir farz olan, hakkı tebliği yerine getirmek kadar hiçbir iş mühim değildir.

İnsanı yetiştirmeye başlama zamanına, Peygamberimizin (a.s.m)` iki hadisi şerifinin meâli ile işaret edeceğiz:

Birincisi: “İlmi beşikten mezara kadar tahsil edin” Yani çocuk konuşma ile anlamaya başladığı vakitten başlayıp tâ mezara kadar devam etmeli.

İkincisi: “Evlatlarınıza yedi yaştan itibaren namaz kılmasını emrediniz” derken, o masum çocuğa en azından beş yaşından sonra namaz kılmasını öğreteceksiniz ki, çocuk namaz kılmasını bilsin. Gene Peygamberimiz a.s.m. eğitimin zamanında başlanmasına işaret eden hadisi şerif mealinde “çocuk yetiştirmek daha evlenmeden önce başlar” derken evlenecek erkek ve kızın aileleri, onları yetiştirecek ki, onlarda evlenince onlara Allah evlat verirse onlara karşı şuurlu hareket edip Allahın en makbul hediyesi olan evlatlarına karşı, hem sözle hem de işle nasihat edebilecek olgunlukta olurlar, böyle olgun anne ve babanın evlatlarının her hareketinde mükemmellik görmek mümkün. Eğer bir ailede herkes namaz kılarsa, o ailede 1-2 yaşında çocuklar dahi büyükler gibi secdeye düşüp kalktıklarını görebilirsiniz.

İşte yaratanın kanunlarına uyarak yetişen cemiyet ve ondan teşekkül eden devlette ona göre olur. Aksi takdirde ailede her gün kavga gürültü ve onlardan doğan çocuklarda vahşi ve anne babaya karşı hürmet yerine, Allah korusun, Anneye kocakarı babaya da moruk deme cür`etine düşebilirler. (Çocuklar ne yapar? Anne ve babadan gördüklerini yapar) atasözü değişmez hakikattir. Zaten çocukların arkadaşları da anne ve babanın tasvip ettiği kimseler olur.

 Çocuk ailesinden menfi veya müspet yönde, nasıl bir terbiye aldı ise, sokakta  karşılaştıklarını de kendi fikrine göre seçer ve öylelerle hem dem olur. Menfi derken, Çocuklarına dinini öğretmeyen babayı kastediyorum, zavallı bu baba  ve yahut anneyi daha geç muhakkak pişmanlık bekliyor amma, sonra ki ah oh lamalardan ne fayda.

Evet! 100 seneye yakın uzun bir devrede batı batı deyip onları taklide çalışan bir cemiyeti işinde yaşayıp din terbiyesi almayan anne babadan doğan çocuklar’ da, içki, kumar, fuhuş ve anne baba yanında bacak bacak üstüne atıp sigara tüttürmeler normal karşılanmalı. İşte ahlak terbiyesi alamayan bu çocuklar, ister kız ister erkek olsun, evlenme kararlarını de anne baba fikrine müracaat etme ihtiyacı duymadan, biri diğeri ile tanışıp karar verirler ve çok acıdır ki sokakta evlenenler kısa zamanda kavga edip sokakta boşanırlar. Eğer herhangi çocukları daha önce doğdu ise, derdi başlarından defetmek için kimseye verme çaresini ararlar, daha doğmamış cenin mevcut ise, bir an önce vücuttan defetme yolunu bulmaya  giderler.

İşte din terbiyesi almayan anne ve baba olanlarda, ciğer pareleri olan evlatlarına karşı dahi ne kadar merhametleri olduğunu görünüz.

Böyle evlat yetiştiren annelerden birinin beyi daha erken vefat etmiş, yetim büyüttüğü evladı da, annenin tırnakları ile topladığı parayla evlenmiş, gelen gelin de, geldikten birkaç gün sonra beyi işte iken, kaynanaya güzel bir hakaret etmiş. Zavallı annenin oğlu işten gelince, oğluna derdini anlatmış oğlu da, sana dayak atmamış ya, sen ona şükret cevabını alınca ağlayıp biraz fenalığı atmakla biraz rahatlamış.

Profesör Sadi eren bey âile hayatından bahseden bir kitabında, birinin âile hayatından bahsederken diyor, sakın yapmayalım kısa  düşünen eşler gibi! Karı koca boşanmaya karar verip mahkemeye gitmişler. Hâkim onlara, aranızda ne var, deyince? Onlarda! Anlaşamıyoruz. Neden? Hanım demiş ki: Ben ona diyorum, dış macununun tüpünü sıkarken, ortadan değil ucundan sık. Oda benim sözümü dinlemeyip tutuyor ortadan sıkıyor, da ondan ayrılmaya karar verdik. Hakim onlara bu basit sebepten ayrılacağınıza, ikinize birer tüp macun alın da iş buraya kadar gelmesin.

Evet bu hayati meseleyi yazan: Abdülkadir Haktanır

Risale-i Nurda Çocuğa Şefkatın Ölçüsü

O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder. Bediüzzaman.

Çocuklara Neyi Öğretmeli                                                

Çocuklar hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da, zaaf ve acz ve iktidarsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mesudâne inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvâle karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyât-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i mâneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz, sırf maddî, felsefî düsturların taliminde midir?
Mektûbât, s. 409

Derleyen: Abdülkadir Haktanır