Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Namazın Sünnetleri

1-      İster cemaatla isterse yalnız kılınan farz namazlarda ezan da kamette getirilmesi lazım. Çünkü sünnettir.

2-      İftitah tekbirini alırken, ellerini yukarıya kaldırıp erkekler başparmakları ile kulaklarını değmek, hanımlar ise göğüslerinin izasına kadar kaldırıp avuçlarını kıbleye doğru açmak, Sünnettir.

3-      İster erkek ister hanım olsun tekbir almak için ellerini kaldırırken,  zorlamadan azcık parmakları açmak, Sünnettir

4-      İmam olan zat, rükûdan kalkarken sesli ”Semiallahu limen hamideh” demesi lazımdır. Yalınız kılan kimse ister erkek ister hanım olsun, sessiz demeler lazım. Rukûdan kalkarken, ister erkek ister hanım “Allahümme Rabbena velekel hamd” sessiz demeleri, Sünnettir.

5-      Namaz tekbiri alındıktan sonra hanım ve erkek sessiz “Sübhaneke” duası okunur ondan sonra: “Fatiha- Elham okunur”  “Elhamdan” sonra da gizlice amin demek sünnettir.

6-      Erkekler sağ elini göbeğin üzerinde koyup sol elini de sağ el üzere koyup bilezik kemiğini, Şehadet parmağı ile serçe parmağı arasına sıkıştırıp öteki 3 parmağı elin üzerine uzatır. Kadınlar ise göğüsleri üzere ellerini bağlamak, Sünnettir.

7-      Namazda kalkar ve inerken “Allah’u ekber” demeli. Rukûdan kalkarken de “Semiallahu lime hamideh” demeli. Bunlar hanım ve erkek için, Sünnettir

8-      Rukû halinde iken, erkek ve hanım, en az 3 defa “Subhane Rabbiyel Azım”demeli, her iki Secdede de üçer defa “Sübhane Rabbiyel ȃlȃ” demeleri Sünnettir.

9-      Rukûda iken erkekler parmaklarını açarak dizlerini tutmalı, hanımlar ise parmaklarını açmadan da dizlerinin daha üst tarafına tutunmaları,Sünnettir

10- Erkek veya hanım özürlü olmadıkları halde kıyamda iken ayaklarının arası elinin 4 parmağı kadar açmaları, Sünnettir.

11- Kȃdede yani oturuşta: Erkekler sol ayak üzere oturup sağ ayağını kıbleye çevirmesi ve imkȃn dairesinde parmaklarını kıvırması lazım. Hanımlar ise ayaklarının her ikisini sak tarafa çevirmek sünnettir.

12- Rukû ederken: Erkekler sırtlarında su ile dolu tepsinin dökülmesi kadar düz tutmaları, kadınlar ise, erkekler gibi eğilmeyip bellerini biraz yukarı tutarlarsa sünneti yetine getirmiş olurlar.

13- Erkek ve hanım eğer özürleri yoksa, secdeye varırken evvela dizlerini sonra yüzlerini yere koyarlar. Kalkarken de evvela yüzlerini secdeden kaldırırlar sonra dizlerini kaldırarak sünneti yerine getirmiş olurlar.

14- Tehiyyat için oturuşlarda erkekler elleri dizler üzere tutarken parmakları serbest bırakmakla beraber parmaklarnı dizlerden ileri geçmemesi sünnettir .

15- Tehiyyat-ı okurken Eşhedü en “Lailahe” derken sağ elinin şehadet parmağını kaldırıp “İllallah” dedikten sonra parmağını aşağıya indirmek Sünnettir.

16- Erkek ve hanım için: Her namazın son rekȃtında sünneti gayri müekked ve nafile sünnet sennetlerin ikinci rekȃtında ve son rekatında salli,barik ve Rabbena atina ve rabbeneğfirli dualarını okumak sünnettir.

17- Her namazdan sonra önce sağa sonra sola selam verilmesi ve selam verirken arkadaki safı görecek kadar başını çevirmek sünnettir.

    Hazırlayan: Abdülkadir Haktanır

Herşey Allah’ın Kudretinde

Benim, yalınız hayali bir varlığım var,

Allah’ın rahmeti her şeyde kesin karar.

 

Kendine fazla güvenen, nankör insan!

Unutma! Seni mükemmel yapar iman.

 

O iman, bu cihanda seni mutlu eder,

Onunla, insan yükselir cennete gider.

 

Büyük Allah, bizi hiçten buraya attı,

O, sonsuz nimetler ile bizi donattı.

 

Basit topraktan sayısız ni’met yarattı,

Bizim için, nimet üzere nimet kattı.

 

Ey insan! Sağlam imanla kulluğunu yap,

Ma’nevi değerleri nerede bulsan kap.

 

Allah’ımız bizi, şerefli mahlûk kıldı,

Yine de, kör nefsin seni isyankâr yaptı.

 

Ey insan! Rabbine karşı isyandan kurtul,

Bununla, Allaha giden mutlu yolu bul.

 

Sonsuz duygularla seni, Rabbin donattı,

Bu dünyaya kulunu, sapa sağlam attı.

 

Bu iyiliklere karşı, isyan olur mu?

Günahkȃrlıkla, cennetlik olunur mu?

 

Rabbim, lütfunla günahlarımızı af et,

Şerlerimize karşı, rahmetini çek set.

 

Bizi dinsiz yapmak için, düşman durmuyor,

Bu zamanda insan buzda gibi kayıyor.

 

Ya Rabbi! Rahmetinle Sen bizleri koru,

Feraset ver ki, biz bulalım doğru yolu.

 

Her tarafımız, din düşmanlarıyla dolu,

Sağ yerine bizlere, veriyorlar solu.

 

Allah’ım Sana dayandık, Sen bizi kurtar,

Yoksa, isyanla bu vücut ateşte yanar.

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

 

Nurdan Damlalar

!Bismillâh  her hayrın başıdır. Bu mubarek kelime islâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın  lisanı haliyle vird-u zebanıdır.( Sözler/1.söz/sh..)

Bismillâhirrahmanirrahim Fatiha’nın fihristesi ve Kur’anın mücmel bir hulâsasıdır.( Sözler-Lem’alar)

Bismillâh”  ve “ Lâilâhe illallah” NURDAN ve sair kelimatı mubareke, herbiri erkânı imaniyenin birer çekirdeği, hem Kur’an hakikatlerinin  hulâsasıdır. (Asay-ı Musa)

Bismillâhirrahmanirrahim ferşi arşa bağlar, insani arşa çıkmaya bir yol olur.( Sözler –Lem’alar)

Hazinei rahmetin en kıymettar pırlantacısı ve kapıcısı Zatı AHMEDİYE A.S.M olduğu gibi en birinci anahtarı dahi BİSMİLLÂHİRRAHMANİRRAHİM’ dir. (Sözler- Lem’alar)

Vicdan, kalp pençeresinden bakar. Akıl, gözünü kapasa da vicdanın gözü daima açıktır.( Mesnevi-i  Nuriye)

Eğer sivri sinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz.( Tarihçe-i Hayat)

Küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazan da titriyor.( Sözler)

Karıncayı emirsiz, arıyı yasupsuz bırakmayan Kudret-i Ezeliye; Elbette beşeri, Nebisiz bırakmaz.! (R.N)…

Lezzetler çağırdıkça “Sanki Yedim.”  Demeli. Sanki yedimi düstur yapan, “sanki yedim”.Namındaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi. (R.N.)

Mal  sahibi zannettiğin esbab, mal sahabi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören Kudret-i İlâhiyedir.( Mesnevi-i Nuriye)

Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi; ittiba-i KUR’AN dır.Tefsiri bulunan R.NUR’dur( Mektubat)

 En bahtiyar odur ki; Dünya için ahiretini feda etmesin, hayatı ebediyesini hayatı dünyeviye için bozmasın, malâyani şeylerle ömrünü telef etmesin.( Şualar)

Paslanmış bihemta bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır. (Mektubat)

Şu dünya meydanı imtihandır. Dar-i hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir.( Bediüzzaman C. Veriyor.)

!Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki istiğfar ve istiaze yolunu kapasın.( Lem’alar)

Şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı, ne kadar makul ve lâzım ve kat-i  ise; Haşrin sabahı da, Berzahın baharıda o katiyyette dir. (Hutbei Şamiye)

Ani ve fani zevklerin bekâsını arıyorsun. Onun için zevaliyle ağlamağa başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışın tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.( Tarihçe-i Hayat)

Sıkıntı ve zahmetin öyle lezzetli faydaları var ki o zahmeti hiçe indirir.

( Şualar)*

Sünnet-i  seniye edeptir. Hiçbir meselesi yokturki, altında bir Nur, bir edep bulunmasın.!!( Lem’alar)

KUR’an hem zikir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattır, hem Şeriattır, hem sadırlara şifa, müminlere hüda ve rahmettir.( Mesnevi-i Nuriye)

En büyük bir rahmet, bir şefkati İlâhiye, Gaybı bildirmemektir. Ve başa gelen şeyleri setretmektedir.( Asay-ı Musa)

Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz, meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Gayr-i meşru dairedeki bir lezzetin içinde BİN elem vardır.( Sözler.)

Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.

( Lem’alar)

Kâinatta en yüksek hakikat İ M A N ‘dır. İMAN’dan sonra NAMAZ’dır. (Sözler)

Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven; Nihayetsiz saadete, nimete, envara, esrara, yabilkuvve veya bilfiil mazhardır. O’nu hakiki tahımayan, sevmeyen nihayetsiz şekâvete, alâma, evhama manen ve maddeten müptelâ olur.( Mektubat)

“Güzel konuşma çok lâf etmek değildir. O, (doğru olanı) açıkça ortaya koymaktır. Gerçek tutukluk, dil tutukluğu değil hakkı bilmemektir. (Hadis-i Şerif )

Cenab-I Hak, senin ibadetine, belki hiç bir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; manen hastasın. İbadet ise, manevi  yaralarına tiryaklar hükmündedir.( Lem’alar)

Akibeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti, ilerde bir batman lezzetlere tercih hissiyatı insaniye akıl ve fikre galebe eder.( Hutbe-i Şamiye )

Bir fakirin, kuru bir parça ekmekten açlık ve iktisad vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlıkla yediği en alâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir.(Lem’alar)

Bütün mecazi aşıkların eninleri, bağırıp çağırmaları ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar; vaveylalar, hep mahbupların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş’et eden elemlerdir.  İşaratül-İcaz

Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden  geçse, dert getirir.( Mektubat)

Ayinede temessül eden pislik pis değil; Ve ayinedeki yılan sureti ısırmaz; Ve ateşin timsali yakmaz. Öyle ise kalbin ve hayalin ayinelerinde rızasız; İhtiyarsız gelen pis ve çirkin ve küfri hatıralar zarar vermezler.(K.Lâhikası)

Bir müslüman, MUHAMMED ALEYHİSSALÂTÜ  VESSELÂMIN zincirinden çıksa, dinini bıraksa; daha hiç bir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemalâta medar hiçbir hâlât kalmaz, vicdanı tevessüh eder, hayatı içtimaiyeye bir zehir olur.( Sözler )

Arkadaş! Namaz, kul ile ALLAH C.C. arasında yüksek bir nisbet ve ulvi bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezb etmek nazmın şe’nindendir.( İşaratül-İcaz )

Acaba bu misafirhanei dünyada, menzilin olan kabrinde, mahkemen olan mahşerde senet ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek sırat köprüsünde nur ve burak olacak bir namaz, neticesizmidir, veyahut ücreti azmıdır.( Sözler

Arkadaş ! bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken insanlar adedince dünyaları havidir. Çünkü her insanın tam manasıyla hayali bir dünyası vardır. Fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır; Kıyameti kopar. (Mesnevi- Nuriye)

ALLAH’I düşünmeyen, esbaba perestiş eder; halklara hodfuruşlukla riyakârane vaziyet alır.( Kastamonu Lâhikası )

Zaman gösterdi ki CENNET ucuz değil, Cehennem dahi lûzumsuz değil. (R.N)…

Tevekkül, kanaat ve iktisat, öyle bir hazine ve servettir ki, hiçbir şey ile değiştirilmez. ( Mektubat )

Kanaat eden, iktisat eder; iktisat eden bereket bulur.( Mektubat )

Şükürsüzlüğün mizanı; Hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram helâl demeyip rast geleni yemektir.(Mektubat)

Rızık, hayat kadar Kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor; Kader giydiriyor, inayet besliyor.( Mektubat)

O’nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. O’nu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahtır. (Sözler)

Nefis cümleden edna, vazife cümleden alâ.(  Şualar’dan)

İlâhi ! senin rahmetin melceimizdir. Ve rahmeten lil alemin olan Habibin A.S.V. senin rahmetine yetişmek için vesilemizdir. Senden şekva değil, belki nefsimizi ve halimizi sana şikâyet ediyoruz. ( Mesnevi-Nuriye)

Bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş, herkes kıymeti miktarınca bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor; Kendini mazur biliyor; Ondan niza çıkıyor, ehli hak zarar eder; Ehli dalâlet istifade ediyor. (Kastamonu Lâ.Tarihçei-Hayat  )

Şu asırda ehli dalâlet, eneye binmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor. Ehli hak, bilmecburiye eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir.(ene müthiş bir şecerei zakkumun çekirdeğidir.)  (Mektubat.  İman ve küfür muvazeneleri)

Benlik, enaniyet, şan ve şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. onu ihsas eden haletten şiddetle içtinab ediyoruz.( Tarihçei-Hayat.)

Tevazu, mahfiyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehli hakikate lâzım ve elzemdir.(Emirdağ Lâ.)

Bu asırda en büyük tehlike benlikten ve hodfuruşluktan ileri geliyor. (Emirdağ L.)*

.

Hubb-u cah ve nazarı kendine celbetmek ruhi bir marazdır.Buna gizli bir şirk denir.Kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer, kendini beğenmeyen safayı bulur,rahmete gider.( Emirdağ Lâ.– Mektubat)

İttihad cehl ile olmaz. İttihad imtizac-ı efkârdır. Imtizac-ı efkâr, marifetin şua-ı elektrikiyle olur.( Münazarat.)

Hayat vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârane ittihad gittiği vakit, manevi hayatta gider.( Barla Lâ.)

Niyet öyle bir hasiyete maliktir ki, adetleri, hareketleri ibadete çeviren pek açip bir iksir ve bir mayedir.Rıza-yı  İlâhi yolunda zerre, yıldız gibi olur.(Mesnevi-Nuriye)

Tevafukat, ittifaka işarettir. İttifak ise, ittihada emaredir,Vahdete alâmettir; vahdet ise, tevhidi gösterir¸tevhid ise, Kur’anın dört esasından en büyük esasıdır.( Mektubat)

Ve keze Niyet ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur. (R.N.)

Niyette öyle bir hasiyet vardır ki, seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.( Mesnevi Nuriye)

Kayyum-u Baki olan Zat-ı Zülcelâle verilen  ve O’nun yolunda sarfedilen şu ömr-ü zail, bakiye inkilâb eder. Baki meyveler verir.  (Sözler)

Lillâh için bir saniye mülâkat,bir senedir. Dünya için olsa; bir sene bir saniyedir.(Sözler).

ALLAH C.C. için olmazsa, bir günlük mülâkat lezzeti, yüz günlük firak elemini netice verir.(Sözler)

ALLAH’ın sun’una, ef’aline, kelâmına temsilâtına, usluplarına; inayet ve Rububiyetini mülâhaza etmekle beraber, ALLAH’ın canibinden bakmak lâzımdır.Bu bakışta, ancak nur’u  İMAN’la olur.(İşaratül icaz ).

İstibdad tahakkümdür,muamelei keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, re-yi vahiddir. Su istimalâta gayet müsait bir zemindir. (MÜNAZARAT)

Hidayeti KUR’ANİYE öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakikatı idrak edilemez; öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki, ihatası ilmen kabil değildir.

(İŞARATÜL-İCAZ)

ZAT, A.S.M. o kadar bir parlak bürhanı tevhiddir ki, zeminin baştanbaşa yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulumatını dağıtmıştır. (SÖZLER)

Kırk dakikada bir sahabenin kazandığı fazilete ve makama, kırk günde,hatta kırk senede başkası ancak yetişebilir.( SÖZLER)

Sahabelerde öyle bir hassai sohbet var ki, velâyet ile yetişilmez ve sahabelere tefevvuk edilmez . (MEKTUBAT)

Şu fani alemden baki bir aleme dönülecek. Kadim-i Bakinin ebedi saltanatı merkezine gidilecek.

Dünyadan ahirete geçilecek. Döneceğimiz kapı O’nun dergâhıdır. Sığınacağımız yer, O’nun rahmetidir. (R. Nurdan)

Eşya, zeval ve ademe gitmiyor; belki dairei ilme geçiyor. Alemi şehadetten, alemi gayba gidiyor; alemi tagayyür ve fenadan, alemi nura, bekâya mütecveccih oluyor.(MEKTUBAT)

ÖLÜM olmasaydı, küre-i arz nev-i beşeri istiab edemezdi ve nev-i beşer müthiş perişaniyetlere maruz kalırdı.(İ.İcaz)

ÖLÜM muzır hayvanlarla dolu bir hapisten geniş bir sahraya çıkmış gibidir.Binaenaleyh ruh cesed kafesinden çıkarsa necat bulur(.İŞ.İCAZ)

Mevt, idam değil, tebdili mekândır. Kabir ise, zulumatlı bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli alemlerin kapısıdır.

 Dünya ise, bütün şaşasıyla ahirete nisbeten bir zindan hükmündedir.(İman ve Küfür Muvazeneleri)

Ölüm, insanı mü’mini, zindanı dünyadan bostanı cinana, huzuru Rahman’a götüren bir musahhar at ve buraktır. (R.N.)

ÖLÜM , firak değil, visaldir, tebdili mekândır, baki bir meyveyi sümbül vermektir.( LEM’ALAR- SÖZLER)

TEVEKKÜL, kanaat ve iktisad, öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şey ile değiştirilmez.( Mektubat)

ACZ ve tevekkül ile fakr ve iltica ile  Nur kapısı açılır, zulmetler dağılır. (T.Hayat)

Müseylemeyi esfeli safiline düşüren kizp olduğu gibi, MUHAMMEDÜL EMİN Aleyhisselâtü Vesselâmı âlâ-yı illiyine çıkaran sıdktır ve doğruluktur.

(Sözler)

Cenab-I Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yerde dağıtmazsan; her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir ve kuvvetle dayan.( Sözler)

Sabrın mükâfatı zaferdir; ataletin mücazatı sefahet. Öyle de sa’yin sevabı olur servet. Sebatta da galebedir mükâfat. Zahmetler altında rahmetler var.( Sözler-Şualar)

Masum kul günahkâr-ı ekserin musibetinden hissedar olur. Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüp eder.( Sözler )

Musibetler, dergâhı İlâhiye sevk etmek için birer kader kamçısıdır.(Barla Lâ)

Afatlar, zaaf-ı imandan neş’et eden hataların neticesidir.(Kastamonu L.)

Musibet, şerr-ı mahz olmadığı gibi, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar.( Tarihçei H.)

Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir.Her musibette bir cihet-i nimet var.(Mektubat)

Musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette aciz ve zaif insan ağlar, fakat şekva O’na olmalı, O’ndan olmamalı.( Mektubat )

Derecei hararet gibi, her musibette bir derecei nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derecei nimeti görüp ALLAH’a şükretmeli. (Sözler-Mektubat)

Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ,belâ değil, belki bir lutf-u İlâhidir.(T.Hayat)

Zahiri musibetler altında ve neticesinde inayeti İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var.( Lem’alar- T.Hayat)

ASYA kıtasının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şuradır.( Hu.Şamiye.)

İMAN , Şem-i Ezeliden vicdan-i beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın iç yüzünü tamamıyla ışıklandırır.( İşaratül İcaz)

HAYATIN gayesi ve hayatın hayatı İ M A N ‘dır.( Şualar-Asayı Musa)

İMAN ilimdir, vücudidir, ispattır, hükümdür. Herbir menfi meselesi dahi,

bir müsbet hakikatın ünvanı ve perdesidir.( Şualar)

İMAN sıdktır, doğruluktur. İMAN muhebbeti, İslâmiyet uhuvveti istilzam eder.( H.Şamiye)

İMAN muhebbeti, İslâmiyet uhuvveti istilzam eder.( H.Şamiye)

İMAN tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, Tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.(Sözler)

Delâilin zuhuru nisbetinde İMAN ziyadeleşir, teceddüt eder( İşaratu’l-İ’caz)

İMAN’sız İslâmiyet, sebebi necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz İMAN’ da medar-ı necat olamaz.( Mektubat)

 İMAN, herşeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nurani  bir gözlüktür.(Sözler)

İMAN’I billâhtır ki ziya-yı ruhumuz, hem nur-u hayatımız, hemde ruhu ruhumuz.( Sözler)

A L L A H ‘ın varlığı bütün nimetlerin fevkinde öyle bir nimettir ki, sonsuz nimetlerin envaını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyelerin sınıflarını havi bir menba, bir kaynaktır.(İman ve küfür Muvazeneleri)

Halıkı Zülcelâlin hususi iltifatını ima eden en gizli bir işarete, yüz can olsa ve feda edilse ve yüz bin sene ömür var ise, o yolda sarf edilse yine ucuzdur. (BARLA Lâhikası)

Madem ALLAH C.C. var ve ilmi ihata eder. Elbette yokluk, idam, hiçlik, mahf, fena; hakikat noktasında, ehli iman’ın dünyasında yoktur. Kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fanilikle doludur.( Şualar- A.Musa)

Yanlız biri iste, başkaları istenmeye değmiyor, biri çağır, başkaları imdada gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller. Biri gör başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir. Biri söyle; O’na ait olmayan sözler, malâyani sayılabilir.( SÖZLER)

Madem ki herşeyin ALLAH’tan olduğunu bilirsin ve O’na iz’anın vardır. Zararlı menfaatli herşeyi tahsin ve hüsn-ü rıza ile Kabul etmek lâzımdır(.Mes.Nuriye)

!Her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-ü ihtiyarına itimat etmez;. rahmeti bırakıp ona müracaat etmez.!( SÖZLER)

Ancak O’nun kudretiyle, iradesiyle her müşkül hallolur. Ve kapalı kapılar açılır. Ve O’nun zikriyle kalbler mutmain olurlar. Binaenaleyh, necat ve halas ALLAH’A  C.C. iltica ile olur.( Mesnevi Nuriye)

Bil Ki , şu alemin fenasından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden müfarakat eden bir şeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir.( Lem’alar)

İman saadet anahtarı, marifetullah manevi terakkiyatın miftahı, imanı billahda bütün kemalâtın esası ve madenidir.( Şualar)

Hayatı ebediyeyi kazanlmakta  en birinci vasıta ve saadeti ebediyeninin anahtarı, İMAN’dır. İki cihanın ve iki hayatın medarı saadeti yanlız İMAN’dır.

(Asayı- Musa)

İMAN hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar; O çekirdeğin secerei tubası olur.(  Asayı-Musa)

İMAN öyle bir çekirdektir ki, ehli imana  cenneti bütün lezaiz ve mehasiniyle sümbül veriyor ve verecektir.( Asayı-Musa)

Saaddet-i dareyn ve elemsiz lezzet ve vahşetsiz ünsiyet ve hakiki zevk ve ciddi saadet, İMAN ve islâmiyetin hakikatındadır.( MEKTUBAT)

Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yanlız İMAN’dadır Ve İMAN hakikatlari dairesinde bulunur. (ŞUALAR-SÖZLER)

İMAN saadeti ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine kürei arz kadar bir saadeti bakiyeyi temin eder.(K.LÂ.)

İMAN her derdin kudsi bir dermanıdır.( KASTAMONU L)

Nazarlar fıtri halleri esmaya yönelmezse varlığın ismi boyutu ile gölgelenir ve o nazarların gerisindeki ruhlar kararır. Varlığın aslı ve özü esmadır. Esma hep aydınlık ve hep güzeldir.

Ortak aklın ve kollektif şuurun,meşveret ve şûra mantığı içinde ön plâna çıkarılması ile harika neticeler elde edilebilir.!( R.NUR’dan)

Hakiki, samimi bir ittifakta bir fert, sair kardeşlerinin gözüylede bakabilir ve kulaklarıylada işitebilir.( R.NUR’dan)

İDARECİLERİNİZ  hayırlılarınızdan, zenginlerinizde cömertlerinizden olur ve işlerinizde aranızda istişare ile yürürse yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır. ( HADİSİ ŞERİF)

KUR’an sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususi ve cüz-i değildir. Belki KUR’an, umum işaratıyla ve eczasıyla aynı şuurdur, kışırsızdır. Fuzuli, luzumsuz maddeleri yoktur. Alemi gaybın tercümanıdır. (S.T. GAYBİ)

Sui zan ve sui tevilde, bu dünyada muaccel bir ceza var,”Mendakka dukka”(Lem’alar)

Mü’min kardeşinin harekâtını sui tevil edenlerin harekâtı, yakın bir zamanda sui tevile uğrar.( LEM’alar-)

Enaniyetin içimizde en tehlikeli ciheti,kıskançlıktır. Eğer sırf lillâh için olmazsa, kıskançlık müdahele eder, bozar.(Mektubat)

Birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek vazifei vicdanımızdır.(Mektubat)

Şu fani alemden baki aleme dönülecek, ebedi saltanat merkezine gidilecek. Dünyadan ahirete geçilecek. Döneceğimiz kapı O’nun dergâhıdır. Sığınacağımız yer O’nun rahmetidir.( BEDİÜZZAMAN Cevap veriyor)

KUR’andan gelen sözler ve NUR’lar yanlaz mesaili ilmiye değil, belki kalbi, ruhi,hali mesaili İMAN’iyedir. Pek yüksek ve kıymettar maarifi İlâhiye hükmündedir.( RİSALEİ Nurdan)

Bizim cemaatimizin meşrebi, muhabbete muhabbet, muhabbet ve husumete husumet (R.N.)

Zahiri musibetler altında ve neticesinde inayeti İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var. yeter ki insan İMAN gözlüğüyle olaylara bakabilsin.

(R.N.)

Derleyen: Abdülkadir Haktanır

Ey İnsan! Hiçten Seni Yaradan Allahına Şükretmezmisin

Allah Kur’ani Keriminde, Tin suresinin dördüncü ayetinde şöyle buyuruyor: “Biz insanı en iyi bir şekilde yarattık.” Hadisi Şerifte ise şöyle buyuruluyor: “Kim kendini tanırsa o Allah’ını da tanır.”

İnsan kendini tanımak aynada veya fotoğrafına bakarak evet ben buyum demekle iş bitmez. Elinin parmaklarına bakıp, parmaklarındaki menteşelerine dikkat edip görür ki, bu insan bir hücreden oluşan bütün vücut mükemmelliği incelemeye çalış. Bunların harikalığını gürünce, sakın Allaha karşı şükrünü unutma?

Gözlük yapmak için optik tahsili görmek icab ediyor. Peki göz kendi kendine mi oldu diyeceğiz. Güneş, veya başka ışık olmasa idi göz niye yarardı. Allah gözün kıymetini bildiği için tek göz değil, iki göz vermiş. Bunun için de ayrı bir şükür lazım değil mi.

Hele kulakların olmasa idi halin ne olurdu? Allah Kur’anda gözden önce kulakları zikrediyor, demek ki kulaklar gözden daha değerli. Kulakları hiç işitmeyenler şöyle dursun, işitme duygunun yarısını kaybetsen bile karşıdaki ile konuşurken ha ha,hı hı, kusura bakma duymadım bir daha tekrarlar mısın demek mecbur olursun. İşitme cihazın olsa da net duyamazsın. Yani bize verilen bu cihazlarımızın kıymetlerini bilmek için onlarsız kalmak mı lazım?

Düşünün kız olsun, erkek olsun fark etmez. Namaz kılmayan bunlardan biri. Bir kazada gözlerini kaybetse sonra manevi yönden ona denilse: Eğer sana farz olan günde beş vakit namaz kılar isen ana göz vereceğim ne dersiniz kılmam mı diyecek? Yok sa eşsiz bir sevinç ile evet kılarım demez mi? Veya Allah’ın tesettür emrine isyan edip, sokaklarda yarım çıplak giyimi ile hava atan bir hanım kızın başına, daha önce bahsettiğim gibi bir kaza neticesinde kafası arızalanıp aptallaşsa sonsa. Sonra ona: Allah tarafından Hanımefendi! Allah’ın emrine uyup Müslüman bir hanım kıyafetine bürünür isen, seni sap sağlam yaparım denilse, o Müslüman hanıma benzemem, dinsiz birine mi benzeyeceğim diyecek?

Ey insan oğlu insan senin göz ve kulaklarını, Annen yapmadı, babanda yapmadı. Kör, sağır, aptal tabiat da yapmadı, onlar kendi kendine de olmadılar değil mi? Onları lütfuyla Keremiyle Allah sana ihsan etti. Yalınız bu kadarla da bırakmadı. Kolsuzda yaratmadı. Ayaksızda yaratmadı? Ayağının dizine bir menteşe koydu o olmasa idi yolda nasıl yürüyecektin bana anlatırmısın? Kolundaki menteşe olmasa idi lokmayı ağzına nasıl koyacaktın beynini muhafaza etmek için kafana sağlam bir kapak koymasa idi halın ne olurdu.

Sayısız ni’metlerin lezzetlerini fark etmek için ağzına bir dil parçası koymuş, onunla oh bu ne lezzetli. Lezzetsiz bir lokma ağzına koysan, dil hemen onu dışarı ata ve ne kadar tatsız imiş dedirtir insana. Ön dişlerimiz arka tarafta olsaydı halımız ne olurdu, yiyeceklerimizi nasıl ısırır, nasıl çiğnerdik. Üstelik basit siyah toparağa sayısız ni’metleri sayısız renkte, sayısız lezzette kim yaptırıyor o toprağa bu hasletleri kim veriyor. Biz bunları düşünmeyelim mi?

Allah bizleri noksansız yarattığı için ve sayısız nimetler verdiği için Ona  ne kadar şükretse azdır değil mi? Allah bizleri şükredenlerden eylesin. Amin…

Kardeşiniz: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Biz İsteriz Allah Yaratır

Kul, kendi fiilinin yaratıcısı değildir. Kulun elinde ancak ve ancak emr-i itibârî dediğimiz kesb yani, kulun cüz-i irâdesini, niyeti ve kasdı yönünde kullanabilir. Zira, Allah’tan başka hakîkî tesir, icad sahibi yoktur. Kul bir fiili işlemek talebinde bulunur, Allah da kudretiyle o fiili yaratır. Allah hiçbir kulunu cebirle iş yaptırmaya zorlamaz. Kulunun eline yaratma ve icad kabiliyeti olmayan küçük bir ihtiyâr vermiştir. Kul o ihtiyâr ile ister, Allah’ın küllî irâdesi de kudretiyle tecellî eder ve fiiller böylece yaratılır.

Bu noktada şöyle diyebiliriz. İnsanın elinde gayet zayıf, fakat seyyiât, kötülük ve tahribâtta gayet uzun; iyiliklerde kısa cüz’î irâdesi vardır. İnsan, irâdesinin bir elini duâya, diğer elini istiğfara ve tövbeye verip, günah ve kötülüklerden kendini çekerek ebedî saadeti kazanabilir. Bedîüzzamân’a göre, duâ ve tevekkül hayra olan isteğe büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe de şerre olan meyilleri keser.

Ancak, insanın, yaptığı kemâlât ve iyilikleri sahiplenmeye hakkı yoktur, çünkü kendi mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın cesedi bile kendisinin değildir. Çünkü kendi san’at eseri değildir. O vücudu yolda bulmuş, yitik olarak mülk edinmiş de değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış, insan almış değildir. Ancak, o vücut, içine aldığı garip san’at, acayip nakışların şahitliğiyle, bir hikmet sahibi yaratıcının kudret elinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarruftan, ancak bir tane insana aittir. (Mesnevî-i Nuriye, 57)

Bu hususu Bedîüzzamân şöyle izah eder: “Esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef’âl-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef’âlin ekl ve şürb gibi en âdi bir fiilin husûlünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir. Ve kezâ insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havassının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun? Ve kezâ şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni’-i Zîşuur’dur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın. Binaenaleyh malikiyet dâvâsından vazgeç. Kendini mehasin ve kemâlâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünki sû’-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir; (sana hediyedir)seyyiatın meksûbedir.(kesptir) (Mesnevî-i Nuriye, 58)

Öyle ise insanın iyiliklere sahiplenme hakkı yoktur. Kötülüklerden ise sorumludur. İyilikleri Allah’tan bilmek ve kötülükleri kendi nefsimizden bilmemiz gerekir. Cenâb-ı Allah iyilik ve kötülüğün neticelerini Kitap ve sünnetle bize bildirmiştir. Biz kötü tercihimizin mesuliyetini çekmekle tam bir adalete mazhar oluruz. Allah-u Teâlâ Nisa Suresinde şöyle buyurmuştur: “Sana güzellikten her ne ulaşırsa, bil ki Allah’tandır; kötülükten de başına her ne gelirse bil ki bu da sendendir.” (Nisa, 4:79)

Çünkü bir nimetin vücudu, o nimetin umum şartlarına bakar. Hâlbuki o nimetin yokluğu, bir tek şartın yok olmasıyla oluyor. Meselâ; bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin yokluğuna sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzlerce şartın vücuduna bağlı olmakla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve irade-i ile vücuda gelir. (Lem’alar, 2001, s. 185)

Demek ki bir fiilin yaratılması için yüz şart gerekirse, bizim meylimiz ve istememiz sadece bir şarttır. Doksan dokuz şart yerine gelse, bir tek şart eksik olsa o fiilin yaratılması için şartlar tamamlanmamış olur, eksik kalır.  Ancak yüz şart yerine gelse bile, acaba o fiilin yaratılması için yeterli midir? Hayır değildir. Çünkü hakîkî tesir sahibi olan Allah’ın irâdesi ve kudreti tecellî etmeden o fiil yaratılmaz. Onun için sebeplerin hiçbir tesiri ve icat kabiliyeti yoktur. Bizim irâde-i cüz’iyyemiz de sebeplerden sadece birisidir. Allah bizim cüz-i irâdemizi kendi küllî irâdesi ve kudretine bir şart yapmıştır. O şartı Allahın rızası dairesinde kullanmak bize nasip etsin.

Hazırlayıp kardeşlerle paylaşan: Abdülkadir Haktanır