Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Yeni Neslin Hali

Hazreti Adem a.s la başlayan insan nesli muhtelif yollarla kendini mutlu etmek çabasındadır.

Bu yollarda yürüyen bu insanların çoğu mutluluğa patikalarda yürümekle ona ulaşılamayacağını geç fark etti ise de dönmesini imkânsız gördüğü için orada kalmıştır. Halbuki onu rahat ve mutlu edecek ancak ve ancak onu Yaratının tarif ettiği istikamette olacağını görmeyi hisleri ona düşünmeyi mani olup yürümekte olduğu o sapık yollara onu terk etmiştir.

Bu yolunu sapıtmış insanlar yalınız kendileri oralarda kalmakla rahat edemeyip menfaatlarına hırsla saldırarak o menfaatın hatırı için başkalarını de sömürmek amacıyla ne pahasına olursa olsun kendilerine arkadaş bulma yolunu tuttular. Her ne kadar bu gȗruh Gayelerine ulaşmak için geçmişte tüfeğini alıp mağaraları ve dağları kendilerine barınak yapıp yol kesip ve başka türlü soygunlarla hayat sürdürüyorlardıysa da, 20 ci asırda onlar bu işi tahsillilere terk ettiler.

Bu ma’neviyattan nasibini alamayan tahsilliler yüzlerine maskelerini çekmiş görünüşte ötekilerden pek farkları yoktu. Halbuki insanları medeni yapmak için var olan ucundan nur akan o güzel kalemleri ellerine alıp uçlarından kan akıtmaya başlattılar. Yani insanların canlarını haşlamak için mevcut olan eşkıyalık, cahillerin elinden tahsillilerin eline geçip, onlar masa başında düşünüp çeşit çeşit teori ve sahte denklemleri kitaplara dökerek o kitaplarla bizleri can damarımızdan vurdular, bizi vurup öldürürken bile  kurtarıyoruz dediler.

O düşmanlar şeytanların bile yapamadıkları düşmanlığı yaparken insanları bilhassa Müslümanları cennet gibi mutlu hayattan saptırarak  cehenneme birer odun mesabesine düşürerek ebedi felaketle baş başa bırakan sefahati kabul ettirmek için televizyon ve gazeteleri yayın aracı kullandılar. İnsanlık  bu kadar dessasane bir zulüm yaşadığını tarihten hiç bir örnek gösteremezsiniz. Onlar bizi dinden uzaklaştırmak için, bize Avrupa dinıni bıraktı de ilerledi, din terakkiye (ilerlemeye) manidir, Haydi batılılaşalım derken, batının tekniğini değil sefahat ve lehviyatını alarak bize yutturdular. Böylelikle Te’sis ettikleri Laik Eğitimin kapılarını günahlara sonuna kadar açık bırakırken maneviyat kapılarını kapattılar.

İşte bu eğitim sistemi ile gayesiz bom boş yetişen bu evlatlar hedefini şaşırmış ne tarafa gideceğini bilemiyor. Hatta Laik eğitim sistemi ile nufusunun % 99 u müslüman olan Türkiye okullarında din dersi hocası öğrencilere Her şeyi Allah yarattı derken, biraz sonra sınıfa giren Bioloji öğretmeni Tabiat yarattı diyerek Milli eğitimin ona verdiği görevi yerine getiriyor (Tabii evlatlarına ciddi sahip çıkan azınlığa o telkinler te’sir etmiyor.)

Bu gençler hayvan olmadıkları için, bir taraftan akılları onlara yolun tam karşısında ki ölümü göstererek  çok rahatsız ederken, diğer taraftan şehevani duygularını tatmin için babaları tam Avrupa’dakiler kadar bozulamadıkları için onlar gibi 13 yaşından sonra kızını serbest bırakıp ne isterse yapsın şekline terk edemediklerinden ötürü, diğer taraftan  fakirlikten ancak karnını doyurmak için çalışıp, okul kitaplarının haricinde, gaye sahibi olmak için kitap okumadıklarından ötürü hayatlarından lezzet alamıyorlar. Televizyonda seyrettikleri filmlerin eğitici değil, tahrikçi ve kışkırtıcı filmlerle yetişen bu gençlik kendine sahip çıkamadığı için onlardan  şikayet etmeğe kat’iyyen hakkımız yoktur.

Sonra, hislerine esir bir vaz’iyyette yetişen bu gençlik ya  esrar, ya alkol içecek, ya komar oynayacak, ya bali koklayacak veya hırsızlık yapacaklar. Sigarayı anmıyorum, çünkü böyle boş yetişen bir nesil için sigara çok meşru bir tiryakiliktir. (Şuurlu yetişenler için demiyorum) böyle boş yetişen çocukların babaları futbol maçlarını icad edenlere çok dua etsinler!!! O boş yetişen evlatlar vücutlarında biriken heyecanlarını deşarj etmek için zararın en hafifi olan maç tribünlerine 100 000 kişi toplanıp herkesin gözleri sahada. Top sağa gitti mi uuu sesleri ile herkesin gözleri sağda. Sola gitti mi yine uuu sesleri ile kafaları sola döner. Oh be ne mutlu bize hayat sermayemiz olan ömrümüzü ne güzel yerlerde değerlendiriyoruz değil mi?.

Peki bu maçlar olmasa idi ne olurdu? Bu maçlar olmasa idi bu gençlerden çoğunun canı yanacaktı. Ya bir zavallının evini soyacaktılar, veye herhangi namuslunun namusunu lekeleyecektiler. Evet Avrupa’dan teknik değil moda ve Avrupanın sefahatini aldığımızı  görmeniz için, sıcak havada sokaklarımıza göz atmanız yetecek. Peygamberimizin a.s.m.  “İnsan kadar meyilli bir varlık görmedim” sözünü tasdik için, aşağıdaki hadise ile ne kadar fark attığımızı göreceyiz. Yugoslavya’nın eski lideri Mareşal Tito 1950 senesinde suçunu ufaltmak için, biz geç kaldık, Türkiye kıyafet kanununu çoktan halletti diyerek ”Skidanje zare i ferece” nami altında kadınların çarşaf ve peçelerıni çıkartma kanunu çıkartti. Köy kadınlarını kanunun kabul ettiklerini ispati vucut ettiklerini sağlamak amacıyla mahallenin bir yerinde kadınları toplamak için mahalle muhtarı bir iki polis ile evden eve gezerek kadınları toplardılar.  Bizim eve rahmetli annemi almaya geldiklerinde Annem, ben nasıl Allah’ımın kanununa karşı gelirim düşüncesi ile kendinden geçerek bayıldı ve rahmetli annemi götüremediler.

Evet ma’neviyatı bu kadar kötü bu gençleri bu felaketten kurtaracak tek bir çare var; oda Risale-i Nuru okumaktır. Onları okuyan kim olursa olsun, ister moda hayranı, ister herhangi bir kötü alışkanlık müptelası, ister imanında bir sürü şüphe bulunan kimse, Allah’ın izni ile bu kitapların ortaya koyduğu deliller, onu okuyan kardeşi kurtaracaktır İnşaallah.

Kardeşiniz Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Risale-i Nur’dan Derlenen Çok Mühim Bilgiler

Bu millet ve vatanın, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halas olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir: Birincisi; merhamet.. ikincisi,hürmet.. üçüncüsü, emniyet.. dördüncüsü, haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek..beşincisi, serseriliği bırakıp itaat etmektir. İşte Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu beş esası temin edip, asayişin temel taşını tesbit ve temin eder. Risale-i Nur’a ilişenler kat’iyyen bilsinler ki; onların ilişmesi, anarşilik hesabına vatan ve millete ve asayişe düşmanlıktır.

Kastamonu Lahikası ( 241 )

 

Hem hayatı yaratanın hayat ile ihsan ettiği kıymetdar hediyeler ve nişanlar ile bilerek bu insanı süsleyip, o her gün tekerrür eden  resm-i küşadda mü’minane, şuurdarane,şâkirane, minnetdarane Padişah-ı Bîmisalinin nazarına arzetmektir. Hem hadsiz zîhayatların hâlıklarına vasıfane tahiyyatlarını ve şâkirane tesbihat hediyelerini anlamak, müşahede etmek ve şehadetle ilân etmektir.

Şualar(71)

 

Evet hayatımdaki hadsiz acz ve fakr ile beraber hadsiz ihtiyaçlarımı izale ve hadsiz düşmanlarımı def’etmek noktasında Hâlıkımın hadsiz kudret ve rahmetini bildim; sual vedua ve iltica ve tezellül ve ubudiyet vazifesini anladım ve aldım.

Şualar( 72)

 

Evet ben kendi hayatımda ve şuurlu fiillerimde bilmek, işitmek, görmek, söylemek,istemek gibi çok manalarıyla bildim ki; bu kâinatın şahsımdan büyüklüğü derecesinde daha büyük bir mikyasta Hâlıkımın muhit ilmini, iradesini, sem’ ve basar ve kudret ve hayat gibi evsafını ve muhabbet ve gazab ve şefkat gibi şuunatını anladım; iman ederek tasdik ettim ve itiraf ederek bir marifet yolunu daha buldum.

Şualar (72)

 

O hem Hakîm’dir, abes iş yapmaz. Hem Rahîm’dir; ihsanı, merhameti çoktur” diye itikad ettiğinden bu insan her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur. Dua ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine müsahhar görür, Rabbisine iltica eder.

Sözler ( 19 )

 

Sonra sabır ile Hâlıkına tevekkül ve iltica ve şükür ile Rezzakından sual ve dua; ne kadar nâfi’ (faydalı)ve tiryak gibi iki ilâç olduğunu öğrenir.

Sözler ( 30 )

 

Sonra asır vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadîm-i Bâki ve Kayyum-u Sermedî’nin dergâh-ı Samedaniyesine arz-ı münacat ederek, zevalsiz ve nihayetsiz rahmetinin iltifatına iltica edip, hesabsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, izzet-i rububiyetine karşı zelilane rükûa gidip, sermediyet-i uluhiyetine karşı mahviyetkârane secde ederek, hakikî bir teselli-i kalb, bir rahat-ı ruh bulup huzur-u kibriyasında kemerbeste-i ubudiyet olmak demek olan asr namazını kılar.

Sözler ( 43 )

Mabud-u Lemyezel, Mahbub-u Layezal’in dergâhına namaz ile iltica edip ve şu fâni âlemde ve fâni ömürde ve karanlık dünyada ve karanlık istikbalde, bir Bâki-i Sermedî ile münacat edip bir parçacık bir sohbet-i bâkiye, birkaç dakikacık bir ömr-ü bâki içinde dünyasına nur serpecek, istikbalini ışıklandıracak, mevcudatın ve ahbabının firak ve zevalinden neş’et eden yaralarına merhem sürecek olan Rahman-ı Rahîm’in iltifat-ı rahmetini ve nur-u hidayetini görüp ihtiyacın ondan ister.

Sözler ( 45 )

 

Evet şu insancık onlara iktidaen o Rahman-ı Zülkemal’in, o Rahîm-i Zülcemal’in bâr-gâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, beka-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellüliçinde “Allahü Ekber” deyip sücuda gitmek, yani bir nevi mi’raca çıkmak demek olan işa (yatsı) namazını kılmak, ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar makul ve münasib bir vazife, bir hizmet, bir ubudiyet, bir ciddî hakikat olduğunu (bu insan) elbette anlar.

Sözler(46- 47 )

 

 

Zerrelerden güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve intizam, adalet ve mizanla rububiyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelal, rububiyetin cenah-ı himayesine iltica eden ve hikmet ve adalete iman ve ubudiyetle tevfik-ı hareket eden mü’minleri taltif etmemesi mümkünmü? ve o hikmet ve adalete küfür ve tuğyan ile isyan eden edebsizleri te’dib etmemesi mümkünmü? Halbuki bu muvakkat dünyada o hikmet, o adalete lâyık binden biri, insanda icra edilmiyor, te’hir ediliyor. Ehl-i dalaletin çoğu ceza almadan; ehl-i hidayetin de çoğu mükâfat görmeden buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya, bir saadet-i uzmaya bırakılıyor.

Sözler (65- 66 )

 

Şimdi hiç mümkün müdür ki, şöyle icraat-ı rububiyette hâkim bir hikmet; o rububiyetin kanadına iltica eden ve iman ile itaat edenlerin taltifini istemesin ve ebedî taltif etmesin?

Sözler ( 66 )

 

O cüz’-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ü kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk’ın havl ü kuvvetine iltica ederek hakikat-ı tevekküle Ona yapışmasın.

Sözler (212)

Bir mabud ki, zevalde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünki nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük derdlerime deva bulamaz. Ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevalden kendini kurtaramayan nasıl mabud olur?

Sözler ( 215 )

 

Ve beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitlerde aczini anlar, dua ile niyaz ile Kadîr-i Mutlak’ın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def’olunmazsa denilmeyecek ki: “Dua kabul olmadı.” Belki denilecek ki: “Duanın vakti, kaza olmadı.” Eğer Cenab-ı Hak fazl u keremiyle belayı ref’etse; nurun alâ nur.. o vakit dua vakti biter, kaza olur. Demek dua, bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, hâlisen livechillah olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile ona iltica etmeli. Rububiyetine karışmamalı. Tedbiri ona bırakmalı. Hikmetine itimad etmeli. Rahmetini ittiham etmemeli. Evet hakikat-ı halde âyât-ı beyyinatın beyanıyla sabit olan: Bütün mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi; bütün kâinattan dergâh-ı İlahiyeye giden, bir duadır. Ya istidad lisanıyladır. (Bütün nebatatın duaları gibi ki; herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyaz-ı Mutlak’tan bir suret taleb ediyorlar ve esmasına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.) Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır. (Bütün zîhayatın, iktidarları dâhilinde olmayan hacat-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki; her birisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevvad-ı Mutlak’tan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metalibi istiyorlar.) Veya lisan-ı ızdırarıyla bir duadır ki: Muztar kalan herbir zîruh; kat’î bir iltica ile dua eder, bir hâmi-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-ı Rahîm’ine teveccüh eder. Bu üç nevi dua, bir mani olmazsa daima makbuldür.

Sözler (317-318 )

 

Evet Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki şefkat sinesine celbediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için, mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.

Sözler ( 358 )

 

Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun.

Sözler ( 358 )

 

Ve hem “Niçin duam kabul olmadı” diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenab-ı Hak Cennet’i ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, daima rahmet ve keremine iltica et. Ona güven ve şu fermanı dinle: “Kul bi fadlil-lahi ve bi rahmetihi febizalike felyefrehu hüve hayrun mimma yecmeunı.”

Sözler ( 360- 361 )

Nübüvvet ise: Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlahiye ile ve secaya-yı hasene ile tahalluk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlahiyeye iltica, za’fını görüp kuvvet-i İlahiyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlahiyeye itimad, ihtiyacını görüp gına-i İlahiyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahîye istiğfar, naksını görüp kemal-i İlahîye tesbihhan olmaktır diye, ubudiyetkârane hükmetmişler.

Sözler ( 540 )

 

Hem bütün zîhayatın ihtiyacat-ı fıtriyeleri için dualarına ve hal dili ile edilen bütünilticalara ve arzulara, vakti vaktine, kasd ve ihtiyar ve iradeyi gösterir bir tarzda, Allahın hadsiz in’amlarıyla ve nihayetsiz ihsanatıyla fiilen ve halen sarih bir surette konuşan bir Mütekellim-i Alîm; hiç mümkün müdür, hiç akıl kabul eder mi, en cüz’î bir zîhayat ile fiilen ve halen konuşsun ve tam derdine derman yetiştiren ihsanıyla derdini dinlesin ve ihtiyacını görsün ve bilsin ve bütün kâinatın en müntehab neticesi ve arzın halifesi ve ekser mahlukat-ı arziyenin kumandanları olan insanların manevî reisleri ile görüşmesin? Onlarla, belki her zîhayat ile fiilen ve halen konuştuğu gibi, onlar ile kavlen ve kelâmen konuşmasın ve onlara fermanları ve suhuf ve kitabları göndermesin? Hâşâ, hadsiz hâşâ!

Asa-yı Musa ( 57 )

 

İşte bu âvâre nev’-i beşer içinde, bu perişan fâni dünyada; insan, sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.

Mektubat ( 223 )

 

“Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünki Sultan-ı Kâinat birdir, herşey’in anahtarı onun yanında, her şey’in dizgini onun elindedir; herşey onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”

Mektubat ( 224 )

 

Büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki; vakar iktiza ediyor, makamın izzetini muhafaza edecek etvar istiyor. Meselâ: Her ziyaretçi için tevazu’ göstermek tezellüldür, makamı tenzildir. Fakat kendi hanesindeki şahsiyeti, makamın aksiyle bazı ahlâkı istiyor ki, ne kadar tevazu’ etse iyidir. Az bir vakar gösterse, tekebbür olur.

Mektubat ( 319 )

 

Evet Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, za’fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zaîf vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemal-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise…

Mektubat ( 401 )

Biz de Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’a iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya Müsebbib-ül Esbab olan Rabbimize iltica edip “Lailahe illa ente subhaneke inni küntü minezzalimin.”demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki: gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def’edecek yalnız o zât olabilir ki; istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semavat ve Arz’dan başka hangi sebeb var ki, en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüzbin boğucu emvacından kurtaracak? Hâşâ, Zât-ı Vâcib-ül Vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette onun izni ve iradesi olmadan imdad edemez ve halaskâr olamaz.

Lem’alar ( 6 – 7 )

Evet ibadet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı malûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za’fını ve aczini hissedip Rabb-ı Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur.

Lem’alar ( 10 )

Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.

Lem’alar ( 11 )

 

Maddî hastalıklar ubudiyete mani’ olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat mu’terizane, müştekiyane bir surette değil, belki mütezellilane ve istimdadkârane iltica edilmeli.

Lem’alar ( 12 )

 

Musibetlerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyic ve muharrik ârızalar ile o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyic eder. Mahiyet-i insaniyede münderic olan acz ve za’f ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisan ile değil, belki herbir âzânın lisanıyla bir iltica, bir istimdad vaziyeti verir. Güya insan o ârızalar ile, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur.

Lem’alar ( 13 )

Ey ehl-i iman! Bu müdhiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve silâhınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.

Lem’alar ( 72 )

 

İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve “Eûzü billah” demekle Cenab-ı Hakk’a ilticadır. Ve kal’anız Sünnet-i Seniyedir.

Lem’alar ( 73 )

 

İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-ı fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur’aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a’mal ve hatıratını tart ve Kur’anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve “Euzubillahi mineşşeytanirracim.” de, Cenab-ı Hakk’a ilticada bulun.

Lem’alar ( 89 )

 

Güneş’in çıkacağını bildiğımız için, gaibden sayılmıyor. Fakat yağmurun cüz’iyatı bir kaideye tâbi’ olmadığı için, her vakit insanlar rica ve dua ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaya mecbur oluyorlar. Ve ilm-i beşerî, vakt-i nüzulünü tayin edemediği için, sırf hazine-i rahmetten bir nimet-i hâssa telakki edip hakikî şükrediyorlar.

Lem’alar ( 111 )

 

Kur’anın hâlis ve tam şakirdi ise, bir abddir. Fakat a’zam-ı mahlukata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve a’zam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir. Hem halîm selimdir. Fakat Fâtır-ı Zülcelal’inden başkasına, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir halîm-i âlîhimmettir.

Lem’alar ( 118 )

 

Çünki mütekebbirlere karşı tevazu, tezellül zannedildiğinden, tevazu etmemek gerektir.

Lem’alar ( 173 )

 

(Eve kardeşim)Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Çünki ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki; namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfî ibadetlerdir ki; hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede, aczini, za’fını hisseder. Hâlık-ı Rahîm’ine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyasız, manevî bir ibadete mazhar olur.

Lem’alar ( 206 )

 

Cenab-ı Hak, insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir za’f vermiş.. tâ ki daimî bir surette dergâh-ı İlahiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin.

Lem’alar ( 211 – 212 )

Hastalık sırrıyla hulusiyet kazanan, hususan za’f u aczden ve tezellül ve ihtiyaçtan gelen bir dua kabule çok yakındır.

Lem’alar ( 215 )

Derleyen: Abdülkadir Haktanır

Ey Allah’ın Verdiği Nimetlere Şükretmeyen İnsan

Merak ediyorum sen insan olmayı nasıl hak ettin. İnsan olmak için dilekçeni nereye verdin. İki göz iki kulak bir burun istemeyi unutmamışsın. Hele lokmayı çiğnemek için alt ve üstten birer kemik değil, dişleri temizlemeye dikkatsiz olduğunu bildiğin için 33 diş istemişsin bravo sana. Ya parmaklarına menteşeler de koydurmuşsun. Hatta çapayı, küreği ve diğer eşyaları eline alabilmek için baş parmağını ötekilerden ayırttırmışsın. Hele iki sıvı maddeyi biri diğerinden ayırmak için böbreklerine bir milyon süzgeç koydurmuşsun. Hayır Hayır bunları sen isteyememişsin fakat Allaha bunlara senin ihtiyacın olduğunu bildiği için ona bütün bunları sana hibbe etmiş.

Böbrek dedik. İnsanların yaptığı diyaliz makinesi 77 kilo ağır olduğu halde kanın ancak % 44 temizleyebildiği halde Allahın insana beline koyduğu böbrekler 250 gram ağır oldukları halde kanını idrardan %100 temizleyebiliyor. İnsanın kuvve-i hafızası buğday tanesi kadar olduğu halde kütüphaneler dolusu kadar bilgi o buğday büyüklüğünde kuve-i hafızana sığabilecek kapasitede yapılmasını Allah c.c yapmıştır. Hatta tariften ȃciz olduğumuz minimum duygularla vücudumuzu teçhiz eden Allahımıza ne kadar şükretsek azdır. Minimum dedim evet, senin vücudun inşa edildiği tuğlalarına hücre deniliyor. O hücrenin büyüklüğü bir m.m kare içerisine 8.000.000 hücre sığıyor.   O hücre içerisinde 1.000.000 protein, 8.000 amino asit, 5 element ve 40.000 tane atom mevcut. Halbu ki: Ünlü İswiçrelı Matematik Bilgini Prof. Dr. J. Monsma adlı eserin 18 sahifesinde şöyle diyor: Bir milyon proteinin tek bir proteini tesadüfen orada yer alması için on numara önünde 243 sıfır konulması lazım. Maalesef ansiklopedilerde öyle bir rakam yoktur. Yine bir hücrede 25.000 aded DNA molekül bir o kadarda RNA molekül mevcut. İnsanın vücudunda bu moleküllerin yaptıkları faaliyetleri kaleme alabilsek 1.000 cilt kitap 1.000 er sahife büyüklüğünde bilgi dolu kitaplar oluşturur. İnsanın vücudunu ayakta tutan kanın yarım damlasında 5.000.000 al yuvarlar, 250.000 adet trombosit ve 10.000 adet ak yuvarlar mevcut. Bütün bunların oluşumunda insanın becerisi yoktur kardeşler. Bunları yapan Allahtan başka kim yapabilir ki?

Evet madem ki insan kendi vücuduna tek bir kıl yapma gücünde değildir. Peki böyle mu’cizevari bir varlık olan bu insan  nasıl meydana geldi soran herhangi kafası çalışmaz olursa? Evet, kardeşler bizi hiçten yoktan Allah inşa edip yaptı. Anne ile babamız yalnız birer sebeptirler. Onların her ikisine Allah birleşme isteği vermiş biri diğeri ile birleşmek için canlarını verirler. Onlarda öyle bir aşk ve şevk olmasa idi bu dünya insansız boş bir sahra gibi olurdu.

Bu birleşmenin neticesinde akıl almaz bir netice meydana gelebiliyor. Bunu izaha başlayalım birleşme esnasında Allah babaya 225.000.000 hücre attırıp annemizde ki, tek bir hücreyle tam ona denk olan ile birleşmeleri için annenin karnında 7-8 saat çarpışma vuku bulur. O hücreler biri diğeri ile birleştikten sonra iki hücreden bir hücre olup annenin karnında yavaş yavaş büyümeye başlar 1 mm olur. 1 cm olur, cenin yavaş yavaş bir miktar büyüyünce annesinin vitaminlerini emmek için annesine göbeğinden bağlanır ve ona lazım olan vitaminler annesinde yok ise, o vitamini annesi bulması için zavallı annesini sağa sola gönderir. Hatta toprak bile annesine yedirir ve doğduğu zaman, sert yiyecekleri yemesi için dişleri olmadığını bilen Allah yavruya mükemmel bir gıda olan sütle dolu iki çeşme annesinin göğsünde o yavru için Allah hazırlar. Onu annesi mi dedi yavrumun dişleri yok yavruma dur ben biraz süt yapayım. Yok kardeşim, yalınız bu kadar değil, o doğan çocuk büyüyüp adam olacak, hayatı boyunca ona ne lazım ise her şeyi onun için Allah hazırlamış. Onun için ışık olarak güneşi oraya O çakmış, suları yer altına depolamış, oksijeni ağzına kadar getirmiş. Hatta gezegenlerden başımıza hangi meteor düşmemesi için, üstümüze gaz tabakasından meydana gelen bir atmosfer koymuş. Ve kara ve basit topraktan çok çeşit yiyecekleri halk etmiş. O kara ve basit topraktan bal gibi kavunu yaratmış. Kokusuna doyulmaz karanfil, gül ve türlü türlü yiyecekleri bizim içn yapmış. Bunları yapan gözsüz şuursuz akılsız tabiat değil. Basit  topraktan onları Allah yapıyor. Evet böyle bilin benim kız ve erkek kardeşlerim.

Kardeşlerim ile bu malumatımı paylaşan kardeşiniz:

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Anneyle Baba Evlatlarını Eğitmeli

Allah velilere evladı hediye, vermiş,

günahsız yavrulara, dini öğretin demiş.

 

Dindarlık ise, sağlam eğitimden geçer,

Evladını  yetiştiren, sonra mahsul biçer.

 

Evladı eğitmek, ana babanın büyük derdi,

O yavruyu, onlara Allah sakat vermedi.

 

Onları eğitmeyi, asla ihmal etmemeli,

Büyük gayretle o işi yerine getirmeli.

 

Ebeveyn, o incilere ciddi sahip çıkmalı,

Dört gözle, ne yaptıklarını gözetmeli .

 

Çünkü, mü’min için ondan büyük dert yoktur,

Evladını eğiten mü’minin kȃrı çoktur.

 

Çünkü insan, aldığı terbiyenin mahsüludur,

Göz ve kulağından ne alabildiyse, odur.

 

Terbiyesiz  kalan,  sokak çocuğu oldu,

Boş kafası çocuğun, çok olumsuzla doldu.

 

Daha geç pişman olur, ama iş işten geçti,

Çünkü lazım olan şeyler ona, öğretinmedi.

 

Unutmayın,  insan başına ne aldı ise odur,

Alamadıysa, iki ayaklı hayvan olur.

 

Ondan sonra, bu insan boş konuşan biridir,

Bu hal ile, meyyiti müteharrik gibidir.

 

Kof sistemler, ebeveynleri bıraktı cahil,

Bilgisizler, her hangi dalda olur mu kȃmil.

 

O insan olur, ancak insanlığın yüz karası,

Madde ile mananın, müflis bir fukarası.

 

Rabbim, gençlerimizi kurtar maddiyunluktan,

Ma’nevi bilgilerden, kafası boş kalmaktan,

 

Madde ve ma’nayı, birleştirene gıpta et,

Bunları birleştirmek için herkese ana dert.

 

Rahman olan Rabbim, fitnelerden koru bizi,

Sağ ve solumuz düşman, nasıl bulalım Sizi.

 

Mealesef çoğu nurlardan bi haber yaşar,

Hayat sürerken, günahları başından taşar.

 

Rabbim, Rahmetine sığındık Sen bizi kurtar,

Yoksa, zamanın günahları bizleri yutar.

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Ömrü Sıhhate Kavuşturan 7 Gıda

Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü (AICR), 2016’ye
sağlıklı bir başlangıç yapmanız için, vücudu kanser, kalp krizi,
Alzheimer ve diyabet gibi ciddi rahatsızlıklara karşı koruyan besinlerin
listesini açıkladı.

 
BADEM (Kalbi koruyor) : Her gün, bir çay fincanın
yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin.
Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem,
kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor.
Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin
düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.

 
KAHVE (Diyabeti önlüyor): Günde iki fincan kahve,
özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı
vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma
riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor.
Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin
kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.

 
TARÇIN (Sinirleri rahatlatıyor): Her yemekten sonra
içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek
istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya
ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir
sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan
Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini
unutmayın.

PATATES(Akciğer kanserinden koruyor): Antioksidanlar
yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi’ne göre en yararlı 100
besinler arasında 17. sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve
kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir
şekilde haşladıktan veya fırında pişirdikten sonra yemeyi tercih edin.

SEBZE ÇORBASI (Kaslar için faydalı): Doyurucu ancak
kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir
numaralı tercihi. Ayrıca, özellikle sebze çorbası sodyum bakımından
zengin. Bir kase sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum,
sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca
vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500
miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam
bir ters etki yaratıyor.

ZEYTİNYAĞI (Kansere karşı birebir): Zeytinyağı kanser
riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında,
hücrelere zarar veren “8oxodG” adlı maddenin seviyesinin azaldığını
ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanı sıra iyi kolesterol (HDL)
oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor, 1 çorba kaşığı zeytin yağında
120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin.
ÇAY(Kanseri engelliyor): Siyah veya yeşil olsun, çayın
her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay,
kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs
kanseri içinse bu oran yüzde 60′a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve
kalp krizine karşı vücudu koruyor.

Abdülkadir Haktanır