Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Hz. Ali’nin Hayatından…

O Hazreti Ali (r.a) ki: Celcelutiye Şiirinde: Peygamberimiz a.s.m’a ve Sahabelere dua ederken, Üstadımıza da: ”Ve sırrı ulumin lil hakakaiki cummiat” dua sı ile (Yani ilimlerin hakikatını cem eden de Razi ol Allahım) diye duasına eklemiş.Risale-i Nur hakkında da: “Siren tenevveret” (gizliden gizliye parlayacak) diye Hz. Ali İbn-i Ebu Talip (r.a) kimdir?

Resulullah’ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş’ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib’tir. Künyesi Ebu’ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru’l-Mü’minin’dir. Ayrıca ‘Allah’ın Arslanı’ ünvanıyla da anılır.

Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah’ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice’den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali’ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Resulullah’ın yanındaydı. Kâbe’deki putları kırmasını şöyle anlatır: ‘Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe’ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe’nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah’ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).

Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah’u Teâlâ’dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)’ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasimoğullarını davet etti. Resulullah yemekten sonra: ‘Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.

İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bei’at edecek’ dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resulullah’a onun istediği sözlerle bei’at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, ‘Kardeşimsin ve vezirimsin ‘ diyerek Hz. Ali’yi taltif etti.

Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali’ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah’ın yatağını da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber’i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber’e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Hz. Ali, Peygamberimiz’in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine’ye hicret etti. Medine’de de Hz. Peygamber’in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud’da gâzî oldu. Bedir’de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz. Peygamber’e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir’de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler’le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı Velid b. Muğire’yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine ‘Allah’ın Arslanı’ lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.

Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah’la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi.

Hicret’in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber’in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.

Uhud savaşından sonra Hz. Ali ‘Benu Nadr’ Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür. Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya şöyle başladı: ‘Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Resulullah….’ Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, ‘Resulullah’ yerine ‘Muhammed b. Abdullah’ yazmasını Hz. Ali’ye söylemiş fakat Hz. Ali ‘Resulullah’ ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.

Hz. Ali Mekke’nin fethi sırasında yine sancaktardı. ‘Keda’ mevkiinden Mekke’ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe’deki bütün putları kırdılar.

Mekke’nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid’i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, ‘müslüman olduk’ anlamındaki ‘eslemna’ kelimesi yerine ‘sabbena’ dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali’yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme’ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.

Huneyn gazasında müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.

Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i beytin muhafazası için Medine’de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: ‘Musa’ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?’ dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.

Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Ali’yi Mekke’ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.

Yemen bölgesinin İslâm’a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib’e verildi. Hz. Ali ‘Bu çok güç bir iş’ dedi. Resulullah da ‘Ya Rabb, Ali’nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun’ diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen’e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen’in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.

Hz. Peygamber’in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah’ın hücresinde tekfin (kefenlemekle) ile meşgul idi.

Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer’in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman’a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.

Hz. Osman’ın şehâdetinden sonra İslâm’ın ileri gelen şahsiyetleri ona biat ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah’ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.

Nihayet, Kûfe’de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.

Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah’ın tabiri ile ‘ilim beldesinin kapısı’ olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.

Medine’de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli’ye, Kur’an okutma ve öğretme işini Abdurrahman es-Sülemi’ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd’a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. es-Samit, ve Ömer b. Seleme’yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.

Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe’de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.

1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın .

2. Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.

3. Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .

4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.

5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.

6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.

7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.

8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.

9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.

10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.

11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın .

12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.

13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.

14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.

15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.

16. Kutsi görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın .

17. Kan dökmekten kaçının, İslâm’ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.

Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.

Hz. Ali İslâm’ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Resulullah’ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber’den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı: ‘Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber’in tekzip edilmesini tabii ki istemezsiniz?’ (Buhârî, İlim) demiştir.

Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları oldu.

Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine’de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah’a gitti. Resulullah kızıyla damadının arasına girerek: ‘Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin’ buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi: ‘şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah’ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz sizi ancak Allah’ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz’ derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir.’ (İnsan, 5/11)

Hz. Ali’nin ‘Zülfikâr’ adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali’ye Resulullah tarafından hediye edilmişti.

Hz. Ali’nin cömertliği, insanîliği, Resulullah’a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi: ‘Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir.’ (el-Bakara, 2/274).

Hz. Ali’nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler: ‘Günah işleyen biri pişman olur, abdest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse Allah’u Tealâ Nisâ suresinde ‘Biri günah işler veya kendine zulmeder sonra pişman olup Allah’u Teâlâ’ya istiğfar ederse Allah’u Teâlâ’yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur’ buyurmaktadır.’

‘Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez. ‘

‘Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. ‘

Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali’ye buyurdu: ‘ Ya Ali, altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? ‘ Hz. Ali dedi: ‘Altıyüzbin nasihat isterim.’ Peygamberimiz buyurdu: ‘Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş olursun: 1. Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et. 2. Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah’u Teâlâ’yı hatırla. İslâm’a uygun yaşa; İslâm’a uygun kazan; İslâm’a uygun harca. 3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol. 4. Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir. 5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk’ın rızasını gözet; hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara. 6. Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et.’
Hz. Ali buyurdu: ‘Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.’
‘İnsanın yaşlanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet’e girmesinden daha hayırlıdır. ‘

‘Kul ümidini yalnız Rabbi’ne bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır. ‘

‘Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah’u Teâlâ bilir’ demekten sakınmasın.’

‘Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. ‘
‘Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah’u Teâlâ’yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. ‘

‘Takva, hatayı devamı bırakmak; aldanmamaktır . ‘
‘Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır.’
‘Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. ‘

Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak İslâm’ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir .
Çok güzel olan bu yazıyı siz kardeşlerine naklettiği için çok memnun olan kardeşiniz:

Abdülkadir Haktanır

Evin Reisi Ȃile Efradıni Ma’nevi Zararlardan Koruyacak

Pek muhterem erkek ve hanım kardeşlerim! Unutmayın ki, bilhassa çevremizin her tarafını düşman saran bu zamanda Müslüman ölmek o kadar zor ki tarif edilmez.  Allah c.c Kur’ani Kerimde “Ey Allaha iman edenler kendinizi ve ehlinizi cehennem ateşinden koruyun, o ateşte insan ve taş yanar.”  (Tahrim: Ayet 6):

Aleyhissalatu vessem bir laşe karşısında bir Sahabeye: “Nefsimi elinde tutan Zati Zülcelale yemin olsun ki,  Allah yanının şu dünyanın değeri bu laşe sahibi yanında ki değersizliğinten daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında, sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyen tek damla su içirmezdim” buyuruyor.” (Kütübi sitte 7247)

Üstad Bediüzzaman da  bu hususta Müslümanların karşılaştığı tehlikeleri sayarken tehlikenin en büyüğünü şöyle sıralıyor: “ Mimsiz medeniyet taife-i nisayi yuvalarından uçurmuş, hürmetlerini kırmış, mebzul meta (değersis bir mal) yapmış. Şer-ı İslam onlara rahmetle davet eder eski yuvalarına. (onların) hürmetleri orada, rahatları evlerinde; hayat ǎilede, temizlik zinetleri, haşmetleri (değerleri) hüsnü hulk (güzel ahlak), Lütfu cemalleri (güzellikleri) hüsnü hulk (güzel ahlak); hüsnü kemali, şefkat; eğlencesi evladı. Bu kadar güzel sebepleri iptal etmek demir sebat lazımdır ta dayansın. Birmeclisi ihvana güzel karı girdimi titretir damarları, yatmış olan hevasat birden bire uyanır.

Suretperestlik ahlakı fena halde sarstı. O kötü hal ruhun çökmesine, alçalmasına bozulmasına sebebiyet verdiği, şununla anlaşıldı: Nasıl ki merhume ve rahmete muhtaç bir ölü kadının yüzüne nazarı şehvetle bakmak veya kadınların filimlerine, yani onların küçük cenazeleri hükmünde olan resimlerine heveskǎrane kötü duyğularla bakmak derinden derine ulvi hissiyatı İnsaniyeyi (insandaki güzel ahlakı) sarsar tahrip eder bozar.” ( Sözler Lematta)

İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif te bir şiirinde: “Kendin yanacaksan bari evladını yakma” diyor.

Ey çocuk ve torun sahibi babalar, analar ve kardeşler! Evlatlarınızı maneviyatsız bırakmayın. Televizyonun karşısına olumsuz filimleri seyretmek için beraber oturduğunuz çocuğunuzun ma’neviyatını nereye götürüyorsunuz? Televizyondaki hoş olmayan filimden daha kötü filimler internette var. Çocuğunuza ders çalışması için bilgisayar aldı iseniz? Sakın onu oturduğunuz odadan herhangi başka odada çalışmasına müsaade etmeyin. Ben bir evde birinin oğlu ile görüşecektim, çocuk başka odada olduğunu bana söylediler, ben o odanın kapısını açmaya çalıştım baktım ki çocuk kapıyı içerden kilitlemiş internette seyrettiği filimleri ǎilesi görmesin diye kapıyı kapatmış.

Evet görüyorsunuz ki: Siz hiç farkında olmadan çocuğunuzu cehenneme götürüyorsunuz. Mesela sen kendi altmış senelik ömrünü katledip cennete gitmemene sebep olabilirsin. Fakat çocuğunuzun masum kalbini ve ruhunu öldürüyorsunuz ve cehenneme gitmesine sebep oluyorsun. Şunu söyleyebilir misiniz? “Yok ağabey benim çocuğum televizyon karşısında, kemǎlatlı, güzel ahlaklı, haya ve edep abidesi oluyor. Oğlum geçen sene köydeydi. Orada hiç bir şey öğrenememiş. Ne haya ne edep hiç bir şey. Yaşadığımız şehre geldikten sonra Televizyon karşısına oturttum, öyle bir İslam genci oldu ki var mı böyle genç?” böyle diyebilirmisin. Söyleyin Allah aşkına televizyon insanı edepli mi yapıyor, yoksa edepsiz mi? Allame ibni Abidin, “İnsanın yüzüne bakmak insanı harama götürür.” Diyor. Şimdiki cemiyette nasıl yaşanıyor? İşte cemiyetin bu dejenere hale gelmesinin sebeplerinden sokaklarda açık saçık çıplaklığın dışından sonra, yani televizyondan sonra hemen. İnternet gelir. Düşmanlarımız kapımıza gelip, zilimizi tek tek çalıyorlar  “Kardeşler bu gün televizyon ile bilgisayar çok iyidir bize diyorlar bu kadar.” O hain düşmanlar  ideolojilerini sana anlatmadılar ki. Evet eskiden dine karşı hukukla, mahkemeyle hücum vardı. Allah Peygamber diyeni, ezan okuyanı “tanrı uludur” demeyeni, mahkemeye götürüp hapsederlerdi işkence eder döverlerdi. Fakat bu adamlar dava adamı olurdu. Düşmanlar baktılar ki, bu çare değil. Hain Düşmanlar: “bu çare değil” dediler.

         Bu sefer “aldatma ile iş yapalım” diye karar verdiler. “Nasıl yapacağız: Saf Müslümanları safımıza ne ile çekeceğiz” diye düşündüler. Bunu görüyorsun nasıl yaptılar? Yavaş yavaş nefisleri şehvetleri tahrik etmek sureti ile. Tǎ senin evinin içine kadar girdiler. Şu anda burada sizler derstesiniz, fakat senin evinde televizyon programları çalışıyor. Acaba hangi kişilerin ve ideolojilerin programını evladın oradan alıyor ve hangi terbiye metoduna göre propaganda yapmak için televizyonu ayarlamışlar. Kardeşlerim şu anda sizin çoluk çocuğunuzu kim eğitiyor, haberin var mı? Söyleyeyim, ya Avropa kǎfirleri veya Asya’nın yerli münafıkları eğitiyor değilmi?

         Bir sohbet esnasında orta yaşlarda bir saf kardeşimiz bana i’tiraz edip dedi ki: “Ben sağ kanallar için televizyonu aldım.” Ben ona cevaben “bak” dedim Allah için söyleyeceksin, Allah şahittir, doğru söyleyeceksin. Sen sağ kanal için almıştın televizyonu ve şu anda da derste sin. Kaç tane çocuğun var?” dedim. “Bir kızım bir oğlum var” dedi. Sen sağ kanal niyeti ile televizyonu aldın ama, şu anda senin çoluk çocuğunun o kanala baktığına ve sağ kanalla ilgilendiğine bir kanaatın var mı? Deyince “Yok yok” dedi “Çünkü gece  geç saatlerde kızımı başka kanalı seyrederken yakaladım” dedi “O kanala ben bile bakamıyorum” dedi.

         Şimdi size bir şey söyleyeyim, ama aramızda kalsın, sağdan gözüken kanalların diğer kanallara nispeten daha tehlikeli ve şerli olduğunu size ispat edeceğim. Tedirgin olmayın, şaşırmayın, filimler ve programlar bakımından şer demiyorum. Fakat sen o niyetle aldın çocuklar ötekileri seyrediyor ve sağ kanallardan kaçında açık saçık kadın yok? Son sözüm: Bugün Müslümanın bu tehlikelerden evladını kurtarmak kadar mühim işi yok ve ondan daha zor hiçbir işi de yok Bunda başarabilmek için gaye adamı olmak şart. Allah yar ve  yardımcımız olsun.

Abdülkadir Haktanır

 www.NurNet.org

Zemzemin Tarihçesi

Hz. İbrahim (a.s.), Cenab-ı Hakkın emri üzerine hanımı Hacer validemizi ve henüz süt emmekte olan oğlu Hz. İsmail’i bugünkü Zemzem kuyusunun bulunduğu yere bıraktı. O tarihte Mekke’de hiçbir insan yaşamıyordu. İçecek su da yoktu. Hz. İbrahim, hanımı ve oğlu için biraz hurma ve bir miktar da su bırakarak oradan ayrıldı. Yiyecek ve içeceğin bulunmadığı bu ıssız yerde kalmak Hz. Hacer’e çok zor geldi. Ancak, kendilerini oraya bırakmasını Hz. İbrahim’e Cenab-ı Hak emrettiğine göre düşünmek yersizdi. Çünkü, rızkı veren Allah elbette kendilerinin durumunu da görüyordu.

Bir müddet sonra Hz. İbrahim’in bıraktığı su bitti. Hz. İsmail ağlamaya, su istemeye başladı. Annesi ne yapacağını şaşırdı. Süt yok ki emzirsin, su yok ki içirsin. Hz. İsmail’in ağlamalarına daha fazla dayanamadı. Safa Tepesine çıktı. Birini görebilmek ümidiyle sağa sola baktı. Kimseyi göremeyince de Safa ile Merve arasında koşmaya başladı. Yedinci defa Merve’ye çıktığında bir ses işitti. Zemzem Kuyusunun yanında Hz. Cebrail’i gördü. Cebrail (a.s.) kanadıyla yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hz. Hacer buna çok sevindi. Suyun aktığını görünce, “Dur, dur” manasında “Zem zem” dedi ve su akmasın diye önünü kesti, havuz gibi yaptı. Bir taraftan da testisini dolduruyordu. Suyu aldıkça yerinde kaynıyordu. Testisi dolduktan sonra sudan içti ve Hz. İsmail’i emzirmeye başladı. Bu arada Cebrail (a.s.), Hacer’e hitaben: “Sakın, ‘Helak oluruz, zarara uğrarız’ diye korkmayın. İşte şurası Beytullah’ın Kabe‘nin> yeridir. O beyti şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Cenab-ı Hak o işin ehlini zayi etmez” dedi.(1)

İşte, Zemzem Kuyusunun ortaya çıkması bu şekilde oldu. Hz. Hacer suyun önünü kesmeseydi ve onu kendi halinde bıraksaydı, bu su bir ırmak olacaktı. Peygamberimiz (a.s.m.) bir hadislerinde bu hakikati şöyle beyan buyurur:

“Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O, Zemzem’i kendi haline bıraksaydı veya avuçlamasaydı; muhakkak Zemzem akar, bir ırmak olurdu.” (2)

Zemzem, çok mübarek ve gıdalı bir sudur. Hz. Hacer ve Hz. İsmail, uzun müddet yemek yemeden bu suyla idare ettiler. Bir hadiste Peygamber Efendimiz Zemzem’in bu hususiyetine işaret etmiştir.(3)

Bir diğer hadiste de “Zemzem ne niyetle içilirse ona şifa olacağı” buyurulmuştur.(4)

“Kaynaklar

1. Buharı, Bedü’l-Halk: 29.
2. .e.
3. Fethü’r-Rabbani, 23:248.
4. .e., 23 247.
5. Müslim, Eşribe: 117; İbni Mace, Eşribe: 21
6. Müslim, Eşribe: 112; Ebû Davud, Eşribe: 13 “

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) raporlarına göre dünyanın en sağlıklı sularından olan zemzem suyunun esrarı, günümüz teknolojisindeki tüm araştırmalara rağmen çözülemiyor.

Kaynağı bulunamayan suyun denizden 80 kilometre uzakta olmasına ve çevresinde başka hiçbir kuyu olmamasına rağmen yıllardır kurumaması, araştırmacıları şaşkına çeviriyor.

Sadece 1.5 metre derinliğindeki kuyudan hac mevsiminde milyonlarca hacı tüm su ihtiyacını karşılarken, su seviyesinde de hiçbir azalma olmuyor.

Açlığı gidermek için içenin açlığını, susuzluğunu gidermek için içenin de susuzluğunu gideren suyun esrarı bilim adamları tarafından inceleniyor.

Avrupa’da laboratuarlarda yapılan araştırmalarda, zemzem suyunun çok az kükürt içerdiği tespit edildi.

Amerika’da yapılan test sonuçlarına göre ise zemzem, içinde mikroorganizma ve bakteri bulunmayan tek su olma özelliği taşıyor.

WHO tarafından da zemzem, dünyanın en içilebilir ve sağlıklı sularından biri olarak açıkladı.

Fakat diğer sulara göre çok daha besleyici ve mineral barındıran suyun kaynağı ise halen araştırma konusu.

İŞTE ZEMZEM’İN BİLİM DÜNYASINI ŞAŞKINA ÇEVİREN ÖZELLİKLERİ

– Zemzem Cennet pınarlarındandır.
– Cenab-ı Hakkın İbrahim (a.s.)´a ikram ettiği bir nimettir.
– Harem-i Şerif´deki Ayat-ı Beyyinat´dandır.
– Hacıların muşahede ettikleri en büyük nimet ve menfaatlerdendir.
– Yeryüzündeki en hayırlı sudur.
– Cibril-i Emin vasıtasıyla zuhur etmiştir.
– Yeryüzünde en mukaddes topraktan kaynayan sudur.
– Rasulullah Efendimizin mübarek tükürüğü ile bereketlenen sudur.
– Açları doyuran sudur.
– Dünya devam ettiği müddetçe bu vasfı devam edecektir.
– Her derde devadır.
– Hususiyle humma (sıtma)’ya şifadır.
– Baş ağrısını giderir.
– Gözün görmesini ziyadeleştirir.
– Ne niyetle içilirse ona devadır.
– Ona bakmak ibadettir.
-Ondan içmek günahlara keffarettir.
– Kaburgalarını gerdirinceye kadar içmek iman alameti ve nifaktan kurtulmaktır.
– Misafirlere ikram edilecek en güzel hediyedir.
– Mekke’yi Mükerreme´den diğer beldelere taşınması sünnettir.
– Ebrar´ın içeceğidir.
– İçilmesi sünnettir.
– Misafire sünnettir önce ikram edilir.
– Onunla abdest almak sünnettir.
-Kücük çocuklara ikram etmek sünnettir.
– İçmekte büyük sevap vardır.
– Ne kadar içilir ve ne kadar taşınırsa taşınsın bitmez.

– Bedene kuvvet verir.
Zemzem suyu bilim dünyasını şaşırtıyor
Yer altı suları konusunda sahasında birkaç isimden biri olan Prof. Dr. Zekai Şen zemzem suyunu anlatıyor.

Hacıları en çok sevdiği ve hacdan gelen hediyenin en makbulü ZEMZEM suyu olduğu için, bunun tarihçesini Müslümanlarla paylaşmam beni mutlu eder

Abdülkadır Haktanır

Şehid Torunu Benim Kız Kardeşime

Kardeşim! Nereden bu sendeki nahoş hal,

Bilmiyorsun ki, bu halin sonu izmihlal,

Cehenneme dayanmak, sende var mı mecal?

Ne yazık ki, pişmanlık gönünde olursun lal.

 

Nedir bu hakaret şehid dedene senden?

Bu kötü hali terk edememek, nereden?

Seni acıdığımdan, bu nasihat benden,

Yazık, terbiye almamışsın ailenden.

 

Bacım! Sakın düşmanın oyununa gelme,

Yabancı erkeklere, sen asla el verme,

Sokakta, açık saçık kıyafetle gezme,

Sakın, o çirkin kıyafetle devam etme.

 

Sokakta seni hain düşmanlar bekliyor,

Çıplaklığın senle erkekleri yakıyor,

Sendeki çıplaklık, erkekten çok oluyor.

İnsan, ölümle hesap vermeye koşuyor.

 

Sen tenini helaline verebilirsin,

Ona karşı, açılıp soyunabilirsin,

Çünkü, senin beyinin meşru helalisin,

Fakat, başkasına asla görünemezsin.

 

Kardeş kǎrın ne, eğer benzersen düşmana,

Ondan emir aldın bu nahoş soyunmana,

Emin ol bunda zarardan başka yok sana,

Ne olur sen İslam’a sarıl kana kana.

 

Sence örtünmen için, soğuk olması şart.

Bu olumsuz safsatayı, sen kafandan at,

Örtünmek Rabbin emri, onu kafana kat,

Böyle hayat cennet olur, sonra rahat yat.

 

Kitap okumaz, İslam’dan bilgi almazsın,

Bu kafayla, arayıp yolu bulamazsın ?

Sen eğer örtünsen, yarın pişman olmazsın.

Baş örtüsü elli gram, sen neden takmazsın?

 

Bazısı güya örtünmüş, dandik tesettür,

Bu hal, tesettür olmadığını sende gör,

Kardeş, bu olumsuz halleri kendinden sür,

Rabbim bu hanımları, Sen İslam’la güldür.

 

Çok asır, din hakim olan vatanın kızları,

Nine Hatun ve sütçü imamın torunları,

Yakışır mı size, taklit etmek gavurları,

Böyle size yağabilir, Rabbin azapları.

 

Yoksa, sonraki pişmanlık hiç fayda vermez,

Fırsat elden gitti mi, asla geri dönmez,

Eğer bugünkü imkanlar giderse gelmez,

Kur’ana isyan edenleri, Allah sevmez.

 

Rabbim, bu kızlara hidayeti Sen göster,

Günahlara karşı, onlara perdeler ger,

Yolu bulmaları için, önlerine sebep ser,

Kurtulmaları için, onlara Sen el ver.

 

Mevlam, bu asrın fitnesinden bizi kurtar,

Kurtulmamız için, rahmetinle bizi sar,

Rahmet yerine üstümüze yağmasın kar,

Ümit varız, çünkü Rahim bir Rabbimiz var.

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

 

En Silik Yazı En Kuvvetli Hafızadan Daha Kuvvetlidir

SAİD, TAM TOPRAK GİBİ MAHVİYET VE TERK-İ ENANİYET VE TAVAZU-U MUTLAKTA BULUNMAK ŞARTTIR, TA Kİ RİSALETİ’N-NUR’U BULANDIRMASIN, TESİRİNİ KIRMASIN.

ESRAR-I HİKMETTEN ANLAMAYAN İNŞİRAH-I SADR BULAMAZ.

Malumat insanı manen tutmaz, muhafaza etmez. Risale-i Nur’da kudsiyyet ve füyuzat insanı muhafaza eder. Kudsiyyet ve füyuzat ise meşveret ve ekseriyetin temsil ettiği şahs-ı manevinin içindedir. İşte bizi muhafaza edecek olan şahs-ı maneviye tabi olmaktır. Temmuz güneşinde karın eridiği gibi, bu şahs-ı manevinin karşısında diğerleri eriyecektir.

Allah bize vereceğini vermiş. Onun için biz Risale-i Nur’a sahip çıkalım, layık olalım. Bir nur talebesi manen hidayetin matiyyesidir, taşıyıcısıdır. Bir Nur Talebesi, manen zerrat-ı kainat kadar mesuldür. Çünkü bu hakikatleri biliyoruz. Madem talebeyiz mecburen imtihan olacağız. Elek eliyor. Hz. Ömer cennet ile müjdelendiği halde gelecekten endişeli. Sigortalı değiliz. Evet Nur Talebesi olduk, ama devam ettirmek çok daha önemli.

Kâinat bir yayık. Yayığın içine koyuyoruz, sallıyoruz, içerde fırtına kopuyor. Ama bu kanun. Bu fırtına olacak ki, ayran ile yağ ayrılsın. İçtimai hayattaki hadisat da böyle….

Taharet iki çeşit:

  1. Amelî taharet: Bir Nur Talebesi şahsî taharetini muhafaza edecek, bulandırmayacak. Allah’ın huzuruna pak bir şekilde çıksın. Bu matlubdur. İllâ günah işliyoruz. Ama tevbe ve istiğfar o bulanıklığı, günahları temizliyor. Bir Nur Talebesi ahlakî taharetini ne derece muhafaza ederse o derece Risale-i Nur’a âyine olur.
  2. Risale-i Nur’un hizmetinde Üstadın çizmiş olduğu tarza, hizmet metoduna sadık kalmak. Azami ihtimam göstermek. Bu belki birinciden daha önemli.

Risale-i Nur hizmeti sohbet üzerine kurulmuş. Bir Nur Talebesinin asıl vazifesinin ağırlığı, Risale-i Nuru okumak, anlatmak tezekkür etmek, anlamak ve yaşamaktadır. Bir Nur Talebesi bu miğferden çıkarsa, isterse daha önce 50 sene hizmet etmiş olsun derhal kabuk bağlamaya başlıyor.

Sırr-ı ihlâsla 3 talebe bir araya gelse Risale-i Nurun şahs-ı manevisi orda tezahür ediyor. Çünkü 111 kuvvetindedir. Bizim hizmetimizde kemiyetin önemi yoktur. Parti hizmeti gibi değil, onun için, bizim için keyfiyet önemlidir.

Öyle Nur Talebesi var ki kendisi bile kendini bilmiyor. Fakat Risale-i Nurun manevi kayyumudur.

Şems-i Tebrîzi yıllarca dolaşmış. Bir kişi aramış ta ki, ilm-i batını ona anlatsın. Ona manen deniliyor ki : “Sana aradığın bir kişiyi göstersek ne verirsin? O da bilâ tereddüt  “kellemi” diyor. Sonra Mevlana’ya gidiyor, sonunda kellesini de veriyor.Demek ki bir kişi de olsa çok önemlidir.

Üstad: “ Muhalif gazeteler de sizden bahsedebilir. Ben sizden alayiş, nümayiş beklemiyorum. Ben sizden tesânüd bekliyorum” diyor.

Asr-ı saadeti peygamberimizden sonra 4 kişi ayakta tutuyordu. Hz. Ali’den sonra fitneler hücum etti.

Risale-i Nur hizmetinde önemli olan görünmek değildir, olmaktır.

Bir Nur Talebesinde ihlâs olmazsa manen helak olur.

İnsan dünyada katakulli ile hatasını setredebilir. Batılı hak gösterebilir. Ama ahiret daire-i faş’tır. Her şey apaçık tebarüz edilecek.

Hizmetimizin ruhu özü Risale-i Nur hakikatlerinin anlaşılmasıdır.

Eskiden 2 tip nurcu modeli vardı. Şimdi 3 tip nurcu modeli çıktı.

  1. Muhabbet Nurcusu: Sohbet hoşuna gidiyor. Evinde yemek yemiyor, geliyor medrese de yiyor. Muhabbetle bu hakikate bağlananların ömrü pek uzun olmaz. Çünkü muhabbet kısıldıkça o da hizmetten çekilmeye başlar.
  1. Tahkik Nurcusu: Risale-i Nura hakikatin gözüyle bağlı. Hakikat onda yakîn oluyor. Devamlı mütalaa ediyor., okuyor. Hakikat kalbinde yerleşiyor. İdeal Nurculuk budur.

Bu son zamanlarda 3.tip model çıktı. Afakî Nurcu: 1. Siyaset Nurcusu, 2. Koltuk Nurcusu, 3. Salon Nurcusu, 4. Şekil Nurcusu, 5. Menfaat Nurcusu. Allah bizi bu üçüncü gruba ölünceye kadar dâhil etmesin.

Kader-i İlâhî bu çalkantılarıyla böylelerini tebârüz ettiriyor, ayırıyor. Biz dünyayı severiz, ahiretimiz için. Afakla uğraşırız ama hizmetimiz için. Asıl maksat değil.

Karateci bir hareketi 10 bin, 20 bin defa tekrarlıyor. Meleke haline geliyor, Hal oluyor. 6 ayda ancak 10 hareket öğreniyor. İnsan konsantre oldumu fikir, ruh, kalp, kuvvet bir noktada toplanıyor. Bir Nur Talebesi de kendini konsantre etmesi lazım. Üstad 10. sözü 500 defa okumuş. Bizim ne kadar okumamız lazım.

Manen bir Müslümanın iki göstergesi vardır:

  1. Allah’ı bilme keyfiyeti: Hz. Ebubekir’in büyüklüğü ibadetinden değil. Kalbindeki Allah’ı bilme hikmetinden.
  2. Dine hizmet: Kimin hizmeti büyükse o insan büyüktür.

Hattatlar en güzel yazılarını Perşembe günü yazıyorlarmış. En kötü yazısı da Cumartesi günü. Neden? Cuma, bayram. Hattatlar yazı yazmazlar. Bir gün bırakmakla el kabuk bağlıyor. Cumartesi başlıyor, yazı kötü. Yazı yaza yaza ancak Perşembe günü güzel yazıyor. Bir Nur Talebesi 1 gün, 1 hafta, 1 ay, 1 yıl okumasa ne olur? Bu evliya değil ki, bu dehşetli zamanda okumadan kendini muhafaza edebilsin. Bir göl ne kadar büyük olusa olsun eğer onu besleyen kaynak olmazsa kurumaya mahkûmdur. Bu kanun.

Risale-i Nurun şahs-ı manevisi makam-ı Mehdiyettir.  Makam-ı Mehdiyet umumun hidayetine çalışıyor. Beşerin diriltilmesi. Risale-i Nurun şahs-ı manevisine muhalefet eden manen helak olur. Risale-i Nurun kudsiyeti de bu şahsı manevide. Şahs-ı manevinin en zâhir ölçüsü, ekser ağabeylerin toplandığı heyettir. 3 mü 22’ye uyar, 22 mi 3’e uyar.

Risale-i Nur kutsi kelimattır. Bu hizmeti dest-i inayet tanzim ediyor. Başta üstadın hayatı buna şahittir.

Nakleden: Abdülkadir Haktanır