Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

En Bahtiyar Çocuklar Onlardır Ki…

İşarat-ı Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviyede, “Altmış dörtte Risale-i Nur telifce tamam olur.” Demek o tarihten sonra, yalnız izahat ve haşiyeler ve tetimmeler olacak. Bu münasebetle iki nokta ihtar etmek kalbime geldi.

Birincisi : Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, masum çocuklardır.

Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imani alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslamiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslamiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.

Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevi fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: “Neden imanımı terbiye-i İslamiye ile kurtarmadınız?”

İşte bu hakikate binaen, en bahtiyar çocuklar onlardır ki, Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a maline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve ahirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlat olurlar.

Risale-i Nur’un ikinci kısım talebeleri: Fıtraten Risale-i Nur a muhtaç, bir derece de dünyadan ürkmüş veyahut küsmüş kadınlardır. Hususan bir derece yaşlı da olsa, Risale-i Nur, ona hakiki bir gıda-yı manevidir. Çünkü Risale-i Nur’un dört esasından birisi şefkattir ki, ism-i Rahim in mazhariyetinden gelmiş. Kadınların da en esaslı hassaları ve fıtri vazifelerinin mayası, şefkattir.

Üçüncü kısım: Fıtri olmasa da, vaziyeti itibarıyla Risale-i Nur a ekmek ve ilaç gibi muhtaç olan hastalar ve ihtiyarlardır. Çünkü, Risale-i Nur hayat-ı bakiyeyi güneş gibi gösterdiğinden ve dünyevi hayatın fanilik cihetinde mahiyetini tam gösterdiğinden, dünyevi hayatlarına ya hastalık veya ihtiyarlıkla darbe gelen ve gaflet veya dalalet cihetiyle ölümü idam tevehhüm eden hastalar ve ihtiyarlar Risale-i Nur a o derece muhtaçtırlar ve öyle bir teselli, bir nur alırlar ki, onların hastalık ve ihtiyarlığını sıhhat ve gençliğe tercih ettiriyor.

İhtar edilen ikinci nokta : Madem Arabice altmış dörde girdik, işaret-i gaybiye gelmesiyle Risale-i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rumi tarihi olsa, daha iki senemiz var. Halbuki çok mühim yerde yazılmayan ve tehir edilen risaleler kalmış. Mesela, Otuzuncu Mektup ve Otuz İkinci Mektup ve Otuz İkinci Lem alar gibi ehemmiyetli mertebeler boş kalmış.

Kalbime ihtar edilmiş ki: Eski Said in en mühim eseri ve Risale-i Nur’un Fatihası, Arabi ve matbu olan İşaratü l-İ caz tefsiri, Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş. Eski Said in en son telifi ve yirmi gün Ramazan da telif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemeat Risalesi Otuz İkinci Lem a olması ve Yeni Said in en evvel hakikatten şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabi ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şule ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuz Üçüncü Lem a olması ihtar edildi.

Hem Meyve, On Birinci Şua olduğu gibi, Denizli Müdafaanamesi de On İkinci Şua ve hapiste ve sonra Küçük Mektuplar Mecmuası On Üçüncü Şua olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiplerine havale ediyorum. Demek birkaç mertebede kapı açıktır; bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir. (Emirdağ Lahikası)

Bediüzzaman Said Nursi

Derleyen: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Abdullah Bin Amr Bin As Anlatıyor

“Bir gün mescitte oturuyordum. Bazı fakir kimseler bir köşeye toplanmış sohbet ediyorlardı. Resulullah içeri girdi. Başka bir tarafa yönelmeden doğruca fakirlerin yanına gitti. Ve onlara, fakir muhacirlere zenginlerden önce Cenneti müjdeledi. Hepsinin de yüzü güldü. Ben de onlardan birisi olmadığım için üzüldüm.”

Peygamberimiz, kendisini, toplumun zayıf ve kimsesizlerinden üstün görme duygusuna kapılanları da uyarır; her tabakanın devamlı birbirlerine muhtaç olduklarını söylerdi.

Sa’d bin Ebi Vakkas’ın kendisini fakirlerden üstün gördüğünü hissedince, onu şöyle ikaz etti:

“Sizin elde ettiğiniz başarı ve bereket fakirlerin emeklerinin eseridir. Siz, varlığınızı bu fakir insanlara borçlusunuz.”

Yine Peygamberimiz, toplum içinde, belli bir yeri bulunmayan biçarelere zayıflıklarından dolayı önem verilmemesini asla hoş karşılamaz, onların da halini sorup öğrenmek arzu eder, sonra da ihtiyaçlarını karşılardı.

Peygamberimizin Mescidini temizleyen fakir, zenci bir kadın vardı. Bir gün Resulullah onu göremeyince nerede olduğunu sordu. Öldüğünü söylediler. Onun ölümüne kimse önem vermemişti.

Resulullah, “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” dedi ve mezarına gitti, iki rekât namaz kıldı. Sonra şöyle dua etti:

“Allah’ım, bu mezarın içini nurla doldur, benim kıldığım namaz sebebiyle nurlandır.”

Peygamberimizin Mescidinin bir bölümünde evi barkı olmayan, fakir Sahabîler kalırdı. Bunlardan bazıları odun ve su satarak geçimlerini sağlarlar, çok zaman da muhtaç durumda bulunurlardı.

Bu insanlar Peygamberimizin özel talebesiydiler. Gece-gündüz İslâmı öğrenmek için yaptıkları ilmi çalışmalarla doluydu. Eğitim ve öğretimleriyle bizzat Peygamberimiz ilgilenir, okuma-yazma bilen Sahabîleri de onlara öğretmen olarak tayin ederdi.

Suffe Ashabı olarak tanınan bu Müslümanların eğitimleriyle birlikte geçimleri de Peygamberimizin üzerinde idi. Peygamberimiz, onları gözü gibi korur, ihtiyaçlarını görür, yardımda bulunur, yetişmeleri için her türlü gayreti gösterirdi. Suffelilerin ihtiyaçlarını görmeden kendisi de rahat edemezdi. Hatta onları kendi ailesinden ileri düşündüğü bile olurdu.

Hazret-i Fatıma en çok sevdiği kızıydı. Onu “kendisinden bir parça” olarak görüyordu. Fakat Hz. Fatıma zarurî ihtiyaçlarını bile zor karşılıyor, geçim sıkıntısı çekiyordu. Öyle ki, un öğütmekten elleri, su taşımaktan omuzları yaralanmıştı.

Bir gün babasının yanına gelerek bir şey söylemek istedi. Fakat utancından derdini açamadı. Hz. Ali de huzurda bulunuyordu. Yardımcı oldu:

“Ya Resulallah, bazı savaşlardan kadın esirler alınıyor. Bunlardan birisini bize verseniz de ev işlerinde Fatıma’ya yardım etse.”

Peygamberimiz onlara şu cevabı verdi:

“Ya Ali, ben henüz Suffalilerin ihtiyaçlarını karşılamış değilim. Onların ihtiyacını görmeden böyle bir teklifi nasıl düşünebilirim?”

Peygamberimizin güneş gibi engin şefkati, yağmur gibi bol merhameti sayesinde bu fakir ve zayıf insanlardan öyleleri çıkmıştır ki, dünyaya ilim ve irfan çiçekleri saçmış, ülkelere adalet ve eşitlik armağan etmiş, cihat meydanlarında kanlarını sebil ederek muhtaç gönüllere hidayet nurunu serpmişlerdir.

Peygamberimizin ahlâk ve yaşayışını onlardan öğreniyoruz. Tefsiri ve İslâm hukukunu onlardan öğreniyoruz. Saadet Asrının yaşayışım onlardan öğreniyoruz. İslâmın nasıl yaşanması gerektiğini, o yüce dâva uğrunda nasıl fedakârlık yapılacağını onlarda görüyoruz.

Nakleden: Abdülkadir Haktanır

Kırk Hadis

 1-) Kim benim sünnetimi diriltirse(ihya eder ve yaşamında tatbik ederse) beni sevmiş olur. Beni seven de benimle beraber Cennettedir.

2-) Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur.

3-) Sizden birinizin, arzusu benim getirdiğim (Kur’an’a Şeriat)e uymadıkça kamil imanla iman etmiş olamaz.

4-) Nefsim kudretinin elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Ben kendisine babasından ve çocuğundan daha sevgili oluncaya kadar sizden biriniz kamil imanla iman etmiş olmaz.

5-) Gerçek Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden geven içinde olduğu kimsedir. Gerçek muhacir ise Allah’ın yasaklarını terk eden kimsedir.

6-) Bildiği ile amel eden kişiye Allah bilmediği ilimlerin bilgisine varis kılar.

7-) Kardeşini bir günahından dolayı ayıplayan kişi, günahı işlemedikçe ölmez.

😎 İslam’ın düğmeleri düğme düğme çözülecek(Şeriatın emirleri tek tek terk edilecek). Her düğme çözüldükçe insanlar onu takibeden düğmeyi çözmeye teşebbüs edecekler. Bu çözülen düğmelerin ilki idari konular, sonuncusu da namazdır.

9-) Sizden kim (Şeriate uymayan) bir kötü iş kimsede görürse onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu sonuncusu ise imanın en zayıf mertebesidir.

10-) Cihad, kıyamet gününe kadar geçerli bir emirdir.

12-) Cihadın en faziletlisi zalim sultan katında hakkı söylemektir.

13-) Rabbini gazaplandıracak bir meselede sultanı hoşnut eden(etmeye çalışan) Allah’ın dininden çıkmış olur.

14-) Cennet (nefse ağır geldiği için) hoşlanılmayan şeylerle, cehennemde şehvete hitap eden şeylerle kuşatılmıştır.

15-) İslam’ın dışında bir millet üzerine yemin eden, söylediği gibidir. (Onlardandır)

16-) Amellerin en hayırlısı sevdiğini Allah için sevmek, buğzettiğini de Allah için buğzetmek tir.

17-) Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o onlardandır.

18-) Münafıkın alameti uçtur: Konuştuğunda yalan söyler, vaad ettiğinde yerine getirmez, bir şey ona emanet olunduğunda hainlik eder.

19-) Kişi din kardeşine kafirlik isnat ederse, bu isnat ikisinden birine döner.

20-) Kim bir hayırlı işi yapmaya yönelirse, onu yaptığı kadar mükafat alır.

21-) Arzusu ve hedefi Allah’tan başka şey olarak sabahlayan Allah(ın kulların) dan değildir. Müslümanların dertleriyle dertlenmeyen de onlardan değildir.

22-) Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, peygamber olarak Muhammed (s.a.v) razı olan kişi imanın tadını tatmış demektir.

23-) İslam cemaatinden bir karış de olsa ayrılan, boynundan İslam bağını çözmüş demektir.

24-) İşi ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekle.

25-) Akilli kişi nefsine hakim olup ölümünden sonrası için iş yapandır. Aciz(akilsiz) kişi ise nefsinin arzularına tabi olup sonrada Allah’a karşı Temennide bulunandır.

26-) Emirleriniz hayırlılarınız, zenginleriniz hoşgörülüleriniz, işleriniz aranızda danışmayla olduğunda yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır. Ama emirleriniz şerlileriniz, zenginleriniz cimrileriniz, işleriniz kadınlarınızın elinde olduğunda yerin altı sizin için yerin üstünden daha hayırlıdır.

27-) Kendimden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.

28-) Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabidir. Hayat tarzlarının en güzeli Muhammed(s.a.v) in hayat tarzıdır. İşlerin en şerlileri Peygamberimiz a.s.m olmayıp sonradan uyduranlardır. Her sonradan uydurulan şey bid’attır. Her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık ta Cehennem’dedir.

29-) Fitne döneminde ibadete sarılmak, bana hicret etmek gibidir.

30-) Ümmetimden bir takım kimseler, ismini değiştirerek şarabi(alkollü içecekleri) içecekler. Bu esnada başkaları ucunda (yanlarında) çalgılar çalınacak ve şarkıcı kadınlar olacak. İşte onun için Allah onları yere batıracak ve aralarından bazılarının şekli maymun’a ve domuz’a çevrilecek.

31-) Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden Kur’an-ı Kerim’i okuyan bir kısım insanlar olacak. Fakat onların okuduğu boğazlarını geçmeyecek. Onlar tıpkı okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar, sonra da tekrar ona dönmeyecekler. O kimseler, insanların ve hayvanların en şerlileri (kötüleri)dır.

32-) Kalbinden tam bir sadakatle Allah ‘tan başka ilah olmadığına ve Muhammed ‘in de Allah’ın Rasülü olduğuna şehadet eden bir kimseyi Allah, cehennem ateşine haram kılar.

33-) Kim itaatten bir el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna lehinde hiç bir delili olmadığı halde kavuşur. Kim de boynunda (halifeye) biat olmadığı halde ölürse cahiliye ölümüyle ölmüş olur.

34-) Ya öğrenen, ya öğreten, ya dinleyen, ya da onları seven ol! Bunların dışında bir beşincisi olma; helak olursun. Beşincisi ise, ilme ve ilim ehline buğzetmendir.

35-) Allah kadın kıyafetini giyen erkeğe ve erkek kılığına giren kadına lanet etsin.

36-) Allah’a isyan olan bir hususta kimseye hiç bir itaatı yoktur. İtaat ancak marufta (şer’i ölçüler içerisinde)dır.

37-) Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık için savaşan bizden değildir. Irkçılık üzere ölen de bizden(Müslümanlardan) değildir.

38-) Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde sizden birisi kiminle arkadaşlık yaptığına dikkat etsin. Kişi sevdiği ile beraber(haşrolunacaktır).

39-) Ümmetim dinar ve dirhemi(parayı, maddi varlıkları) yücelttiği zaman onlardan İslam’ın heybeti kaldırılır. İyilikle emretmeyi terk ettikleri zaman da vahyin bereketinden mahrum kılınırlar.

40-) İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onlar arasında dini konusunda(yapılan saldırılara) sabırla karşı koyan, kor parçasını avuçlayan gibi olacak.

 Kardeşlerle paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sure-i Yasin Habib-i Neccar

 

Sure-i Yasin, Kuranın kalbidir. Kalp ise, bütün vücut ile alakadardır.

Hendek harbinde, Medine’nin önüne hendek açılırken bir taş çıkıyor. Efendimiz (A.S.V) buyuruyor: “Taşı kırınız!” Balyozu vuruyorlar. Taşa vurunca kıvılcım çakıyor. O kıvılcımın arkasında Cenab-ı Hak Peygamberimize (A.S.V) gösteriyor. Fütuhat-ı İslam: Peygamberimiz de müjde veriyor. Zamanı gelince o müjdeler tek tek çıktı.

Madem Sure-i Yasin Kuranın kalbidir. Öyleyse kalb-i Kur’ani’de bu ahir zaman hadisatına bakan, işaret eden remzi hakikatler mevcuttur.

“25 ayet-i Kuraniyenin açılmasını dergâh-ı İzzetten istedim. Lakin zamanı gelmediği için açılmadı”

İşte Üstadın zamanı o Hendek harbi gibi… İstikbalde gelecek bir kısım nur talebeleri o ayetleri tefsir edecekler.

25 Ayetten Bir Ayet

Hz. İsa (A.S), Antakya’ya bir havarisini gönderiyor. Antakya o gün müşrik. Hz. Yuhanna’yı gönderiyor. Yuhanna Hz. İsa nam ve hesabına geliyor. Bakıyor ki, Antakya felç olmuş. Putperest olmuş. Gittiği yerde konuşuyor. Antakya kralı onu zindana attırıyor.

Bu defa Hz. İsa, ikinci havarisini gönderiyor. O da tebliğ ediyor. Onu da zindana atıyorlar.

Bu sefer de Hz. İsa üçüncü aziz havarisini gönderiyor. Hakim ismine mazhar, Hz Şemum’u gönderiyor. 3. aziz havari… 

Hz. Şemum, ilm-i hikmetle teçhiz edildiği için tedricen gidiyor. Kendisine zemin hazırlıyor. Sarayla irtibat kuruyor. İnancını gizliyor. 

Kralın genç bir kızı varmış. Kız aniden ölüyor. Hz. Şemum krala diyor ki: “hapiste iki mahkûm var. Yeni bir din dava ediyorlar. Biz bunları arenada toplayalım. Davalarını anlatsınlar. Ben onlara soru soracağım. Onları ilzam edeceğim. Davaları haksa, mucize isteyelim. Eğer bunlar ölmüş kızı diriltirlerse, biz onlara ittiba edelim. Diriltemezlerse batıldır. 

Millet toplanıyor, Hz Şemum soruyor: “Davanızı anlatın”. İki havari anlatıyorlar. Hz. Şemum, onlara hak veriyor. Fakat mucize istiyor. “Bu ölmüş kızı diriltin. Ben size inanacağım. Bütün halk inanacak” diyor. 

Allah, Hz. İsa’yı Kadir ismine mazhar ettiğinden ölüleri diriltiyor. Allah’ın izniyle havarilerinde de bu özellik var. 

Hz.Yuhanna; “Kum biiznillah” diyor. Kız kalkıyor. Şehadet getiriyor. “Sen Hz. İsa’nın birinci havarisisin, sen ikinci havarisisin, sen de üçüncü aziz havarisin”

 “Ve azzezna bi sâlisin

Hakikat: 600 senelik haşmetli Osmanlı İmparatorluğu yıkılıyor. Yerine yeni bir rejim geliyor. O gün o rejim Antakya, bugün bu rejim Ankara. Bu rejim iki havariyi hapsediyor. Birinci aziz havari; şeriat, ikinci aziz havari; tarikat. İki havari de içeride. Bu defa Cenab-ı Hak, üçüncü aziz havariyi gönderiyor.

İsm-i Hakîm’e mazhar,

Ferdiyetin reyhanı,

Marifetin sultanı,

Hidayetin lokmanı,

Ferd-i ferid-i zaman,

Varis-i Nebiyy-i Zişan,

Hz. BEDİÜZZAMAN

Onu ilm-i hikmet ile teçhiz ediyor. Kız; dünya. Ölmüş kalpleri diriltiyor. O geliyor, Antakya’yı teslim alıyor. O iki havariyi de teslim alıyor.

En büyük bir arif-i billâh,

En büyük bir müceddit,

Mehdiyy-i azam,

Kutb-u azam

Hz. BEDİÜZZAMAN

Bu ayet Risale-i Nurun en şaşalı dönemine ilm-i cifirle parmak basıyor.

Yasin-i Şerif’ten 33 ayet, 25’i işari

“Ve câe min aksal medineti reculün yesa kale…”

(Şehrin uzak köşelerinden bir adam geldi. “Ey benim kavmim! Bu gelen mürsellere uyun”) 

İşte o adam; Habib-i Neccar’dır.

Yine Hz. İsa (A.S) zamanında havariler Antakya’ya geliyor. Şehrin en ücra köşesinden bir adam koşarak geliyor. “Uyun bu resullere!” diyor. 

Habib-i Neccar, çoban ama Allah’ın bir arif-i billahı. “Bir adam”, çoban ama arif-i billâh. Allah dostu. Geldi, kavmine ne dedi? Kavmine üslub-u hakim ile konuştu. Hz. İsa’nın dinini tasdik etti. “Bana ne olmuş ki, ben Rabbimi bilmeyeyim” diye hikmetle konuştu. 

Onlar Habib-i Neccar’ı dinlemediler, şehit ettiler. Şehit olurken de, Allah perdeyi açtı. “Ah keşke bilselerdi. Allah’ın bana neler ikram ettiğini bilselerdi”

“Bima gafarali Rabbi ve cealna minel mükramin”

Hakikat: Türkiye’nin en ücra bir köşesinden bir recul, Nurs dağlarından bir recul. Koşarak geldi İstanbul’a… yazdı ve dedi: “Ey beni kavmim! Uyun şu şanlı Resule! Uyun diye şu hakikatleri tebliğ etmedi mi?

Üstad’a Kastamonu’da çocuklar taş attılar.

“Bunlar Sure-i Yasin’den mühim bir ayetin bir nüktesini keşfime sebep oldular” diyor.

Cenab-ı Hak, şu milletin ebedi ıslahı için Üstad’ı vazifelendirmiş.

İşarî mana:

“Ah bir bilselerdi ki, bu taşlanan zat kimdir. 1400 senedir beklenen zat-ı muntazırdır. Asrın sahibidir. Bir bilselerdi ki, o zat Mehdiyi-i Azam’dır. Rahman’ın ona nasıl iltifatı var onu hiç taşlarlar mıydı?  Bir bilselerdi onu 28 sene hapislerde süründürürler miydi? Bir bilselerdi onu 19 defa zehirlerler miydi?”

Maneviyat âleminde Bediüzzaman kimdir?

Maddiyat âleminde hizmeti nedir?

En son mimar-ı İslam

Himmetiyle, davasıyla koştu ve coştu.

“İnni izan lefi dalalin mübin”

“Ey nura, esrar-ı Kur’aniyeye karşı gelenler! Haberiniz olsun. Sizler apaçık bir dalalettesiniz.”

Hz. Ali söylüyor: “Ya Rabbi! Yıldızımı yak!

O yıldızın adı; Nurdur. 1400 senedir beklenen Kur’an’ın en son maneviyat yıldızı ….

Bu ibretli  hakikati sizinle paylaşan

Abdülkadir Haktanır

Uhuvvet Anlayışının Sırları

İnsanın içinde insanlara acıma ve onlarda iyilik rahatlık gördünmü kalbinden sevinme ve rahatlama sıfatı tezayüd eder. Ama ne yazık ki bunda ifrat ve tefrit olabilir!!!

“Bir gün nefsimi karşıma aldım. Dedim ki; Manen tökezlensem, yuvarlansam, tekerlensem binlerce hata ve günahların içine girsem, gayb perdesi açılsa, görsem ki, cehennemin veyl kuyusunun dibine de düşsem, yine bu hizmet-i Kuraniye den vazgeçmeyeceğim. Benim vazifem; bu hakikatleri anlamaktır, anlatmaktır.”

Şeytan insana iki yolla yaklaşır:

  1. Müspet cepheden
  2. Menfi cepheden
  1. Bir nur talebesi fevkalade muttaki, çok müstakim bir hayatı var. Melek gibi saf… Şeytan müspet taraftan yaklaşır. “sen başkasın. Hiç kimse teheccüd namazı kılmıyor. Sen kılıyorsun. Sen şöylesin, sen böylesin. Sen başkasın.”

Ucb ve gurura düşürür. Allah korusun kâfirliğe kadar götürür.

Ölçü: “Bütün hasenat Allah’ındır. Nefis ot yesin, ot yesin!”

  1. Menfi noktadan: “Sen nere, nurculuk nere? Sen tefessüh etmişsin. Bütün istidatların tefessüh etmiş. Zibil gibi adamsın. Sen nere, İslamiyet’e hizmet nere?”

Ta ye’se atsın. Onun hizmetteki aşkını kırsın. Onun Risale-i Nur hizmetindeki hizmetine mani olur.

  1. İbadet
  2. Ubudiyet

İbadeti terk eden kâfir olmaz (İman şartıyla). Ubudiyeti terk eden kâfir olur. İbadet dünyaya bakıyor. Ubudiyet ise, ebedidir. Cennette namaz kılmak yok ama Allah’a kulluk ebedidir.

Ben ne cennete girmek için, ne de cehennemden kurtulmak için namaz kılıyorum. Ben Allah olduğu için ona ibadet ediyorum. İşte ubudiyet, Allah’ı ittiham etmiyor.

!!Nefis cümleden süfli, Vazife cümleden ala, Elhamdülillah haza min fadli Rabbi!!

!!Allah’ın adaleti: Firavunun kucağından Hz. Musa’yı çıkarıyor. Firavnuna bir cemiyetten nur talebelerini.!!

Bizdeki bütün noksanların kaynağı Allah’ı iyi tanımamaktır. İbadetten de önemli olan; marifetullah, muhabbetullahtır. Allah’ı iyi tanımak lazımdır. Bütün faziletlerin başı; Allah’ı bilmektir.

Allah Cevvad’dır.  Allah’ın hazinesinde ne yok ki, bir an sen ondan iste yeter.

Hz. Ömer zamanında Cendî diye bir şair varmış. Hem çalıp hem söylüyormuş. Çok kuvvetli bir şair, sözü müessir, kelamında sanki sihir var. Bütün milletin teveccühü ona. 75 sene çalıp söylüyor. Tabiî ki ihtiyarlıyor. Çok da talebe yetiştiriyor. Bir gün bir meclise giriyor. Hiç kimse teveccüh etmiyor. Çok ağır geliyor, çıkıyor. Bir mezarın taşının dibinde oturuyor. “Ben 75 sene insanlara çaldım, söyledim. Kıymetimi bilmediler. Ben de Allah için çalar, söylerim.” 

Cenab-ı Hak, Hz. Ömer’in kalbine ilham ediyor. “Benim bir evliyam mezarlıkta. Ne istiyorsa, yerine getir” 

Cendi’nin yanına geliyor. Diz çöküyor. Cendi, Hz. Ömer’i görünce korkuyor. Sazı veriyor, teslim oluyor. Hz. Ömer: “Ben senin hal ve hatırını sormaya geldim. Allah bana ilham etti” 

Cendi birden intibaha geliyor. “Ben 75 sene halka çalıp söyledim. Kıymetim bilinmedi. Allah’a 5 dakika söyledim beni evliyalar defterine yazdı” deyip sazını kırıyor.

Kul teveccüh etsin yeter. Allah’ın cud ve ihsanı sonsuz… Allah vesile arıyor ki, bizi affetsin.

Sadakat dersini keneden almak lazımdır. Kâinat gelse ben bu davadan kopmayacağım.

“Her zorlukta bir kolaylık vardır” dayan, sebat et, inat et! Davasına sadık Alman generali (Yahudi düşmanı)  !!!

Bu ibretli  hakikati sizinle paylaşan

Abdülkadir Haktanır