Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Tarihe Adını Yazan Müslüman Türkiye

Dinden şan ve şerefini alan, bir devlet,

Çok asır Allahtan ona, yağdı bereket,

Asırlarca dünyaya, o hükmetti evet,

Halkın yüzlerinde, vardı nurdan alamet.

 

Allaha dayanan, o meşhur Osmanlılar,

Onlar, zafer üstüne zafer kazandılar,

Tüm dünyayı titrettiler, o Alişanlar,

Şerefle ayakta durdular, çok asırlar.

 

Şanlı Fatih ile Yavuz, burada doğdu,

Bizans gavurlarını, Türk askeri vurdu,

Mehmetçiğe karşı çıkabilen, hiç yoktu,

Çünkü Mehmetçiğin karnında, haram yoktu.

 

Sultan  Fatih kendisi topu icat etti,

O gemileri karada, yürütebildi,

Askerini toplayıp, hazırlanın dedi,

Bismilllah diyerek, İstanbula girdi.

 

Resulullah, İstabul alınacak dedi,

Fetheden Emir ve askerini, müjdeledi,

O müjde Fatihle askerinin, nasibiydi,

Allah yardım etti, İstanbul fethedildi.

 

İstanbulda ki düşmanlara, korku saldı,

Bir hücumla düşmandan, İstanbul alındı,

Tüm dünyada Fatih, anılmaya  başladı.

Çünkü, onların Konstantinini o aldı.

 

Kanuni, Fransada dans lehvini durdurdu,

Adaletli hükmünü yerine oturttu,

Zalimların zulmünü, başlarına vurdu,

Türkiyede kırk beş sene, hükümran odu.

 

Bu insan, sağlam iman elde  ettikçe,

Allahın kudretini, her şeyde gördükçe,

Onu mağlup edecek kuvvet, iner hiçe,

İnsan hedefine, sağlam imanla göçe.

 

Türkiye dört mevsimi, her an yaşayan,

Hasedinden düşmandır, ki bize taş atan,

Hainlerdir ki milleti, manasız bırakan,

Ahirette Alladır ki, onlardan hak alan.

 

Yirminci asırda vatan, düşmanla doldu,

Üstadımız çok defa, suçsuz mahkum oldu,

On dokuz defa yemeğine, zehir kondu,

Çok şükür Risaleler, dünyaya yayıldı.

 

Rabbim, anarşistlerden bu millet kurtulsun,

Bu intihabat, bizim lehimize olsun,

Düşmanlarımız kahrolup, tamamı solsun,

Bu vatandan düşmanlık, cımbızla yolunsun.

 

Abdülkadir  Haktanır

www.NurNet.org

İmanımızı Nasıl Kuvvetlendirebiliriz?

Sevgili Kardeşlerim,

Sohbetimiz, “Mevcud imanı kuvvetlendirip, tahkikî imanı elde etmek”  mevzuunda olacaktır. Şimdi, taklidî iman nedir? Tahkikî iman nedir? Bu ma’naları iyi bilelimeliyiz.

Küçüklüğümüzden bu güne kadar ana ve babamızdan, nine ve dedelerimizden görerek ve işiterek ezberleyerek öğrendiğimiz iman bilgilerine inanışa, taklidî iman denir.

Bu nâkıs iman bilhassa bu zamanda insana kafi gelmez , insanın ahlakını çabuk düzeltmiyor, kurtarmaya yetmiyor. Mutlaka bu imanı,  imani derslerle kuvvetlendirip tahkiki yapmalıyız.

İşte bu tahkikî iman, Allah’a (c.c.), kâinatın şehadetiyle hakikî iman etmektir. Şöyle ki, bütün kâinatın yegâne Rabbi, Allah olduğuna ve zerrelerden kürrelere ve yıldızlara kadar küçük büyük her şey O’nun elinde, mâlikiyetinde  bulunduğuna ve herşeyin ve her işin O’nun kudret ve irâdesi ile olduğuna ve O’nun mülkünde O’nun  hiçbir şeriki, ortağı olmadığına kalben iman etmek ve buna göre fiilen de amel etmektir ki, işte bu şekildeki iman,  hakikî imandır. Şimdi bunun nasıl tecelli edeceğini  anlatmaya çalışalım.

Allah’a hakikî iman etmek  VAHDEHU kelimesine tam iman etmek demektir. Yâni VAHDEHU ma’nen der:

 “Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünki Sultan-ı Kâinat birdir, herşey’in anahtarı onun yanında, her şey’in dizgini onun elindedir; herşey onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu (isteğini) buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.” 20. Mektub’dan

Allah’a hakikî iman etmek,  LEHÜL MÜLK kelimesine tam iman etmek demektir. Yâni, LEHÜL MÜLKÜ  ma’nen der:

“Mülk umumen onundur. Sen, hem onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr’dir, hem Rahîm’dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.” 20. Mektub’dan

“İman nasılki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı Samedaniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor.” 23. Söz’den

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü alallah” der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet’e uçabilir.” 23. Söz’den

“İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder”

  1. Söz’den

Buraya kadar yaptığımız izahlarla, hakikî imana sahib olabilmek için epeyce gayret sarfederek ve iman ilmini ayrıca tahsil ederek, imanda mertebe kat’etmek gerektiğini İnşâallah anlatabilmişizdir. Demek ki, bir insan yalnız dili ile ALLAH demekle, kalben tasdik etmeden Allah’a iman etmiş olamaz. Meselâ, bir insan inkâr etmez, lâkayd kalabilir. Amma, iman etmek bütün bütün başkadır. İşte bunu, bir nebze bu sohbette  izaha çalıştık.

Evet, Allah’a iman, yâni iman-ı billah, Allah’ı tanımayı yâni, ma’rifetullahı gerektirir. Allah’ı tanıyınca O’na (c.c.) karşı sevgi uyanır ve ziyadeleşir yâni, ma’rifetullah, muhabbetullahı netice verir. İşte bu muhabbetullahta, lezzet-i ruhaniyet bulunur. İşte her mü’mine verilen bu ruhanî lezzeti tattırmaya bakalım.  Bunun için de,  yalnız ve yalnız Allah’ımızı sevelim. Sevmek için ise, Rabbimizi iyi tanımak lâzımdır. Rezzak O ise, sevilmez mi? Rahman O ise, sevilmez mi? Rahîm O ise, sevilmez mi? Kâdir O ise, Mâlik O ise, yâni Esmâ-i hüsna O’nun isimleri ise ve Esmânın hepsi de güzel ise sevilmez mi? Velhâsıl-ı kelâm, Allah’ımızı tanımalıyız ve sevmeliyiz ki, meşru’ ve kesilmeyen, zeval bulmayan bir lezzeti bu dünyada da tadalım, yâni saadet-i dâreyne vâsıl olalım. Muhterem Kardeşlerim.

Bazı insanlar diyorlar ki:  “Biz Allah’ı biliyoruz, namazımızı da kılıyoruz. İmanımız tamdır, Cennet’e gideriz.”

Hayır efendim, hiç de öyle garanti değil. Bu sizce yapılan iman ve amel, insanı Cennet’e sokmaya kâfi değildir. Senin bahsettiğin bu imana ehli dalalet çok kolay şüphe sokabilirler. İmanında küçük bir şüphe varsa sen çukura düşmüşsün demektir. Çünkü, bilmeliyiz ki  Cennet ucuz değil! Cehennem de lüzumsuz değil! Hepimiz biliriz ki, bizler amellerimizle, imanımızı takviye eder isek,  Allahın rahmeti ileCennet’e gireceğiz. Çünki, Cennet fazl-ı İlâhî iledir. Sonra en fitneli bir devir olan âhir zamanda yaşıyoruz. Maalesef çoğunu elimizle, rızamızla aldığımız, baktığımız seyrettiğimiz neşriyattan her duyduğumuz, her okuduğumuz, her gördüğümüz şey imanımızı rencide ediyor, zedeliyor ve tahrib ediyor. Bu sohbetin  başında da dediğimiz gibi, böyle taklidî ve icmâlî bir iman bizi bu günah selinden kurtaramaz.  Çünki, her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır. Mutlaka, taklîdden kurtulup tafsilî ve bürhanlı tahkikî imana yükselmeliyiz ki, bu mektubumda bahsettiğim  hakikatlere göre iman edip amel edelim.

Tekrar ediyorum! Sadece Allah kelimesini bilmek ve söylemek yetmez! Çünki,

“O’na (c.c.) iman etmek: Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ders verdiği gibi, o Hâlık’ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiğimiz vakit, kalben tövbe ve pişmanlık  iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, insanın o imandan hissesi olmadığına delildir.”

Emirdağ 1: 203’den

Yukarıda söylediklerimizi, şiddet-i ihtiyacımıza binâen bir daha tekrar edelim:

 “İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder” “Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.” “Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi cebanetin (Yâni, korkaklığın) dahi menbaı, dalâlettir. (İmansızlıktır.)” Öyle ise “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”

Böyle yapmalıyız değilmi, mübarek kardeşlerim?

Hakikî imanı elde etmek mevzuundaki şu kısa sohbetimize son verirken, şu sözlerimizi de ilâve etmek istiyorum: Ecdadımızdan bize miras kalan en kıymetli şey’in evvela iman olduğunu idrâk edip, maddi her kıymetli şeyimizi muhafaza ettiğimiz gibi, imanında muhafazasına ve hatta tekemmülüne çalışmalıyız. Çünki, iman yalnız bizi ebedi mes’ud edecek bir Cennet’e sokmakla kalmaz, bu dünyamızı da  zevkle, lezzetle, korkusuz ve emniyetle geçirmemizi, hangi hal üzere olursak olalım, bize rahatlığıte’min eder. Yani saadet-i dareyne isal eder. İşte imanımız böyle tehlikededir. Onu , kaybetmeyelim İnşâallah.”

Üstad Bediüzzaman Tarihçe-i Hayatta şöyle diyor:

“Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ânın tesis ettiği tevhid ve îman esası üzerinde işliyorum.. ki İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

“Bana, “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, îmanımı kurtarmağa koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış. Ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar “görüşler!” Tarihçe-i Hayat

Bediüzzaman Emirdağ Lahikası’nın muhtelif yerlerinde şöyle diyor:

“Hedefimiz, ölümün i’dam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.

Onun verdiği iman-ı tahkikî, keşfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakikî şakirdleri öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.

            “Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı, bu dehşetli asırda acib inkılab ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur’anını, imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi?

            “Hem iman-ı tahkikî ve taklidî ve icmalî ve tafsilî ve imanın bütün tehacümata ve vesveseler ve şübhelere karşı dayanıp sarsılmamasını beyan eden Risale-i Nur parçalarının izahatı, öyle bir cevabdır ki, bize hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.

            “İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil. Bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi, imanın o derece kesretli hakikatları var ki, binbir esma-i İlahiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatlarıyla alâkadar çok hakikatları var ki: “Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler. Evet iman-ı taklidîyi elde etmeyen, çabuk şübhelere mağlub olur. Çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratib var. O mertebelerden ilmelyakîn mertebesi, çok bürhanlarının kuvvetleriyle binler şübhelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şübheye karşı bazan mağlub olur.

            “Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esma-i İlahiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur’an gibi okuyabilecek derecesine gelir. Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zâtlara şübehat orduları hücum da etse, bir halt edemez. Ve ülema-i İlm-i Kelâm’ın binler cild kitabları, akla ve mantığa istinaden te’lif edilip, yalnız o marifet-i imaniyenin bürhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatın yüzer kitabları keşfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat Kur’anın mu’cizekâr cadde-i kübrası,olan Risale-i nur bize gösterdiği hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye; o ulema ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. İşte Risale-i Nur bu câmi’ ve küllî ve yüksek marifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’an aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem (yokluk)âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur’an ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidata (araştırmaya)ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur’an nuruyla vesile olsun.“ Emirdağ 1

            Allahım bizi ihlas-ı etem ile yaşat ve bize iman-ı kamil ile hüsn-ü hatime ver  Amin.

Risale-i Nurlardan derleyip onları bazı hakikatlar ile sösleyen,

Abdülkadir Haktanır

Sevaba Koşmak Günahtan Kaçma Gayreti 

Allahı’na inanan sevap yapmaya koşar,

Durmaz her an hayırlı işler yaparak coşar.

 

O her an Kur’anı Kerimi harfiyyen yaşar,

Yaptığı hareketiyle etrafa nur saçar.

 

Mü’minin Bu halleri insanlığa modeldir,

Asla şüphe yoktur ki bu faydalar gerçektir.

 

Mü’min yolda yürürken na mahreme bakamaz,

Karnını doyururken ağzına haram koyamaz,

 

Ticaret yaparken harama asla dalamaz,

Gayri meşru olanlarla kendini yakamaz.

 

Allahın yasak ettiği yerlere bakamaz,

Değil insana karıncaya bile basamaz.

 

Yaşlılara karşı asla saygısız duramaz,

Helal olmayan eşyaya sahip çıkamaz.

 

Anne babasına karşı hürmetsız olamaz,

Gençlere hiç şefkat ve acımasız kalamaz.

 

Dini emirleri gözetmeden iş yapamaz,

Ona verilen vücudu günahla yakamaz

 

Rabbim bizi nefisle şeytana terketme Sen,

Canu günülden Rahmanıma yalvarırım ben.

 

Fitenu fesat devrindeyiz Kurtuluş Senden,

Kanında Hak din olan bu milleti kurtar Sen.

 

İlahi düşman pusuda saldırmaya hazır.

Bizim Allahımız var herşeye karşı nazır.

 

Tüm düşmanın şerlerini başlarına patlat,

Kurdukları felaketleri bizlerden atlat.

 

Bizler dayandık Rahim olan Allahımıza,

Ondan başka kim erdirir bizi kurtuluşa?

 

Yarabbi Sana sığındık bizleri kurtar Sen

Bütün dertlerimiz için dileğımız Senden

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Nur Talebesinin Vazifesi

NUR TALEBESİ MÜRİD DEĞİL MURAD’DIR

Nur talebesinin vazifesi, sadece ve sadece tebliğdir. Şimdi yerini ve hizmet mükellefiyeti noktasındaki çizgiyi çok iyi tesbit etmesi gerektir. Sana terettüp eden görev, ciddi mükellefiyet, tebliğ ma’nâsıdır. İltibas nereden oluyor? İltibas şurada. Tebliğ çizgisini taşıyorsun, te’sir sahasına giriyorsun. İşte orada iltibas oluyor.

Risâle-i Nûrda bakın bu çok önemli. Sizinki yalnız tebliğdir, te’sir değildir. Te’sir, yalnız ve tamamen Allahtandır. Cenab-ı Allah te’siri peygamberlere dahi vermemiş. Peygamberler   de  hak namına hakikatı tebliğ edecektir. Bir elçidir, bir habercidir.

Şimdi mesela bir beldeye bundan yirmi sene önce geliyorsun. Bu beldede yirmi sene önce on kişi idi. Yirmisene sonra yine on kişi, artma yok. Fakat Onun sonra üç kişi ölmüş, on kişi yediye düşmüş. Eksilme var. İşte bizim tebliğimiz bu yedi kişiye olacak. O yirmiyi arayıp, ne olduğunu sormayacağız. Olanlarla iktifa edeceğiz derken talebelerin çoğalmasına katiyen engel olmayacağız.

Dershaneye yeni gelenlere dershaneyi ve orada yapılan dersleri gelen kardeşe  sevdirme gayretinde olacağız. Sen kendine bakacaksın: Acaba sen, sana terettüp eden tebliğ vazifesini, nefs-ül emirde istendiği ölçüde, kıvamda yaptın mı? Sen sana terettüp eden vazifeyi gerçek ma’nâda ifa ettin mi? Vazifemiz tebliğdir, te’sir ve muvaffakıyet değildir. Te’sir Allahtandır.

Hâdi (hidayat verip insanı yoluna sokan) Allahtır.

Cenab-ı Allah Peygamberlere dahi hidayet edicilik vermemiş. Bir Peygamber dilediğini Cennete götüremiyor. Dilediğini Cennete taşıyamaz. İşte Nuh (A.S.) kendi öz evladı, sular kabarıyor, Hz. Nuh: “Oğlum bin gemiye” ”Baba binmem, dağlar çok yüksektir, dağlara çıkarım”. Nuh’un (A.S.) oğlu “Dağlara kaçarım” diyor. Babası, “Oğul bugün Allahın rahmetinden kaçılacak gün mü? gemiye bin”. Binmedi, sular aldı götürdü.

Hz. İbrahim (A.S.) babasına, Resulullah öz amcasına hidayet edemiyor. Çünkü, Hâdi doğrudan doğruya Allahtır. Hidayeti Allah bahşediyor. Bakın, Cenab-ı Allah hidayeti peygamberlere vermemiş. Bilal-i Habeşi (R.A.) mescidin içinde durmadan dönerken, Hz. Ömer onun o halini görüp, gelip Peygamberimize “Bilali mescidin içinde döner halde gördüm. Aynı raksa kalkar gibi” Efendimiz “Peki sen hikmetini sordun mu?” “Ya Resulallah sormadım”. Çağırıyor Bilali, “Sen mescidde şöyle şöyle yapmışsın”. Bilali Habeşi de itiraf ediyor. “Evet ya Resulallah, ben mescidde düşündüm, “Cenab-ı Allah sana her şeyi vermiş. Ama bir şeyi vermemiş. Hidayeti. Benim gibi bir köleye hidayet ulaşır mıydı, ulaşmaz mıydı? Ben Cenab-ı Allahın Hâdi isminin tecelliyatını düşündüm. Cûş-u hurûşa geldim. Zevkimden şevkimden pervaz etmeye, dönmeye başladım”. Peygamberimiz istihsan etmiş.

Ya Allah, Ya Hâdi, bizleri de hidayetinle istikamette muhafaza et, ihlâs ile yaşat, iman ile öldür. Âmin.

Abdulkadir Haktanır

Sadece Allah’a Ayıracak Zamanınız Varsa Okuyun

Kıssadan Hisse

Sadece Allah’a ayıracak zamanınız varsa okuyun.
Bu maili aldığımda, dedim okumaya zamanım yok. Sonra böyle düşünmenin kesinlikle günümüzde birçok problemin kaynağı olduğunu fark ettim Acaba siz okuyunca ne hissedeceksiniz?
Okuyun ve düşünün bakalım.

Biz Allah’ı (cc) Cuma günleri mescide sığdırmaya çalışıyoruz.
Belki cuma gecesine, çok nadiren kalkılabilirse, yatağın sıcaklığından feragat edilebilirse de Sabah namazlarına.. ..

Ama hastalıklarımız, zayıflıklarımızda, doğal afetlerde, kısaca zorda ve çaresiz kaldığımızda hemen etrafımızda olsun istiyoruz… .
ve, hiç şüphesiz, en çok da ölümün hatırlandığı cenazelerde.

Maalesef, biz Allah’tan (cc) bunları beklerken, Allah (cc) için işte, oyunda, hayatımızın neredeyse tamamında yerimiz ve zamanımız yok…
Çünkü…
Diğer zamanlar işlerimizi kendimiz halledebiliriz düşüncesi hayatımıza girmiş.
Ya da açıkça söylersek o zamanlar Allah’a (cc) ihtiyacımız yok.
Allah’ın (cc) emir ve yasaklarına itaattir. Karşılıksız alabileceğimiz en iyi hediye namazımızdır, Hem masrafsız ve ödüller de muhteşemdir.

Allah beni affetsin, ….
O’nun hayatımda ilk sırada olmaması gerektiğini kabul ettiğim yer ve zamanların varlığından dolayı.

Her zaman O’nun bizim için yaptıklarını daima hatırlayacak zamanlarımız olmalı.

Bu mesajı idrak ettiyseniz paylaşın!!

Evet, ALLAH’ı (cc) çok seviyorum.
O benim var olma ve kurtulma kaynağım.
Beni her gün ayakta tutuyor.
O’ndan başka sığınılacak kapı olmadığını bilmek..

Onsuz hiçbirşeyim….
Diyebiliyormusunuz?
Bunun için işte size çok basit bir test.
Eğer Allah’ ı seviyorsanız ve O’nun sizin için gerçekleştirdiğ i muhteşem şeylerden utanmıyorsanız. …

bunu arkadaşlarınıza iletin.
Bunun için zamanınız varmı?
Kolay zora karşı..
-Gerçekleri söylemek neden bu kadar zor.
Aynı zamanda yalanları söylemek de bu kadar kolay?

-Neden namazda uykuluyuz da bitince aniden uyanıveririz?

-Böyle mesajları paylaşmak varken silmek neden kolayımıza gelir?

Ne gariptir, ALLAH’a (cc) inandığını söyleyip de şeytanın peşinden gitmek .

Ne gariptir, fıkraları çılgınca paylaşırız, mesajlar havalarda uçuşur da iş İslamiyetle ilgili bir mesajın iletilmesine geldiğinde iki defa düşünürüz.

Bu mesajı eğer birilerine gönderirseniz, adres listenizdeki herkese gönderebilecek misiniz? Yoksa ne tepki vereceğini bilmediğinizden ya da emin olmadığınızdan göndermeyecek misiniz?

Allah’ın bizim için ne düşündüğünden çok insanların bizim için ne düşündüğüne önem vermemiz sizin adalet terazinizle ne kadar adil görünüyor?
Herşeyden önemlisi ne kadar daha yaşayacağınızı sanıyorsunuz? …

Sizinle paylaşan: Abdülkadir Haktanır