Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Duanın Makbuliyeti Ve Usulleri

İnsanoğlu için dua bir can yeleğidir. Darda kaldığı, sıkıntılarından bunaldığı vakit başkaca yapacağı hiçbir şey yoktur, kurtuluşu duada arar. İşte böyle bir zamanda ve böyle bir zamana düçar kalmadan mü’minin Allah’a her zaman dua ederek her türlü musibet ve şerlere karşı zırhlanması gerekir. Rasûlullah bir hadîsinde “dua, müminin silahıdır, zırhıdır” buyurmuştur. Bazı cahil kimseler, günahının çok olmasının dua etmeye mani olduğunu söylerler, hayır, duasız bir yaşam düşünülemez. Zira her an bizler Allahın hidayetine, korumasına ve ihsanına muhtacız ve muhtaç olduğumuzu bile bile, Ondan yardım dilememe, Ondan bizi korumasını istememe gibi bir büyüklük içerisine giremeyiz. Allah Teâla dua etmeyenleri büyüklenenler olarak nitelemiştir. Şöyle ki:

          “Rabbiniz dedi ki: Bana dua edin ki, size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmeyi gururlarına yediremeyenler, alçalmış olarak Cehenneme gireceklerdir.” (Gafir Sûresi) Bir başka kavlinde Allah Teâla, dua etmeyen bir kuluna bakmayacağını kelamında beyan etmiştir:

         “De ki, Eğer duanız da olmazsa Rabbiniz sizin yüzünüze niçin baksın?” ve dua doğrudan ibâdetin özü ve kendisidir. Peygamben Efendimiz:

         “Dua ibadetin kendisidir.” Buyurmuştur. (Tirmizi, Davut) Yine Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Allahu Teâlâ kullarının dua ederek kendisinden istenmesini sever”O halde çokça dua ederek Allah’a olan yaklaşmamızı artırmalıyız. Her dua bizi daha fazla Allah’a yaklaştırmakta aradaki engelleri kaldırmaktadır. Kul kendisini daima Allah huzurunda hissetmeye başlamaktadır. Bu yakınlığı  sürekli kılmak için her an her şey için dua etmeliyiz. Rasûlullah Efendimiz bize şöyle demiştir: “Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin.”(Tirmizi)

         Dua eden mü’min duasının karşılığını alacağını bilmelidir: Rasûlullah (S.A M) şöyle buyurmuştur: “Kul dua ettiğinde şu üç şeyden birine kavuşur:

(1) ya ettiği dua sebebiyle günahı bağışlanır,

(2) ya peşin bir mükafata kavuşur,

(3) ve ya da ahirette karşılığını bulur.”

Evet dua ettiğimizde karşılığını mutlak alacağımızı da bilmeliyiz. Ancak bu karşılık dua ettiğimiz şeyin kendisi olabileceği gibi günahlarımıza keffaret olacak bir sevap da olabilmektedir. Çünkü bazen kul, kendisine hayırlı zannettiği şeyi diler fakat bu kendisi için hayır olmayabildiğinden Allah Teâla kulunu bu şerden muhafaza için duaya sevap vermek suretiyle icabet edebilir. Bir de dua da acele etmemek gerekiyor. Rasûlullah (A.S.M)bir hadîsinde:

           “Acele etmediğiniz müddetçe, her birinizin duasına icabet olunur (yani karşılığı verilir), Ancak şöyle diyerek acele eden var: “Ben Rabbim’e dua etim duamı kabul etmedi.” (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Davut) buyurarak duamızın kabulünde acele etmememizi söylemiştir. Bunların haricinde dualar kabul edilmektedir. Zira Allah Teâla Kur’ânında: “Siz benden dua edin ben duanızı kabul ederim.”

Ayrıca dua eden kimse ne yaptığından gafil olarak çarçabuk ve içten yapılmaması durumunda da  dua kabul edilmez: Efendimiz (SAS) bu konuda   “Allah Teâlâ kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez.” Buyurmuştur. Duayı ederken gafletten uzak kalp huzuru ile içten gelerek, ihtiyaç hissederek dua yapmalıyız ve kabul olmuyor diye acele etmeden, ümitsizliğe düşmeden, ısrarla dua kapısını çalmalıyız. Dua yaparken Allah’ın huzuruna yükseldiğimizi unutmamalıyız. Onun yardımına muhtaç olduğumuzu bilerek, çaresizliğimizi idrak ederek dua etmeliyiz. Zira bir saniyelik nefes almak için dahi o eşsiz kudretin iznine tabi olduğumuzu çok iyi bilmekteyiz. Çünkü bizim imdadımıza Allah’tan gayrısı yetişemez: Allah bir âyetinde: “Bunalıp darda kalan kulunu, (sıkıntıya düşüp çaresizlik içerisinde kıvranan kimseyi) dua edip yalvardığında imdadına yetişip yardım eden (kulunu düşmüş olduğu sıkıntıdan, elem ve kederden kurtaran) ancak ve ancak Allah Teâladır.” Hz. Yunus balığın karnına düştüğü zaman “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.”Ya Rabbi Senden başka ilah yoktur, ben gerçekten kendime yazık ettim” diye yalvarmıştı.

Öyle ise dua ederken duamızı uzatmalıyız ki dudaklarımızda başlayan dualar, yavaş yavaş kalbimize doğru inmeye başlar sonra oradan Allah’a yükselir ve göklere açılan ellerimizle de ona yaklaşmakta aradaki perdeleri açmaktayız. Rabbimizden bir şeyler isterken edepli de olmalıyız. Zira Allah Teâla dua ederken nasıl bir hal üzere dua etmemiz gerektiğini bir âyetinde şöyle beyan etmiştir:

        “Rabbinize, yalvararak ve huşu ile dua ediniz. Muhakkak ki o aşırı gidenleri sevmez. Islahından sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayınız. Korkarak ve ümitvar olarak dua ediniz. Elbette ki Allah’ın rahmeti iyi kullara çok yakındır.” (Ayet) Duayı din kardeşlerimiz için de yapmalıyız. Çünkü efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kardeşinin gıyabında, dua eden hiçbir mü’min yoktur ki, melek de “Bir misli de sana olsun” demesin” (Müslim, Davut)*

Ve gerek din kardeşlerimiz ve gerekse yakın akrabalarımız için bela bulmaları için dua yani beddua etmekten sakınmalıyız. Bilhassa, anne ve babanın gerek duası ve gerekse bedduası çabuk kabul olduğu için sonradan pişman olacağımız bedduadan şiddetle kaçınmalı, onların ıslahını dilemeliyiz. Aksi takdirde başlarına gelen belalardan kendimizi suçlayarak, huzursuz oluruz. Dönüşü olmayan bir pişmanlığa düşmemek için “Allah seni ıslah etsin” veya “sana hidayet versin” sözünü alışkanlık haline getirmeliyiz.

Dua yapacak kimsenin, duadan önce hayırlı işler yapması, duaya başlamadan önce abdest alması, kıbleye dönmesi, diz üstü oturması, ellerine göğüs hizasında yukarıya kalkık bir şekilde açık tutması, Allah ona verdiği nimetlerden dolayı tesbih ve hamdetmesi, (Sübhâne Rabbiyel aliyyil a’lel vehhâb. Sonra euzü besmele çekmek (Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm Bismillâhir Rahmânir Rahîm), sonra Rasûlullah’a salavat getirmesi, (Elhamdu lillâhi Rabbil ğâlemîn. ves salâtü ves selâmü ğalâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmeğîn.) demesi icab eder.

   Sonra tevbe etmesi, sonra yapacağı duaya başlaması ve dua ederken ihlas ile namaz kılar gibi huşu (saygı ve hürmet) duyması, sağa sola bakmaması, dua esnasında kendi duyacağı kadar kısık gizli bir sesle dua etmesi, dua bittiğinde sübhâne Rabbike Rabbil ğızzeti ğammâ yesıfûn ve selâmün alel mürselîn vel hamdu lillahi Rabbil âlemîn

   dedikten sonra ellerine yüzüne sürerek AMİN demesi duanın adabındandır.

Bazı vakitler dua için ideal vakitlerdir. Bunlardan bir kısmı şunlardır: Arefe günü, Ramazan ayı, kandil geceleri, bayram geceleri, Perşembeyi cumaya bağlayan akşamlar, Ezanlardan sonra, farz namazlardan sonra, seher vakti, gece vakitleri.

Bazı kimselerin duaları fazlaca makbul olduğundan bu kimselerin dualarını almak iyidir. Bunlardan bir kısmı şunlardır: Bilhassa ana ve babanın, Kur’an hafızlarının, mazlumun, oruçlunun, hastanın, hac vazifesini yapan kimsenin, hastanın duası daha ziyade çabuk makbul olan dualardandır.

Dualara vesile olması hasebiyle gönderilmiştir. DUA ve SELÂM

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İsrail Adında Papaz Nasıl İsmail Oldu

BREZİLYALI “İSRAİL KOMİS DU İ SONTES” UNVANLI  MEŞHUR  PAPAZIN MUSLÜMAN OLUŞU

     7 eylül 2007 “Gerçek hayat” dergisinin 24-25 sahifesinin “Söyleşi” Bölümünde Adem Özköse, Latin Amerika da İslamiyet canlanıyor başlıklı yazısında:  Müslüman olan papazın durumunu şöyle anlatmaktadır.

         Papaz Efendi!  Brezilyadaki arkadaşların diyorlar ki: Sen Brezilyada meşhur bir Papaz imişsin. Önce o unvanı nasıl kazandın, sonra: O makamları terk edip Müslüman olabilme sebebini bana anlatır mısın:

         Hıristiyan dininde olduğu gibi İslam dininde de, meşhur olma peşine koşmak iyi bir şey değildir. Çünkü insanda meşhur olma, kibirlik alametidir. Mademki kibirlilik her dinde kötü bir haslettir. her dine mensup olan kimse bu hasletten kaçmalı. Bu sebepten  meşhur olma hasleti bendede yoktu ama, İncili ezberleme isteği beni meşhur olmaya sevk etti. Çünkü papazlardan İncili ezber bilene zor rastlarsın.

         Bana anlatır mısın hangi okulda tahsil yapıp hangi mesleği bitirebildiniz?

         Benim babamın beni papaz yapmak arzusu, beni 14 yaşından başlayıp 18 yaşına oluncaya kadar “Papazların sesi” adlı Papazlar kilisesine kayıt oldum ve orada incili ezberledim.

         Ne kadar bir müddet içinde İncili ezberledin?

         – 3 senede ezberledim fakat onu ezberlerken başka kitapları da okuyordum.

          Ondan sonra ne yapıyordun?

         “Peygamberlerin sesi kilisesinde” tahsilimi bitirdikten sonra Papazlar beni San Paulo şehrine gönderdiler. orada “Allahın kilisesi” adındaki kilise de 9 sene tahsil gördüm. ondan sonra papaz oldum. Benim oradaki başarım beni 5 kiliseye müdür olmama sebep oldu. Onunla beraber kilisede görev yaparken tahsilime devam ediyordum. Orada yüksek dereceli papazlardan bilgi alıyordum. Ondan sonra Profesörlüğe yükseldim. Ben Müslüman olmadan evvel hem birkaç kilisede papaz idim hem de o kiliselere müdürlük yapıyordum.

          Bana anlatır misin nasıl Müslüman oldunuz

                   Ben önceden de Müslümanlıkla ilgili bazı şeyler biliyordum. Çünkü papaz okulunda bize ders veren papazlar Müslümanlıktan da  bahsediyorlardı. Fakat onların bize verdikleri o bilgiler tatmin edici değildi.

          Ne oldu 1997 senesinde?

         Ben 1997 senesinde Maddi Kilisesinde  müdür iken,bir gün bir papaz arkadaşım beni ziyaret etmeye geldi, onunla konuşurken benden bir ricada bulundu: Dedi ki ne olur bana yardım et kızımı kurtaralım, çünkü kızım dinimizi terk etti.  Müslümanların toplantılarına gidiyor ve Müslüman olacak. Ben ona dedim tamam onu bana gönder ben onu ikna ederim.  Bir gün arkadaşımın kızını yanıma çağırdım.

         Sonra ne oldu, kızı Hıristiyanlığa dönmesini kabul etti mi ?

         Birkaç gün sonra kızı yanıma geldi ve epey konuştuktan sonra: Kız İslami bilgiler fazla edinmediği halde İslamiyet’i kabul etmiş. Kız bana dedi senin dediklerini kabul ederim ama bir şartla, bir gün sende benimle Müslümanların toplantısına geleceksin. Bende gittim Müslüman olmak için değil, fakat orada bir şeyler öğrenip kızı daha kolay ikna etmek niyeti ile gittim,  kızı eski dinine döndürmek maksadı ile. İki gün sonra San Paul kasabasında Müslümanların toplantı yerlerine gittim.

         Oranın toplantı yeri olan, Diyanet işleri Başkanlığına gittiğin zaman seni nasıl karşıladılar?

Ben ki Latin Amerika’da meşhur biriyim, onlar beni gördükleri zaman hayret ettiler. İlk önce Lübnan lı Ahmet Ali Seyfi ile görüştüm. O beni aldı namaz kıldıkları yere götürdü. Orada Ali bey beni, daha önce ateist olan  hemşehrimiz Bilal adını almış biri ile görüştürdü. Meğer Bilal müslüman olduktan sonra çok değişmiş, Bunu da çekinmeden söyleyeyim Bilallın yüzünde apaçık bir Nur görünüyordu. Bilal’a dedim haydı bana da İslamiyet’ten bir şeyler anlat. Ve Bilal benim isteğimi kabul ederek orada 4 saat konuştu, bende onun konuşmalarını dinledim, dinlerken ben hiç konuşmadım. Onun sözleri bana o kadar  te’sir etti ki gözlerim yaşla doldu ve uyuşarak beni konuşamaz bir hal aldı.

        Bilallın hangi Sözleri sana okadar çok tesir etti?

        Bilal ilk önce Allahın birliğini bana ispat etti. Ondan sonra Allahın birliği ile ilgili Kur’ani Kerimin manasını bana açıklıyordu. o sözler bana çok tesir etti. Bilal’ın anlattıklarını rahat anlamamın sebebi de, ben çok sene Papazlık okulunda,  ilahiyatla ilgili  tahsil yapmıştım.

        Bilal ile konuştuktan sonra hemen mi İslamiyet’i kabul ettiniz?

         Hemen kabul etmedim fakat Bilal bana bir kitap hediye etti. Kitabın adı: “Kur’an, İncil ve Fen bilgileri.” idi. Bu kitabı 3 gün gece gün okudum o kitap bana o kadar tesir etti ki… İçtenlikle o kitabı okuduktan sonra inandım ki İslam dini Allahın Hak dinidir. İslam dininde Allahın birliğine inanmak o kadar tesirli imiş anladığımı size tarif edemem. İslam dinine  göre : Allahtan başka şeylerde de mübareklik bulunur. Halbuki İslam’ın şartları de insanda çok tesir yapıyormuş. İslam dini yalınız Hz. Muhammedi a.s.m. inanmayı mecbur etmiyormuş. İslam dini: Hz. Adem a.s. dan başlayarak, Hz. Musa a.s., Hz. Davud a.s., Hz. İsa a.s, ve ta Hz Muhammed a.s.m. kadar devam ediyormuş. Yani bütün Peygamberlere inanmayı İslam dini emrediyormuş.

         Papaz olduğunuz zaman Hıristiyan dinine karşı hangi şüpheniz var miydi?

         Papazlık okulunu başladığımdan itibaren günden güne şüphelerim artıyordu, onunla beraber her zaman, bana doğru yolu göstermesi için Allaha yalvarıyordum. Ama bunu da bildireyim ki:  Hz. İsa’ya karşı de  muhabbet besliyordum. Kendi kendime : “Hz. İsa Hıristiyan imiştir, acaba öteki Peygamberlerde  Hıristiyan mıydılar, diyordum.”Halbuki  İncil de 500’e yakın yerde imana ters düşen şüpheli yerler bulmuştum. Her zaman kalbimi bir ateş yakıyordu, bu ateşi benim kalbimden Hıristiyanlık silemedi. Fakat islam dinini kabul ettikten sonra kalbim rahatladı ve kabul ettim ki İslam dini bütün Peygamberlerin a.s. dinidir.

         Sen İslam dinini kabul ettikten sonra çevren senin bu halini nasıl karşıladı?

         Ben İslam dinini kabul ettikten sonra , Müslüman nasıl olunur bilmiyordum. Hıristiyan kitaplarında dine davet usulünü okumuştum ki. Müslüman olan kimse, onun dini kabul olunması için çevreye duyurması şarttır. Bu sebepten ben ailemin fertlerini topladım,  onlara Müslümanlığımı duyururken dedim ki İslam dini her Peygamberin dinidir, Hazreti Muhammed a.s.m da son Peygamberdir a.s.m.. Buna karşılık bana ilk önce: Delirdin mi diyen hanımım oldu. Oğullarım defol! bundan sonra evimizde seni kabul etmiyoruz dediler. Babam bundan sonra oğlum değilsin dedi.

         Kilise dekiler senin Müslüman olmanı nasıl kabul ettiler?

         Ne zaman çevreye duyuldu benim Müslüman oluşum, Müdürleri olduğum 5 kilisenin idarecileri çok kötü karşıladılar. Ondan sonra Kilise üyeleri ile her gün kavga yapıyorduk. Bana diyorlardı :Sen Sam Paulo şehrinin kiliselerinin adı çıkmış bir Papazısın ve bu kiliselerin müdürlerisin, Eğer geri dönmezsen çok zarar edeceksin. Bir kaç hafta kavga ettik, fakat geri dönmem için beni ikna edemediler.  Hatta büyük kilisenin müdürü, bana, döner isen  eski dinine, sana çok para vereceğiz dedi. Ben dedim katiyen kabul etmem. Bundan sonra papazlar delirdiğimi ilan ettiler. Maaşımı kestişler. Ondan sonra evime bile gidemiyordum. Daha önce o kadar bol param vardı ki başka kimseye bile iyilik yapıyordum. Ondan sonra çok para sıkıntısı şektim. Bununla beraber rahat idim, çünkü hak dini bulmuştum.

         Müslüman olduktan sonra ne yapıyordun? 

         Ondan sonra Suudi Arabistan’ın bir şehrin merkezine gittim. Orada 1 sene Kur’ani Kerim, Hadis, fıkıh ve İslam’a da’vet usulünü öğrendim. Oradan döndükten sonra, yakınlarımdan başlayarak insanları İslam’a da’vet ediyordum ve çoğunda muvaffak oldum. Yani hanımı 4 oğlumu ve diğer 17 kişiyi Müslüman olmalarına sebep oldum. Hanımım Hatice ismini kabul etti, bende daha önce İsrail idim sonra kendime İsmail ismini taktım. Ben Latin Amerika da, yani  Brezilya da halkı İslam’a  davet ederken Saudi Arabistan Kralı duymuş ve beni oraya davet etti iki ay orada Kaldım 2 ayımı Mekke ile Medinede geçirdim. Haccımı da yaptıktan sonra geri döndüm.

         Evet! Orası sebep oldu ki Allah ile Peygamberimize a. s. m. muhabbetim arttı. Döndükten sonra 2 sene halkı İslam dinine da’vet ediyordum. Kur’anın manasını anlamak için  Arapça öğrenmeyi çok istedim. Ondan sonra hiç beklemeden Bağdat üniversitenin  Rektörü beni oraya davet etti. Şimdi Bağdatta hem Arapçayı öğreniyorum hem de internet vasıtası ile Brezilyada çok tanıdığım kimselerin Müslüman olmalarına sebep oldum. Yani oradakilerden  248 kişinin Müslümanlığı kabul etmelerine sebep oldum Elhamdülillah.

         Şimdi Brezilyalıların hali ne durumda?

         Şimdi Brezilya halkı İslam’a karşı çok alaka peyda etti.Bilhassa. 11 eylül hadisesinden sonra Brezilyalılara ve bütün Latin Amerikalılara o çok tesir etti. Yani bütün halkta İslam dinine karşı bir alaka bir sıcaklık  meydana gelmesine o hadise sebep oldu. Ben öyle inanıyorum ki benim memleketimde kısa zamanda çok kimse Müslüman olacak. Fakat üzücüdür ki şartlar sınırlı, çünkü çok az kimse Hak din olan İslamiyet’i tanıyabilmiş.

Derleyip nakleden: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Sitemizden Faydalanan Şuurlu Kardeşim!

Aklıllı ve şuurlu kardeşim! Her zaman, bilhassa yirmi birinci asırda fennin ilerlediği bir asırda yaşayan insan, gözünü açıp bu âleme baktığı zaman her şeyde bir hikmet eseri görecektir. Yaratıkların hiç birinde tesadüf eserine rastlanmadığı gibi, sevki tabi (içgüdü) ile olabilecek durumda da değiller. Ancak atomlardan galaksilere kadar her şey Allah’ın yaratması ile vücut buldukları gibi sevk ve idareleri de Allah’ın ilim kudret ve iradesi ile olduğu şüphe götürmez bir hakikat olduğunu,   fennin ilerlediği bu günün insanı, bu mucize varlıkların farkına varmalıdır.

Vücudumuzun yapılmasındaki inceliklere bir bakalım! Onun inşasında kullanılan tuğlalar hükmündeki  hücrelerinden tut ta onların elementleri olan proteinlerin, amino asitlerin, RNA, DNA  moleküllerin ve bunların temel taşları olan atomlarına kadar her şeyde  görülen nizam ve intizam, bize diyor ki bu insan, ancak her şeyi hikmetle Yaratan Allah’ın eseridir .

Başımızı kaldırıp fen gözlüğü ile feza âlemine bakalım! Dünyamızdan 1,300,000 defa büyük güneşi bir yere dayandırıp bir şeye bağlamadan boşlukta durduran, kendisine bağlı olan gezegenlerle birlikte herkül burcuna doğru hareket ettiren,  O Yüce Kuvvet sahibi olan Allah’tan başka kimin işi olabilir?

Milyonlarca galaksiye milyonlarca yıldızı yükleyen, birini diğerine çarptırmadan gezdiren, döndüren, götüren, getiren Yüce Allah’tan başka kim olabilir?

Bahsettiğim bütün bu nizam ve intizamlı vaziyetler, aklını yaratılış istikametinde kullanmak isteyenlere, uyanık olanlara, büyük dersler verir. Evet! Bahsettiğim bu bilgiler Materyalist felsefeden gelen hakikatten uzak olan bilgilerden aldığından dolayı, onun manevi duyguları dumura uğradığından ötürü ona ne verebilir ki?!! Yukarıda bahsettiğim hakikatler kalp gözü görenedir, görene. Körene? Çünkü kâinatta mevcut bütün yaratıkların bir yaradılış hikmeti de , insanlara ders vermek içindir, Düşünmek içindir. Onların Sahibini bulmak içindir. Yerinde durmayıp ilerlemek içindir. Allaha itaat etme lüzumunu hissetmek içindir.

İnsanın asıl vazifesi Allah’a sığınıp ona yalvarmaktan ibarettir. Ya Rab Kudretinle tanzim ettiğin vücudumuzun o incecik faaliyetlerini, ancak Sen takip ediyorsun. Bakıp gördüğümüz şeylerden ibret almak için Sen bize göz verdin. Okuyup ders almamız için çiçeği, ağacı, ineği, sineği, ayı, güneşi, tesirli bir mektup olarak önümüze serdin.”Ferciil besara hel tera min futuur” (Haydi çevir gözü (nü), görebilirmisin her hangi bir çatlak, bir kusur?)  (Mülk 3) Ayeti ile bakmamızı ve ibret almamızı emrettin.

Ya Rab! “Bize Hakkı hak olarak göster ki ona bağlanalım. Batılı batıl olarak göster ki ondan nefret edip kaçma ihtiyacını hissedelim.” Ta! İnsana layık işleri yapmaya çaba gösterelim. İmanımızı güçlendirmek için sebepleri arayıp bulmayı, şartlarına uymayı, Rahmetinle kolaylaştır ki, helak olmayalım.

Elinde Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kitapla, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Peygamberimizin (a.s.m ) ın buyruklarına hiç şüphe etmeden boyun eğip uyalım. Uymaya ihtiyaç duyalım.

Bu nankör insan! Hayata gelmesi için ancak bir sebep olan anne babasını çok sever, mahalle muhtarını tanır, belediye başkanını tanır, patronunun ismi sorulduğunda, hiç düşünmeden cevap verir. Başbakanı sorsan bakanların ismiyle söyler de, kendini yoktan var eden Allahın varlığını bilmezse, Onun varlığına inanmazsa? Allah’ın mucize olarak yarattığı mahlukatı tabiata veya tesadüfe havale ederse, birkaç fakülte de bitirse bir insanı, insan yapan ilimlerden hiçbir şey öğrenmemiş demektir, Allah’ın yanında o bir zavallıdır. İlimden nasibini alamamış, hakikati görememiştir. Kendini iki hayatta mutlu edecek olan gerçek sebebi bulamamıştır. Ufak tefek ibadetleri yapmamak için nefis ve şeytanların desiselerine uyup inkara sapmıştır.

Bu gibiler çok acınacak haldedirler. Çünkü önünde dimdik dikilen ölüm onu rahat bırakmaz, devamlı korkutur. İçinden ya Müslümanların dediği gibi, ölümden sonra tekrar dirilme olursa? Hayatın hesabını vermek gibi bir hadise karşımda durursa? İnkarcıları ve günahkarları yakmak için cehennem kurulursa? Halim ne olur demekten uzak kalamaz ?

İnkarcıların bu sorulardan kurtulma imkanı yoktur. Akıl ile inkar etmeye çalıştıkları şeyleri, vicdanları daima bir azap içindedir kalp ile vicdan bu ikazdan kurtulamaz.

Asrımızda maddiyyunluk  ve tabiatçılık fikri, eğitim sistemimizi ve okullarımızı etkisi altına almış, insanlara Allah’ı ve ahireti unutturmak için ve insanları cehennem yolcusu etmek için çalışmış, bir iki nesli imandan mahrum bırakmıştı.

Fakat Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehâri (gündüzü) olduğu gibi, Allah Nurunu tamamlamak amacıyla, insanları inkârdan kurtarmak için,  Bediüzzaman gibi bir Zatı gönderdi. Onun yazdığı Risale-i Nur eserleri sayesinde, yalnız tahsilsizler değil, Profesörler ve sizin gibi mürekkep yalamış kimseler imanlarını kurtardılar. Dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Şimdi yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada ilim adamları bu eserler sayesinde sağlam bir inanca sahip oluyorlar.

Evet! Ölümle idam edilme korkusundan kurtulup iman hakikatine kavuşmak için her insanı aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi her insan için geçerli olduğu gibi, her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü ecdadımız asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yapmıştır. Bu sebepten benim vatandaşım, dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi takdirde diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacağını unutmasın. Bu bir gerçektir. Bu gerçeği unutmayalım, bu hakikatlerden uzak yaşamayalım vesselam.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Bu Asrın Garip Bir Özelliği

“Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yâni: Kırılacak bir cam parçasını, bâkî elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bu günlerde ihtar edildi ki; nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sâir âza vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de: Hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbabla yaralanmış; sâir letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış, vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor. Hem, nasılki bir câzibedar sefihâne ve sarhoşâne şa’şaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o câzibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de: Bu asrın hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat câzibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki ; insanın ulvî lâtifelerini, kalb ve aklını nefs-i emmarenin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

Evet; hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyle, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı Şer’iyye var. Fakat yalnız bir ihtiyâca binâen, helâkete sebebiyet vermiyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden, elmas gibi umur-u diniyeyi terkeder.

Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden berekâtın kalkmasıyle ve fakr u zaruret ve maişet ziyadeleşmesiyle, o derece o damar yaralanmış ve zedelenmiş ve mütemadiyen, ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu fani hayata celb ede ede, o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki ; ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mes’ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı, Kur’an-ı Mucizül-Beyanın tiryak-misal ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedakâr şâkirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli; sadâkatle, tam metanetle ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki ; o acib hastalığın te’sirinden kurtulsun. T: 293

BU ACİB ASRIN HAYAT-I DÜNYEVİYEYİ AĞIRLAŞTIRMASI

“Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşama şerâitini ağırlaştırıp çoğaltması ve hâcat-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle, tiryaki ve mübtelâ etmekle hâcat-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebâsından ve zulüm ve zulümatından en mücerreb bir kurtarıcı Risale-i Nur’un mîzanları ve müvazeneleriyle neşrettiği nur olduğuna kırkbin şâhid vardır. Demek Risale-i Nur’un dairesine yakın bulunanlar içine girmezse, tehlike ihtimali kavidir. T: 296

ÂHİRETİ BİLDİKLERİ VE ÎMAN ETTİKLERİ HALDE, DÜNYAYI ÂHİRETE SEVEREK TERCİH ETMEK

“Ey kardeşlerim! Bu zamanda, öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedâkârlık taşımak gerektir.

Evet îman ettikleri halde, dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi, bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ; ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı ve musibetidir. O musibet sırriyle, hakikî mü’minler dahi, bazan ehl-i dalâlete tarafdar olmak gibi dehşetli hatâda bulunuyorlar. Cenab-ı Hak, ehl-i îmanı ve Risale-i Nur şâkirdlerini, bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin âmîn. T: 310

Derleyen: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Yaşı İlerleyip Demagojiye Sapanlar

Değerli Kardeşim! İnsanlığın zirvesine erdiren Yaratıcının insanları mutlu etmek için gönderdiği hak dinden nasibini alamayan bazı kimselerin yaşı ilerledikçe kendine ümit vermek için, hiç çekinmeden akıl almaz demagoji yollarına girebiliyor. Onlardan birinin yaşı altmışa ulaştığı halde, geçen gün, madem ki Allahın sonsuz kuvvet ve gücü var, o zaman niye melekleri yaratmaya ihtiyaç hissetti dedi?

Ona cevaben dedim ki: Sen çocuk olsan öğrenmek için soruyorsun olabilir, ama sen bu yaşta iken ağzından çıkan bu kelimeler, Allaha inanmadığını gösteriyor.  Hatalarını anlamak için sana iki üç misalle açıklamaya çalışacağım.

1-Nasıl ki bir profesör doktorun 4-5 yaşındaki oğlu babasının hatalarını bulmaya kalkışsa, o çocuğun o hali çocukluğunu göstermekten başka mana çıkmaz.

2-Bir köylünün  on yaşındaki oğlu tarlanın sınırlarını babasına tarif etmeye kalkışsa bu çocuğun bu sözlerini işitenleri güldürmez mi?

3-Kuluçkadan yeni çıkan civciv kuluçkaya buğday tanelerini toplayıp yemeyi öğretmeye kalkışsa civcivin o sahada toyluğunu gösterdiği gibi. İnsanda Allaha akıl vermesi manasına gelen,  niye melekleri yarattı demesi yukarıdaki misallerden bin defa daha akılsızlıktır.

Sen Allahı bir insan mı zannediyorsun ki haşa ve kella Allahın hatalarını bulmağa kalkıyorsun. Niye bilmiyorsun ki Allah her şeyi hikmetle ve en mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Bu sebepten Ayeti kerimede: “O yaptıklarından sorumlu tutulmaz fakat onlar (insanlar) yaptıklarından sorguya çekilirler.”(Enbiya ayet 23)

Sen niye şükretmek için, kendi boyuna bakıp demiyorsun , çok şükür 50 cm. küçük kalmadım 5 metrede büyük olmamışım. Ön dişlerim arkada olsa idi halim ne olurdu. Yine kendine demelisin, gözlerim çukurlarda değil de alnımda olsa idi halim ne olurdu? Hatta çukurlarda olmakla beraber onlara otomatik kapaklar Allah koymasa idi halim ne olurdu demiyorsun. Hatta iki yüz milyar galaksi’ye iki yüzer milyar yıldızı yükleyip çarpıştırmadan döndüren ve bir mm. karede 8.000.000 hücre sığıyor işte o hücrelerin bir tanesinden senin vücudunu 96500 km  damarla donatan Allahın kudretini görmeyip her az bir şeye ve incelikleri mucizevari bir vücuda sahip olduğunu görüp düşünmeden niye melaikeleri yarattı deyebilmek, bu söz gençler için belki bilmediğini öğrenmek için olabilir, fakat senden çıkan bu kelime İmansızlığın eseridir. Halbuki, Şairin dediği gibi,

“İdraki meâli bu küçük akla gerekmez,

Zira şu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”

(Bu büyük işleri düşünmek gerekmez, çünkü bu akıl terazisi o ağırlığı çekemez.)

Niye diyemiyorsun da böyle olumsuz yerlere burnunu sokuyorsun. Halbuki bir Müslüman buluğ çağından başlayıp, Namaz, Oruç, Hac, Zekat gibi ibadetlerini 60 yaşına kadar noksansız yapsa, sonra ben görmediğim için melek veya şeytana inanmam dese, “Hakim” olan Allah her şeyi hikmetle yaptığını inkar etse, Yaptığı bütün ibadetleri yanar. Yeniden İman edip Şehadet getirmesi lazım. Nikahını yenilemesi lazım. Yeniden ibadetlerine başlaması lazım. Bunları yaparsa eğer ondan sonra Müslüman cemaata kendini atmış olur. Yoksa bir kafir gibi hayat sürer.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org