Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Mübarek Ramazandan Ayrılırken

Rahmet ayından ayrılırken, Ondan kim ne aldı,

Kimi  hakkını verdi, kendini  sevaba saldı.

 

Kimisi, dünyaya aldanırken gaflete daldı,

Bazısı günaha aldanarak sevapsız  kaldı.

 

Zavallı milletin çoğunluğu, imandan oldu,

Hiç çekinmeden, şehit torunu günaha doldu.

 

Çünkü, önüne gelene çekinmeden saldırdı,

Murdar haramları, kendi malıymış gibi aldı.

 

Ne yazık ki, ister istemez mezara girecek,

Dini yaşamayana, kötü azaplar çekecek.

 

Onlar için bayram ne gezer, hesapsız kahır var,

Kâfirler gibi oruçsuzlara, bayram ne arar.

 

Bunlara  bayramda, yalınız  tatlı yemekler var,

Âhirette onlara, cehennemlerde  yanmaklar.

 

Bilhassa sokakta yarım çıplak gezinen kızlar,

Cehennem için, o çıplaklar kızlar ilk yakıtlar.

 

Burada ki işin hesabı, orda verilecek,

Hesaptan sonra, müthiş cehenneme girilecek.

 

Düşman nefisle şeytanına uyan, bu insanlar,

Cehennemde, Çok fena çekecekler azaplar.

 

Ve lakin, din ve imanına saygılı olanlar,

Onlardır kurtulanlar ve mükâfat alanlar.

 

Ramazanda, saygı ve hürmetle oruç tutanlar,

Cennetlerde hiç beklenmeyen zevklere dalarlar.

 

Orada sonsuz bir zaman, mutlulukta kalırlar,

Hiç tahmin etmedikleri  lezzetleri alırlar.

 

Bin senelik zevk, cennetin bir saatine değmez,

Cennette bir sene tat, Allahı görmeye ermez,

 

Orucunu tutanların bayramı bayram ola,

Onlar cennette, hurilerle gezerler kol kola.

 

Kardeş! Sıcakta ki orucun için pişman olma,

Senin oruçlu günlerin tatlıdır mutsuz kalma.

 

Sen çok tebrikler hakkettin, bayramın bayram ola,

İki hayatta kalbin, Rabbin Nuru ile dola.

 

Hayatın sona kadar, Rabbin Nuru ile dolsun,

Sen hak ettin Ramazandaki Bayramın bayram olsun.

 

Büylece senin her iki hayatın bayram ola.

En son cennette hurilerle gezecen kol kola.

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

 

Haydi Ters Cevap Ver

Üstadın: “İman İnsanı İnsan Eder Belki Sultan Eder, Sözünü Mevlada Görelim.

Haydi ters cevap ver
Âlim bir zat, “Bugün Mevlana, tertip edilen bu mecliste ne söylerse, karşı gelip, ters cevap vereceğim” dedi. O sırada Hazret-i Mevlana kapıdan içeri girip buyurdu ki: Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah diyorum. Haydi, ters cevap ver bakalım.

Bu hâli gören o kibirli âlim, tevbe edip üstadın elini öperek sadık talebelerinden oldu.

Ona layık ibadeti kim yapabilir
Hanımı anlatır:
Bir gün namaza durdu. Kur’an-ı kerim okuyor, bir taraftan da gözlerinden yaşlar akıtıyordu. Evdekilerle birlikte onun bu hâline hayretle bakıyorduk. Namazdan sonra her zamanki gibi tesbihini çekip duasını yaptı. Onun bu hâli bana çok tesir etti, ağlamaya başladım. Sonra; “Ey efendi, biz günahkârların ümîdi sensin. Bu kadar çok ibadetinle, böyle korkar, ağlar, yalvarırsan, biz bu tembel hâlimizle kıyâmette ne yaparız” dedim.

Yemîn ederek şöyle söyledi:
Allahü teâlânın bana verdiği nîmetlerin, ihsânların yanında benim yaptığım ibadet, yalvarışlar ve bütün hareketlerim, ziyâde kusûr ve nihâyetsiz eksiklikten başka bir şey değildir. Bütün bu korku ve yakarışlarımla; Ey Kerîm olan Allah’ım! Benim gibi bir âcizin, bir çâresizin kuvveti ve tâkatı ancak bu kadardır, mâzur buyur yâ Rabbî demek istiyorum. Yoksa Ona lâyık bir ibadeti kim yapabilir?

Sen kurt oluyorsun
Bir gün Selçuklu Sultanı İzzeddîn Keykâvus, onu ziyarete gelmişti. Hazret-i Mevlana ona sultanlara gösterilen iltifatı göstermedi. Sultan bu hâle şaştı ve tevâzu ile; “Efendim, bana nasihat edin” dedi.

Sultana şunları söyledi:
Sen nasihatten anlar mısın? Sana, kuzulara çoban ol denmiş, sen kurt oluyorsun. Sana, insanlara bekçi ol denmiş, sen hırsız oluyorsun. Seni sultan yapan Allahü teâlânın değil de, şeytanın sözü ile hareket ediyorsun.

Sultan ağlayarak dışarı çıktı. Medresenin kapısında başını açıp tevbe etti; Yâ Rabbî, Mevlana bana senin adına söyledi. Ben zavallı kul da sana yalvarıyorum. Bana acı ve beni doğru yolda bulundur diyerek pişmanlık içinde oradan ayrıldı.

Bu altınları çamura atın
Selçuklu Sultânı Rükneddîn, Hazret-i Mevlana’ya beş kese altın gönderdi. Talebelerinden Mecdüddîn, altınları arz edince; Hazret-i Mevlana, “Beni seviyorsan, bu altınları dışarıdaki çamurun içine at” buyurdu. Emir hemen yerine getirildi.

Dünyâya düşkün olan kimseler bunu duyup, çamurun içinde altınları aramaya başladılar. Fakat üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hâle geldi.

Hazret-i Mevlana, talebelerine onların bu durumlarını göstererek buyurdu ki:
Bu altınlar, şu gördüğünüz dünyâ ehlinin üstünü başını batırdığı gibi, ahiret ehli olanların da kalbini kirletir. Çeşitli günahlara sevk edip, ibadetlerden alıkoyar. Dünya için çalışmayın demek istemiyorum. Dünya malının sevgisini kalbinize koymayın diyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmak lazım gelir. Burada dikkat edilecek nokta; hırsa kapılmadan kanâat üzere bulunmaktır. Dünyada, ahiret saadeti için çalışmalı, kazanmalı, niyeti düzeltmelidir. Çünkü İslamiyet, insanlara faydalı olmayı emreder. En büyük saadet, en büyük sermaye, helâlinden kazanıp, hayır ve hasenât yaparak ahirete göndermektir. Buna rağmen asıl sermaye, mal, mülk, para sahibi olmak değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlak sahibi olmaktır.

Altın yapma ilmi
Bedreddîn Tirmizi isimli bir zat, simyâ ilmi ile uğraşırdı. Hazret-i Mevlana’nın ismini duyarak Konya’ya ziyaretine geldi. Önce oğlu Sultan Veled’e uğrayarak, yapacağı altınlardan her gün bir miktar Mevlana’nın talebelerine vereceğini vaat etti. Bu haberi Mevlana’ya ulaştırdılar, fakat o hiç cevap vermedi. Birkaç gün sonra Bedreddîn’in çalıştığı yere gitti. Bedreddîn simyâ ilmiyle altın yapmaya çalışıyordu. Mevlana’nın geldiğini görünce, ayağa kalktı. Mevlana, oradaki demirden, bakırdan ve diğer madenlerden yapılmış eşyaları teker teker alıp Bedreddîn’e vermeye başladı. Bedreddîn, her eline gelen eşyanın som altından yapılmış olduğunu hayretle gördü.

Bedreddîn’in şaşkın bir hâlde kendisine baktığını görünce Hazret-i Mevlana ona buyurdu ki:
Kardeşim, simyâ ile uğraşmayı bırak. Çünkü sen ahirete gidince, simyâ dünyâda kalacaktır. Sen öyle bir simyâ ile uğraş ki, seninle beraber ahirete gitsin. İşte o da din ilmidir. Bu, kalbden mâsivâyı, yani Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisini çıkarıp, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri kalbe doldurmakla olur.

Mevlana (ksa)’ya havale olundu
Sultan Mahmud’un saray nazırlarından Halet efendi, mevlevi idi. Mevlana Halid-i Bağdadinin şöhret ve itibarını çekemeyerek kendisini halifeye çekiştirdi ve (Onbinlerle adamı vardır. Devlet ve saltanat için tehlikelidir. Ortadan kaldırılması lazımdır) dedi. Sultan Mahmud da (Gerçek din adamlarından devlete zarar gelmez) diyerek sözüne kıymet vermedi. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri bunu işitince, halifeye hayır ve selametle dua edip (Halet efendinin işi, piri Celaleddin-i Rumi hazretlerine havale olundu. Onu huzuruna çekip, cezasını verecektir) buyurdu. Az zaman sonra sultan Mahmud han, Mora isyanına sebep olduğu için, onu Konya’ya sürdü. Orada idam olundu.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Emri Münker Nehyi Maruf Ortalığı İstila Ettiği Zaman

Emri Münker Nehyi Maruf Ortalığı İstila Ettiği Zaman, Emri Maruf Nehyi Münker Çok Kıymet Kazanır

Sual: Amellerin en kıymetlisi nedir?
CEVAP
Zamana ve şahsın haline göre değişir. Nitekim hadis-i şerifte, (En kıymetli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyilik etmek, sonra da Allah yolunda cihaddır) buyurulduğu gibi, (Amellerin en iyisi yemek yedirmektir), (Gece herkes uykuda iken namaz kılmaktır), (Selam vermeyi yaymaktır), (Allahü teâlâyı anmaktır), (Elinden ve dilinden kimsenin incinmemesidir), (Az da olsa devamlı olan ameldir) diye bildirilmiştir. (Berika)

Peygamber efendimiz, (En kıymetli amel)i, soranların hallerine ve içinde bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol bulunduğu; fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir bardak su vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur. Vahşi hayvanların veya düşmanların saldırısına veya tehlikeli bir hastalığa maruz kalan kimsenin ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer iyiliklerden daha üstün olabilir. Bir kimseyi ebedi felaketten kurtaran sağlam bir imana sahip olabilmesine sebep olabilmek, ise hepsinden daha kıymetlidir. İslamiyet’in başlangıcında amellerin en kıymetlisi cihad idi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(En kıymetli amel cihaddır.) [Taberani]

(Müşriklere karşı, mal, can ve dilinizle cihad ediniz!) [Hakim]

(Cihadı terk eden millet, mutlaka genel bir belaya maruz kalır.)
 [Taberani]

(İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.) [İ.Ahmed]

(Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, münafık olarak ölür.)
 [Müslim]

(En faziletli cihad, canı ve malı ile müşriklerle mücadeledir.) [Nesai]

(Fi-sebilillah cihad edin, böyle cihad, Cennet kapılarını açmaktır. Cihad edenin sıkıntıları gider.)
 [Hakim]

(Allahü teâlâ, bir ok yüzünden üç kişiyi Cennete koyar. Oku yapanı, atmak için ona vereni ve Allah yolunda o oku atanı.)
[Hatib]

Cihad bu kadar faziletli olduğu halde, emri maruf daha kıymetlidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emri maruf ve nehyi anil münker sevabı yanında denize göre, bir damla su gibidir.) [Deylemi]

İbni Âbidin hazretleri ise, (Fıkıh âliminin Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar)

[Kur’an-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere “Maruf”, bunlara uymayan şeylere de “Münker” denir. Müctehidlerin sözbirliği ile yasak edilen şeylere de “Münker” denir.]

Günümüzde en kıymetli amel, yayın yolu ile (Emri maruf) ve (Nehyi münker) yapmaktır. Ehl-i sünnet itikadını yaymalı, gayrimüslimlere ve sapıklara gerekli cevap verilmelidir! Bu yol ile cihad edenler yardımda bulunanlar, cihad sevabına ortak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah yolundaki bir mücahidi giydirip kuşatan veya onun çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını gören harbe gitmiş gibi sevaba kavuşur.) [Hakim]

Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yaymaya çalışmalıdır. Fetava-yı Hindiyye’de diyor ki:
(Hayrat, hasenat yapmak isteyen kimsenin, [hastane gibi] umuma yarayan bina yapması, köle azat etmesinden daha efdaldir, daha iyidir. Din, fen, ahlak gibi faydalı kitaplar neşretmek, her şeyden daha efdaldir. Fıkıh kitapları hazırlamak, neşretmek, nafile ibadetler yapmaktan daha sevaptır.)

İslam’a hizmet ederken
Müslüman olarak yaşayan, İslam’a hizmet ederken sıkıntı çeken, eza ve cefaya katlanan ve bu yolda saçı sakalı ağaran kimse Cennete gider. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ayakları Allah yolunda tozlanana, Cehennem haramdır.) [Buhari]

(Saçını, sakalını Müslüman olarak ağartan affolunur.) [Mektubat-ı Rabbani]

Müslümanın tek gayesi ahirete hazırlanmak olmalıdır!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kaygısı yalnız ahiret olanın diğer kaygılarına Allahü teâlâ kâfi gelir. Kaygısı dünya olana ise, sahip çıkmaz.) [İ.Mace]
Allah rızası için çalışan, dünya nimetlerine de kavuşur. Ama dünya için çalışan, ahiret nimetlerinden mahrum kalabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, ahiret için çalışana dünyayı verir, fakat dünya için çalışana, ahireti vermez.) [Deylemi]


Emri maruf farzdır
Sual: 
İmam-ı Rabbani, (Emri bil maruf ve nehyi anil münker Peygamber efendimizin sünnetinden, belki İslamiyet’in vaciplerinden ve farzlarındandır) diyor. Emri maruf sünnet mi, vacip mi, farz mı?
CEVAP
Emri bil maruf ve nehyi anil münker farzdır. Farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran 104]

Vacip de, yalnız kullanıldığı zaman genelde farzdır, şarttır anlamındadır. Mesela bu işi yapmak vaciptir demek şarttır, farzdır demektir. Farz ve vacip denilince, o zaman farz ile sünnet arasındaki hüküm anlaşılır. Mesela namazın farzları ve vacipleri var denince burada vacip, herkesin bildiği vaciptir.

Yukarıda vaciplerinden ve farzlarından deniyor. Bu, şartlarından ve farzlarından demek oluyor. Birbirini kuvvetlendirmek için söylenmiştir.

Sünnet de, tek başına kullanılınca İslamiyet anlamına gelir. Mesela (Sünnetimi terk edene şefaat etmem) demek, Müslüman olmayana şefaat etmem demektir. Yoksa büyük günah işleyenlere de şefaat vardır. Yukarıda emri maruf farzı için, Peygamber efendimizin sünnetinden demek, Peygamber efendimizin yaptığı farzlardan biridir demektir.

Kelimenin tek manası ile hareket edilirse yanlış neticeye varılır.


Hakkı kabul etmemek
Sual:
 Samimi olduğum arkadaşlarıma bile emri maruf yapamıyorum. Mesela birine, (Seni sabah namazında göremiyorum) desem, teşekkür etmeyi bırakın, ne bahaneler buluyor. Bu da yetmiyor. Sen benim kusurlarımı mı arıyorsun? Sen de şunları yapıyorsun ya diyor. Bir hakkı kabul etmemek neden ileri gelir?
CEVAP
Hakkı kabul etmemek kibirden ileri gelir. Kibirli kimse, tenkit edilmekten hiç hoşlanmaz. Kendi ayıplarını görmeyip başkalarının kusurları ile meşgul olur. Bir çocuk bile, bir cahil bile bize bir nasihat verse, onu memnuniyetle kabul etmeliyiz. Bir hadis-i şerif meali:
(Bir kimseye dini bir öğüt tebliğ edilirse, bu, Allahü teâlâ tarafından gönderilen bir nimettir. Şükrederek onu kabul etmesi ne iyidir. Kabul etmezse Allahü teâlâ onun günahını arttırır ve ona daha fazla gazap eder.) [İ.Asakir]

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Emri Maruf Nehyi Münkerin Zamanı Ve Ehemmiyeti

Sual: Emri maruf ve nehyi münkeri kimler, nasıl yapabilirler? Kimlere yapabilir? Ne zaman farz olur, ne zaman caiz olmaz?
CEVAP
Emri bil maruf ve nehyi anil münker, farz-ı kifayedir. Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir.

Emri maruf çok mühimdir. Emri maruf yapılmazsa, ilim yok olur. Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahitleri vardır. Bunlar, emri maruf ve nehyi münker yapanlardır.) [İ.Gazali]

Böyle mühim olan emri marufun bazı şartları vardır. Mesela emri maruf yapan, aynı kötülükleri kendisi işlememelidir. İşlerse sözü tesirli olmaz. Kur’an-ı kerimde mealen, (İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?) buyuruluyor. [Bekara 44]

O halde emri maruf yapan, ilmi ile amil olmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İsra gecesinde, ateşten makaslarla dudakları kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da “İyilikle emreder kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat kendimiz sakınmazdık” diye cevap verdiler.)                             [İbni  Hibban]

(Emri maruf ve nehyi münkeri, rıfk ve hilm sahibi fakihler yapar.) [İ.Gazali]

Emri maruf çok mühim olduğu için, insan, kendisi her iyiliği yapamazsa ve her kötülükten kaçamazsa da, gücü yetiyorsa, emri marufta bulunması gerekir. Hazret-i Enes, (Ya Resulallah, tamamen yapamadığımız bir şeyi emretmeyelim mi? Kendimiz tamamen sakınamadığımız bir şeyi nehy etmeyelim mi?) diye sual edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Her ne kadar iyiliğin hepsini yapamasanız ve her ne kadar kötülükten sakınamasanız da, emri maruf ve nehyi münker yapınız!)           [İ. Gazali]

Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
(Söz ve yazı ile emri maruf âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise devletin vazifesidir.) [Hadika]

Emri marufun önemi
Sual: Herkesin emri maruf ve nehyi münker yapması, [iyiliği emredip kötülüğü önlemeye çalışması], mesela, bir haksızlık karşısında eylemlerde bulunması, farz değil mi? Haksızlık karşısında susmak caiz midir? Yoksa bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mı diyelim?
CEVAP
Emri maruf, farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.)                           [Âl-i     İmran 104]

Maruf, dinimizin emrettiği, münker ise, dinimizin yasakladığı işlerdir. Emri maruf yapılmazsa, ilim yok olur, cahillik, fitne ve fesat her yeri kaplar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fitne [bid’at, sapıklık, küfür] yayıldığı zaman, hakikati, doğruyu bilen bir kimse, [imkanı nispetinde, söz ile, yazı ile, gazete, dergi, radyo, tv ile] başkalarına [mümkün olan her yere ve herkese] bildirsin, [imkanı var iken, bir engel de yok iken bildirmezse], Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!) [Deylemi]

(Fitne ve fesat yayıldığı, Müslümanlar aldatıldığı zaman, doğruyu bilenler, herkese anlatsın! Anlatmazsa, Allahü teâlânın, meleklerin ve insanların laneti onun üzerine olsun!)             [Ebu Nuaym]

(Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun! Allah, böyle âlimlerin, ne farzlarını, ne de başka ibadetlerini kabul etmez.) [Ebu Nuaym]

(Bid’atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese söylesin! Eğer söylemeyip gizlerse, Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiği
Kur’an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir]

(Bid’atler zuhur edip, Eshabıma kötü sözler söylendiği zaman, doğruyu bilen, herkese söylesin! Söylemezse Allahü teâlâ böyle âlime lanet eder.) [Deylemi]

(Ümmetimin bir kısmı, kabirlerinden maymun ve domuz şeklinde kalkar. Bunlar Allah’a isyan edenlere, nehyi münker yapmayan kimselerdir.) [Ebu Nuaym]

(Bir toplumda, gücü yettiği halde, günah işleyenlere, mani olmayanlar, ölmeden önce de, Allahü teâlânın azabına maruz kalırlar.) [İbni Mace]

(Kötülük men edilmezse, azap o milletin hepsine birden iner.) [Hakim]

(Geçmiş ümmetlerden bir kısmı çeşitli azaba uğradı. Bunların arasında iyiler yok muydu?) denildiğinde, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Hep birlikte helak oldular. Zira günah işlenirken iyiler susmuştu.) [Taberani]

Âlimlerin, güçleri yettiği kadar, fitneye sebep olmadan idarecilere, emri maruf yapması gerekir. Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, hak yolu gösteren bir söz söylemektir.) [Tirmizi]

Emri maruf yaparken, fitne çıkarmamaya çok dikkat etmelidir. Faydası olmayacağı ve zarar geleceği bilindiği halde, her günah işleyene emri maruf yapmaya kalkmak doğru değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette, bir kimseye, günah işleyene, niçin engel olmadığı sorulacak, o da, “Onun zararından korktum, Allah’ın affına güvendim” diyecek ve mazur görülecektir.)           [İ Mace]

(Zalimin zulmünü değiştiremediyse, oradan hicret edilmelidir.) [F.Bilgiler]

(Bozuk bir işi [nasihat ederek ve diğer meşru yollarla] düzeltemezseniz, sabredin! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyheki]

Son hadis-i şerif, saldırganlığı değil, meşru yollardan öğüt verip sabretmeyi emretmektedir.
Kudreti varken, gücü yeterken, haram işleyene mani olmamak müdahene olur.

Müdahene, dünyalık ele geçirmek için, dinden taviz vermektir. Haram işleyene veya yanında bulunanlara olan saygısı yahut dine olan bağlılığının gevşekliği, müdaheneye sebep olur.

Günah işleyene müdahale
Fitne olmadığı, yani dinine veya dünyasına zarar olmadığı zaman, haram ve mekruh işleyene mani olmak gerekir. Mani olmamak, susmak haram olur.

Müdahene etmek, haram işlemeye razı olmayı gösterir. Susmak çok yerde iyi ise de, gücü yetenin hakkı, hayrı söyleyecek yerde susması yanlıştır.

İlmin zekatı, ancak ilmi öğretmekle ödenir. Âlimin mürekkebi, şehidin kanından üstün olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir.

Hazret-i Ebu Bekir, (Ya Resulallah, müşriklerle savaştan başka cihat var mı) diye sorunca, Peygamber efendimiz cevap olarak buyurdu ki:
(Evet, şehitlerden üstün mücahitler vardır. Emri maruf yaparlar, salihleri sever, facirlere buğzederler.) [Tibyân]

Dinimizin temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Bunlar öğretilmezse, İslamiyet yıkılır, yok olur.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu Cehennem ateşinden koruyun!) [Tahrim 6]

En kıymetli amel
Sual: Amellerin en kıymetlisi nedir?
CEVAP
Zamana ve şahsın haline göre değişir. Nitekim hadis-i şerifte, (En kıymetli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyilik etmek, sonra da Allah yolunda cihaddır) buyurulduğu gibi, (Amellerin en iyisi yemek yedirmektir), (Gece herkes uykuda iken namaz kılmaktır), (Selam vermeyi yaymaktır), (Allahü teâlâyı anmaktır), (Elinden ve dilinden kimsenin incinmemesidir), (Az da olsa devamlı olan ameldir) diye bildirilmiştir. (Berika)

Peygamber efendimiz, (En kıymetli amel)i, soranların hallerine ve içinde bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol bulunduğu; fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir bardak su vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur. Vahşi hayvanların veya düşmanların saldırısına veya tehlikeli bir hastalığa maruz kalan kimsenin ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer iyiliklerden daha üstün olabilir. Bir kimseyi ebedi felaketten kurtarıp, sonsuz nimetlere kavuşmasına sebep olmak ise hepsinden daha kıymetlidir. Bu bakımdan İslamiyet’in başlangıcında amellerin en kıymetlisi cihad idi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(En kıymetli amel cihaddır.) [Taberani]

(Müşriklere karşı, mal, can ve dilinizle cihad ediniz!) [Hakim]

(Cihadı terk eden millet, mutlaka genel bir belaya maruz kalır.) [Taberani]

(İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.) [İ.Ahmed]

(Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, münafık olarak ölür.) [Müslim]

(En faziletli cihad, canı, malı ile müşriklerle mücadeledir.) [Nesai]

(Fi-sebilillah cihad edin, böyle cihad, Cennet kapılarını açmaktır. Cihad edenin sıkıntıları gider.) [Hakim]

(Allahü teâlâ, bir ok yüzünden üç kişiyi Cennete koyar. Oku yapanı, atmak için ona vereni ve Allah yolunda o oku atanı.) [Hatib]

Cihad bu kadar faziletli olduğu halde, emri maruf daha kıymetlidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emri maruf ve nehyi anil münker sevabı yanında denize göre, bir damla su gibidir.) [Deylemi]

İbni Âbidin hazretleri ise, (Fıkıh âliminin Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar)

[Kur’an-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere “Maruf”, bunlara uymayan şeylere de “Münker” denir. Müctehidlerin sözbirliği ile yasak edilen şeylere de “Münker” denir.]

Günümüzde en kıymetli amel, yayın yolu ile (Emri maruf) ve (Nehyi münker) yapmaktır. Ehl-i sünnet itikadını yaymalı, gayrimüslimlere ve sapıklara gerekli cevap verilmelidir! Bu yol ile cihad edenler yardımda bulunanlar, cihad sevabına ortak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah yolundaki bir mücahidi giydirip kuşatan veya onun çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını gören harbe gitmiş gibi sevaba kavuşur.) [Hakim]

Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yaymaya çalışmalıdır. Fetava-yı Hindiyye’de diyor ki:
(Hayrat, hasenat yapmak isteyen kimsenin, [hastane gibi] umuma yarayan bina yapması, köle azat etmesinden daha efdaldir, daha iyidir. Din, fen, ahlak gibi faydalı kitaplar neşretmek, her şeyden daha efdaldir. Fıkıh kitapları hazırlamak, neşretmek, nafile ibadetler yapmaktan daha sevaptır.)

İslam’a hizmet ederken
Müslüman olarak yaşayan, İslam’a hizmet ederken sıkıntı çeken, eza ve cefaya katlanan ve bu yolda saçı sakalı ağaran kimse Cennete gider. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ayakları Allah yolunda tozlanana, Cehennem haramdır.) [Buhari]

(Saçını, sakalını Müslüman olarak ağartan affolunur.) [Mektubat-ı Rabbani]

Müslümanın tek gayesi ahirete hazırlanmak olmalıdır!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kaygısı yalnız ahiret olanın diğer kaygılarına Allahü teâlâ kâfi gelir. Kaygısı dünya olana ise, sahip çıkmaz.) [İ.Mace]

İmam-ı Rabbani hazretleri, (Ahireti isteyene, Allahü teâlâ, keremi ile, dünyasını da verir. Ahireti verip dünyayı almak delilik ve akılsızlıktır) buyuruyor.

Allah rızası için çalışan, dünya nimetlerine de kavuşur. Ama dünya için çalışan, ahiret nimetlerinden mahrum kalabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, ahiret için çalışana dünyayı verir, fakat dünya için çalışana, ahireti vermez.) [Deylemi]

Emri maruf farzdır
Sual: İmam-ı Rabbani, (Emri bil maruf ve nehyi anil münker Peygamber efendimizin sünnetinden, belki İslamiyet’in vaciplerinden ve farzlarındandır) diyor. Emri maruf sünnet mi, vacip mi, farz mı?
CEVAP
Emri bil maruf ve nehyi anil münker farzdır. Farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran 104]

Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir.

Belki kelimesi her zaman ihtimal manasında değildir. Bazen elbette öyle demektir, kesinlik ifade eder.

Vacip de, yalnız kullanıldığı zaman genelde farzdır, şarttır anlamındadır. Mesela bu işi yapmak vaciptir demek şarttır, farzdır demektir. Farz ve vacip denilince, o zaman farz ile sünnet arasındaki hüküm anlaşılır. Mesela namazın farzları ve vacipleri var denince burada vacip, herkesin bildiği vaciptir.

Yukarıda vaciplerinden ve farzlarından deniyor. Bu, şartlarından ve farzlarından demek oluyor. Birbirini kuvvetlendirmek için söylenmiştir.

Sünnet de, tek başına kullanılınca İslamiyet anlamına gelir. Mesela (Sünnetimi terk edene şefaat etmem) demek, Müslüman olmayana şefaat etmem demektir. Yoksa büyük günah işleyenlere de şefaat vardır. Yukarıda emri maruf farzı için, Peygamber efendimizin sünnetinden demek, Peygamber efendimizin yaptığı farzlardan biridir demektir.

Kelimenin tek manası ile hareket edilirse yanlış neticeye varılır.

Hakkı  kabul etmemek
Sual: Samimi olduğum arkadaşlarıma bile emri maruf yapamıyorum. Mesela birine, (Seni sabah namazında göremiyorum) desem, teşekkür etmeyi bırakın, ne bahaneler buluyor. Bu da yetmiyor. Sen benim kusurlarımı mı arıyorsun? Sen de şunları yapıyorsun ya diyor. Bir hakkı kabul etmemek neden ileri gelir?
CEVAP
Hakkı kabul etmemek kibirden ileri gelir. Kibirli kimse, tenkit edilmekten hiç hoşlanmaz. Kendi ayıplarını görmeyip başkalarının kusurları ile meşgul olur. Bir çocuk bile, bir cahil bile bize bir nasihat verse, onu memnuniyetle kabul etmeliyiz. Bir hadis-i şerif meali:
(Bir kimseye dini bir öğüt tebliğ edilirse, bu, Allahü teâlâ tarafından gönderilen bir nimettir. Şükrederek onu kabul etmesi ne iyidir. Kabul etmezse Allahü teâlâ onun günahını arttırır ve ona daha fazla gazap eder.) (İ.Asakir)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İnsanın Olgunluğu Eğitimden Geçer

Her insan çocukluğunda ne alırsa ölünceye kadar onu kendinden kolay atamaz. O çocuğu yetiştiren anne baba ve okul olduğu için onlar ona ne verdi iseler, çocukta o vardır, başka almamış ki, onda olsun.

Bizim Çocuklarımız okullarda lazım olan manevi eğitimi ileride alacaklarından devletimizden ümit kesmiyoruz.  Çünkü, bu devlet bizim devletimiz, devletimize vatani hizmetten vergimize kadar, borcumuzu noksansız ödeyerek vazifemizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Oradan yavrularımıza tam bir din terbiyesi alma izni çıkıncaya kadar, bu yük tamamen  anne babaya kalıyor.

Çocuk terbiyesi daha evlenmeden önce başlar. Çünkü, anne baba denen bu velinimetler ve insanların çoğalmasına sebep olan bu bey ile hanım, kendileri manevi terbiye almaları lazım ki, onlardan doğacak evlatlar da terbiyeli olabilsinler. Yani evlenenlerin anne ile babaları onları iyice yetiştirecekler, sonra onların yetiştirdikleri bu yeni evlenmişlere Allah’ın ihsan edeceği  evlatların yetişmesinde onlar dikkat gösterip yetiştirsinler. Eğitimde, baba evin geçimini temin için dışarıda çalıştığı için, fazla anneye düşüyor.  Annenin din terbiyesi evlatlara daha tesirli ise de, evin reisliği gibi, çocuk eğitiminde hassas davranıp takip etmek, yine babaya düşer. Çünkü Şan-ı yüce Allah “Erkekler, kadınlar üzerinde hakim dururlar”(Nisâ 34) Âyet-i Kerimesi ile evde aile reisi olarak babayı tayin etmiştir de ondan.

Bir baba evlatlarının ahlaklı ve dindar yetişmesinde ne kadar ilgilendi ise ve yetişmeleri için ne kadar uğraştı ise, o baba o kadar Müslüman’dır daha öteye gidemez. dikkat edin, ne kadar ilgilenip uğraştı ise diyorum. Çünkü; tesir onun elinde değil, Allah’ın elindedir. İnsanların çoğu kendini suçsuz çıkarmak için, “Eh ben ne yapayım yazda çocuğu hocaya gönderdim, okumadı.” Ondaki  gayretin hepsi bu kadar. Çocuğu hocaya gönderirken, gündüz işini bırak demiyorum, akşamları televizyon seyredecek yerde çocukla ilgilendin mi sorusuna çıt yok. Mademki sen Kur’an okumasını biliyorsun  niye onu kendin öğretmedin. Mademki evladını çok seviyorsun, öyle ise  evladına karşı  vazifeyi niye yapmıyorsun. Yavrun sakat, aptal, kör doğmadığı için çok sevindin, ama o yavruyu sana hediye eden Allah’ın Kur’ani Kerimini ona niye öğretmedin sorusuna karşı, aman ben işimden başımı kaldıramıyorum, bu bana ne diyor diyebiliyor. Böylece baba evladının terbiyesi ile ciddi ilgilenmezse, o evladı, ya sokakta, ya okulda, veya işyerindeki arkadaşları  terbiye edecekleri muhakkaktır.

“Sen  bana arkadaşını söyle ben de seni kim ve ne olduğunu sana söyleyeyim” ata sözünü “Erreculu alâ  dîni halilihi” (Kişi arkadaşının dini üzeredir) Hadis i şerifin mealinden almışlar. Sonra, o şehit dedelerin torunları da, çevre ve arkadaşlardan aldıkları ahlaka göre ahlaklanırlar. Bir babaya göre: Oğlunun namaz kılması, Kızı islam kıyafetine bürünmesi, alkol kullanmaması, gayri meşru eğlence yerlerine gitmemesi ahlâk olurken, diğer bir babaya göre, bahsedilen bu haller, gericilere ait kötü hasletlerdir. Neden? Çünkü onları öyleleri terbiye etmişler de ondan.  Bu tip anne babalar hiç Allah’tan korkmadan kızına sakın bir daha seni o öcü gibi kapalı gezenlerle görmeyeyim diyebiliyorlar. Halbuki balo ve diskoteklere katılmak onlara  göre kültürdür san’attır.

Fakat bunu hiç unutmamalıyız ki, Allah herkese hakkı bulacak kadar akıl vermiş. Vermiş ama o aklı nuru imanla nurlandırmazsan gideceğin yerde tehlike olduğunu gördüğün halde tedbirini almadan gidersin. Ebu cehil de aptal değildi akıllı idi, fakat eski dininde inat edip hak dini kabul etmedi. Biz onun yolunda gitmek isteyenleri bırakalım.  Ebu Bekiris- Sıddık gibi olmaya gayret edelim. Çünkü onun aklı da ötekinin gibi geleceği görmüş. Fakat o mübarek vücudunu nefsin değil aklının emrine vermiş ve demiş ” Ben şarap yasak olmadığı zaman da içmedim. Nedenini soranlara demiş, aldım iki maşrapa, birisini suyla doldurdum, ötekisi boş, o suyu birkaç defa, maşrapaların biri diğerine döktükten sora baktım ki su azalmış ve dedim ki Allah’ın en büyük nimeti olan aklımı içki vasıtasıyla çıka gire  niye azaltayım ki?.

Evet, insan alkol içtiğin zaman akıl gidiyor ve akıl gide gele, gide gele azalıyor ve adam o nimetten mahrum kalıyor. İşte gördünüz mü? İnsanın iki hayatını cennet yapan o iman ve din terbiyesi insana nasıl isabetli kararları verdiriyor. O terbiye zamanında alınmayınca sapık yerlerdeki günahlı hayat insanın kalbini karartıyor. Ondan sonra doğru yolu bulmak için bu insana verilen mevcut kabiliyeti kayboluyor. Bu esnada bu evlatların kurtuluş çaresi nerededir biliyor musunuz?

O hale düşen kişi kafasını ciddi kullanma neticesinde gururu kibri bırakıp arayış içinde olunca. “Cennet Annelerin ayakları altındadır” methine mazhar olan, anneden veya babadan veya diğer hürmete layık şahıslardan alacağı hayırdua neticesinde kurtulabilir. Bunun dışında çok zor.

Arkadaşın insana ne kadar ve nasıl tesir ettiğini görmek için bir örnek daha vereyim. Daha önce ipe sapa gelmeyen bir delikanlıyı arkadaşları Kur’an tefsiri okunan bir yere götürmeye ikna etmişler. Bir iki ay haftada iki üç gün akşamları arkadaşları ile beraber devam ettikten sonra, bu kardeş değişip iyi ahlaklı olmuş. Anne babası, her ne kadar ilk günlerde çocuğun oralara gitmesine karşı çıkıyormuşlar sada, daha sonra annesi beyine; efendi oğlanın gittiği o yerlere ne diyorlar dershane mi? Sohbet yeri mi? Ben bilemiyorum. Fakat çok iyi olurdu her mahallede böyle yerler açsaydılar der. Çünkü sen biliyorsun bizim oğlan daha önce ne idi; şimdi ise içkisi ile beraber bütün kötü huylarını bıraktı. Hatta sigarayı da terk etti. İşe giderken bile elimizi öperek anneciğim babacığım sizleri Allaha ısmarlıyorum diyerek gider, işten geldikten sonra da yine elimizi öperek hal hatır sorar. Sonra istirahata geçer.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org