Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

İnsanı Hayrette Bırakan Allahın Kudreti

İnsanı Allahın lütfüyle annesi dünyaya getirir getirmez, Allah annesinin o şefkatli sinesinde yarattığı göğsünden has  ve özel bir gıdayı, yani göğsünü sütle doldurup yavruya hazırlamış ve ağzına iki çeşmeden akıttırır. Evladını koruyup muhafaza etmesi için de anneyi şefkat kahramanı yaparak onun hizmetine anneyi vermiş, beslemek mi, içirmek mi lazım? Anne hazırdır. Tehlikelerden korumak mı lazım? Hayatı pahasına bile olsa anne hiç çekinmeden ortaya atılır, ileride karşılığını alırım düşüncesini taşımadan, maddi bir şey beklemeden! Anne gibi bir fedai hiç gördünüz mü? Bu sebeptendir ki “Anne gibi yar olmaz” sözü ata sözü olmuş. Acaba hiç düşündünüz mü? anneyi bu kadar fedakâr yapan kim? Anne şöyle düşünmüş olabilir mi? “Doğan yavrumun dişleri yok, yediğimiz sert yiyeceklerimizi de çiğneyemez olduğundan, aç kalmaması için yavruma biraz süt yapıp göğsüme doldurayım de evladımın karnı aç oldu mu, hem sineme basıp severim hem de emziririm.” Bu mümkün değil. Beyefendi, hatta ve hatta sen annenin karnında iken seni annenin vücudundaki vitaminlerden rahatlıkla istifade  ettirip, seni yaşatan Allahtan başka kimdir?

Bazı kere sana lazım olan vitaminleri annende bulamıyordun da, annen onları bulması için, o aciz vücudun ve minnacık kabiliyetinle, annen onları bulması için zorlayıp aklına  gelmeyen yiyecekler peşine o zavallı anneni koşturuyordun. Hatta sen bilemezsin, bu sebepten annene toprak bile yediriyordun. Acaba o zamandaki minnacık halinle sen hangi kuvvete dayanarak bu işleri annene yaptırıyordun? Hayır hayır! O işleri annene yaptıran, seni çok küçük hücreden halk eden Allah’tır. Ondan başka hiçbir kuvvet annene onu yaptırması mümkün değildir benim kardeşim.

Senin  meydana gelmen için, anne ile babanı evlenmeye kim zorladı? Yoksa tesadüfen mi bu işler oldu, niye araştırmıyorsun? Annenin tek hücresi babanın 200,000,000 hücresi, ile karşılaştığında, o kalabalık hücrelerden, anneninki tek hücresi,7-8 saat savaşarak  tam kendine denk geleni seçebilmeyi onun hangi marifetine bağlıyorsun? Bu ebeveynlerin iki hücresi bir olup, sonra tam bir insan haline gelinceye kadar, bir sürü süreçten geçtikten sonra bu hale geldiğini biliyor musun? Âyeti Kerimenin ifadesine göre “ Sizleri analarınızın karnında üç türlü karanlık içinde yaratıp duruyor,(Allah’ınız)”  (Zümer 6) Tıpta buna “Embrion” diye tabir edilir. Yani seni çok türlü safhalardan geçirip, 1 mm sonra 1 cm, 5 ve 10 derken, tam bir insan haline geldin. Hatta sen annenin karnında iken gıdanı rahat alıp gelişmen için annen ile aranıza seni göbeğinden bir hortumla bağlayıp, sen onunla sana lazım olan rızkını alıp, büyüte büyü te seni sapa sağlam meydana çıkarıp bu hale getiren kimdir? Seni bu safhalardan geçirene teşekkürünü yapmak için niye araştırmaya kendini zorlamıyorsun? Sen doğmadan az önceye kadar senin parmakların birbirine yapışıkmış. Senin parmağa ihtiyacını bilen O yüce Allah (c.c.), senin bu dünyada parmağa ihtiyacını bilip parmaklarının arasındaki o hücreleri intihar ettirmiş. Senin her şeyini yerli yerinde yaratana karşı, nasıl oluyor da  hiç utanmadan, senin faydan için onları sana veren Allaha karşı, yani sana verilen o nimetlere karşılık sana düşen görevlerini (ibadetini) seni yoktan Yaradana karşı yapmayıp isyan ediyorsun. Merak ediyorum! Nasıl hiç düşünmeden hadsiz acizliğinle Yüce Allah’ın kanunlarına karşı gelebiliyorsun? Hangi kuvvete dayanarak bunu yapıyorsun? bu senin yaptığın başka değil Allaha karşı savaş açmakta başka değildir.

Fakat hiç unutma ki bu dünyada Allah (c.c.) Rahman ismi ile, münkirleri de müşrikleri de  hiç eksik etmeden rızıklandırıyor. Onlara da biz Müslümanlara gibi, lazım olan bütün ihtiyaçlarını önlerine serip veriyor. Burada öyle ama ahirette değişecek. O dar mezardan geçtikten sonra, burada yaptıklarına herkes pişman olacak, iyiler de derecesine göre ah çekerek, niye daha çok iyilik yapmadım, halbuki yapabilirdim diyecekler. İsyan edenlere gelince onlar için çok acı ve pişmanlıkla dolu bir hayat başlar. Çünkü burada isyan edip karşı gelenlere orada Âdil, (Adaletli) Kahhar, (Kahredici) Muntekim (Zalimlerden mazlumların hakkını alabilen) Mübarek isimlerin manaları tecelli edip, meydana çıkarak kendini gösterecek. Ey hayatını gaflette geçirip,  uyanmaya gayret etmeyen nankör insan! Bunu sakın unutma ! Bu dünyada Allah’a inanıp itaat edenlere gelince, orada Allahın Rahim (Rahmeti yalınız Müminlere) ismi tecelli edecektir. İnsanın akıl ve hayalinden geçmeyen iyiliklerle orada onları karşına Allah serecektir.

Evet! Ey gururundan yerlere sığmayan insan! Sen anne karnındayken, sana göz, kulak, el, ayak verilmişti, halbuki  orada onlara hiç ihtiyacın yoktu değil mi? Demek ki dışarıda onlara muhtaç olacağını bilen Allah onları sana verdi annen değil, anneni seni ve herkesi yaradan bir Allah  sana onları orada vermiş. Ey insan! “Vermek istemeseydi istemek vermezdi” kaidesince: Annenin karnındayken orada sana lazım olanları veren zat,  bu ölümlü dünyada  sana ölümsüzlük isteği vermiş, demek ki seni ölümsüz bir yere götüreceği için sana ve tüm insanlara o isteği  vermiş. Dışarıda mideye lazım olanları kim hazırlamış ise, aynı O Zat, o mideye onları yemek iştihasını de O vermiş. Ölümsüzlüğü de verecek ama, o ölümsüzlükte hayatını cehennemde yanarak geçirmeyi hak edersen halin ne olur? Sakın unutma ki! O Allah burada bize verdiği ni’metler için, bizi orada inceden inceye hesaba çekecektir. Ne olur zamanı geçmeden uyan ve ona göre davran! O büyük pişmanlık günü gelmeden, o ölüm ruhunu almadan, yaptığın suçlarına pişman ol, suçsuz yaşamaya başla da kurtul.

Evet, ey insan! Bu kadar ni’metlere karşı hesap vereceğimize inanmayalım mı? Ne dersin böyle hassas yerlerde hassas ölçülerle bizi yaratıp yetiştiren bir Zata karşı minnettarlığımızı hissedip ibadetimizi yapmayalım mı? Sonra bizi bu dünyaya getirir getirmez, ihtiyacımız olan havayı, burnumuza kadar getirip onu bize hizmetkâr yapmış, çünkü onsuz bir dakika bile yaşayamıyoruz. Bir düşünün, eğer uzmanlar İstanbul’un oksijeni daha altı aydan fazla sürmez deseler. Halbuki Edirne de hiçbir zaman bitmesine imkân ve ihtimal yoktur deseler, İstanbulluların hali ne olurdu. İkinci ihtiyacımız olan suya gelince, akıcı madde olduğu için, dağlardan tepelerden deniz seviyesine süzülüp inmesi lazım iken, Rabbimiz onu aşağılara indirmemiş yükseklerde bırakmış. Çünkü öyle olsa idi yükseklerde yaşayan insanların hali ne olacaktı. Bunun için suyu deniz seviyesine değil de, Uludağ’ın tepesi gibi 1500 metre deniz seviyesinden yüksek yerlere çıkartıp, bizim için oralardan şarıl şarıl akıtıp âb-ı hayat olması için insanın yaşadığı yerin yakınına kadar götürmüş. Yiyeceklerimize gelince, ana gıdamız olan ekmek buğdaydan meydana geliyor. Acayiptir buğday tarlasına hayvan tezeğinden oluşan gübreyi atsak, buğdayın gelişmesine, buğdayın daha fazla olmasına sebep olur. O buğdayı yı yerken niye tiksinmiyoruz? Çünkü Allah o pisliği öyle bir dezenfekte etmiş ki; bu buğdayı, tezekten kuvvet alıp böyle bereketli olduğundan sonra yiyor tiksinme gibi bir şey aklına bile gelmiyor. Madem ki hayvan değil insanız. Allah’ımıza daha fazla şükretmemiz için ve Allaha karşı yaptığımız ibadetten daha fazla zevk almamız için düşünmeliyiz. Ve demeliyiz, bu buğday gübreli çamur  yiyerek, bize rızık oluyor. ağaç çamur yiyor kiraz yapıyor; Üzüm şermeni çamur yiyor bize rızık oluyor. Şeftali ağacıda çamurdan meyvesini yapıyor; incir ağacı çamur yiyor incir yapıyor; çamur yiyor muz yapıyor ve dallarının elleri ile bizlere buyurun diyerek uzatıyorlar.

Peki o güzelim meyveleri şuursuz ağaç mı yapıyor? Hayır bizi cansız elementlerden yaratan, onları da bizim için yaratıp çok hoş bir biçimde karşımıza çıkarıyor. Yazda suya ihtiyacımız çok olduğu için bize, içi tatlı ve hoş bir çeşit su ile dolu 15 kiloluk karpuzu çamurdan yapıyor, o güzelim kokulu kavunu çamurda pişiriyor, halbuki toprakta ne tat ne koku var . Kış soğuğundan gribe yakalanıp hastalanmamak için, kışta bize lazım olan, ve ihtiyacımız giderip, soğuk kışta  hangi vitamine ihtiyacımız var olduğunu Allah bildiği için kışta üşümekten gelen hastalıklardan korumak için kış meyvesi olarak, limonu, portakalı, mandalinayı ve greyfurdu  kış meyvesi olarak bizim için yapıyor. Asil Yapanı bu güzümüzle göremiyoruz. Fakat aklımızla düşünüp ona inanmalıyız. O Zati Zülcelal uzaktan komandolu yapıyor. O Güneş  kendisi bizim yanımıza gelmiyor ama ışığı gelip her tarafımızı kuşatıyor.

O Büyük Allah’ımız ineğe sütü, tavuğa yumurtayı, zehirli arıya balı bizim için yaptırıyor. Hiç birimiz kavun gibi bal demiyoruz, fakat bal gibi kavun diyoruz. Burada balın tadının üstünlüğü belli oluyor. Basit bir böceğe ipeği bizim için yaptırıyor. Çöllerde yaşayan deveyi Allah ona insanların ihtiyacını bildiği için, uçsuz bucaksız susuz çöllerde deveyi taşıma vasıtası yapmış. Çünkü orada susuzlukla karşı karşıya kalındığını  Allah (c.c.) bildiği için haftada tek bir defa su içmekle yaşayabilen deveyi, onlara O lütfetmiş. Allah’a inanıp itaat edenlere karşı Onun Rahmeti burada da tecelli edecek ve etmiş. Koskoca deveye ıh diyorsun çöküyor. Ormanlık yerlerde insanların ihtiyacını gidermek için taşıma vasıtası olarak, atı, katırı, öküzü yaratmış, koskoca öküze, boynunu boyunduruğa uzat diyorsun, dediğini yapıyor. Allah (c.c.) ilham ile evcil hayvanlar olan, öküzleri bizlere itaat etmelerini öğrettiği için itaat ediyorlar, biz bunları kudretimizle mi itaat ettiriyoruz? Söyle bana bu işler nasıl oluyor? Yaban hayvan olan kurdu, aslanı kendine  itaat ettir de görelim?

Evet! Benim gibi insan cinsinden olanlara hitap ediyorum, Allah bizi çok sevdiği için onları bizim itaatimize sokmuş ve Allah’ın bunca iyiliklerine karşı teşekkürümüzü ibadet suretinde yapmalıyız, yapacağız ve kendi menfaatimiz için emredilen ufak tefek ibadetimizi bırakmayacağız.  Aklımız varsa yapmaya mecburuz. Yoksa bunun aksini yaparsak, ileride bizlere çok pahalıya patlayacağını unutmayalım.

Kardeşlerim, insan biraz düşünse; şimdiye kadar saydıklarımın hiç birisini, hiç kimse kendi kuvveti ile yapamaz. Emri altına sokamaz. Başkalarına muhtaç olmadan kendi alın terimle yaşıyorum diyenlerin kulakları çınlasın. Başka kimselere muhtaç olmamak için bile her zaman Allah’ın yardımına muhtaç olduğumuzu  unutmayalım. Çünkü vücudunda göz kulak kalp böbrek demiyorum, atomlardan elektronlardan nötron ve protonlardan aminoasitlerden vitaminleri,  proteinleri, RNA. DNA moleküllerini, fosforu, kalsiyumu, yani senin vücuduna lazım olanları O koyuyor senin hizmetine onları O koşturuyor. Sen O’nun memuru değil, O’nun ilancısısın. O’nun varlığını ilan etmek için yaratılmışsın. Yoksa senin güneşe ihtiyacın var. Dünyamızdan 1.300.000 defa büyük olan güneşi sen mi yaptın? Sen mi oraya çaktın? Bizden 148.000.000 k.m uzak olan güneşi tam faydalı  mesafedeki yerine sen mi koydun? Tabii ki cevabın hayır olacak! Alemde en akıllı mahlûk olan insan, onu oraya takmadığına göre, tesadüfen de o oraya çakılmadı. Kör, sağır, akılsız tabiat da o akıl almaz işi yapmadı. Oraya çakmadı.

Evet bütün ihtiyaçlarımızın tümünü lazım olan yerlere O Allah koyduğu gibi, güneşi de, bizden uzak öyle tam bir mesafeye koyulmuş ki, bize az daha yakın olsaydı yakardı. Yine az daha uzak mesafede kalsaydı bizi dondururdu. Bütün bu incelikleri bilen Allah onu oraya hikmetle koymuş. Onun tek bir günlük ısısını sağlamak için denizler dolusu petrol ve bin tane dünyamız kadar odun yığınları lazım olduğunu bilen bir Allah onun enerjisini te’min ediyor. Yine fizikçilere göre güneşin var olan enerjisini kaybetmemesi için her saniyede 570.000.000 ton hidrojen  bombasının patlaması lazım olduğunu O biliyor, onları O patlatıyor. O patlayan maddelerden bir kısmı enerjiye bir kısmı da helyuma dönüşüyor ve sair. ve saire…

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Dava Adamı Kime Denir?

Mü’min İçin, Neticeyi Alıncaya Kadar Allahın Rızası Dairesinde Yaşaması Kadar Mühim Hiç Bir Şey Yoktur. İşte Buna Dava Adamı Denir.

İnsan için, Allah’ını bütün sıfatları ile tanıyıp “Marifeti ilahiye” ile ona sağlam bağlanması kadar kıymetli ve büyük hiçbir şey yoktur. Bu inanç peşine her şey ama her şey feda edilir. Bilhassa böyle bir zamanda, böyle bir inanca sahip olabilen bir dava adamı mutluluğun zirvesine ermiş olur. Bu zat, bu gayreti ile sonu olmayan bir zamanda ebedi ve izahtan çok uzak bir mutluluğu kazanabildiği için, onu ancak tebrik edip ne mutlu sana diyebiliriz. Bu geçici hayatta o dava adamının görünüşü şen şakrak olmasa bile, onun iç âleminin sevinçleri son safhadadır, fakat onu herkes anlayamaz.

Düşünün nasıl bir sevinç bu dava adamının sevinci ki, herkes kırık cam parçaları mesabesinde olan bu geçici hayata dalıp günahlara aldanarak cehennem gayyasına doğru giderken, bu zat bütün ihtiyaçlarını elde edebilmesi için ve sayısız düşmanların şer ve zararlarından korunabilmesi için, Ona sığınmıştır. Ve kendini ölü atomlardan en üstün bir mucize varlık olarak yaratan Allah’ını, bulabilmek için çekirdek mesabesindeki gayretini harcayıp, ona karşılık, Allah ta Lütfüyle onun kalbine o Nuru imanı koyarak Kendi Azameti kudretini tanıtmıştır. Ve bu sağlam imandan aldığı kuvvetle, bu kadar sayısız nimetleri huzuruna seren Mün’imi hakikiye teşekkür manasında olan ibadetini yapmak için, nefsinin kulağından tutup Allah’ına itaat edebilmeyi yine Onun yardımı ile muvaffak olmuştur. Şimdi bu zenginliği elde edebilen bu dava adamı hiç çekinmeden diyebilir ki, Benim Allah’ım “güneşi bana bir lamba, ayı takvimci, küremizi de bana bir beşik olarak yaratmış” Onun yardımı ile Onu bulup Ona bağlandığıma çok şükür. Ve gene ilave ederek diyebilir ki: ben Allah’ıma ne kadar şükretsem azdır ki ben Allah’ıma görür gibi inanıyorum. Ve nasıl inanmayayım ki: her tarafta ve çok göründüğü için bazılarının günahları gözlerini kamaştırıp Onu göremiyorlar, Evet O Allaha nasıl iman edip ibadet etmeyelim ki “baharı bir sofra-i nimet, bir deste gül, bir pazar bizim için yapıyor”.

Gene o dava adamı der: Bu Zatı Uluhiyete karşı ben nasıl boyun büküp rüku ile secdeye varma bahtiyarlığına ermeyeyim ki, mevcut sevgililerin en Âlasını bulup tarif edilmez bir sevince kavuşmuşum ki, insanların çoğunun önlerinde dikilen ölüm süfli hayatlarını zem zehir yaparken, onların çoğu imtihanda olduğunun farkında olmayarak kıymetsiz kırık çakıllar gibi değersiz geçici süfli hayatlarına gönül verip bağlanmışken, ben Öyle bir kainatın Sultanını memnun etme çabasının bahtiyarlığındayım ki: O Kerim Olan Allah bana ineği bir süt fabrikası yapmış. Tavuğu bir yumurta ile civciv fabrikası. Arıyı da bir bal fabrikası ve kesif ve basit çamurdan şeftaliyi, kirazı, armudu, dudu, karpuzu, muzu, kavunu şunu bunu, ve sayılamayacak kadar çok çeşit nimetleri, Allah’ım bana ve bütün sevdiklerime yapıyor ve emrine amade olan her şeye emredip yaptırıyor sözünü geçirebiliyor, uzaktan komanda verip her dediği oluyor, bitiyor. Ama, ne yazık ki insanların bir çoğu onları sebeplere verip işledikleri günahlar gözlerinin merceğini bozduğu için yüzü ters gördükleri için, Hakiki Sahiplerini bulamıyorlar. Ve ne mutlu bana ki, her şeyi benim hizmetime âmâde eden Kudret Sahibine itaat etmek sevincine ermek gibi bir mutluluğu bana ihsan etmiş. Ben nasıl büyük bir bahtiyarlığa erdiğimi siz bilemezsiniz? (haşiye) ( Sakın bazıları gibi yanlış anlayarak demeyin ki: madem ki her şey Allahın istemesi ile oluyormuş, öyle ise biz kötü yollara gittiğimizde niye mesul olalım? Siz mes’ul olacaksınız, çünkü siz aklın dediğini değil nefsin ve şeytanın dediğini yaptığınız için peşin verilen geçici lezzetlere aldandınız. Başınızı kaldırıp bu kadar nimetlerin bir Sahibi olacağını araştırıp bulmadınız ki, Ona kendinizi sevdiresiniz. Ve ondan sonra geçici şeyler peşine koşmaktan kurtulup, Peygamberlerin vasıtasıyla Allah size gönderdiği Kitaba dayanarak bildirdiği o sonu olmayan hayatı kaybetmemek için gayret sarf edesiniz. Hayır ve şerri Allah yaratır ama, bizimle ilgili şeyleri bizim istememiz lazım, ondan sonra, hakkımıza hayırlı ise, Allah yaratır ve bizim isteğimiz onun yaratılmasına sebep olacaktır. Hepsi bu kadar.)

Bu şuura sahip olan bu zatı ne sevinçli hal fazla güldürür, ne de üzücü haller onu üzer veya şaşırtır. Çünkü oda, merhum Ziya Paşa Şiirinde dediği gibi, kendine der, “Gamuma olma mükedder sürura itme gurur, bu bir zılli hayaldir, ne gam baki ne sürur”… Yani (ne sevinçli hallerine gururlan ne de sana isabet eden dertlerine üzül). Çünkü bu dünyada her şey geçicidir. İnsan için en acı olan ölüm bile, onu haddinden fazla üzmez. Çünkü onun nazarında Müslüman’ın ölümü cennete götürmek için bir vasıtadır. Başta Peygamberimize (a.s.m) ve bütün sevdiklerine kavuşmaya bir sebeptir, dünya zindanlarından cennet bahçelerine kavuşmak için o ölüm bir vasıtadır. Her ne kadar ölümün peçesi siyah ise de, böyle mutlulukları kazandırıp ve böyle güzel neticeleri bize veren ölüm sevilmez mi der ve rahat yaşar?

Hülasa: Böyle sağlam şuura sahip olan Dava adamı “His yok, hareket yok acı yok” sınıfından çok uzak olup, o bütün hareket ve sükunetlerini dikkatle yapmayı kendine vazife bilip, ne yiyip, ne içeceğini tayin etmekten başlayarak; kimi sevip kimi sevmeyecek, hangi yere gidip, hangisi onun için yasak olduğunun şuurundadır o, hatta hangi işi dinim bana müsaade etmiş hangisini yasakladığını bu zat bilmektedir. Dinden uzak yaşayanların akılları, menfaatlerinin hatırı için yılan gibi zehirlemekten hoşlanmaya rağmen, bunun başında ki: Akıl, inkârı ispatlamaya kalkışan din düşmanların dışında, yalınız insanlara değil, her şeye şefkat ve merhametle uzanıp onları sever. Herhangi kimseyi kötü vaziyette görse, küsmez belki acır. Yalınız anne babasına değil tüm yaşlılara hürmet ve saygıda kusur etmemeye çalışır. Gençleri geleceğin teminatı görüp onların noksan taraftarını düzeltmek için âzami gayret gösterecek bir fedai gibi elinde bulunan faydalı şeylerle onların yardımına koşarak hakiki Müslüman’a yakışır bir tavırla onlara sahip çıkar. Dava adamı yaşadığı devrin tehlikeli olduğunun farkında olup, bu devirde helalle haram aynı dükkanda satıldığı için, bu, haramın neticesi insan için nasıl bir felaket olduğunu bilip, ne pahasına olursa olsun helal dairesi benim keyfime kafidir, harama girmeye lüzum yok diyerek, fakir de olsa kanaat edip, yalınız ve yalınız helal olanı yeterli bulur. Çünkü bu zamanda onun bunun hayatlarını taklide kalkışanlar hem kendilerini hem de aile efratlarını mahıv ediyorlar. İşte önüne her geleni hoş görenlerle yaşamamaya gayret eden bir dava adamının kurtulması için ancak, Onun yaşadığı zamanı için yazılmış ve önünü projektör gibi aydınlatan Kur’ani Kerimin tefsiri olan Risale-i Nur ışığı altına girip ve ondan ders almakla yolunu bulup kurtulabilir. Ve onun ayağı davasında “sabit kadem” olup başkalarının ayağı gibi günahlar buzlarında kaymaması için, sağlam mantığı ile inandığı yüce Mevlasından yardım dileyerek fire vermeden kendisi imtihanını kazandığı gibi, hanımının da, kızının da, oğlunun da, Müslüman’a yakışır bir hayata kavuşmalarına davasına sadık olan bu aile reisi sebep olur. İşte bu dava adamına Devleti rahatsız edecek her hangi suç yapması şöyle dursun, o emniyet kuvvetlerine yardımcı olur. Ve hainler hariç, aklı başında olan her insaflı eşi dostu ve akrabaları bu taklit etmeye şayan numune-i imtisal olarak onu görürler ve faydalanmaya gayret ederler. Ne mutlu bunun gibi hedefini sağlam tayin edenlere! Vay haline onların ki, hiç incelemeden alıp koynuna koyanlara!..

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Tahkiki İmanı Kazanmak

Sevgili Kardeşlerim!

Bu gün Müslümanın en mühim işi imanını taklitten tahkike çevirmektir. Bu sebepte bu yazıyı çok mühim görüyorum. Yazımız:“Mevcud taklidî imanı kuvvetlendirip, tahkikî imanı elde etmek” mevzuunda olacaktır. Şimdii, taklidî iman nedir? Tahkikî iman nedir? Bu ma’naları iyi bilelim, istiyorum.

Küçüklüğümüzden bu güne kadar ana ve babamızdan, nine ve dedelerimizden görerek ve işiterek ezberleyerek öğrendiğimiz iman bilgilerine inanışa, taklidî iman denir.

Bu nâkıs iman kafayet etmiyor, insanın ahlakını çabuk düzeltmiyor, kurtarmaya yetmiyor. Mutlaka bu imanı, imani derslerle kuvvetlendirip tahkiki yapmalıyız.

İşte bu tahkikî iman, Allah’a (c.c.), kâinatın şehadetiyle hakikî iman etmektir. Şöyle ki, bütün kâinatın yegâne Rabbi, Allah olduğuna ve zerrelerden kürrelere ve yıldızlara kadar küçük büyük her şey O’nun elinde, mâlikiyetinde bulunduğuna ve herşeyin ve her işin O’nun kudret ve irâdesi ile olduğuna ve O’nun mülkünde O’nun hiçbir şeriki, ortağı olmadığına kalben iman etmek ve buna göre fiilen de amel etmektir ki, işte bu şekildeki iman, hakikî imandır. Şimdi bunun nasıl tecelli edeceğini anlatmaya çalışalım.

Allah’a hakikî iman etmek VAHDEHU kelimesine tam iman etmek demektir. Yâni VAHDEHU ma’nen der:

“Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünki Sultan-ı Kâinat birdir, herşey’in anahtarı onun yanında, her şey’in dizgini onun elindedir; herşey onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”  20. Mektub’dan

Allah’a hakikî iman etmek, LEHÜL MÜLK kelimesine tam iman etmek demektir. Yâni, LEHÜL MÜLK ma’nen der:

“Mülk umumen onundur. Sen, hem onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr’dir, hem Rahîm’dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.” 20. Mektub’dan

Allah’a hakikî iman etmek, LÂ ŞERİKELEH kelimesine tam iman etmek demektir. Yâni, LÂ ŞERİKELEH, der ki:

“Nasıl ki uluhiyetinde ve saltanatında şeriki yoktur; “Allah” bir olur, müteaddid olamaz. Öyle de; rububiyetinde ve icraatında ve icadatında dahi şeriki yoktur. Bazan olur ki; sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz.. fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mani olurlar. “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel, Ebed Sultanı olan Cenab-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emr u iradesi, havl ü kuvveti olmazsa hiçbir şey, hiçbir şey’e müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama “Yasaktır, onun huzuruna giremezsin” denilmez.” 20. Mektub’dan Bu izahattan da anlaşılıyor ki, hakikaten bu zaman imanı kurtarmak zamanıdır. Çünki, yukarıda ta’rif edilen ma’na ve ondan doğan ulvî hâle kaçımız mazharız? Demek ki, imanı kazanmak veya kaybetmek da’vası herkesin başına açılmıştır. Bu durumda sen de, ben de bu da’vayı kazanmak için ne gerekiyorsa öğrenip yapmalı değil miyiz?

Evet, Allah’a (c.c.) hakikî iman etmek, VE HÜVE A’LÂ KÜLLİ ŞEY’İN KADÎR kelimesine tam iman etmek demektir. Yâni, VE HÜVE A’LÂ KÜLLİ ŞEY’İN KADÎR der ki:

“O (C.C.) Vâhid’dir, Ehad’dir, her şey’e kadirdir. Hiçbir şey ona ağır gelmez. Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona kolaydır. Cennet’i halk etmek, bir bahar kadar ona rahattır. Her günde, her senede, her asırda, yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki: Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelal’in va’dine iman ve itimad et. Ona va’dinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine, acz müdahale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet’i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va’d etmiş. Ve va’dettiği için, elbette seni onun içine alacak.” 20. Mektub’dan

“Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envara, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur. Evet şu perişan dünyada, âvâre nev’-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahibsiz, hâmîsiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu âvâre nev’-i beşer içinde, bu perişan fâni dünyada; insan, sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.” 20. Mektub’dan.

“İnsan, nur-u iman ile a’lâ-yı illiyyîne çıkar; Cennet’e lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile, esfel-i sâfilîne düşer; Cehennem’e ehil (olacak) bir vaziyete girer. Çünki iman, insanı Sâni’-i Zülcelal’ine nisbet ediyor; iman, bir intisabdır.” 23. Söz’den

“İman nasılki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı Samedaniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor.” 23. Söz’den

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü alallah” der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet’e uçabilir.” 23. Söz’den

“İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder”

  1. Söz’den

Buraya kadar yaptığımız izahlarla, hakikî imana sahib olabilmek için epeyce gayret sarfederek ve iman ilmini ayrıca tahsil ederek, imanda mertebe kat’etmek gerektiğini İnşâallah anlatabilmişizdir. Demek ki, bir insan yalnız dili ile ALLAH demekle, kalben tasdik etmeden Allah’a iman etmiş olamaz. Meselâ, bir insan inkâr etmez, lâkayd kalabilir. Amma, iman etmek bütün bütün başkadır. İşte bunu, bir nebze bu sohbette izaha çalıştık.

Evet, Allah’a iman, yâni iman-ı billah, Allah’ı tanımayı yâni, ma’rifetullahı gerektirir. Allah’ı tanıyınca O’na (c.c.) karşı sevgi uyanır ve ziyadeleşir yâni, ma’rifetullah, muhabbetullahı netice verir. İşte bu muhabbetullahta, lezzet-i ruhaniye bulunur. İşte her mü’mine verilen bu ruhanî lezzeti tatmaya bakalım. Bunun için de, yalnız ve yalnız Allah’ımızı sevelim. Sevmek için ise, Rabbimizi iyi tanımak lâzımdır. Rezzak O ise, sevilmez mi? Rahman O ise, sevilmez mi? Rahîm O ise, sevilmez mi? Kâdir O ise, Mâlik O ise, yâni esmâ-i hüsna O’nun isimleri ise ve esmânın hepsi de güzel ise sevilmez mi? Velhâsıl-ı kelâm, Allah’ımızı tanımalıyız ve sevmeliyiz ki, meşru’ ve kesilmeyen, zeval bulmayan bir lezzeti bu dünyada da tadalım, yâni saadet-i dâreyne vâsıl olalım, muhterem Kardeşlerim.

Bazı insanlar diyorlar ki: “Biz Allah’ı biliyoruz, namazımızı da kılıyoruz. İmanımız tamdır, Cennet’e gideriz.”

Hayır efendim, hiç de öyle garanti değil. Bu sizce yapılan iman ve amel, insanı Cennet’e sokmaya kâfi değildir. Çünkü, bir def’a Cennet ucuz değil! Cehennem de lüzumsuz değil! Hepimiz biliriz ki, bizler amellerimizle değil, imanımızla Cennet’e gireceğiz. Çünki, Cennet fazl-ı İlâhî iledir. Sonra en fitneli bir devir olan âhir zamanda yaşıyoruz. Maalesef çoğunu elimizle, rızamızla aldığımız, baktığımız seyrettiğimiz neşriyattan her duyduğumuz, her okuduğumuz, her gördüğümüz şey imanımızı rencide ediyor, zedeliyor ve tahrib ediyor. Bu sohbetin başında da dediğimiz gibi, böyle taklidî ve icmâlî bir iman bizi bu günah selinden kurtaramaz. Çünki, her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır. Mutlaka, taklîdden kurtulup tafsilî ve bürhanlı tahkikî imana yükselmeliyiz ki, bu mektubumda bahsettiğim hakikatlere göre iman edip amel edelim.

Tekrar ediyorum! Sadece Allah kelimesini bilmek ve söylemek yetmez! Çünki,

“O’na (c.c.) iman etmek: Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ders verdiği gibi, o Hâlık’ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.” Emirdağ 1: 203’den

Yukarıda söylediklerimizi, şiddet-i ihtiyacımıza binâen bir daha tekrar edelim:

“İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder” “Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.” “Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi cebanetin (Yâni, korkaklığın) dahi menbaı, dalâlettir. (İmansızlıktır.)” Öyle ise “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”

Böyle yapmalı değil miyiz, mübarek kardeşlerim?

Hakikî imanı elde etmek mevzuundaki şu kısa sohbetimize son verirken, şu sözlerimizi de ilâve etmek istiyorum: Ecdadımızdan bize miras kalan en kıymetli şey’in evvela iman olduğunu idrâk edip, her kıymetli şeyimizi muhafaza ettiğimiz gibi, muhafazasına ve hatta tekemmülüne çalışmalıyız. Çünki, iman yalnız bizi ebedi mes’ud

edecek bir Cennet’e sokmakla kalmaz, bu dünyamızı da zevkle, lezzetle, korkusuz ve emniyetle geçirmemizi, hangi hal üzere olursak olalım, bize te’min eder. Yani saadet-i dareyne isal eder. İşte imanımız böyle tehlikededir. Onu , kaybetmeyelim İnşâallah.”

Üstad Bediüzzaman Tarihçe-i Hayatta şöyle diyor:

“Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ânın tesis ettiği tevhid ve îman esası üzerinde işliyorum.. ki İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

“Bana, “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, îmanımı kurtarmağa koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış. Ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar “görüşler!” Tarihçe-i Hayat

Bediüzzaman Emirdağ Lahikası’nın muhtelif yerlerinde şöyle diyor:

“Hedefimiz, ölümün i’dam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.

Risale-i Nur, sair ilimler ve kitablar gibi okunmamalı. Çünki ondaki iman-ı tahkikî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.

Onun verdiği iman-ı tahkikî, keşfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakikî şakirdleri (talebeleri) öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.

“Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı, bu dehşetli asırda acib inkılab ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur’anını, imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi?

“Hem iman-ı tahkikî ve taklidî ve icmalî ve tafsilî ve imanın bütün tehacümata ve vesveseler ve şübhelere karşı dayanıp sarsılmamasını beyan eden Risale-i Nur parçalarının izahatı, öyle bir cevabdır ki, bize (başka) hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.

“İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil. Bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi, imanın o derece kesretli hakikatları var ki, binbir esma-i İlahiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatlarıyla alâkadar çok hakikatları var ki: “Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler. Evet iman-ı taklidî, çabuk şübhelere mağlub olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratib var. O mertebelerden ilmelyakîn mertebesi, çok bürhanlarının kuvvetleriyle binler şübhelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şübheye karşı bazan mağlub olur.

“Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esma-i İlahiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur’an gibi okuyabilecek derecesine gelir. Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zâtlara şübehat orduları hücum da etse, bir halt edemez. Ve ülema-i İlm-i Kelâm’ın binler cild kitabları, akla ve mantığa istinaden te’lif edilip, yalnız o marifet-i imaniyenin bürhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatın yüzer kitabları keşfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat Kur’anın mu’cizekâr cadde-i kübrası, gösterdiği hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye; o ülema ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. İşte Risale-i Nur bu câmi’ ve küllî ve yüksek marifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’an aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur’an ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidata ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur’an nuruyla vesile olsun.“ Emirdağ 1

Allahım bizi ihlas-ı etem ile yaşat ve iman-ı kamil ile hüsn-ü hatime ver Amin. Sümme Amin.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Temel Dini Bilgiler

Ben bir MÜSLÜMAN’IM ELHAMDÜLİLLAH
Rabbim………… :ALLAH (Celle Celaluhu)
Dinim…………… :İSLAM
Kitabım………… :KUR’AN-I KERİM
Peygamberim… :Hz. MUHAMMED MUSTAFA (Sallellahu teala aleyhi ve sellem)
Amelde HANEFİ mezhebindenim.

 

S 1: Din neye denir?
C 1: Din:Akıl sahibi insanları kendi istekleri ile dünya ve ahirette iyiliğe ve mutluluğa ulaştıran ilahi bir kanundur.

 

S 2: İslâm dininin gayesi nedir ?
C 2: İslâm dininin gayesi: Hükümlerine uygun hareket edenlere dünya ve ahiret saadetini kazandırmaktır.

 

S 3: İmanı tarif edermisiniz ?
C 3: İman: Peygamber Efendimizin Allah’ü Teâlâ tarafından getirmiş olduğu hususların doğruluğuna kalb ile inanmak
ve bunu dil ile söylemektir.

 

S 4: Kelime -i Şehadet ve Kelime -i Tevhid -i okuyunuz ve manasını söyleyiniz.
C 4: Kelime -i Şahadet:”Eşhedü ellâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasulüh”
Manası:” Ben şahadet ederim ki Allah’ tan başka ilah yoktur , ve yine şehadet ederim ki Hz.Muhammed (S.A.V)
onun kulu ve Resülüdür.”
Kelime -i Tevhid:”Lâ ilâhe illallah Muhammedur Rasulullah.
Manası:” Allah’tan başka ilah yoktur. Hz. Muhammed (S.A.V) Allah’ ın Resülüdür.”

 

S 5: İmanın şartlarını sayınız.
C 5: İmanın şartları altıdır:
a) Allah’ ü Teâlâ’ nın varlığına ve birliğine inanmak,
b) Allah’ ü Teâlâ’ nın Melekler’ine inanmak,
c) Allah’ü Teâlâ’nın Kitaplar’ına inanmak,
d) Allah’ü Teâlâ nın Peygamber’lerine inanmak,
e) Ahiret gününe inanmak,
f) Kadere (Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ) inanmak.

 

S 6: İnanç yönünden insanlar kaça ayrılır ?
C 6: İnanç yönünden insanlar üçe ayrılır;
1) Mümin: Allah’ü Teâlâ’ nın varlığına, birliğine ve Hz Muhammed (S.A.V) in Onun Peygamberi olduğuna kalb ile inanan
ve bu inancını dili ile söyleyen kimselere Mümin denir.
2) Münafık: Allah’ ü Teâlâ’ nın varlığına, birliğine ve Hz. Muhammed (S.A.V )in Peygamberliğine kalb ile inanmadığı halde
dili ile inandığını söyleyen kimselere Münafık denir.
3) Kafir: Allah’ ü Teâlâ’ nın varlığına birliğine ve Hz: Muhammed (S.A.V) in Peygamber’liğine kalb ile inanmayan ve inanmadığını dili ile de söyleyen kimselere Kafir denir.

 

S 7: İman ile ibadetler arasındaki münasebetleri anlatınız.
C 7: Bir müslüman dini hükümleri inkar etmediği müddetçe ibadet etmese bile dinden çıkmaz, kafir olmaz. Ancak ibadetlerini yerine getirmediği için günah işlemiş olur, cezayı hak eder. Ayrıca ibadetlerin başkaları için değil müslümanlar için emredildiğini unutmamalıyız.

 

S 8: Allah’ın zati sıfatlarını sayınız.
C 8: 1) VÜCUT: Var olmak Allah vardır yokluğu düşünülemez.
2) KIDEM: Allah’ ın varlığının başlangıcı yoktur.
3) BEKA: Allah’ ın varlığının sonu yoktur.
4) VAHDANİYET: Allah tektir.
5) MUHALEFETÜN LİL HAVADİS: Sonradan olan şeylere benzemez.
6) KIYAM BİNEFSİHİ: Varlığı kendisindendir, hiç bir şeye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır.

 

S 9: Allah’ın Sübuti sıfatlarını sayınız.
C 9: 1)HAYAT: Allah daima diridir,
2) İLİM: Allah geçmiş gelecek, gizli aşikar her şeyi bilir,
3) SEMİ’: Allah her şeyi işitir,
4) BASAR : Allah her şeyi görür,
5) İRADE: Allah diler ve dilediğini yapar,
6) KUDRET: Allah sonsuz kudret sahibidir,
7) KELAM: Allah söz sahibidir Kuran Allah’ın kelamıdır,
8)TEKVİN: Allah yaratıcıdır.

 

S 10: Melekler nasıl varlıklardır?
C 10: Melekler :Yemeye, içmeye ihtiyacı olmayan, erkeklik ve dişiliği bulunmayan nurdan yartıklardır.

 

S 11: Dört büyük meleği görevleriyle beraber sayar mısınız?
C 11: 1) CEBRAİL: Meleklerin en büyüğüdür, görevi Allah ile Peygamberler arasında elçilik yapmaktır.
2) MİKAİL: Tabiat olaylarının idaresi ile görevlidir.( yağmur, rüzgar vs)
3) İSRAFİL: Sura üflemekle görevlidir.
4) AZRAİL: Ömrü sona eren insanların canını almakla görevlidir.

 

S 12: Kiramen katibin melekleri hakkında bilgi veriniz.
C 12: Bunlar sağımızda ve solumuzda bulunan iki melektir.Sağdaki melek sevaplarımızı soldaki melek ise günahlarımızı yazar.Böylece amel defterimiz meydana gelir.

 

S 13: Münker ve Nekir kimdir?
C 13: Öldükten sonra kabirde insana soru sormakla görevli iki melektir.

 

S 14: Dört büyük kitabı ve hangi Peygamberlere indiğini söylermisiniz?
C 14: Tevrat Musa (A.S)’a , Zebur Davud (A.S)’a, İncil İsa (A.S) ‘a, Kur’an Muhammed (A.S)’a inmiştir.

 

S 15: Peygamberimize ilk vahiy hangi tarihte nerede indi ve ilk inen ayetler hangileridir?
C 15: Peygamberimize ilk vahiy 610 yılında Nur dağındaki Hira mağarasında indi .İlk inen Ayet’ler Alak suresinin ilk ayetleri idi.

S 16: Kur’anı Kerim’in özelliklerini sayar mısınız?
C 16: a) Kur’anı Kerim Peygamberimize indiği gibi hiç bir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir.
Kıyamete kadarda bozulmadan kalacaktır.
b) Kuran toplu olarak değil,zaman ve hadiselere göre ayetler ve sureler halinde inmiştir.
c) Kur’an son ilahi kitaptır. Ondan sonra başka kitap gelmeyecektir.
d) Kur’an bütün insanlığa gönderilmiş olan bir kitaptır.Her asrın ihtiyaçlarını karşılayacak hakikat ve hikmetlerle doludur.
e)Kur’an Peygamber Efendimizin en büyük ve daimi mucizesidir.Hem kelimeleri, hem anlamı , hemde taşıdığı yüksek
hakikatlerle eşsiz bir mucizedir.

S 17: Kur’an-ı Kerime karşı görevlerimizi sayar mısınız?
C 17: a) Her müslüman Kur’anı Allah’ ın kelamı olarak bilmeli, ve tecvit kurallarına uygun olarak yanlışsız okumalıdır.
b) Kur’an abdestli olarak ele alınmalı, Euzu besmele ile okunmaya başlanmalıdır.Okurken mümkünse kıbleye yönelmeli
ve son derece edepli ve saygılı olunmalıdır.
c) Kur’an temiz yerde okunmalı. Başka işlerle meşgul olan onu dinlemeyenlerin yanında ve pis yerlerde okunmamalıdır.
d) Başkalarının okuduğu Kur’anı saygı ile dinlemelidir.
e) Kur’an yüksek ve temiz yerlerde bulundurulmalı alçak yerlere konulmamalıdır.
f) Her müslüman Kur’anın yap dediklerini yapmalı, yapma dediklerinden sakınmalı ve Kur’anın ahlakı ile ahlaklanmalıdır.

S 18: Kur’an kaç sure ve ayettir, Kur’anda ismi geçen Peygamberlerin isimleri nelerdir?
C 18: Kur’an 114 Sure ve 6666 Ayettir. Kur’anda ismi geçen Peygamberler şunlardır:
Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, Lud, İbrahim, İsmail, İshak; Yakup, Yusuf, Şüayb, Harun, Musa; Davud, Süleyman, Eyyüb, Zülkifl, Yunus, İlyas, Elyesa, Zekeriyya, Yahya, İsa, Muhammed ( Aleyhim’üs Salâtü Vesselam)

S 19: Mucize ve Keramet ne demektir?
C 19: Mucize: Peygamberlerin peygamber olduklarını isbat etmek için Allah’ın yardımı ile gösterdikleri olağan üstü olaylardır.Keramet:Allah’ın yardımı ile veli kulları tarfından meydana getirilen olağan üstü olaylardır.

S 20: Peygamber Efendimizin özelliklerini anlatınız.
C 20: a) Peygamberimiz Allah’ın en sevgili kulu yaratılmışların en faziletlisidir.
b) Son Peygamberdir.Ondan sonra Peygamber gelmeyecektir.
c) Bütün insan ve cinlerin peygamberidir.
d) Peygamberliği kıyamete kadar bütün zamanları içine almıştır.
e) Peygamberimizin tebliğ ettiği İslam dini kıyamete kadar devam edecektir.

S 21: Kıyamet günü insanlara nelerden sorulacaktır?
C 21: Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya çekilmedikce huzurdan ayrılamaz;
a) Ömrünü nerede geçirdiğinden,
b) Vücudunu nerede yıprattığından,
c) Malını nereden kazanıp nereye harcadığından,
d) Bildiği ile ne kadar amel ettiğinden.

S 22: Kader ve Kazayı tarif ediniz.
C 22: Kader:Kainatta olacak şeylerin zamanını, özelliklerini ve nasıl olacaklarını Alla’ü Teâlâ’nın ezelde bilmesi ve takdir etmesine kader denir.
Kaza: Allah’ü Teâlâ ‘nın ezelde takdir ettiği şeyleri zamanı gelince bu taktire uygun olarak yaratmasına kaza denir.Kaderi bir plana benzetirsek kaza da plana uygun olarak o şeyin yapılmasıdır.
İBADET

S 23: Niçin ibadet etmeliyiz anlatınız.
C 23: Yaradılışımızın gayesi Allah’ı tanımak ve ona ibadet etmektir.Bizi yoktan var eden ve sayılamayacak kadar nimetler veren yüce Allh’ a karşı teşekkür etmeli ve emrettiği ibadetleri seve, seve yapmalıyız.

S 24: İbadetler kaç çeşittir birer misalle sayarmısınız?
C 24: İbadetler üç çeşittir:
a) Beden ile yapılan ibadetler; Namaz kılmak.
b) Mal ile yapılan ibadetler : Zekat vermek,
c) Hem mal hemde beden ile yapılan ibadetler: Hac ibadeti.

S 25: İbadetlerin faydalarını anlatınız.
C 25: İbadetler ruhumuzu yüceltir, bizi kötülüklerden sakındırır, ahlâkımızı olgunlaştırır ve en değerli varlığımız olan imanımızı korur. İnsan ibadet sayesinde Allah’ a yaklaşır, onun rahmetine sığınır ve huzura kavuşur. İbadetin ayrıca bedeni ve sosyal bir çok faideleri de vardır.

S 26: İslâm’ın şartı kaçtır sayarmısınız?
C 26: İslâm’ın şartı beştir;
a) Kelime-i Şahadet getirmek,
b) Namaz kılmak,
c) Oruç tutmak,
d) Zekat vermek,
e) Hacca gitmek.

S 27: Abdestin farzları kaçtır sayarmısınız?
C 27: Abdestin farzları dörttür;
a) Yüzü yıkamak,
b) Elleri dirseklerle beraber yıkamak,
c) Başın dörtte birini mesh etmek,
d) Ayakları topuklara kadar yıkamak.

S 28: Abdesti bozan şeyleri sayarmısınız?
C 28: abdesti bozan şeyler;
a) Vücudun herhangi bir yerinden kan, irin veya su akması,
b) Ağız dolusu kusmak,
c) Tükürdüğü zaman tükrüğünün enaz yarısının kan olması,
d) Küçük veya büyük abdest bozmak, arkadan yel çıkarmak,
e) Bayılmak veya sarhoş olmak,
f) Namazda gülmek ( Namaz haricinde gülmek abdest bozmaz),
g) Uyumak.

S 29: Gusül abdestinin farzlarını sayarmısınız?
C 29: Gusül abdestinin farzları;
a) Ağıza su alıp boğaza kadar çalkalamak,
b) Burna su çekip yıkamak,
c) Bütün vücudu (iğne ucu kadar kuru yer bırakmadan) yıkamak.

S 30: Gusül abdestinin sünnetlerini sayınız.
C 30: Gusül abdestinin sünnetleri,
a) Gusüle besmele ile başlamak,
b) Niyet etmek,
c) Bedenin herhangi bir yerinde pislik var ise onu önce yıkamak,
c) Edep yerlerini yıkamak,
e) Gusülden önce abdest almak,
f) Başımızdan, sağ omuzumuzdan, sol omuzumuzdan suyu dökerek ve bedeni ovarak yıkamak,
g) Ayaklarımızın bulunduğu yere su birikiyorsa en son ayakları yıkamak.

S 31: Namaz kimlere farzdır?
C 31: Namaz;
a) Müslüman olan,
b) Erginlik çağına gelmiş olan,
c) Akıllı olan kimselere farzdır.

S 32: Beş vakit namazı rekatları ile sayar mısınız?
C 32: Beş vakit namaz;
a) Sabah namazı dört rekattır, iki rekat sünnet, iki rekat farz;
b) Öğle namazı on rekattır; Dört rekat ilk sünnet, dört rekat farz, iki rekat son sünnet,
c) İkindi namazı sekiz rekattır; dört rekat sünnet, dört rekat farzdır.
d) Akşam namazı beş rekattır; üç rekat farz , iki rekat sünnet.
e) Yatsı namazı on üç rekattır; dört rekat ilk sünnet, dört rekat farz, iki rekat son sünnet, üç rekat vitir dir.

S 33: Cuma namazı kaç rekattır sayar mısınız?
C 33: Cuma namazı on rekattır; Dört rekat ilk sünnet, iki rekat farz, dört rekat son sünnet.

S 34: Namazın farzlarını sayar mısınız?
C 34: Namazın farzı 12 dir, bunlardan altısı namazdan öncedir. Bunlara ” Namazın şartları”denir. Altısı da namaza başladığımızdan itibarendir, bunlarada “Namazın rükunları” diyoruz.Namazın sahih olması için bu 12 farzın yerine getirilmesi gerekir.
Namazın şartları
a) Hadesten taharet: Yani abdestimiz yoksa abdest almak, gerekiyorsa güsül abdesti almak.
b) Necasetten taharet: Bedenimizde, elbisemizde veya namaz kılacağımız yerde pislik varsa temizlemek.
c) Setri avret: Namazda örtülmesi gereken yerleri örtmek.
d) İstikbali kıble: Namazı Kıbleye yani Kabeye dönerek kılmak.
e) Vakit: Namazları kendi vakitleri içinde kılmak.
f) Niyet: Hangi namazı kıldığına niyet etmek.
Namazın rükunları
a) İftitah tekbiri: Namaza başlarken tekbir almak.
b) Kıyam: Namazda ayakta durmak.
c) Kıraat: Kur’an okumak.
d) Rüku: Namaz da eller diz kapağına erişecek kadar eğilmek.
e) Sücud: Ayaklar, dizler ve ellerle beraber alnı yere koymak.
f) Kade-i ahire: Namaz sonunda Ettehiyatü okuyacak kadar oturmak.

S 35: Mihrab, Minber ve Kürsü ne demektir tarif ediniz?
C 35: Mihrab: Camilerde kıble yönünde bulunan ve imamın namaz kıldırırken durduğu yerdir.
Minber: Camilerde imamın cuma ve bayram hutbelerini okuduğu yüksekçe merdivenli yer.
Kürsü: Camilerde va’z edilirken yüksekçe oturma yeri.

S 36: Minare, Şerefe ve Alem nedir?
C 36: Minare: Camilerin bitişiğinde ezan okumak için yapılan kule şeklinde yüksek yapı.
Şerefe: Minarelerde çepeçevre ve çıkıntılı olarak yapılan ezan okuma yeri. Buraya minarenin içindeki basamaklarla
çıkılır. Minarelerde genellikle bir şerefe bulunur. Birden fazla şerefeli minarelerde vardır.
Alem: Minarenin tepesine yerleştirilen Hilal (ay) şeklindeki tepeliktir.

S 37: Oruç kimlere farzdır?
C 37: Oruç: a) Müslüman, b) Akıllı, c) Ergenlik çağına gelmiş olan kimselere farzdır.

S 38: Ramazan orucuna ne zaman niyet edilir?
C 38: Ramazan orucuna akşam iftardan itibaren ertesi günün kuşluk vaktine kadar niyet edilebilir.

S 39: Oruçta Kaza ve Kefaret ne demektir?
C 39: Kaza: Bozulan veya tutulamamış olan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır.
Kefaret: Bozulan bir orucun yerine iki ay ara vermeden oruç tutmaktır.

S 40: Orucu bozup, hem Kaza hemde Kefareti gerektiren şeyler nelerdir?
C 40: Oruçlu olduğunu bilerek ve isteyerek:Yemek, içmek ve cinsi ilişkide bulunmak, orucu bozar hem kaza hemde kefaret gerektirir.

S 41: Zekatı kimler verir ?
C 41: Zekatı; Müslüman, akıl baliğ, hür ve dinen zengin sayılan kimseler verir.

S 42: Zekat kimlere verilir?
C 42: Zekat;
a) Fakirlere,
b) Miskinlere, (hiç bir şeyi olmayanlara)
c) Borçlulara, d) Yolculara,
e) Allah yolunda olanlara verilir.

S 43: Zekat kimlere verilmez?
C 43: a) Ana, baba, dede, nene, oğul, kız ve torunlara verilmez,
b) Zenginlere verilmez,c) Müslüman olmayanlara verilmez,
d) Karı koca biribirlerine veremez.
S 44: Fıtır sadakası nedir?
C 44: Ramazan ayında fakirlere verilen bir sadakadır, buna fitrede denir. Dini ölçülere göre zengin olanlar hem kendilerinin hemde çocuklarının fitrelerini vermelidirler.

S 45: Hacc kimlere farzdır?
C 45: Hacc; Akıl baliğ, Müslüman, hür ve Hacc’ a gidip dönünceye kadar kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin geçinebileceği maddi güce sahip olan kimselere farzdır.

S 46: Kimler Kurban keser?
C 46: Müslüman, Akıl baliğ, hür, mukim (yani misafir olmayan) ve İslam’a göre zengin olan kimseler kurban keser.

S 47: Bir yılda kaç dini bayram vardır?
C 47: Bir yılda iki dini bayram vardır,
a) Ramazan bayramı,
b) Kurban bayramı. Ayrıca Cuma günü de biz müslümanlar için bir bayram günü demektir.

S 48: Mübarek geceleri sayar mısınız?
C 48: a) Mevlid Kandili: Peygamber Efendimizin doğduğu gecedir. Bütün müslümanlar olarak peygamber Efendimizin doğum
yıldönümü olan bu geceyi büyük bir çoşku ile kutlarız.
b) Regaib Kandili: Mübarek Recep ayının ilk Cuma gecesi mübarek Regaip kandilidir. Bu gece Allah’ü Teâlâ nın rahmet
ve bağışlamasının bol olduğu, duaların kabul edildiği mübarek bir gecedir.
c) Mi’rac Kandili: Peygamber Efendimizin en büyük mucizelerinden birisi olan Mirac mucizesi Hicret’ten bir buçuk yıl
önce Recep ayının 27 ci gecesinde meydana gelmiştir.
d) Berat Kandili: Şaban ayının onbeşinci gecesi mübarek Berat gecesidir. Bu gece yüce Allah’ın kendisine yönelip af
dileyen müminleri bağışlayarak kurtuluş beratı verdiği bir gecedir.
e) Kadir Gecesi: Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi Kadir gecesidir. Yüce kitabımız Kur’ anı Kerim Peygamber
Efendimize Ramazan ayı içinde bu gece inmeye başlamıştır. Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğu Kur’ anı
Kerim’de açıkca belirtilmiştir.
SİYER

S 49: Peygamber Efendimiz hangi tarihte ve nerede dünya ya gelmiştir?
C 49: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V); Miladi 571 yılı nisan ayının yirmisine tekabül eden Rebi ul’ evvel ayının 12. pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke’ de dünyaya geldi.

S 50: Peygamber Efendimizin annesi, babası ve dedesinin isimlerini söyleyiniz.
C 50: Peygamber Efendimizin annesi, Amine validemiz, babası; Abdullah ve dedesi; Abdulmuttaliptir.

S 51: Peygamber Efendimizin ilk hanımı kimdir? Çocuklarının adlarını söyleyiniz:
C 51: Peygamber Efendimizin ilk hanımı Hz. Hatice validemizdir. Efendimizin altısı Hz. Hatice validemizden, birisi Mısırlı hanımı Meryem validemizden olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelmiştir.
Erkek evlatları: Kasım, Abdullah ve ibrahimdir,
Kız evlatları: Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm ve Fatımadır.

S 52: İlk vahiy hangi tarihte, nerede ve Peygamber Efendimiz kaç yaşında iken indi?
C 52: İlk vahiy 610 yılında, Nur dağındaki Hira mağarasında, Peygamber Efendimiz 40 yaşında iken indi.

S 53: İlk Müslümanlar kimlerdir?
C 53: İlk Müslüman lar ( kadınlardan) Peygamber Efendimizin eşi Hz. Hatice validemiz, çocuklardan Hz. Ali, kölelerden
Hz. Zeyd b. Haris ve büyüklerden Hz. Ebu Bekir dir.

S 54: Peygamber Efendimiz hangi tarihte, nereden nereye hicret etmiştir?
C 54: Peygamber Efendimiz 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret etmiştir.

S 55: İslam tarihinde yapılan ilk Mescid hangisidir?
C 55: İslam tarihinde ilk yapılan mescid; Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicret ederken uğradığı, Kuba köyünde yapılan Kuba mescididir.

S 56: Ensar ve Muhacir kimlere denir?
C 56: Mekke’den hicret ederek Medine’ye gelen Müslümanlara “Muhacir”; Medine’nin yerli halkı olan ve Mekke’den hicret edenlere her türlü yardımı yapan Müslüman’lara “Ensar” denir.

S 57: Peygamber Efendimiz hangi tarihte, nerede ve kaç yaşında ruhunu teslim etti?
C 57: Peygamber Efendimiz 632 yılında Medine’ de 63 yaşında iken ruhunu teslim etti.

S 58: Sahabe kime denir?
C 58: Peygamber Efendimizi gören ve Müslüman olarak ölen kimselere sahabe denir.

S 59: Peygamber Efendimiz nerede defnedilmiştir? Kabrine ne ad verilmiştir?
C 59: Peygamber Efendimiz vefat ettiği yere defn edilmiştir (Suudi Arabistan- Medineyi Münevvere).
Kabrinin bulunduğu yere ” Ravza-i Mutahhare” denilmektedir.
AHLAK

S 60: Allah’ü Teâlâ ya karşı vazifelerimizi sayınız?
C 60: Allah’ ü Teâlâ’ ya karşı vazifelerimiz şunlardır;
a) Allah’ü Teâlâ’nın varlığına ve birliğine inanmak,
b) Emirlerine uygun hareket etmek,
c) Allah sevgisini her şeyden üstün tutmak, onun adını saygı ile anmak,
d) Verdiği nimetlere şükretmek ve ibadet vazifelerimizi yerine getirmek.

S 61: Peygamber Efendimize karşı vazifelerimizi sayınız?
C 61: Peygamber Efendimize karşı vazifelerimiz şunlardır;
a) Onun son ve en büyük Peygamber olduğuna inanmak,
b) Onu çok sevmek ve adı anıldığı zaman salavatı şerif okumak,
c) Onun gösterdiği yolda yürümek ve güzel ahlakını kendimize örnek edinmek.

S 62: Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’ e karşı vazifelerimizi sayar mısınız?
C 62: Kur’anı Kerim’e karşı vazifelerimiz şunlardır;
a) Kur’an-ı Kerim’in Allah’ü Teâlâ tarafından Peygamber Efendimiz vasıtasıyla gönderilen son kitap olduğuna inanmak,
b) Onu usulüne uygun güzelce okumak ve manasını anlamaya çalışmak,
c) Kur’anı okurken ve dinlerken son derece saygılı olmak,
d) Kur’anın yap dediklerini yapıp, yapma dediklerinden sakınmak.

S 63: Bedenimize karşı vazifelerimizi sayar mısınız?
C 63: Bedenimize karşı vazifelerimiz şunlardır;
a) Dengeli beslenmek,
b) Sağlığımızı korumak,
c) Temizliğe dikkat etmek.

S 64: Ruhumuza karşı vazifelerimizi sayar mısınız?
C 64: Ruhumuza karşı vazifelerimiz şunlardır;
a) Ruhumuzu asılsız ve yanlış inançlardan temizlemek,
b) Doğru ve faydalı inançlarla ruhumuzu donatmak
c) Kötü düşünce ve çirkin huylardan ruhumuzu korumak.

S 65: Karı, kocanın biribirlerine karşı vazifelerini sayar mısınız?
C 65: Karı kocanın biribirlerine karşı vazifeleri şunlardır;
a) Her şeyden evvel karı, koca arasında karşılıklı sevgi olmalı,
b) Koca; ailenin ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmalı, helalinden kazanmalı,
c) Koca; ailesinin dini ve ahlaki vazifelerini yerine getirmesinde yardımcı olmalı, eksiklerini öğretmeli,
d) Erkek hanımına karşı nazik ve yumuşak huylu olmalı. Kaba ve kırıcı olmamalıdır.
e) Kadın kocasına sevgi ve saygı ile bağlanmalı, ev idaresinde ve çocukların terbiyesinde kocasına yardımcı olmalıdır.
f) Kadın tutumlu olmalı, kocasının kazancını israf etmemeli.
g) Kadın evine, yuvasına bağlı olmalı. Namusunu titizlikle korumalı. Evden dışarıya çıkarken ve yabancı erkeklerin göreceği yerlerde örtünmeli, tesettürlü olmalıdır.

S 66: Ana babanın çocuklarına karşı vazifelerini sayar mısınız?
C 66: Ana ve babanın çocuklarına karşı vazifeleri şunlardır:
a) Çocuğuna güzel bir ad koymak
b) Çocuklarına haram lokma yedirmemek, onların ruh ve beden sağlığını korumak.
c) Çocukları iyi terbiye etmek, namaz kılmayı diğer dini bilgileri öğretmekve kendi güzel yaşantısı ile onlara örnek olmak.
d) Çocuklara ilgi gösterirken, hediye verirken ayrım yapmamak.Eşit ve adaletli davranmak.
e) Evlenme çağına geldiklerinde onları evlendirmek.

S 67: Çocukların ana ve babalarına karşı vazifelerini sayar mısınız?
C 67: Çocukların ana ve babalarına karşı vazifeleri şunlardır;
a) Ana ve babayı söz ve davranışlarıyla hiç bir zaman incitmemek. Onlara öf bile dememek.
b) İhtiyaç duydukları takdirde geçimlerine yardımcı olmak.
c) Allah’a isyana davet etmedikleri müddetce emirlerini dinlemek.
d) Yanlarında yüksek sesle konuşmamak ve yolda yürürken onların önünde yürümemek.
e) Öldükleri zaman varsa vasiyetlerini yerine getirmek, onları rahmetle anmak ve onlar için her zaman hayır dua etmek.

S 68: Kardeşlerin biribirlerine karşı vazifelerini sayar mısınız?
C 68: Kardeşlerin birbirlerine karşı vazifeleri şunlardır;
a) Kardeşler arasında karşılıklı sevgi, saygı ve birlik olmalı.
b) Miras, para ve mal gibi maddi çıkarlar kardeşlerin arasını açmamalı
c) Küçük kardeşler büyüklerine saygı göstermeli, büyüklerde küçüklerini korumalı, sevgi ve merhamet göstermeli.
d) Kardeşler birbirlerinin menfaatlarını kendi menfaatları gibi gözetmeli.

S 69: Komşularımıza karşı vazifelerimizi sayar mısınız?
C 69: Komşularımıza karşı vazifelerimiz şunlardır;
a) Onlara karşı saygılı olmak. Söz ve davranışlarımızla onları incitmemek.
b) Sevinç ve hüzünlerini paylaşmak, gerektiğinde onlara yardımcı olmak,
c) Ses ve gürültü ile onları rahatsız etmemek.d) Hastalanınca ziyaret etmek, ölenin cenazesine iştirak etm

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Evde Ne Erkeğin Ne Hanımın, Belki Allahın ve Peygamberimizin Kanunu Hükmedecek

Allah C.C ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler Onlarla (hanımlarınızla) iyi geçinin. Olabilir ki, bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur” (Nisa19)

Resul-i Ekrem (A.S.V) şöyle buyurdu: “İmanı en olgun mü’minler, huyu en güzel olanıdır ve eşine karşı en tatlı davranandır.”

“Yediğinden yedirmesi giydiğinden giydirmesi, kadının kocası üzere hakkıdır. Sakın (erkek) eşinin yüzüne vurmasın, ona kötü muamelede bulunmasın, evin dışında onu terk etmesin!”

“Mumin bir erkek mümine bir kadına kızıp darılmasın. Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa başka huyundan memnun kalabilir.”

“Hanımlara hayırhah olun, zira hanım bir eyeği (kaburga) kemiğinden yaratılmıştır. Eyeği kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyle ise hanımlara hayırhah olun.”

“Kadının huysuzluklarına sabırla katlanan erkeklere Allah C.C. Eyyȗp (A.S)a verdiği mükâfatı verir. Kocasının huysuzluklarına katlanan hanımlara da Firavunun hanımı Asiye R.Anha verdiği sevabı verir.”

“Beş vakıt namazını kılan, farz orucunu tutan, örtünen ve kocasına itaat eden hanım, cennete girmiştir.”

Resul-i Ekrem (A.S.M) efendimiz şöyle buyurdular:

“Kocası razı olduğu halde ölen hanım cennete girer”

“Kocanın hanımı üzerindeki hakkı, benim sizin üzerinizdeki hakkım gibidir. O halde kocanın hakkını gözetemeyen Allahu Tealanın hakkını gözetmemiş olur.”

Bir hanım, kocasını güzel karşılar, güzel sözler söyleyerek hoşnutluğunu kazanmaya çalışırdı. Peygamberimiz efendimiz aleyhissalatu vesselam, hanımın bu hareketinden dolayı kocasına buyurdu ki:***** (Hanımına selam söyle, yarı şehid sevabına kavuştuğunu haber ver!)

“Kocasına muhabbet gösteren, çocuk doğuran, öfkelenen an veya kocası kendine kızdığı zaman, kocasını razı edinceye kadar uyumayan hanım cennetliktir.”

“Kadınlarınızı (yabancı erkeklere karşı) süslü giyinmekten men ediniz! Beni İsrail kadınları süslü giyinip camiye gururlanarak yürüdükleri için lanetlenmişlerdir.”

“Hanım, kocasından izinsiz nafile oruç tutamaz. Eğer tutarsa  aç ve susuz kalmış olur, sevap kazanamaz. Kocasından izinsiz evinden dışarı çıkamaz. Çıkarsa gökteki melekler, geri evine dönünceye kadar ona lanet eder.”

“Bir erkek ihtiyacı için hanımını çağırsa, hanım tandır başında olsa da, hemen ihtiyacına cevap versin.”

“Hanımın cihadı kocası ile iyi geçinmektir.”

“Kocasına elinden geldiği kadar güler yüzlü davranıp, sevgi göstermeli, dili ile de onu incitmemeli. Kocasına bir iyilik yapmışsa, başına kakmamalıdır. Yeme ve giyme gibi hususlarda kocasını üzmemeli, yapamayacağı şeyi ondan istememelidir! Kocasını şerefini korumalıdır, onun rızasını kazanıp gönlünü hoş etmeye çalışmalıdır!”

***** (Senden ne gördüm) diyerek küfran-ı nimette bulunmamalıdır! Ki hadisi şerif meali şöyledir: ***** ( Eğer kocalarına karşı küfran-ı nimette bulunmasalar, namaz kılanlar hemen cennete girerdi.)

Evet! Unutmayalım ki Müslümanlığı yaşamaya çalışanların evlerinde huzurlu bir hayat olması için, ne erkeğin sözü ne de hanımın sözü hükmedemez. O evdekilerin her iki hayatları cennet olması için, o evde Allahın Kanunu ve Pergamberimizin a.s.v. mübarek sözleri hükmetmesi lazım ki,evin sakinleri Huzura kavuşsunlar.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org