Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Üstad Bediüzzaman Cemaat Olmamızı Tavsiye Ediyor!

1- “Evet, biz bir cemaatız. Hedefimiz ve proğramımız evvelâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferidden kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatlarıyla kendimizi muhafazadır.” Şualar: 365

2 ” Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- (Aleyhissatü vesselam) ferman etmiş ki:

Benim, ümmetim yetmişüç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i naciye-i kâmile, (yalınız) Ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor. ” Mektubat: 106

3- “(Nâs) unvanı herkesi Cumhur-u Nâsa tâbi olmağa da’vet eder. Çünki, cumhura muhalefet, öyle bir hatadır ki, o hatayı irtikâb etmek kalbin, vicdanın şanından değildir.”

“İmanı olmayanın (Nâs)dan addedilmemesi lâzımdır. Çünki, ancak (Nâs) tâbiri mü’minlere mahsustur.” İşarat-ül İ’caz,

4- “Bir fikre davet, cumhur-u ülemanın kabulüne vâbestedir. Yoksa davet bid’attır, reddedilir.” Mektubat: 470

5- “Sevad-ı azama ittiba edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ı azama dayandığı zaman, lâkayd Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adedçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı.” Mektubat: 475

6- “Hem ne vakit ehl-i İslâm, dine ciddî sahib olmuşlarsa, o zamana nisbeten yüksek terakki etmişler. Buna şahid, Avrupa’nın en büyük üstadı, Endülüs Devlet-i İslâmiyesidir. Hem ne vakit, cemaat-ı İslâmiye dine karşı lâkayd vaziyeti almışlar, perişan vaziyete düşerek tedenni etmişler.” M: 325

7- “Âlem-i İslâmda Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen ehl-i hak ve istikamet fırka-i azîmesi, hakaik-i Kur’aniyeyi ve imaniyeyi istikamet dairesinde hüve hüvesine Sünnet-i Seniyeye ittiba’ ederek muhafaza etmişler. Ehl-i velayetin ekseriyet-i mutlakası, o daireden neş’et etmişler. Diğer bir kısım ehl-i velayet, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin bazı desatirleri haricinde ve usûllerine muhalif bir caddede görünmüş. İşte şu kısım ehl-i velayete bakanlar iki şıkka ayrıldılar: Bir kısmı ise, Ehl-i Sünnetin usûlüne muhalif oldukları için, velayetlerini inkâr ettiler. Hattâ onlardan bir kısmının tekfirine kadar gittiler. Diğer kısım ki, onlara ittiba’ edenlerdir. Onların velayetlerini kabul ettikleri için derler ki: “Hak yalnız Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mesleğine münhasır değil.” Ehl-i bid’adan bir fırka teşkil ettiler, hattâ dalalete kadar gittiler.” M: 342

8- “Evet velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus Lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.” M: 372

9-Üçüncü bir daire içinde, hayret-engiz zahiren ve keyfiyeten küçük, hakikaten ve vazifeten ve kemmiyeten büyük, bir küçük âlemi gördüm ki zerrat-ı vücudiyemden tâ havass-ı zahiriyeme kadar, taife taife vazife-i ubudiyetle ve şükraniye ile meşgul bir cemaat gördüm. Bu dairede, kalbimdeki latife-i Rabbaniyem, o cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de lisanım, o iki cemaat-ı uzmayı niyet ederek demişti.

Elhasıl: “Na’büdü” nun’u, şu üç cemaate işaret ediyor..” M: 393-394

10 “Sual: Âhirzamanda Hazret-i Mehdi geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddid rivayat-ı sahiha var. Halbuki şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur. Şu zamanda -kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun- böyle bir cemaat-ı beşeriyenin ifsadat-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder?” M: 439-440

11-“Hem ehl-i dalalet ve haksızlık-tesanüd sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.” L: 151

12- “Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa; cem’ ve zam, kesir darbı gibi küçültür.” M: 475-73.

13- “Bazan yalnız namazımı kıldım. Cemaatle kılınan namazın yirmibeş sevabından ve hayrından mahrum kaldım…. Hattâ vesikam olduğu halde, kendim tamir ettiğim ve dört sene imamlık ettiğim mescidimden beni men’ettiler. Şimdi dahi cemaat sevabından beni mahrum etmek için, -daimî cemaatım ve âhiret kardeşlerim mahsus üç adama dahi imamet etmemi kabul etmiyorlar.” M: 75

14- “Nebi Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalblerini îd (Bayram) ve cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem’ ediyor. Öyle bir surette ki: Şu insan, Mabud-u Ezelî’nin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, dualar, zikirler ile mukabele ediyor.” L: 127

15- “Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz, dünyanın en muazzam siyasî hâdisesi olan Bedir Muharebesinde; sahabe-i kirama, nöbet nöbet cemaatla namaz kıldırmıştır. Yani vâcib olmayan, hususan muharebe zamanında terk edilebilen “cemaatla namaz kılmak” gibi bir hayrı, dünyanın en büyük siyasî vak’asına tercih etmiştir, üstün tutmuştur. Ufak bir sevabı, harb cephesinin o dehşetleri içinde dahi terk etmemiştir.” S: 756

16- “İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ü cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın muhkemat kal’asına gir ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!..” L: 78

17- “Nasılki bir cemaatın malı bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaata ait vakıfları bir adam zabtetse zulmeder. Öyle de: Cemaatın sa’yleriyle (çalışmaları ile) hasıl olan bir neticeyi veya cemaatın haseneleriyle terettüb eden bir şerefi, bir fazileti, o cemaatın reisine veya üstadına vermek; hem cemaata, hem de o üstad veya reise zulümdür.” L: 134

18- “Daima dediğim budur: Biz imanımızı kurtarmaya çalışacağız. Umum ehl-i iman dâhil oldukları ve üçyüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-ı İslâmiyeden başka mabeynimizde medar-ı bahs olmadığını ve Kur’anda “Hizbullah” namı verilen ve umum ehl-i imanın uhuvveti cihetiyle kendimizi, Kur’ana hizmetimiz için Hizb-ül Kur’an, Hizbullah dairesinde bulmuşuz..” Ş: 282

19- “Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi yalnız bize ve Risale-i Nur’a menfaati için değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin kat’î buldukları bir hakikata dayanmağa pek çok muhtaç bulunan avam-ı ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci’, bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki; bir hakikat var, hiç bir şeye feda edilmez, ehl-i dalalete başını eğmez, mağlub olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.” Ş: 320

20- “Gelecek Mehdi-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların; imanı kurtarmak, hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya etmek ve inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunlarının bir derece ta’tile uğramasıyla o zât bu vazife-i uzmayı yapmağa çalışır. Nur şakirdleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden ikinci, üçüncü vazifeleri de buna nisbeten ikinci, üçüncü derecededir diye Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telakki ediyorlar. Bir kısmı, o şahs-ı manevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden bazan o ismi ona da veriyorlar.” Ş: 442

21- “Eski zamanda, bu zaman gibi cemaatin ve cem’iyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden ve fikr-i infiradî galib olduğundan, cemaatin sıfat-ı azîmesi ve büyük harekâtı o cemaatın başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle; o şahıslar, hârika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acûbe cisim ve müdhiş bir heykel ve çok hârika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş.” Ş: 582

22- “Sultanlar daima halkın, cemaatin, ordunun sonunda çıkarlar.” İ: 51

23- “Cemaatte olan kuvvet, ferdde yoktur. Meselâ çok iplerin heyet-i mecmuasının teşkil ettiği urgandaki kuvvet, ipler birbirinden ayrı olduğu zaman bulunmaz.” İ: 107

24- “İrşadın tam ve nâfi’ olmasının birinci şartı, cemaatın istidadına göre olması lâzımdır. Cemaat, avamdır. Avam ise hakaiki çıplak olarak göremez, ancak onlarca malûm ve me’luf üslûb ve elbise altında görebilirler.” İ: 112

35- “İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaîsine terettüb eden hasenatı intac eden semeratı, bir şahsa isnad ve ona malederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünki bir cemaatin cüz’-i ihtiyarîsiyle kesbettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o şahsın icad derecesinde hârikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delalet eder.”Ms: 87

36- “Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhde edebilir. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur.” Ms: 102

27- Evet yol iki görünüyor: Cadde-i Kübra-i Kur’âniye olan şu mesleğimizden (cemaatimizden) şimdi ayrılanlar düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah Risale-i Nur yolu ile Kur’an-ı mu’cizül beyanın daire-i kudsiyesine girenler daima Nura, İhlasa, İmana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir. (yani: Risale-i Nur yolu, Ehli sünnet dairesinde, EBEŞ mesabesinde olan zamanın en geniş yoludur. O bazı meslekler gibi dar, patika yoluna benzemez.)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Müslüman’lar İslamı Yaşadıkları Zaman, Görün Nasıl İlerlemişler!

Burada ilim adamlarının yalınız isimleri ve mesleklerini Kardeşimiz Şaban Döğer Beyin, İLİM ÖNCÜLERİ ANSİKLOPEDİSİNDEN ALINMIŞTIR. Merak edenler ansiklopediye müracaat edebilirler.

1) Abdurrahman es-Sufi [903-986]

Büyük İslam astronomlarındandır. Sabit yıldızlarla ilgili yıldız kataloguyla tanınır.

            ***

2) Sistem mühendisliğin öncüsü

Ahmed bin Musa [9.yüz yılında yaşamış]

                        ***

3) 1000 sene önce kanser ameliyatı yapan cerrah

Ali Bin Abbas [?-994]

                        ***

4) Ortaçağın en büyük göz doktoru

Ali bin İsa [?-1039]

                        ***

5) Batıya tedavi metotlarını öğreten doktor :

Ali bin Rıdvan [998-1067]

                        ***

6) Yaşadığı yüzyılın Baldamyus’u

Ali Kuşçu [?-1474]

                        ***

7)Dünyanın en meşhur yirmi astronomundan biri

Battânî [858-929]

8) Çağının en büyük tarihçilerinden

Belâzürî [?-892]

                        ***

9) Dünyanın döndüğünü 900 sene evvel ortaya atan dâhî bilgin

Beyruni [973-1051]

10) Copernicus’e yol açan bilgin

Bitrucî [XIII,yüzyıl]

                        ***

11) Modern azimut kadranıyla tanınan Endülüslü astronom:

Cabir bin Eflah [?-? 1150]

                        ***

12) Atom bombası fikrini ilk defa ortaya atan ve “Kimya’nın babası” büyük dâhî: Cabir Bin Hayam [721-? 805]

                        ***

13) Zooloji ilminin öncülerinden:

Cahiz [776-869]

                        ***

14) Ünlü Osmanlı Tarihçesi:

Cevdet Paşa

(Ahmed Cevdet Paşa) [1776-1869]

                        ***

15) Otomatik sistemin öncülerinden büyük mühendis

Cezerî [1136-1206]

16) Yeni Caminin Mimarı

Davud Ağa [?-1598]

17) Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisi yazan bilgin:

Demiri [1349-1405]

                        ***

18) Eseri yüzyıllarca okunan botanikçi bilgin:

Dinâverî [815-895]

                        ***

19) Avrupa’ya matematiği öğreten İslam bilginlerinden

Ebû Kâmil Şuca [?-951]

                        ***

20) Tarihçi ve coğrafyacı:

Ebûl Fidâ [1271-1331]

                        ***

21) Trigonometriye tanjant, sekant ve kosekant’ı insanlığa kazandıran matematikçi

Ebu’l Vefa [940-998]

                        ***

22) Med – cezir (gel-git) olayını ilk defa keşfeden bilgin:

Ebû Ma’ser [?785-886]

                        ***

23) İlk coğrafya atlası hazırlayan bilginlerden:

Ebû Zeyd el-Behli [?-934]

                        ***

24) Büyük Türk seyyahı ve yazarı:

Evliya Çelebi [1611-1682]

                        ***

25) Ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklayan bilgin

Fârâbî [870-950]

                        ***

26) Havan topunu icâd eden padişah

Fatih Sultan Mehmet [1432-1481]

                        ***

27) 12 asır öner, ilk kağıt fabrikasını kuran idareci

Fazıl bin Halid [766-?]

                        ***

28) Ekliptik eğitimi ilk defa tesbit eden astronom

Fergânî [850-895)

                        ***

29) Ondalık sistem hakkında ilk eser veren matematikçi:

Gıyasüddin Cemşid [?-1429]

                        ***

30) Tanjantı ilk kullanan matematikçilerden

Habeş El-Hâsib [?-? 864]

                        ***

31) İlk cebir kitabını yazan ve batıya cebir’i öğreten bilgin

Hârizmî [780-850]

                        ***

32) Dünyanın çevresini ölçen üç kardeşten biri

Hasan bin Musa [9.yüzyılında yaşamış]

                        ***

33) Yer çekim ve teraziklerle ilgili izahlar yapan bilgin

Hâzinî [11.YY sonu -12.YY başı]

                        ***

34) Önde gelen Osmanlı tarihçilerinden

Hoca Sadeddin [1536-1599]

                        ***

35) Fermat teoremini, Fermat’tan 700 yıl önce gösteren matematikçi

Hocendî [?-1000]

                        ***

36) Göz doktorlarına öncülük yapan bilgin

Huneyn bin İshak [809-873]

                        ***

37) Büyük İslam tarihçlerinden

İbni Asâkir [1105-1776]

                        ***

38) Tarım alanında Ortadoğu boyunca kendini kabul ettiren bilgin

İbni Avvam [12.yüzyılında yaşamış]

                        ***

39) 29 sene ülke ülke, kıt’a kıt’a dolaşan büyük seyyah

İbni Battuta [1304-1369]

                        ***

40) Ortadoğunun en büyük botanikçisi ve eczacısı

İbni Baytar [1190-1248]

                        ***

41) İslam dünyasının en büyük tarihçilerinden

İbni Cerir Et-Taberî [839-923]

                  ***

42) Dünyaca Tıbbın Babası kabul edilen İbni Sina. Ciddi sahip çıkmak için Batılılar adını değiştirmişler ve AVİ KENNA yapmışlar

                       ***

Burada görebilirsiniz: Müslümanlar ne zaman İslamiyet’i yaşamışlar her umuru hususta ilerlemişler, ne zaman dinden uzak bir hayat yaşamaya başlamışlar gerilemişler ve Frenklerden dilenmeye başlamışlar Halbuki Fenni buluşların % 60 şını Müslümanlar bulmuşlar. Biz BATI BATI dediğimiz zaman geriledik İnşaAlla gene ilerleyeceyiz. Çünkü baştakilerimiz Allahı anmaya başladı Kur’an okumaya başladı. İşe başlarken BESMELE çekmeye başladılar ELHAMDÜLİL-LAH

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Stresin Kaynağı İman Zayıflığından Başka Bir Şey Değildir!

“Az” konuşan fakat “öz” konuşan büyükler vardır. Rahmetli bir Hoca Dayım vardı. Dini yaşayışta onun asla tavizi yoktu. İlimde ondan daha bilgiye sahip olanlar, namaz kılınacağı zaman her zaman onu imam çıkarırlardı. Rahmetli: her zaman bu sözü tekrarlardı: Allaha inanıp, Onun gönderdiği Kur’anı Kerimin ahkâmına ve Sevgili Peygamberimizin tavsiyelerine uyanlar, ahirette kurtulacakları şöyle dursun, bu dünyada dahi kendilerine isabet eden bunalımlar (stresler) ve çok çeşit sıkıntılardan kurtulur. Çünkü bir insan: Allah beni benden daha iyi bilir ve beni benden çok daha çok sever inancına sahip oldumu, onu dertler ve imanı zayıf olanın  sıkıntılarının % 10’una düşer.

Bir seferinde şöyle demişti: “Bunalıma (Strese) girenin iman kuvvetinden şüphe ederim!”Stres hastalıklarına düçar olanlarla görüştüğümüz zaman. Görüyoruz ki dini bağlılıkları zayıf olduğundan bu hastalıkların te’siri altına kalıyorlar. Çünkü. Dünya sıkıntılarından kurtulmak için, Allah c.c.  Kur’anda çok yerde Sabri tavsiye ediyor. Hatta Bakara Süresinin 153 Âyetinde  meâlen: “Ey iman edenler sabır ve namazla Allahtan yardım isteyin! Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” Görüyorsunuz ki burada Allah Sabri namazdan önce zikretmiş. Peygamberimiz a s.v. de üç Hadisi Şerifle: İnsan için, sabır ne kadar kıymetli olduğunu bildiriyor.”

1-Sabri olmayanın dini yoktur.

2- Sabır dinin yarısıdır.

3- Sabır problemleri çözer.”

Evet yaşadığımız asrın en önemli derdi olan strese’ ilaç olacak, insanı onda koruyacak sabırdır.

Bu fakir ara sıra derste: Risale-i Nurlardan alınan iman kuvveti, insanı rahatsız eden dünyadaki sıkıntılara bir ilaç bir merhem olduğunu anlamamız icap ettiğini kardeşlerle paylaşıyorum. Evet stres hastalığına yakalananların imanı zayıf olduğundan şüphe etmememiz lazım. Stres, halkın bildiği ve kullandığı anlamıyla, sıkıntıları kafaya takmak demektir. Sıkıntılar insanı mutsuz ediyor. Mutsuzluk insanı hasta ediyor.

İmanları zayıf olanlardan kimisi, hastalıklarla mücadele etmekten yorulup mutsuz, hasta oluyor. Kimisi ailesiyle problemler yaşamaktan bunalıyor.  Kimisi çocuklarının istediği istikamette olmadıklarından sıkıntısını yaşıyor. Kimisi maddi sıkıntılarla boğuşuyor. Kimisi çevresindekilerin kendisini anlamadığından dert yanıyor.  Kimisi bir sevdiğini toprağa verince hayata küsüyor.  Hayatta insanı strese sokan o kadar çok şey var ki, tahminden âciziz. Ma’neviyatta ilerleyen birinin yaşı ilerleyince ahbapları ona: “Muhterem sen bu hanımla nasıl yaşayabildin demişler.” Oda: Kardeşler! “Benim bu güne kadar tahsilim nasıl müsaade edecek dahildeki hayatımı etrafa sızdırayım.

Problemini çözecek kadar  din terbiyesi alamayan, herkes kendisine dert edecek bir sıkıntı bulabilir.

SİZ BUNALIMLA-STRESLE KUVVETLİ  İMANIN ARASINDA BİR BAĞLANTI VAR MI DERSİNİZ?…

Sıkıntılarla dolu bir hayat denilince benim aklıma hep Peygamberler a.s. geliyor. Allah Peygamberlerin a.s. kıssalarını ayrıntılarıyla bize niçin aktarıyor dersiniz?  Okuyup, ibret almamız için değil mi? Peygamberlerin a.s. hayatlarından yola çıkarak bazı sorular sormadan bir örnek ortaya sergileyeyim: Ben yaşlı olduğum için Balkanlarda hizmete gittiğim zaman; hedefimiz gençler olduğundan, Üniversite talebelerinden hem erkeklerle, hem de kızlarla toplantı yapıyorum. Kızlardan bana soruyorlar: Evlenen çiftlerden evde hangisi hakim olacak. Damat mı Gelin mi? Cevabım: Rahat yaşamaları için, ne damat ne de gelin o evde hükmedemeyecek. Peki kim hükmedecek? O gençlerin rahat yaşamaları için o evde: Allın c.c. ve Peygamberimizin Aleyhissalatu vesselamın tavsiyeleri-hükümleri hakim olacak ki o çiftlerin her iki hayatları cennet olsun. Evet, Allahu âzimüşşan Kur’ani Kerimde bizlere ders olsun diye çok yerlerde Peygamberlerin a.s hayatlarından bahsediyor.   

Hz. Eyyüb’ü a.s. hastalıkla imtihan eden Allah, bizi de aynı imtihana tabi tutma hakkına sahip değil mi? Hastalığı kafaya takıp bunalıma giren insan  “Allah’ım beni niçin hastalıkla imtihan ediyorsunuz ki?” demiş olmuyor mu?..

Hz. Nuh a.s mı, oğluyla imtihan eden Allah, sizi evlatlarınızla imtihan edemez mi?

Hz.İbrahim a.s. mı babasıyla imtihan eden Allah, öz babamızla imtihan edemez mi?

Hz. Lut a.s. mı eşiyle imtihan eden Allah’a, “Beni niçin eşimle imtihan ediyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğumuzu mu düşünüyorsunuz?

Hz. Yusuf a.s. kardeşiyle imtihan eden Allah, belki bizi de kardeşlerimiz le imtihan edecektir!

Bütün Peygamberlerin a.s. hayatları sıkıntı (imtihan) dolu olduğuna göre,

bizim hayatımızda da bazı sıkıntıların olması hayatın bir parçası değil mi?

Anne veya babasını kaybedince bunalıma giren bir insan Allah’a  “Benim annemi / babamı niye alıyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunu mu sanıyorsunuz?
“En büyük acı evlat acısıdır!” denir. Bu acıyı yaşayan anne babalardır. Fakat o anne ve baba olanlar düşünmeli ve kendilerine demeli k: Bu evladı bize hediye eden Allah’tır. Onu o bize hediye etti.  Biz yapmadık Evladımızın vücudunda ki tüm duygularını Allah yaptı. Anne ile baba unutmamalı ki onlar o evladı yapmak değil  belki onlar yalınız birer sebeptirler. 

“Allah evlat acısını kimseye yaşatmasın!” derler. Alemlere rahmet olarak yaratılan

Hz. Muhammed Mustafa’ya bile torpil yapmayan  Yaratıcının, bize torpil yapmasını beklemeye hakkımızın olmadığını hiç düşündünüz mü? Beş defa evlat acısıyla imtihan edilmiş bir Peygamberin a.s.v. ümmeti olduğumuzu bilmek zorundayız.

Kardeşim onlar Peygamber, biz insanız” diye kimse itiraz etmesin. Peygamberler de bizler gibi insandırlar. üzülen, ağlayan, Allah’a sığınan insanlardır.

Allah tarafından özel seçilmiş oldukları gerçeği “insanı” acılara tepkisiz kalacakları anlamına gelmez. Bize düşen hayatı doğru anlamaktır. Ve sabırsızlanmamaktır.

Unutmamalıyız ki, Peygamberlerine a.s.v. torpil yapmayan Allah, bize de torpil yapmaz.

Stres ile iman arasında ki ilişki kafamızın içinde uzun zamandır dolanabilir. Fakat İman hakikatinin te’siri insanda bir gerçektir.

Çok sıkıldığımız zaman bu cümleyi hatırlayalım. Hatta bana kalsa pano haline getirilip ev veya işyerimizin duvarlarına asabiliriz . Dünyaya ait büyük bir derdimiz olduğu zaman Rabbimize dönüp,

“BENİM BÜYÜK BİR DERDİM VAR!” deme, derdine dönüp

“BENİM BÜYÜK BİR RABBİM VAR!” de. kurtul 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Güzel Sözleri

Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi azdırır ve YARATAN’ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et.

Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma imanınla yap. Kötülükleri ancak İMAN yıkar. Bu durumda RABB’in sana işlerinde yardımcı olur. O kötülüğü yok etmek için arkadaş olur. O kötülüğü ezer ortadan kaldırır. Eğer bir kötülüğü nefsin için, halkın seni tanıması için ortadan kaldırmaya niyet edersen rezil olursun. Her işte HAKK’ın rızası aranmalıdır.

İSLAM gömleğin yırtık İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET’e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya.

Kabir kapısı açık ve ahiret sana doğru gelmekte. En kısa zamanda aklını başına topla, yalnız dünya azığı toplamaktan vazgeç de ahiret azığını toplamakta acele et…

Sabırlı kulların bu dünyada çektiği cefa, Yüce Allah’ın (C.C) görüşünden kaçmaz. Siz bir an olsun O’nun uğruna sabır yolunu tutun, yıllarca ecrini alırsınız. Ömrü boyunca “Kahraman” lakâbıyla gezen onu bir anlık cesareti sonunda kazanmıştır.

Ey evlad önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını… Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın.

Size gereken Yüce Yaratanı sevmek ve O’ndan başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak… Bunlar “Kalp” le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?… Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu?… İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok… Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”, yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde..

Geliniz aşırı uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O’na vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin Elçisine, Sevgilisine başvuralım, O’nun eteğini bırakmayalım.

Bütün amacın yemek içmek ve arzularının tatmini olmasın. Bunların hepsi amaç değil, Yüce ALLAH’a (C.C.) ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin sana en çok gerekli olana ulaşmak olmalı. Sana en gerekli olan ise YARATAN’ındır. O’nu ara. Her şeyin bir bedeli olur. Dünyaya AHİRET, yaratılmışlara ise bedel YARATAN’dır. Dünyayı kalbinden atarsan yerini HAK alır.

Yaşadığın günü ömrünün son günü bil, işlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter.

“ALLAH’tan (C.C) başka ilah yoktur” dediğinde bir “DAVA” peşine düştün demektir. Her davada şahit isterler, şahidi olmayan davasını kaybeder. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü sıkıntıya göğüs gerip sabır göstermek de birer şahid sayılır. Bunları yaparken İHLAS’lı olmak gerekir.

Hiçbir söz amelsiz ve ihlassız kabul edilmez. Kainatın Efendisinin (S.A.V) yolu İHLAS’tan ibarettir.

Dünyalık toplarken dikkatli ol. Gece odun toplayan gibi olma. Elini uzattığında neyi alacağını önceden kestirmelisin.

Gece odun toplayan eline geçeceğini bilemez seni de ona benzetiyorum. Ayık ol, sonra felaket büyük olur.

HAK’la çekişme nefsin için O’nu kötüleme, malın azaldı diye O’nu itham etme, insanlar sana yüz vermiyor diye O’nu suçlama. Suçu kendinde ara. Her işin kendi keyfine uygun olmasını istiyorsun en büyük hüküm senin mi yoksa O’nun mu? Sen mi fazla biliyorsun yoksa O’ mu? Merhametin O’nunkinden fazla mı?

Sen ve bütün yaratıklar O’nun kuludur. Her şeyde yalnız O’nun hükmü geçer bunu sakın unutma.

YARATAN’ın rızasına erme yolunda yapmacık hareketler fayda getirmez, bu yolda yersiz arzu ve boş temenni ile yürünmez. Hele içi başka dışı başka birinin eline hiçbir şey geçmez. Bir de yalancılık ortaya çıkarsa felaket o zaman başlar. Eğer bu hallerin azı sende varsa hemen tevbe et ve tevbeni bozma. Tevbe etmekten ziyade tevbeyi bozmamak esas hünerdir.

Böbürlenmeyi bırakın Yüce ALLAH’a (C.C) karşı büyüklük satmakta neymiş? Kullara da kibirli davranmayın, haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin. Önceden ne olduğunuzu düşünün; bir damla su.

Sonrası ne olacak malum…Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık. Hali böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı?

Hırsa kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık adamların kapısını aşındırmayın. Ezilip büzülerek onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz, sabırla doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa… Sevgili Peygamberimizin (S.A.V) “En büyük belâ nasibte olmayanı aramaktır,” buyruğunu hiç duymadın mı? Nasibte olmayanı kullar hiçbir zaman veremez. Dünya oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez.

Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Yüce ALLAH’ın (C.C) korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O’nu HAK tarafına çağırman nerede?

Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin kasa masa, yemek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki nimetlerden sana gelecek bir kısmetin varsa gelir üzülme içini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun, hırsın ağırlığı seni yormaz. Eğer bu şekilde davranmazsan, bütün bu uğraşmalarından sana ne kalacak dersin? Sadece bir yorgunluk ve ağır bir hesap..

Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana bela olur. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler, iyiliğini görsünler, seni öğsünler oldu. Sana yakışır mı bu düşünceler?

Farzet ki halkın sana ilgisi arttı bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak hesabı ve cezası da sana kalacak.

Yazık sana! Cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun. Geçici şeylerle avunuyor onları seviyor ve senin sanıyorsun. Ama yakında elinden alacaklar.

Yaratan hayatı sana emanet olarak verdi O’nun rızası yolunda yaşamanı emretti. Sen ise kendi isteğin, heveslerinin peşinde hayatını tükettin. Sana verilen zenginlik, makam, sıhhat birer emanettir. Bütün bunları YARATICININ rızasına uygun yolda kullan. Ey evlad, ana rahminde seni kim besledi. O halde iken ne kadar acizdin, bu hale seni getiren kim? Sen ise kendi varlığına ve halka dayanmaktasın, parana, mevkine, bilgine güveniyorsun. Güvendiklerin bugün var yarın yok olabilirler. Yüce ALLAH’tan (C.C) başka her kime güveniyor veya kimden korkuyorsan o senin ilahındır. Yakında bütün güvendiklerin yok olur kullarla aran açılır, sana karşı kalpleri katılaşır, kapıları yüzüne vururlar seni kapı kapı dolaştırırlar. Çağırsan yardımına koşan olmaz.

Bütün bunlara sebeb Hak’tan başkasına güvenmiş olman, O’nun nimetlerini başkalarından bilmiş olmandır.

Yüce ALLAH’ın (C.C) dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri KUTSİ KİTABIMIZ, diğeri SÜNNET-İ RESULALLAH. Bunlar seni RABBİNE ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar.

Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarına çok pişman olacaksın ama çok geç…Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.

Ey ALLAH (C.C) yolcularını bulamayan; varlığını ve yaratılmışları HAK varlığına perde eden kişi; ağla başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla

Bu güzel sözleri kardeşlerle paylaşan:

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Nurlara Hizmet Edenlerin Dikkatine

Pek Aziz ve muterem  kardeşlerim!

Allahu azimüşşan insanı iman ve ibadet için yarattığını bir çok ayetlerde bildirdikten sonra, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam dahi üç hadisi şerif ile imanın ehemmiyetini şöyle sıralamaktadır:

(1) “Tek bir kişinin imanının kurtarılmasına sebep olan kimse:  Sahralar dolusu kırmızı koyun sadaka vermekten daha hayırlısını yapmıştır “.

2) “Tek bir kişinin imanının kurtulmasına sebep olan kimse, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır .”

(3)”Tek birinin imanının kurtulmasına sebep olan  bir hayırseverden  daha hayırlı bir kimseyi güneş ısıtmamıştır.” Bu kaynaklar bize imanla yaşayıp onunla  can vermenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu bildiriyorlar. Üstelik bencillikten kurtulup başkalarının da imanlarını kurtarmaya çalışmak icap ediyor.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretretleri dahi bunu te’kid edecek şöyle bir ifade kullanıyor:” İnsanın imanını kurtarma hadisesi: Bu zemin yüzündeki hakimiyeti amme dâvasından daha ehemmiyetli bir dâvadır.” Bu itibarla “herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dava açılmış ki: Her adamın, eğer alman ve ingiliz kadar kuvveti ve(onlardaki kadar) serveti olsa ve aklı da varsa , o tek davayı kazanmak için bilatereddüd (hiç çekinmeden) sarf edecektir.” Nasıl sarfetmesin ki karşılığında, bu dünya büyüklüğünde bir çiftliği kazanma imkânı elde etmiş oluyor. Ve o çiftlikte sonsuz bir zamanda mutlu yaşamayı, iman edip Müslüman gibi yaşamak için çalışana Allah va’d etmiştir.

Evet! Bu insan ibadet için yaradıldığıni anlamak için  bakın Allah ayeti kerimesinde nasıl buyuruyor meâlen:“Ben Cinnileri ve İnsanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”. Evet mezkur ayeti kerimeden de anlaşılıyor ki, insanın hakiki vazifesi Allaha iman ve Ona ibadet etmektir. Üstadımızın da, “insanın bu dünyaya gönderilişinin hikmeti ve gayesi, Halık-ı kâinati tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir” sözü yukarıdaki Ayet ve hadisi şeriflerin manalarını ifade ettiğini gösteriyor. İmanın ne kadar çok ehemmiyetli ve büyük bir zenginlik olduğunu daha iyi anlamamız için bir misal vereyim: Mesela bir zalim 5 oğlunu  öldürüp kulübeciğini harap eden mazlum bir babaya: Haşmetli bir  Padişah ciddi sahip çıktığını göstermek için o mazlum babaya dese gel senin düşmanından ben istedığin şekilde  intikamını alacağım; bu da Padişahın o güzel teklifine karşı Padişaha: Halimi görüyorsun Evlatlarımı diriltemezsin ama katil zalimi öldürüp bana bir kulübe yapsan yeter. Padişah da katili öldürdükten sonra onu alıp mükemmel has sarayına yerleştırıp işte sana hizmetçiler; istediğın yiyecekleri ve her çeşit hizmetlerini sana yapacaklar ve işte bu kasaların anahtarlarını sana veriyorum orada her çeşit döviz ve mücevherat var, serbest alabilirsin ve bunların hayrını gör seni Allaha ısmarlıyorum diyerek gitse. Anlatabilirmisiniz bu zat Padişaha karşı nasıl bir minnetdarlık hisseder. Halbuki meal-esef bir saat sonra bu zatın ölmesi muhtemel. Yani İman karşılığında kazanılacak sonsuz ve görülmemiş mutluluk karşısında Padişahın verdıkleri tümü bir hiç mesabesınde kalır.

Biz yukarıdaki kaynakları ve delilleri nazara verdikten sonra, bir Nur talebesinin Risale-i Nurda serd edilen delillerle kendi imanını taklitten kurtarıp takviye ettikten sonra, “bu zamanda en büyük bir ihsan (iyilik yapma hasleti) bir vazife, kendi îmânını kurtarmak ve başkasının imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.” Bu ihsanı ve bu vazifeyi yaparken biz nasıl bir üslup bir metot kullanmamız icap edeceğini, 50 küsur sene Risale-i Nurlardan istifadeye çalışarak  bu eserlerin bana verdıkleri tecrübelerden istifade ederek derim: Hısım  akrabalarımıza, komşularımıza, ve iş çevresınde görüştüğümüz kimselerin imanlarını kurtarmaya  nasıl ve hangi metodla nekadar çalışmamız lazım olduğunu aşağıda ki yazılarımdan daha iyi anlaşılacağıni tahmin ediyorum.

En evvela Üstadın tavsiyesi üzere İhlas risalesini laekal (En azından) 15 günde bir def’a, çok dikkat ederek okumak lazım geliyor, ben kendimde acaba buradaki prensiplerin %  kaçını  tatbik ediyorum düşüncesi ile okursak öteki mes’eleler daha kolay hallolmuş olur. Nur talebeleri fedakârdırlar bu fedakârlığı dahi yalnız ve yalnız ihlastan aldıklarına asla şüphenız olmasın.

Bir def’a düşünün ki, acaba bu nasıl bir fedakârlık: Nur Talebesi: Ücret dağıtılırken kendisıni arkaya atıp din kardeşıni öne atar, hizmet icab ettıği yerde ise başkasını değil kendini öne sürer. İşte bu kardeş  bu şekilde fedakârlığın mükemmel bir örneğıni ortaya sermiş olur. İhlastan doğan fedakarlıkla bu kardeş, başkasına iman hakikatını anlatmama tembelliğine düşmemek için, bu davada kemmiyyet (sayı çokluğu) değil keyfiyyet (kalite) önemlidir demez. Ancak Vazifesini noksansız yaptıktan sonra kemmiyetin azlığından sıkılmaz. Dikkat edilirse kemiyet hakkında, Üstad İhlas risalesinde: Kemmiyet mühim değil demiyor, belki kemiyet o kadar medarı nazar olmamalı diyor. Ve her kelime her yerde her zaman aynı ehemmiyette olmadığıni bilmek lazım. Üstadımız Risaleleri Neşretmeye başladığı zaman kemmiyyeti nerede bulacak, o zaman keyfiyet (kalite) ne kadar mühim olduğunu, sizin idrakînıza havale ediyorum.

Bir örnek vereyim: Üstad kalitenin ehemmiyetini öne sürmese idi Risale-i Nurun o yasak günlerinde Şerafettin Kartal Ağabey Kayseri dersanesinde 4 kişi ile 4 sene nasıl sabrederdi. Ne zamana kadar dört kişiyle devam edeceğız diyenlere karşı, bu davada kemmiyetin ehemmiyeti yok demekten başka ne diyecekti. Amma ondan sonra O Ağabey ve kardeşlerin çalışmaları neticesinde dershanede 4 ten 400 çıkıyor ve Şerafeddin Ağabeyin ihlasla ne pahasına olursa olsun davasına bağlılığı neticesinde, haksız olarak 16 defa hapsediliyor ve berat edip  çıkabiliyor. Kayseri’den sonra Kütahya’yıda ihya eden Şerafeddin Ağabey onun doğum yeri olan Simav’daki medrese şöyle dursun, mükemmel 4 katlı Hanımlar dershanesının açılışında hanımla berabar katılmak bize de nasip oldu. Allah ondan ve onun gibi da’vasına sadık Ağabeylerden ve kardeşlerden ebediyyen razı olsun.

Risale-i Nur kimseyi yalvarmaz sözü ise: Evet o yalvarmaz amma, Nur talebesi teşhisini koyup kazanma ümidi olan kimseyi çeşitli yollarla ve metodlarla iknâ etmeye çalışır ve yalvarır, neticeyi yine Allaha bırakır. Üstad Lem’alar kitabının bir haşiyesinde  bir hikaye ile buna bir açıklama getıriyor şöyle ki: Büzürücümherden sormuşlar neden “Umera bilmedıklerini öğrenmek için ulemanın kapısına gitmiyorlar?   Ulema Umeranın kapısına gidip bilmedikleri mes’eleleri onlara öğretiyorlar?” Cevaben demiş ki: “Umera ilmin kıymetini bilmiyorlar ki gidip sorsunlar.” Bundan biz şu dersi alıyoruz:

Tabii zeki ve ümit verici kimseler varken, kafası çalışmaz ve günahlarıyla kalbini karartan ve duygularını dumura uğratanlarla uğraşmayız. Dikkat edin onlarla uğraşmayacağız demiyorum, ötekiler varken bunlarla uğraşmıyacağız ve uğraşırken yani reçeteleri yazarken dikkatli olup, ata et ite ot atma hamakatına düşmeyeceyiz. Fakat Hiç unutmayacağız ki çevremizdekiler Nurların kıymetıni bilmediklerınden gelmiyorlarsa, bizde mi onların yanlarına gitmeyelim, her şeyi nazara alarak bize İman hakikatlarını anlatmak için yanımıza gelenler olmasa idi, yani onları Allah bize göndermese idi düşünün bu gün biz ne halde kalmış olurduk. Nur talebesi Doktor gibi olacak. Nasıl ki Doktor hastayı tedavi etmek için, çekinmeden hastanın nahoş kokulu yaralarına ve iltihaplarına kadar eğilir tedavi etmeye uğraşıp netice almağa çalışır. Aynen bunun gibi, Nur talebesi de muhatabının kûsuruna bakmadan, Aman kardeşime birşeyler vereyim de , belki kendisinin ebedi azaptan kurtulmasına sebep olabilirim düşüncesi ile hiç çekinmeden vazifeyi yapmaya çalışır.

Bu hususta İhlas Risalesinde bize çok güzel örnek ibareleri var; “Tariki hakta gidenlere  refakatla iftihar etmek suretiyle vazife yapmak ve imamlık şerefıni onlara bırakmak ve hak yolunda gidenlerin kim olursa olsun kendimizden daha iyi olduğunun ihtimali ile enaniyetten vaz geçip ihlasi kazanmak” prinsibi bize çok mühim ders veriyor. Yine “Ey ehli hak! Ey hakperest ehli şeriat ve ehli hakikat ve ehli tarikat , bu müthiş marazi ihtilafa karşi birbirinizin kusurunu görmeyerek yekdiğerınızın ayibına karşi birbirınızın kusurunu görmemek için gözünüzü yumunuz.” Evet başkasını iyi kendimızi kusurlu görmeye bizim prinsibımız olacak. Her hangi dini mes’eleleri arkadaşımızla tartışırken bile, hakperestlik ve insaf düsturu olan İnşâallah arkadaşım haklı çıkar temennisinde bulunacağız. Çünkü karşımızda ki haklı çıkarsa hem kibirden kurtuluruz hem de bilmediğimiz bir meseleyi öğrenmiş oluruz. Mademki biz fazilet furuşluk yapıp “gıpta damarını tahrikten” yasaklanmişiz. Hatta “en latif ve güzel bir hakikati imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en masumane zararsır menfaattır. mümkün ise nefsimize bir hodgamlık gelmemek için istemeyen bir arkadaşla yaptırılmasi hoşunuza gitsin. “Eğer ben sevap kazanayim bu güzel mes’leyi ben söyleyeyim” Arzunuz varsa, çendan (gerçi) onda bir günah ve zarar  yoktur; fakat mabeyninizde (sizin aranızda ) ki sırri ihlasa zarar gelebilir”. Biz bu  Düsturu kendimize numune-i imtisal yapmaya gayret edenlerden olmalıyız. Ehli hizmet, davasına hizmette muvaffak olmak için bu prinsip tükenmez bir kaynaktır.

Kıymetli kardeşlerim!  “Ehli hakla ittifak etmek, davada muvaffak olmanın bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medari olduğunu” asla unutmayacağız. Şimdi dairede ufak defek ihtilaf olabilir, bir merkezden idare edilebilen İstanbulun tek 40 m karelik Kirazlı Mescid sokağının devri geçti o devir çok şükür ki kapandı, biz onlardan birilerini tutup diğerlerine kösmek şöyle dursun,ehli sünnet dairesınde kim olursa olsun onları sevmeye çalışacağız  Tüm müslimanların, hassaten Nur talabelerin çok dikkat etmeleri lazım gelen bir husus şu  ki , bir kimsenin Allahın yoluna gelmesi için, sebep kim olursa olsun kaidesine tarafdar olmak gerektir. Müslümanlarla beraber olmak onları sevmek şöyle dursun, bu fitneli zamanda zındıkayı (ateistleri) def’etmek için İsevilerin (Hristiyanların) ruhani kısmı ile bile birleşme zamanı olduğunu Üstadımız Peygamberimiz (a.s.m.) mın bu güzel hadisi şerifini bize haber veriyor. Hatalı kimselere karşı bizim vazifemiz ona küsüp kovmak değil, belki kusurlari için ona tevbeyi öğretip  onu kazanmak lazım, Yani Kardeşlerimize karşi İlim ve hilım (yumuşaklık) prensiplerine dayanarak müspet hareket ederek kardeşler arasında tefani (kendimızi yok sayma) düsturunu tatbik etmek şarti ile hedefimıze ulaşacağız.

Biz öyle kimselerden olmayacayız ki: Hüsni zanla hareket etmesi mümkün iken zavallı hüsnü zanla hareket etmez, karşısındaki ne kadar iyi olsa yine muhakkak bir kusurunu arayıp bulacak.  Bu çok kötü bir haslettir. Halbuki, müslüman su-i zanla değil hüsnü zanla mükelleftir, Kusuru olmayan pek yok ama varsada biz o kusursuzları değil, her tarafı bizim gibi suçlu kimselerle uğraşacağız. Biz: “Sahili selamet olan darüs-selama Ümmeti Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkarmaya çalışan hademeler” olduğumuzdan ötürü, kardeşlerin nefislerini  kendi nefislerine tercih eden Sahabe r.a gibi olmalıyız, ve ancak bu şekilde Hz Ali r .a. ve Şâhi Geylani k.s gibi kahramanları arkamızda zahir (yardımcı) ve başımızda Üstad olarak tutabileceğiz. Yine Üstadımızın dediği gibi: “Mühim ve büyük hayırlı işlerin çok mani’leri olur, şeytanlar o hizmetin hizmetçileri ile çok uğraşır. Bu büyük hizmetlerde muvaffak olmak için bu mani’lere (engellere) karşi ihlas kuvvetine dayanmak gerektir, İhlası kıracak esbabtan (sebeplerden) yılandan akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.” O esnada Yusuf (a.s.) dediğini de  unutmayalım” “Nefis kütülükleri çok emreder, kurtuluş ancak Allahın rahmetine sığınmakla olur”.

Biz her zaman her çeşit kardeşlere dershanenin kapısını açık tutacağız, Kardeşlerimizin dershaneye gelmelerine engel teşkil edecek sebeplere kat’iyyen tevessül etmeyeceğiz, hususi alemimizde şahsi fazilet yapabiliriz ama farz namazlarına daha yeni alışmaya çabalayan kardeşler yanında asla fazilefuruşluk yaparak nafile ibadetten bahsetmeyeceyiz, ders yaparken her zaman karşımızda kimler var. Onlari nazari i’tibara alarak ona göre ders yapacayız. Ve ders yapabilecek kardeşler derse gelirken hazırlıklı olacak, hiç farkı yok  isterse ona ders yapmayı  teklif etsinler isterse etmesinler.  Üstadımızın neşredilmeyen ifadelerıni toplayan çok tecrübeli bir Ağabeyin bana gönderdıği bir yazısında Üstadın şöyle bir ifadesi  geçiyor “Kardeşlerimden ne için sakal bırakmadığımı benden sormak istediklerini hissediyorum; Onlara cevaben bende derim ki: İleride Risale-i Nur talebeleri çoğalacağını biliyorum, eğer ben sakal bırakırsam onlarda sakal bırakırlar, fakat gençlere sakal kötü gösterildiğinden gençlerin sakaldan ötürü Nurlara dahil olmamaya sakal engel olabilir düşüncesi ile bırakmıyorum” demiş ve Üstadımızın sakal bırakmamasına sebeplerden b itanesi de bu imiş.

Ben yurtdışına yani Rumeliye Risale-i Nur hizmetine gideceğimi bilse idim bende sakal bırakmaz idim. Sakal sünnetıne ters bakmadığımızı bildirmek için biz yaşlılara Ağabeylerden sakal izni verildiği için sakal bıraktım ve ben sakalımı fazla uzatmıyorum, ama gene de yurt dışında sakalımın hizmete engel olduğunu fark ediyorum. Hulasa ben sakal bıraktığım için çok korkuyorum ve endişe ediyorum: Ahirette Aleyhissalatu vesselam sakal bıraktığımdan ötürü beni yanından kovarsa acaba halım ne olur. Çünkü belki sakalım sebep oldu ki yurtdışında herhangi müslüman genç sakalımdan ötürü yanıma yaklaşamadi ki iman hakikatlardan hisse alsın.

Az önce dedığım gibi daireye herkes gelebilir sakallısıda sakalsızı da. Fakat Nur dairesindeki gençlerin sakal bıraması, dışardan gelen gençlerin dershaneye gelmemelerine kuvvetli bir sebep teşkil ettiğinden ötürü dershanedeki kardeşlerim sakal bırakmadıkları için çok isabet ediyorlar. Allah onlardan razı olsun. Ve dershaneye bakan Esnaf ağabeylerden Allah ebeden razı olsun ki, dershanede kalan fedakâr kardeşlere yeni elbiseler alıp temiz gezdiriyorlar. Çünkü bugün zevahiri feth etme şartı var.  Bilhassa dershaneye yeni gelenler, karşılarına çıkanların üstüne başına bakıyorlar ona göre değerlendiriyorlar. Bugünkü eshabi suffa buna dikkat etmeli ki davasına hizmet edebilsin. Hulasa, biz Muhabbet fedaileriyiz. Acz, Fakr, Şefkat, Tefekkür Şiari üzere kurulan da’vanın mensuplarıyız. Siyaset ve menfaattan uzak duran, SEVGİ, İLGİ, BİLGİ, kaidesi ile hareket eden kusuru başkasında değil, kendinde arayan bir kervanın kemter müntesibiyiz

Eddâî vel-müsted-î(Dua edıp dua bekleyen)

Bu sitedeki yazıları okuyanları çok seven pür kusuru kûsur kardeşiniz.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org